Şurası bir gerçek ki, kimsenin birbirine güvenmediği bir
dünyada yaşamak bir hayli zorlaştı. Ve bu güvensizlik
maalesef gittikçe artıyor.
Şimdi ise, İnsanlık için aynı şeyleri yaşamanın,
paylaşmanın daha bir yoğun olduğu Ramazan ayına girmiş
bulunuyoruz. Bütün bu sorunların bu muhteşem ay içinde
bir nebze olsun azaldığına tanık olmadayız.
Umudumuz, bu atmosferin kazandırdıklarının daha sonraki
dönemlere de yansımasıdır.
Ramazan Ayının farklı şuurlar için önemini böylece
belirttikten sonra, şimdi de onun simgesi haline gelen
oruca ve bununla bağlantılı olarak Ramazanda sağlıklı
beslenme yöntemlerine geçelim...
Birçoğumuz, oruç tutmaya başladı. İlahi hükümlerle
bizlere bildirildiği gibi tutuyoruz. Ancak bununla
birlikte Ramazan'da yanlış beslenme ve sağlık
konusuna dikkat edemememizden, bir anlamda “nefsimize
hakim olamamamızdan kaynaklanan” birçok sorunu da
yaşayabilmemiz mümkün.
Oruçta, sindirim sisteminin dinlendirilip insan
sağlığının korunması esası göz ardı edilerek hareket
edilmesi, beraberinde birçok komplikasyonu da
getirir. Bu nedenle iftar ve sahurda çok ve dengesiz
yemek yiyerek vücudumuzu çok daha fazla yormamalı,
belirli beslenme kurallarını dikkate almalıyız.
Oruç, tıbbî açıdan ele alındığında on bir ay boyunca
durmadan çalışan mide ile birlikte tüm sindirim
sisteminin, dinlenmeye alınması ve insan vücudunun
bir arınmaya tabi tutulması olarak kabul edilebilir.
Bilindiği üzere, günlük yaşamda sindirim sisteminde
diğer organlara göre hastalık oldukça sık görülür. Oruç
bir perhiz ya da zayıflama kürü değildir.
Perhiz bir kimseye hastalığı sebebiyle belli gıdaların
yasaklanmasıdır. Örneğin; damar sertliği olan bir
kimseye hayvanî gıdaların yasaklanması gibi... Oruç
ise belirli saatler arasında yeme ve içmeyi, cinsel
arzuları terk etmektir.
Oysa,
oruç tutanların en büyük şikâyeti Ramazan'da kilo
almaktır. Açlık süresini mümkün olduğunca kısa tutmak
için sahura kalkmanın yerinde bir hareket olduğunu
belirten beslenme uzmanları, sahurda sindirimi geç olan
yumurta, süt, peynir gibi proteinli gıdaların
tüketilmesini, yiyeceklerin beşte ikisini sahurda,
beşte üçünü de iftarda tüketmelerini öneriyor.
Vücut ısısına yakın ısıda ılık bir çorbayla yemeğe
başlanması, besinlerin en az yirmi kez çiğnenmesi, katı
yağlar yerine sıvı yağlarla yapılan yemeklerin tercih
edilmesi ve en önemlisi kepek ekmeği, salata, sebze ve
meyve gibi posalı besinlerin tüketimine ağırlık
verilmesi de bu tavsiyeler arasındadır.
Oruç bu kurallara göre tutulduğu takdirde, vücut için
bir bahar temizliği niteliği taşımaktadır. Dikkât
ederseniz, Hz.Rasulullah da sahura kalkmanın
gerekli olduğunu bizlere bildirmiştir. Bu “sünnet”
e uymanın mutlak faydalarını görüyoruz.
Ramazan ayında sindirim sisteminde oluşan sorunların
çoğu yanlış beslenmeden kaynaklanıyor. Yanlış beslenme,
ülser, mide kanaması ve diğer hastalıkları da açığa
çıkarmaktadır.
İftar ve sahurda en çok yapılan hatalar, sahura
kalkmadan oruç tutmak, sahurda ve iftarda hem çok ve
çeşitli yemekler yemek hem de bunları çok hızlı bir
şekilde tüketmek,
yemek sırasında çok su içmek ve iftarda
maalesef
aç karnına sigara içmektir.
