Somut (yalın) gerçekler...

     Bir dağın yamacında duruyoruz çoğunlukla. Belki farkında değiliz, ama kimi zaman da tepelerde geziniyoruz (saniyenin milyarda biri zaman içinde).

     Bazen de “deniz kıyısında yapayalnız” dolaşıyoruz.

     Bir aşağı bir yukarı turluyoruz, denize dalmak, incileri çıkarmak tek dileğimiz.

     Ama cesaret edemiyoruz.

     Çünkü ürküyoruz!

     Atımızı denize sürmek isterken, birden vazgeçiyoruz. Kimilerimiz ancak bir ayağını sokabiliyor, diğerini yere bırakıyor. Neme lazım yere “sağlam basayım” demeğe getiriyor.

     Yeryüzü, insanın “serbestçe yüzeceği sonsuz büyüklükteki bir okyanus” gibi.

     Ancak biz, alanı geniş bir hapishanede kalmayı yeğliyoruz.

     İşte düş kırıklığı burada başlıyor.

     Ve sıradan yaşantımız böylece devam edip gidiyor.

     Bir kere bizlerin “hayatı sorgulama gibi bir alışkanlığı” yok.

     O nedenle, kimi zaman en basit sorunlarımızı dahi çözemiyoruz.

     İletişimsizlikten şikâyetçiyiz, paylaşım yeteneğimiz yok diyoruz, ama durmadan konuşuyoruz.

     Oysa diyalog oluşturmayan, monolog getiren boş konuşmalar bunlar.

     İnsanın aslında saçma sapan olduğuna inandığı kavgaların içinde kalması ve uğrunda dövüşmesi ne kadar fuzuli, aynı zamanda yıpratıcı!

     Yaşam boyu sanki hep “fasit bir daire” içinde dönüp duruyoruz.

     İmanlı olduğunu dillendirenler, sadece “abdest almanın-örtünmenin faziletlerinden” bahsedip zamanı geçiştiriyor. Çünkü arkasını getirmiyor.

     Sanki İslâm’ı dar bir alana sıkıştırma gayreti içindeler. Çağdaş bilimin getirisi olan kavramların, dinle örtüştüğünden haberleri bile olmuyor.

     Böyle bir hayatın anlamlı bir yanı var mı?

     Mantıken “hayır” demek geliyor içimden!

     Düşünün, acaba yaşantımızla gerçekleştirdiklerimiz, sözüm ona iddialı ve özlü konuşmalarımız, bırakın karşımızdakileri, bizleri tatmin ediyor mu?

     Sistemde nelerin olup bittiğinden haberimiz var mı?

     Bu soruların yanıtlarını verebilmek epeyce güç.

     Çoğunluğumuz uykulu bir halde.

     Bu şartlarda umutların çoğalması beklenebilir mi?

     Gerçekler ortada dururken, anlamsız şeylerle uğraşmamızın ne gereği var?

     Bana kalırsa, burnumuzun dibinde olan abuk sabuk şeyler bizleri ilgilendirmemeli.

     Tartışmaların yaşantımızda yeri olmamalı. Ego, boy göstermemeli. Okumanın, alışkanlıkla alakası bulunmamalı. İçselliğe geçmek, yoksul olmak, yetim kalmak en büyük arzumuz olmalı.

     Hislerimiz, bizi “dışsallıktan” alıkoymalı. Çünkü dışsallık, insanı hayal kırıklığına uğratır. Ama insan yine de kendi içinden bir dış yaratır.

     Daha doğru bir deyişle, şartlanmaların etkisiyle kendisini dış olarak bulur. Ve bu dışı, benlik olarak” kabul eder.

     Bizler kuşkusuz dışsallığın “koyu” halinden, içselliğin “yoğun” haline geçebilmeliyiz.

     Zira çağdaş bir İslâm toplumu, kendini bilen fertler, böyle yetişir.

     Bu sözleri unutmadan aklınızın bir yerine kaydedin.

     Özetlemek gerekirse, idealimiz, yerinde saymak değil, daima ileriye bakmak olmalıdır.

     Şayet Allah ehli bizi bilgilendirmeseydi, bu şans bize tanınmasaydı, bizler de bu verileri benimsemeseydik, değerlendirme zahmetine girmeseydik halimiz nice olurdu?

     Dolayısı ile durumumuz hiç de iç acıcı değildi yani…

     O halde şükretmeliyiz. Nankörlerden olmamak için.

     Yukarıda bahsini ettiğim hususlar, bütün “mücedditler tarafından” ele alınmış, yeniden yapılanma sentezi yaşam biçimi olarak öngörülmüş, uymayanlara karşı savaş açılmıştır.

     Bu itibarla artık tarikat devrinin; müceddidin açıklamalarıyla sona erdiğini kabullenmek zorundayız.

     Tuhaf olan şey şu: Kimilerimiz belki bu gerçeklerden haberdar değildi. Ancak şimdi oldu.

     Çünkü gerçekler karşılarına dikildi.

     Esasen, mevcut bilgiler, Allah Rasulü’nün (s.a.v.) “İlim Çin’de dahi olsa gidin onu bulun söylemiyle başladığını gösteriyor.

     Mistisizm bugün, mecazlarla değil, artık gerek hologram, gerekse kuantum teorisi ile ve benzeri bilimsel kavramlarla açıklanabiliyor.

     Evliyaulllah ile bilim adamlarının ortaya koyduğu verilerin çakışması onu gösteriyor.

     Şimdi bunlarla bilgilenmek, ayrıca korumak ve kollamak zorundayız.

     Bu nedenle bizi ciddi sınavlar bekliyor.

     Yalın gerçekler ortada iken, yalan dünyaya sapmanın ne anlamı var ki?

 
 
 

 

 
 
İstanbul - 07.11.2010
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com