İlahi
manada
Mutlak
‘Ben’
le
ilgili
“değişim
ve
değişmezlik”
konularında
birçok
makalem
var.
Neyin
değiştiğini,
neyin
değişmezlik
hüviyetinde
olduğunu
bir
şekilde
açıklamış,
görüşlerinize
arz
etmiştim.
Yazılarımı
takip
edenler
bilir.
Bu kez,
Kuran’da
bahsedilen
sistemin
değişmezliği
üzerindeki
tespitlerimi
sizinle
paylaşacağım.
Umarım,
aşırıya
kaçmadan
gerçekleri
yansıtmış
olurum.
İmanlı
olan
herkesin
aklında,
“sosyal
düzenle
birlikte
ilahi
nizama”
uymak
var.
Sosyal
düzeni
burada
ayrı
tutuyorum.
Zira bu
düzen,
adı
üzerinde,
beşeridir
ve ilahi
olanla
aralarında
ortak
noktaların
bulunmasına
karşın,
pek çok
büyük
farklılıkları
da
taşır.
Bizler
hiç
kuşku
duymadan
inanırız
ki,
ilahi
düzen
kutsaldır.
Onda
şaşma
yoktur.
İnsanları
ölüm
ötesine
hazırlayan
prensipleri
vurgular.
Öyle
olmasaydı!
O zaman
ne
olurdu?
Böylesine
bir
“statüyü
insanoğlu
kabullenmek
zorunda”
kalır
mıydı?
Elbette
hayır!
Aksine,
bu
sisteme
kulak
vermez,
bildiğini
okurdu.
O
düzenin
yasaları
her
şekilde
çiğnenir,
toplumsal
yaşam
dahi
içinden
çıkılmaz
bir hal
alırdı.
Ayrıca
hiç
kimse
gereken
tedbiri
almaz,
kendini
koruma
yolunu
seçmezdi.
Esasen,
ilahi
anlamı
olmayan
ve bir
yerlerde
“tökezlemek
durumunda
kalmış”
semavi
olmayan
dinlere
mensup
insanların
düştüğü
durum
budur.
Bu resme
bakarak
meseleyi
şöyle
düşünmek
gerekiyor:
Bir
sistemi,
sistem
yapan
şey
nedir?
Önce
inandırıcılığının
olması
ve bunun
için
sağlam
temellere
dayanmasıdır.
Bundan
sonra,
güçlü
temsilcileriyle
[Nebi-Rasuller
vasıtasıyla]
dışa
vurumu
gerekiyor.
Onlar da
bizlere,
sistemi
tüm
detayları
ile
anlatıp
bilgi
veriyor.
Şayet bu
koşulları
kabul
eden
biri,
aynı
zamanda
kurallara
uymaktan
kaçınırsa,
bir
anlamda
taklidi
iman
sahibi
ise,
sistemi
çiğnerse
ne olur?
Eğer
öyleyse,
kendine
mistik
açıdan
ayrı bir
kimlik
(imansızlık
vasfı)
vermiş
olmaz
mı?
Bu hali
ile o
insanın
normal
olarak
“kâfir,
münafık”
gibi
vasıflarla
anılması,
şirk
ehli
gibi
kabul
edilmesi
gerekmez
mi?
Bu tür
eylemler,
“insanların
yaptıklarının
sonuçlarına
katlanması”
anlamına
gelmez
mi?
Ayrıca
bütün
bunlar,
sistem
dışı bir
hayatı
benimsemek
anlamına
gelir
ki, bu
düşünce
tarzı,
‘iman
esasları
açısından’
asla
kabul
edilebilecek
bir
durum
değildir.
Allah’ın
sistemi
böyledir,
dendiği
andan
itibaren,
bireyin
sisteme
uyma
hususunda
iman
etmesi
ve bu
şekilde
karar
vermesi
gerekirken,
sınırsız
bir hak
ve
özgürlüğü
kendinde
bularak
yaşaması,
açıkça
sistemi
çiğnemesi,
bir
şekilde
yaptığının
karşılığını
bulması
anlamına
da
gelir.