Şimdi bu hataları ve sonuçlarını tek tek inceleyelim:
Ramazan’da iftar sofralarının çeşitliliği ve bolluğu
malûm. Bütün gün aç kalındığı için, iftarda vücudun
ihtiyacından çok daha fazla yemek yeniyor.
Araştırmalara göre ülkemizde iftar sofralarına bir
insana yetecek yemeklerin 2-3 katı fazla yemek konmakta,
işin garibi, iftarı müteakip belki de çoğu el sürülmeden
sofradan kaldırılmaktadır.
Boş olan mideye bu kadar çok yemekle yüklenildiğinde
sindirim zorlaşacak, bu da ağırlık, ekşime, yanma,
bulantı, gibi sorunlara yol açacak, uyuklamalar
başlayacaktır. Dikkât ederseniz, iftar sonrasında hemen
sindirim sistemine yardımcı olacak ilaçlara
başvuruyoruz. Diğer yandan bağırsaklarda şişkinlik,
kabızlık ve gaz gibi problemler oluşacaktır. Bu nedenle
sahurda, özellikle de iftarda, sadece yiyebileceğimiz
kadar yemek bulunursa, vücudumuza boş yere yükleme
yapmamış ve sağlığımızı da korumuş oluruz.
İftar ve sahur sofralarında en çok yapılan yanlışlardan
birisi, belki de en göze batanı, yukarıda da
belirtildiği gibi yeterince çiğnemeden ve çok hızlı
yemek yememizdir. Sindirim, bilindiği gibi önce ağızda
çiğnemeyle başlar. Beyin doyma emrini on beş- yirmi
dakikada verir, hızlı yemek yediğimizde doyma emrini
henüz alamadığımız için kendimizi hâlâ aç hissederiz
ve gereğinden fazla yemek yeriz. Ayrıca, ağızda
yeterince çiğnenmeyen yiyecekler, sindirim sistemini
zorlayacağı için zamanla birçok hastalığa ve probleme
neden olacaktır. Takdir edersiniz ki, bu hareket sadece
Ramazan’a mahsus değildir. Bir nevi alışkanlık,
huy edimidir.
Bu bakımdan gerek Ramazan'da, gerekse diğer
zamanlardaki öğünlerde yiyecekleri mümkün olduğu kadar
yavaş yemeli ve çok iyi çiğnemeliyiz. Bildiğimiz bu
çok önemli koşulu burada tekrar etmek gereğini
duyuyorum.
İftarda gün boyu su içilmediği, yemekte de ağır şeyler
yenildiği için, doğal olarak su içme isteği de
fazla olacaktır. Fakat yemek arasında çok su içmek,
mide özsuyunun sindirime yardımcı olan enzimlerinin
yapısını bozacağından, sindirim zorlaşacaktır. Yemek
sırasında en fazla bir bardak su içmek, bütün gün boş
olan midenin yemeklerle zorlanmasının dışında bir de
suyla sindirimi yavaşlatmasını engelleyecektir.
Günümüz şartlarında – uykusuzluk gibi nedenlerle - çoğu
kişi, özellikle de çalışanlar, iftarda fazla yemek
yiyerek sahura kalkmıyor, başka bir grup da sahurda
fazla yemek yiyerek eksiğini telafi etme cihetine
gidiyor. Bu davranışların her ikisi de yanlış, çünkü
bütün gece ve bütün gün boş kalan midede asit salgısı
artacak ve bu da çeşitli mide rahatsızlıklarına yol
açacaktır.
Bunların dışında, açlık sırasında kan şekerinin
düşmesi, tansiyonun azalması gibi sorunlarla da
karşılaşılacaktır. Uyku sırasında sindirim
yavaşlayacağı için, sahurda çok yemek, sindirim
sistemini zorlayacaktır.
Ramazan ayında, iftar ve sahur yemeklerinde beslenme
kurallarına uygun olarak yenildiği takdirde, hem
sağlığımızı korumuş hem de ay boyunca sindirim
sistemimizi dinlendirmiş oluruz. Bu işlevi evrenselliğe
yakışır şekilde yerine getirmek gerekiyor.
