Sahiplenme Faktörü

 

     Tutkuları olmayan bir mental hayvan düşünebiliyor musunuz? Şartlanma, değer yargıları, buna bağlı yorumlar, mental hayvan yaşamı gereği... Böyle olunca, onlardan sıyrılmak pek mümkün görünmüyor.

     İnsan fakir-züğürt de olabilir, zengin de. Ama böyle durumlar onu ‘Benlik’ havasından çıkaramadığı gibi, “olur olmaz şeylere sahip ol-masını” engelleyemiyor. Kuşkusuz şeytan, bireyleri ilginç yöntemlerle ağına düşürmek için bekleyen bir düşman. O nedenle, insanlar arası-nda kopukluklar yaşatabilir, sahip bu-lundukları şeylerden taviz verdirme-yebilir.

     Oysa şeytana uymayanlar, tabiatının gereğini yaşamayanlar birbirlerini sevebiliyorlar. Bu uygula-ma makûldür, gereklidir ve yerinde-dir.

     Ne var ki toplum olarak geldiği-miz nokta maalesef arzu edilen seviyede olamıyor.

     Örneğin, ilişkilerimiz sağlıklı gitmi-yor.

     Toplum bu sendromu henüz aşabilmiş değil. Çünkü söz konusu koşullar altında bir şeyleri, en önem-lisi önce kendini, akabinde “en ya-kınlarından başlamak üzere çev-resini” sahiplenmeye başlıyor. Böylelikle vehme tabi olup hurafeye inanıyor. Ve bir curcunadır gidiyor.

     Bireyleri bırakın, ülkelere bakın.

     Neden büyük ülkeler durmak-sızın silahlanıyor?

     Neden mağaraların derinliğine işleyecek nükleer bomba yapmaya yöneliyor?

     Gerilim niçin mütemadiyen artıyor?

     İnsanî paylaşımı hiçe sayanlar, İslâm’ın öngördüğü zekât kurallarına uymayanlar, dünya üzerindeki ser-vet-sefalet arasındaki uçurumun neden bu kadar derinleştiğine bir an-lam veremiyorlar?

     Sebebi gayet basit:

     Sorunların temelinde, bir top-lumu ayakta tutan değerler ye-rine dünya görüşünün yattığı duygular ile yaşamak var!

     Hurafeye dayalı anlayışlardan sıyrılmak bir yana, gerçeklerin içine girilemediği gibi, bir tehlike olarak sunuluyor. Ve insanlar benlik sevdasına daldıkları için çoğu kez doğruyu söylemiyor-lar.    

 

 

Tabidir ki bu bahsedilenler, olum-suzluklarla dolu bir hayatın fotoğ-rafı.

     Ancak dikkat çeken husus daha var, o da şu: “Sahiplenmenin getirisi bir düşünce ile yaşamak farkında olmadan sonu Allah’a şirk koşmak” anlamına geliyor.

     İşte bu, affedilemeyecek bir günah!

     Nedendir bilinmez; bu mistik uyarı üstünde hiç durulmamış. Bu illetin önemini hâlâ anlamayanlar var. Farkında olarak veya olmaya-rak “mental hayvan” konumu-nda, yani ‘M’ si ile (beniM, bana ait vs gibi) hayatını sürdüren bir yığın insan dolaşıyor ortalıklarda, serseri mayın misali. Bunlarda şişkinlikler oluyor. Şişkinlikler istikrarsızlığa, umulmadık hadiselere özellikle şiddete, intiharlara, hatta cinnete varan olaylara yol açıyor.

     Bazı öngörüleri “ortaya atan-lar ise “küçümsendiğinden veya çıkarlara uygun düşmediğinden ya da mesele pekiyi anlaşıla-madığından” dikkate alınmıyor.

     Tutunulması-hazmedilmesi oldukça zor şeyler, anlatmak iste-diklerim.

     İlk bilmemiz gereken şey şu ki; bunlar aşikâr batış nedenidir.

     Ayrıca “manevi zenginliğe” sahip olmaksızın birtakım açıkla-malara girmek, yorumlarda bulun-mak hiç de yerinde ve doğru bir yaklaşım olmuyor. Kaynağında izafi benliğin gücü, etkisi, “koku-sundaki sinmeler ve çaresizlik-ler” var.

     Bunlar eşzamanlı olarak ortaya çıkıyor. Kimileri sahiplik duygusu ile yaşayıp bir işaretiyle her şeyin akış yönünü değiştiriyorsa, bunu gör-mezlikten gelmek hiç de akıllıca değil.

     Bu arada insanlar, kendilerini önemsiz görmeye başlayıp yetki-siz kişilerin peşinde sürüklenmeye de devam ediyor. Aslında bu soru-nun üzerine gidip nedenleri hakkın-da düşünmek daha uygun düşer.

     Genellikle doğru yolun aksine, insanî aldanışları bitiren “varlıkla-rın yok olmasını sürdüren felse-fe” değil, sahiplikleri, çaresizliği, tutkuları, zaafları, muhtaçlığıdır demek doğru bir yaklaşım olur.

 

Please select a language

 
 

 

 
İstanbul - 26.12.2009
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com