Etrafınıza şöyle bir göz atın. Kimi insan kimilerini
seviyor, bazı insanlar da hiçbir neden olmaksızın,
sevilmeyi hak ettiği halde sevilmiyor, hatta nefret
ediliyor.
Meseleye özgür bir anlayışla bakarsak şöyle dememiz
gerekir: “Yaşam boyutunda kişiler diğerlerini sever
veya sevmez. Sevme zorunluluğu yaratmak doğru olmaz,
mümkün de değildir.”
Düşünce ve davranışlar, fiziki beğeni, ekonomik
koşulların yerinde oluşu, burçların sevmeye yatkın
pozisyonları, insanları sevilen veya sevilmeyen
konumuna getirir. Şüphesiz sevgi, çıtayı yükseltir.
Tutsaklığa yol açan ve insanı adeta inim inim inleten,
acı çektiren kişiler de sevilmeyenler tarafında yerini
alır.
En belirleyici faktör de duyguların ağır basması sonucu
gelişir. Şayet herhangi bir olayda “kişilerin
aleyhine takınılacak bir tutum sergilenirse” işte bu
husus, sevmemek için en önemli etken olur.
Çünkü ortada; bireysel bir sevip sevmeme olayının
dışında kişilik-benlik mevhumunun tartışılması
yatar.
Klasik söylemlerin ışığında, bildiğimiz günlük yaşam
ölçütü budur.
Sevgi,
bireysel kaldığında koşulların doğurduğu bir yapı
şeklinde ortaya çıkar ve hayata bağlı olarak kendini
idame ettirir.
Sevginin değerindeki düşüş, bireyin öz benliğinin
itici gücünden yoksun kalmasından kaynaklanmaktadır.
Kurallar ne olursa olsun amaç ona yükselmedir,
sevgi de bu düzeyde önemli bir yer tutar...
Bunun dışında sevilmeyi hak ettiği halde sevilmeme
durumunda olanlar söz konusudur ki, şimdi burada bir
nebze bu hususa değinmek istiyorum.
“Sevilmeyi hak eden neler yapmıştır ki, sevgiyi bir
türlü hak edememiştir?”
Acaba arınmayı yeğ tuttuğu için mi, takdir gördüğü için
mi, olumsuz gibi görünse de, sonuçta bireyleri beşeriyet
çukurundan kurtardığı için mi sevilmiyordur?
Herhalde durmaksızın sevimsiz işler yapmış olmalı ki,
eleştiri oklarına muhatap oluyor diye düşünmek mümkün.
‘Kişi’ likten kurtulma onuruna ulaştırdığı için
mi sevilmez?
Bilim ve tekniği, değişimi, çağcıllaşmayı, ‘hurafe ve
safsatadan’ sıyrılmayı, mecazlarla-sembollerle
boğuşmamayı seçtiği, özetle yol gösterdiği için mi
benimsenmez?
Sevip sevmeme konusunu analiz etmek isteyenlerin bu
soruların yanıtlarının mutlaka vermesi beklenir.
Ben ne zaman bir sevgide itimatsızlık ya da ihanet
haberini alsam veya nedenleriyle, ayrıntılarıyla beraber
bir yerde okusam, sevilenden ziyade, seveni haksız
bulurum. Toplumsal yaşamın ilişkilerinde aklın ve
mantığın her zaman ön plânda tutulduğu vakidir. Ancak
sevgide bu etmen sökmez. Mantıksızlık bilinen kuralları
çiğneyebilir. Şayet sevgi bu kurallara yenik düşüyorsa
adı beğenidir, sevgi değil.
Hiç kuşkunuz olmasın ki, İslam âleminde
tartışmasız yerini almış ve belirli bir niteliğe ulaşmış
mahallerin sevilmeye ihtiyaçları yoktur. Çünkü
onların, insanların beyinlerine boca ettikleri bir
kültür ve yaşam çorbası vardır ki, içinde her türlü
lezzet bulunur. Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere,
onların değil, "bizim kendilerini sevmeye
ihtiyacımızın olduğu" gerçeği ortaya çıkar.
Diyeceğim şu ki;
birçok temel toplumsal sorunun sevgi yoluyla çözüldüğü
ne kadar yerinde ise, sevgisiz paylaşımların sınıfta
kalması da o kadar doğrudur. Çünkü sevgi ile insan,
hedefini bulur. Bu nitelikle yeryüzünde varoluşun
anlamını kavrar, dünyası genişler. Şartlar ne olursa
olsun, hayatını etkileyecek birinin sevgisinin
eksilmesine göz yummaz, böylece sevgisel
varlığını da korur.
İnsanın saygısını kaybetmemesi ve yukarıda sıralanan
soruların cevabını verebilmesi için özellikle bir öz
eleştiri yapması gerekmez mi diye düşünüyorum... |