Sırları ifşa ederken...
Ahmet F. Yüksel
 

Her yaratıktaki nizamı, programı, ölçüyü görüyor musunuz?

Uzağa gitmeyin, yakınlarınıza bakın.

Seveceğiniz, beğeneceğiniz hayatı kaç kişi yaşıyor?

Kaç kişiye özel durumlarınızı açabilirsiniz?

Ya da kaç kişi açtığınız sırları, duyguları ağır bastığında ortaya dökmemiş?

‘’Herkes bir insandır veya insan olsa yine yeter’’ diye düşünmeniz, bir şekilde elde ettiğiniz SIR’ ları açmanıza bir neden teşkil eder mi?

Önce, bu soruların yanıtını verin!

Evet, sır saklamanın zevkini hiç kimse inkâr edemez. Ancak, sır’rı heba edenlerin çoğunluğu, ‘gayesiz bir halde, sonu dedikoduya uzanacak paylaşımlar için’, kimisi de ‘hazmedemediklerinden ötürü’ bedenlerine, düşüncelerine fazla geldiği için bunu yapar.

Birtakım şeyleri elde edebilmek için yıllarca dur durak bilmeden uğraştıktan sonra kavuştukları özelleri bozuk para gibi harcarken, verimsiz toprakta yetişen ağaç gibi olurlar.

Dolayısıyla, gereğinden fazlasını dağıtan bu tipler ‘adeta dibi delik kovayla’ su taşırlar da farkında olamazlar. Çünkü, o kova hiçbir zaman dolmayacak, ihtiyacı olanın isteği bitmeyecektir.

Bir de öyle ‘sır’ sahibi kimseler vardır ki, alması gereken hiçbir şey yok gibi yaşarlar. İlim namına söyledikleri, ezbere okudukları kitaplardan başka bir şey değildir. Etraflarına hava atmanın zevkiyle, fasit bir daire içinde dönüp dururlar.

Bunlar, güya kimseden bir şey beklemeyen, sırf Allah rızası için hareket etmeye çaba gösteren kimselerdir. Bir şekilde istediklerini elde edince kendilerini mesut sayarlar. Sanki, boşalıma ulaşan bir insanın tatmini vardır onlarda.

Ancak, vahdet yaşamının ilk kuralı; her şeyi bilmekle beraber, sanki hiçbir şey bilmiyormuş gibi davranmaktır. Ama bu tür bilgileri dahi yoktur.

Bazen zamansız paylaşım, endişe, korku ve kederi de beraberinde getirebilir. Öyleyse en iyi yol, söylenenleri hazmetmek ve bir meczup gibi sağda solda sır, sır, sır diye sayıklayarak dolaşmamak veya söylediklerini özel yaşamında bizatihi uygulamak gerekir.

Bunları yapanın pek görülmediği ortamda; zevkleri ve duyguları çelik çemberler içine alarak ve ‘emanet olarak verilenleri’ sağda solda bozuk para gibi harcamayarak yaşamak bir motto olmaldır.

Tabii bu hususta ve her koşulda Efendimiz’in (s.a.v) işaret ettiği gibi, insanların varacağı en son, en ulvî nokta, düşünerek-basiretle algılayarak bir yaklaşım yapmak, her ağza geleni söylemenin yanlış olacağını kabul edip, sadece Allah'ın makul gördüklerini vahdet-sistem realitesi içinde aktarmak doğru olacaktır...

Unutmamak lazım ki, insanın huzursuzluğu abuk sabuk konuşmalar ile doğar. Bireyleri zor durumda bırakacak, çekişmeye götürecek şeyleri aktarmak ne derecede doğrudur? Bu husus çok net biçimde tartışılmalıdır.

Söz konusu prensiplere uymayanın sonuçta mutlaka ağzı yanacaktır.  

Bu aşamada iradesizlik diye bir şey yok, aksine iradeyi kötüye kullanmak var diye düşünüyorum.

Sevgili okurlar! Bu yola nice insanlar baş koydu. Sonra, zoru görüp gerisin geriye başladığı yere döndü.Çoğu başladığı yeri bile bulamadı.

Niceleri bu yoldan geçip gitti,  isimleri dahi hatırlanmıyor şimdi. Kaç kişi Allah'ın beğendiği hayatı yaşadı? Ya da niçin yaşayamadı?

Hayatını, ilmini, yaklaşımlarını, sıcaklığını beğendiğiniz, beğenmediğiniz kimseler oldu.

Şimdi eğri oturup doğru düşünelim. Şayet, onlara bazı sırları açtıysanız o insanları ne kadar kötü koşullarda kalmaya mahkum ettiniz, farkında mısınız?

Bilmem ki asırlarca devam eden, kış ve yaz gibi zıt mevsimlerde bile şaşmayan nizam, sırların açıklanması durumunda bireyleri ne hale getirir...

 

 

 
 
İstanbul - 22.05.2008
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com