Unutmamamız gereken önemli bir nokta da, sağlık problemi
olan kişilerin oruç tutmaması. Oruç ibadetinin ülser
hastalığı ile ilgisi olabileceğinden söz edilmiştir.
Bir konuda dikkatli olmak lâzım; Gerçekten mide veya
on iki parmak bağırsağında ülser olan kimselerin, oruç
tutunca şikâyetleri artabilir. Burada oruç, bir açlık
periyodu olarak tesir gösterir ve mevcut bir ülserin
ortaya çıkmasında bir teşhis vasıtası olabilir. Fakat
oruç tutmanın asla ülsere sebep olacağını
düşünmemek lazım. Zira açlık, ülser sebepleri arasında
etkili bir öğe olarak yer almaz.
İslâm dini, hastalık, yolculuk ve kadınlarda belirli
mazeretler (adet, gebelik, emzirme) haricinde sağlıklı
kimselerin oruç tutmasını emrediyor. Önce hastalık
halini tarif etmek gerekiyor. Ancak rastgele bir kimseye
danışarak oruç tutmamak, izlenebilecek normal yol
olmamalıdır.
Doğal olarak oruç tutmamayı gerektiren hastalıklar şöyle
özetlenebilir:
1- Tedavisi olmayan ya da ciddi bir hastalık sebebiyle
bir ameliyat geçirmiş ve mutlaka beslenme gerektiren
hastalıklar
2-
Devamlı ilaç kullanmayı gerektiren ağır kalp,
böbrek, karaciğer hastaları, ağır şeker hastalığı olan
kimseler.
3- Şiddetli ağrılı hastalıkları sebebiyle ilaç
kullanması gereken kimseler, ülser hastalığı ve diğer
sancılı hastalıkları olanlar.
4- Mevcut bir hastalığın oruç sebebiyle daha
ağırlaşabileceği ya da sıhhatin bozulacağından endişe
edilen hastalıklar, tüberküloz ve diğer ateşli
hastalıklar gibi.
5- Akıl hastaları mükellef olmadıklarından, çok
düşkün ihtiyarlar da fidye vermek suretiyle oruç
tutmazlar.
Bu arada psikiyatri uzmanları da, kendi alanlarını
ilgilendiren açıdan oruca yaklaşmakta, oruçluların
Ramazan ayını huzur içinde geçirmeleri için beslenme
ve uykularına özen göstermeleri gerektiğini
bildirmektedirler. Açlık halinde vücuttaki kan
şekerinin düştüğünü, bunun da kişinin fizyolojisini
ve ruhsal durumunu olumsuz yönde etkileyebildiğini
kaydeden uzmanlar, bu kişilerin huzursuz, öfkeli, her
şeyi kendisine dert edinen biri haline gelebileceklerini
belirtiyor. Bu durum, fizyolojik açıdan “normal”
kabul edilmekle birlikte, kontrol mekanizmalarının
devreye girmesi kaçınılmaz olmaktadır.
Sonuç olarak,
gerek psikoloji ve sosyal antropoloji açısından gerekse
ilâhiyat açısından bakıldığında, oruç tutmak nefsin
(üremeye ve hayatı devam ettirmeye yönelik içgüdüsel
yönümüzün) bir süre için askıya alınması, dizginlenmesi
ve bu sûretle de terbiye edilmesi anlamına gelir. Gerek
ilmî gerekse dinî açılardan bu kadar ehemmiyetli bir
ibâdeti uygulayan kişilerin; ellerine, bellerine ve
dillerine her zamankinden fazla hâkim olmaları gerekir.
Orucunu bahâne ederek öfke kusan, asabiyet sergileyen
kişiler zâten eylemin ruhuna ters düşen, yabancılaşan
bir tavır içindedirler ve bu durum da orucun mânevî
hazzını, kazancını ve tatminini tatmaları mümkün
değildir.”
Sağlıklı ve iyi bir Ramazan geçirmeniz dileği ile. |