Esasen,
bundan
kötüsü
de
olamaz.
Bu tür
sorumluluk
bilinci
ister
istemez
“İslâm’ı
sistemleştirmektedir.”
Tarih
boyu
insanoğlu,
sisteme
uymakta
aykırı
davranırken,
kararmış-katranlaşmış
benliği
dolayısıyla
bir iç
huzursuzluğu
yaşar.
Değerlendirmeden
yoksun
olduğu
içindir
ki,
sisteme
uymamakta
bir beis
görmez.
Bir
yasağı
tiye
alırken,
engellemek
için de
fırsat
yaratır.
Malayani
bir
şekilde
söylemek
gerekirse,
inançlı
insanlarla
“kafa
bulur”.
Yaptığı
işten
büyük
keyif
alır.
Üstelik
bunu
düzenli
bir
şekilde
ve adeta
inadına
yapar.
İman
çerçevesinde
yaşayanı,
“gericilik,
yobaz,
tarikatçı”
gibi
vasıflarla
tahrik
ederken,
alay
edercesine
aşağılar.
Mesela
inançlı
bir
insan,
“bir
yerde
farz
olan
namazını
ifa
etmeye
kalkışsa”
başına
gelmedik
şey
kalmıyor.
Keza
içki
içmeyenler
geyik
muhabbetleriyle
anılıyor.
Ona
iğreti
şekilde
bakılıyor,
dost
gruplarından
dışlanıyor.
Belki
de, o
güne
değin
duyulmadık
hakaretle
baş başa
kalıyor.
Bakın,
ülke
sanki
bir
İslâm
beldesi
değil,
inançsızların
yaşadığı
bir yer.
Türban
konusu
da ayrı
bir
âlem,
İnsanlara
özgürce
giyim
hakkı
verilmiyor.
Bu konu
aynı
zamanda
ilahi
bir
emir,
ama işin
bu
tarafını
kimse
düşünmüyor,
kaale
bile
almıyor.
Bir
anlamda
bilinçli-bilinçsiz,
toplum,
sisteme
uymamaya
davet
ediliyor.
İnsanın
doğal
haklarının
böylesine
çiğnenmesi,
tanınmaz
hale
gelerek
şekillenmesi,
yirmi
birinci
yüzyıla,
medeniyete,
çağdaşlığa
hiç
yakışıyor
mu?
Oysa
İslâm’ın
muttaki
sınıfı,
böyle
açmazlar
karşısında
yılmayan,
çok
uyanık
davranan
kimseler.
Onlar
kendilerini
koruma
yoluna
gidiyor.
İlahi
sisteme
aynen
uyuyorlar
ve bunu
başarıyorlar.
Fakat bu
düzeni
tanımayanlar,
sorgulanmıyor.
İlahi
gücü
algımak
gibi bir
kaygı da
taşımıyorlar.
Ne yazık
ki
aşağılayıcı
tavır
takınanlar,
“biz
yanlış
bir şey
yaptık”
demiyorlar.
Ayrıca
“bu
düzene
uymak
zorundasınız”
şeklindeki
mistik
telkinler,
onları
kaçırtıyor.
Çünkü
ölümden
korkuyorlar.
Şu
hususa
değinmek
zorundayız:
Artık
şeriat
devri
kapandı.
Hatta
tarikat
devri
bile…
Şimdi
hakikat
ve
bilimselliğe
adım
atma
sürecindeyiz.
Ama
kimse,
kimseye
inançları
itibariyle
şekli
bir
sınırlama
getirememeli,
Allah’a
kulluk
etmek
isteyenlere
yasak
olmamalıdır.
İnançsız
olup
özgürce
yaşamak
isteyenlere
de tabi.
Bütün
bunlara
rağmen,
Allah’ın
ipine
sarılanlar,
istemeyerek
de olsa
bazı
şeyleri
sineye
çekerken,
bir
şekilde
emirlere
uymaya
devam
ediyor.
Her
zaman da
devam
edecektir. |