Ashaptan
sual edenler vardı. Fakat “Ey müminler, bazı eşyâdan
sual etmeyiniz! Eğer o size izhâr olunsa fena
olurdunuz.” Ayeti kerimesinin nüzulü ile “Efendimize
(s.a.v) sual etmekten nehy olunduk” dediler ve
vazgeçtiler. (Tedbirat-ı İlahiye S.54)
Söz konusu
uyarıdan sahabenin çıkardığı sonuç böyle.
Hissettiklerinin dışa vurumu diye düşünüyorum.
Doğru
mudur, değil midir tartışılır.
Şimdi bu
misalle bağlantılı şekilde bazı analizlerde bulunmak
gerekiyor.
Önce
‘edep’ sözcüğüyle işe başlayalım.
Edep;
sosyal manada büyüklere karşı saygı, küçüklere sevgi
ve hoşgörü içinde olmaktır.
Basit,
genel anlamdaki izah tarzı böyledir. Ancak, tasavvufi
yanıyla ve ehlince bu kavram, “bireyin terkibiyet
değişikliğine ulaşması” olarak tanımlanır.
Orijin
açıklaması budur.
Bu tür
edebin yine de sosyal, basit manada olanından bir
nasibi olması gerekir ki insanın ayakları yere
sağlam bassın, ufukları açılsın.
Zira,
bazen patavatsızca yapılan hareketler gereken
değişikliği oluşturmadığı gibi, sosyal anlamdaki edebe
de yakışmıyor. Bu yaklaşım da, beşeri çerçevedeki edebin
mutlaka bir sınırının olduğunu gösteriyor.
Sonuç
olarak, ikisinden de nasiplenmek şart.
Soru sormaya gelince; Bu işlev taviz koparmak,
dalkavukluk, şaklabanlık yapmak demek değildir.
Aksine, düzgün ve anlamlı soru, maskaralığı, yalakalığı
önler. Bireyi mantıklı düşünmeye davet eder.
Toplum
içinde soru soramayan kişi, etrafında başkaları olduğu
düşüncesiyle aktif olamaz. Konuşurken utanır. Aşırı
heyecanlanma, kendini ifade edememe gibi şikâyetleri
vardır ve neden böyle bir davranış içine girdiğini
çözemez. Hatta bu yüzden depresyona girenler bile
mevcuttur.
İleri
derecede sosyal olanlar ise dur durak bilmeden
konuşur, sorar.
Maksatları,
bir şeyler öğrenmek değil, “kendilerini tatmin etmek,
sözde bilgi alışverişinde” bulunmaktır. Soru
yoluyla, muhatabı çaktırmadan eleştiri yağmuruna
tutarken, birtakım şeylerin hıncını almak ister
gibidirler.
Ancak
toplumsal yapı böylesine anlamsız davranışlar içine
girenleri affetmez. Bir değirmenin taneyi kabuğundan
ayırması gibi, insanı bu yeteneklerinden
soyarak un haline getirir. Soru sormak
gayesiyle sohbet ortamını bir orta oyununa çevirip
edepsizlik yapmak, insan yaşamını irdelemek kimsenin
haddi değildir.
Gelelim
Sahabenin Rasulûllah Efendimize soru sormaktan
kaçınması meselesine. Söz konusu ayeti iyice
okuduğunuzda şu sonuca ulaşmanız mümkündür: Orada,
dikkât ederseniz, “soru sormayın” denmiyor. ”…Cevabı
verildiğinde hoşlanmayacağınız soruyu sormayın”
deniyor, yoksa ilim adına soru yasaklanmıyor. İslâm,
insanları cehalete mahkum etmek ve cahili inanca boğarak
köleleştirmek için değil, çağdaşlığa uygun bir noktaya
getirmek için var olmuştur.
İnanılması
güç ama, böyle bir deryanın yanında insanın soru
sormasını engelleyebilecek gücün sadece takdir olduğunu
düşünmekle yetiniyor ve anlamsız başka noktalara girmek
istemiyorum. Zira Efendimizin (s.a.v) onları ne
kadar sevdiğini, üstüne düştüğünü çok iyi biliyorum. |