Sevmek zorunda mıyız?
Ahmet F. Yüksel
 

Etrafınıza şöyle bir göz atın. Kimi insan kimilerini seviyor, bazı insanlar da hiçbir neden olmaksızın, sevilmeyi hak ettiği halde sevilmiyor, hatta nefret ediliyor.

Meseleye özgür bir anlayışla bakarsak şöyle dememiz gerekir: “Yaşam boyutunda kişiler diğerlerini sever veya sevmez. Sevme zorunluluğu yaratmak doğru olmaz, mümkün de değildir.”

Düşünce ve davranışlar, fiziki beğeni, ekonomik koşulların yerinde oluşu, burçların sevmeye yatkın pozisyonları, insanları sevilen veya sevilmeyen konumuna getirir. Şüphesiz sevgi, çıtayı yükseltir.

Tutsaklığa yol açan ve insanı adeta inim inim inleten, acı çektiren kişiler de sevilmeyenler tarafında yerini alır.

En belirleyici faktör de duyguların ağır basması sonucu gelişir. Şayet herhangi bir olayda “kişilerin aleyhine takınılacak bir tutum sergilenirse” işte bu husus, sevmemek için en önemli etken olur.

Çünkü ortada; bireysel bir sevip sevmeme olayının dışında kişilik-benlik mevhumunun tartışılması yatar.

Klasik söylemlerin ışığında, bildiğimiz günlük yaşam ölçütü budur.

Sevgi, bireysel kaldığında koşulların doğurduğu bir yapı şeklinde ortaya çıkar ve hayata bağlı olarak kendini idame ettirir.

Sevginin değerindeki düşüş, bireyin öz benliğinin itici gücünden yoksun kalmasından kaynaklanmaktadır. Kurallar ne olursa olsun amaç ona yükselmedir, sevgi de bu düzeyde önemli bir yer tutar...

Bunun dışında sevilmeyi hak ettiği halde sevilmeme durumunda olanlar söz konusudur ki, şimdi burada bir nebze bu hususa değinmek istiyorum.

“Sevilmeyi hak eden neler yapmıştır ki, sevgiyi bir türlü hak edememiştir?”

Acaba arınmayı yeğ tuttuğu için mi, takdir gördüğü için mi, olumsuz gibi görünse de, sonuçta bireyleri beşeriyet çukurundan kurtardığı için mi sevilmiyordur?

Herhalde durmaksızın sevimsiz işler yapmış olmalı ki, eleştiri oklarına muhatap oluyor diye düşünmek mümkün. ‘Kişi’ likten kurtulma onuruna ulaştırdığı için mi sevilmez?

Bilim ve tekniği, değişimi, çağcıllaşmayı, ‘hurafe ve safsatadan’ sıyrılmayı, mecazlarla-sembollerle boğuşmamayı seçtiği, özetle yol gösterdiği için mi benimsenmez?

Sevip sevmeme konusunu analiz etmek isteyenlerin bu soruların yanıtlarının mutlaka vermesi beklenir.

Ben ne zaman bir sevgide itimatsızlık ya da ihanet haberini alsam veya nedenleriyle, ayrıntılarıyla beraber bir yerde okusam, sevilenden ziyade, seveni haksız bulurum. Toplumsal yaşamın ilişkilerinde aklın ve mantığın her zaman ön plânda tutulduğu vakidir. Ancak sevgide bu etmen sökmez. Mantıksızlık bilinen kuralları çiğneyebilir. Şayet sevgi bu kurallara yenik düşüyorsa adı beğenidir, sevgi değil. 

Hiç kuşkunuz olmasın ki, İslam âleminde tartışmasız yerini almış ve belirli bir niteliğe ulaşmış mahallerin sevilmeye ihtiyaçları yoktur. Çünkü onların, insanların beyinlerine boca ettikleri bir kültür ve yaşam çorbası vardır ki, içinde her türlü lezzet bulunur. Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, onların değil, "bizim kendilerini sevmeye ihtiyacımızın olduğu" gerçeği ortaya çıkar.

Diyeceğim şu ki; birçok temel toplumsal sorunun sevgi yoluyla çözüldüğü ne kadar yerinde ise, sevgisiz paylaşımların sınıfta kalması da o kadar doğrudur. Çünkü sevgi ile insan, hedefini bulur. Bu nitelikle yeryüzünde varoluşun anlamını kavrar, dünyası genişler. Şartlar ne olursa olsun, hayatını etkileyecek birinin sevgisinin eksilmesine göz yummaz, böylece sevgisel varlığını da korur.

İnsanın saygısını kaybetmemesi ve yukarıda sıralanan soruların cevabını verebilmesi için özellikle bir öz eleştiri yapması gerekmez mi diye düşünüyorum...

 

 

 
 
Medine - 28.09.2008
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com