Yunanlı filozof Sokrates, İsa’dan önce 399-470 yılları arasında, Atina’da yaşadı. Genellikle, ahlak felsefesinin, yani değer öğretisinin kurucusu olarak bilinse de ondan asıl geriye kalan, kişilere özlerinin ne olduğunu göstermeye yönelik bir çalışmadır. Yaşamının ilk safhalarında doğa bilimleriyle, canlı varlıkların üremesi ve kaybolup gitmesi olgusuyla ilgilenen düşünür, diyalog sanatı veya diyalektikle de insanlara, bilgiye sahip olduklarını sanmanın bir yanılgı olduğunu kanıtlıyordu.
Her zaman yazma yerine konuşmayı ve sorgulamayı tercih etti. Hakikate, ortak bir çabayla ulaşabileceğine inandığı için, etrafındakilerle sürekli diyalog halindeydi. Her şeyden önce, insanın kendi nefsinin mahiyetini bilmesi gerektiğini savunup “kendini bil” sözünü bir tarz olarak kabul etmişti.
İlahi bir sesin kendisini kötülüklerden koruduğunu ileri süren Sokrates’in yaşam öyküsünden kendisine ara sıra cezbe geldiği anlaşılmaktadır.
O, Allah’a inancı oluşturan faktörleri “aşk ve akıl” olarak nitelendirirken Evrendeki tertip ve düzeni Allah’ın varlığına en büyük delil olarak göstermiştir. Ona göre, Evrende her şey bir gayeye yönelmiştir. Tesadüf denen bir oluş yoktur. Kâinatı düzene sokan bir Sani-i Âlem vardır; bu Sani-i Âlem (Yaratan) tektir. Her şeyi görüp her şeyi işitir. Her yerde hazır ve nazırdır. İşte bu, âlem ruhudur; ancak insan ona duygularıyla ulaşamaz. O’nun aklı âleme yayılmış ve bütün eşyayı kapsamıştır. İlahi ilim, her şeyi bir anda kapsar. Yalnız bir tek akıl vardır; her akıl sahibi aklını buradan almıştır. Bu sebeple, o Allah’tır. Allah, ruhları olduğu gibi görür.
İnsan, evrenin tümel aklından nasibini almıştır. Böylece, eşyanın mahiyetini mümkün olduğu ölçüde bilebilir. Çünkü insan, âlemlerin merkezidir. Bir bakıma Allah’ın tecellisidir
“Sır”denen bir gerçek vardır. İnsana ancak Allah’ın tecellisi oranında sır çözme yetkisi verilmiştir. Allah, onlara gaybından gelen seslerle veya göğe ait şekillerle, ilham yoluyla bu sırlara ait bilgileri açıklar. Onların hem dışlarını hem içlerini nurlandırır.
“En önem taşıyan şey, insanın ruhudur; çünkü bu ruh, âlemin tümel ruhundan bir parçadır, ezeli ve ebedi vasıflara haizdir”diyen Sokrates, “akli ruhiyatın” kurucusu olarak da kendinden söz ettirir.
Ona göre, âlem ruhunun bir parçası olan insan ruhu, ölümsüzdür. Dolayısıyla, bir ahiret yaşamı vardır ve Allah ile insan arasında sürekli bir iç hesaplaşma bulunmaktadır. Bu yüzden insanlar, ancak ihtiraslarından kurtularak kendilerini arınmış bulurlar.
İnsan, kâinat üzerindeki diğer yaratıklardan üstündür. Bu üstünlüğü, akıldan en ziyade pay almasından ve diğer yaratıklarda görülmeyen düşünce fonksiyonlarından kaynaklanmaktadır.
Kâinat insanda, insan da Allah’ta gayelenmiştir.
İnsanın arınma ihtiyacını hissetmediği ve ruhsal yaşamını asla değerlendiremediği bir ortamdan yaklaşık iki bin beş yüz yıl önce yaşamış olan, ayrıca bugünkü teknolojinin nimetlerinden yoksun konumu akıl fonksiyonu ile değerlendirebilen bu felsefecinin görüşleri, günümüzde dahi yaşantımıza yön verecek ve ışık tutacak niteliktedir.
Kaynakça:
Tasavvuf Tarihi (Prof. Dr. Cavit Sunar)
|