Her yaratıktaki nizamı, programı, ölçüyü görüyor
musunuz?
Uzağa gitmeyin, yakınlarınıza bakın.
Seveceğiniz, beğeneceğiniz hayatı kaç kişi yaşıyor?
Kaç kişiye özel durumlarınızı açabilirsiniz?
Ya da kaç kişi açtığınız sırları, duyguları ağır
bastığında ortaya dökmemiş?
‘’Herkes bir insandır veya insan olsa yine yeter’’ diye
düşünmeniz, bir şekilde elde ettiğiniz SIR’ ları
açmanıza bir neden teşkil eder mi?
Önce, bu soruların yanıtını verin!
Evet, sır saklamanın zevkini hiç kimse inkâr edemez.
Ancak, sır’rı heba edenlerin çoğunluğu,
‘gayesiz bir halde, sonu dedikoduya uzanacak paylaşımlar
için’, kimisi de ‘hazmedemediklerinden ötürü’
bedenlerine, düşüncelerine fazla geldiği için bunu
yapar.
Birtakım şeyleri elde edebilmek için yıllarca dur durak
bilmeden uğraştıktan sonra kavuştukları özelleri
bozuk para gibi harcarken, verimsiz toprakta yetişen
ağaç gibi olurlar.
Dolayısıyla, gereğinden fazlasını dağıtan bu tipler
‘adeta dibi delik kovayla’ su taşırlar da farkında
olamazlar. Çünkü, o kova hiçbir zaman dolmayacak,
ihtiyacı olanın isteği bitmeyecektir.
Bir de öyle ‘sır’ sahibi kimseler vardır ki,
alması gereken hiçbir şey yok gibi yaşarlar. İlim namına
söyledikleri, ezbere okudukları kitaplardan başka bir
şey değildir. Etraflarına hava atmanın zevkiyle,
fasit bir daire içinde dönüp dururlar.
Bunlar, güya kimseden bir şey beklemeyen, sırf Allah
rızası için hareket etmeye çaba gösteren kimselerdir.
Bir şekilde istediklerini elde edince kendilerini
mesut sayarlar. Sanki, boşalıma ulaşan bir
insanın tatmini vardır onlarda.
Ancak, vahdet yaşamının ilk kuralı; her şeyi bilmekle
beraber, sanki hiçbir şey bilmiyormuş gibi davranmaktır.
Ama bu tür bilgileri dahi yoktur.
Bazen zamansız paylaşım, endişe, korku ve kederi de
beraberinde getirebilir. Öyleyse en iyi yol,
söylenenleri hazmetmek ve bir meczup gibi sağda solda
sır, sır, sır diye sayıklayarak dolaşmamak veya
söylediklerini özel yaşamında bizatihi uygulamak
gerekir.
Bunları yapanın pek görülmediği ortamda; zevkleri
ve duyguları çelik çemberler içine alarak ve ‘emanet
olarak verilenleri’ sağda solda bozuk para gibi
harcamayarak yaşamak bir motto olmaldır.
Tabii bu hususta ve her koşulda Efendimiz’in
(s.a.v) işaret ettiği gibi, insanların varacağı en son,
en ulvî nokta, düşünerek-basiretle algılayarak bir
yaklaşım yapmak, her ağza geleni söylemenin yanlış
olacağını kabul edip, sadece Allah'ın makul
gördüklerini vahdet-sistem realitesi içinde
aktarmak doğru olacaktır...
Unutmamak lazım ki, insanın huzursuzluğu abuk sabuk
konuşmalar ile doğar. Bireyleri zor durumda
bırakacak, çekişmeye götürecek şeyleri aktarmak ne
derecede doğrudur? Bu husus çok net biçimde
tartışılmalıdır.
Söz konusu prensiplere uymayanın sonuçta mutlaka ağzı
yanacaktır.
Bu aşamada iradesizlik diye bir şey yok, aksine
iradeyi kötüye kullanmak var diye düşünüyorum.
Sevgili okurlar!
Bu yola nice insanlar baş koydu. Sonra, zoru görüp
gerisin geriye başladığı yere döndü.Çoğu başladığı yeri
bile bulamadı.
Niceleri bu yoldan geçip gitti, isimleri dahi
hatırlanmıyor şimdi. Kaç kişi Allah'ın beğendiği hayatı
yaşadı? Ya da niçin yaşayamadı?
Hayatını, ilmini, yaklaşımlarını, sıcaklığını
beğendiğiniz, beğenmediğiniz kimseler oldu.
Şimdi eğri oturup doğru düşünelim. Şayet, onlara bazı
sırları açtıysanız o insanları ne kadar kötü koşullarda
kalmaya mahkum ettiniz, farkında mısınız?
Bilmem ki asırlarca devam eden, kış ve yaz gibi zıt
mevsimlerde bile şaşmayan nizam, sırların
açıklanması durumunda bireyleri ne hale getirir... |