Son
günlerde herkes, malum krizden ötürü biraz daha mutsuz,
endişeli...
Tamam,
ortak bir neden var böyle olmak için, ama hep oturup
üzülecek miyiz?
Neden
mistik hükümler hiç akla getirilmez ki?
Amentü’yü
hatırlayalım;
“Hayır
ve şer Allahtan’dır “ demiyor mu?
İşte size
bu yazımda, bugünlerin ve yaşadığımız zor dönemin
sıkıntılarından bir nebze de olsa uzaklaşmamızı
sağlayabilecek, sözün kısası şikâyetlerimizi asgari
düzeye indirecek bazı öneriler sunmak istiyorum âcizane
olarak.
Söze bir
hikâye ile başlayayım:
…Hintli
bir yaşlı usta, çırağının sürekli her şeyden şikâyet
etmesinden artık bıkmıştır. Ona güzel bir ders vermeyi
düşünür. İlk olarak, çırağını tuz almaya gönderir.
Hayatındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde,
yaşlı usta ona, bir avuç tuzu bir bardak suya atıp
içmesini söyler.
Çırak,
yaşlı adamın söylediğini yapar, ama içer içmez
ağzındakileri çıkarmaya başlar. ‘Tadı nasıl?’ diye soran
yaşlı adama öfkeyle ‘Çok acı’ diye cevap verir.
Usta, gülümseyerek çırağını kolundan tutup dışarı
çıkarır.
Sessizce, az ilerdeki gölün kıyısına götürür, çırağına
bu kez de bir avuç tuzu göle atıp gölden su içmesini
söyler. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından
akan suyu koluyla silerken, usta aynı soruyu sorar:
‘Tadı nasıl?’
‘Ferahlatıcı’ diye cevap verir genç çırak. ‘Tuzun tadını
aldın mı?’ diye sorar yaşlı adam, ‘Hayır’ diye cevaplar
çırağı.
Bunun
üzerine usta, gölün kenarında diz çökmüş çırağının
yanına oturur ve şöyle der:
‘Yaşamdaki acılar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok.
Acının miktarı hep aynıdır. Ancak, bu acının şiddeti,
neyin içine konulduğuna bağlıdır. Acın olduğunda, yapman
gereken tek şey, acı veren şeyle ilgili hislerini
genişletmektir’ diye ekler.
Değerli
okurlar!
Kimi insan
var, hayatı ‘hiç etkilenmemiş’ gibi yaşamını
sürdürmeye devam ediyor. Kimi de hemen her şeyden
şikâyet ediyor. Peki, sızlanmayı kessek acaba nasıl
olur?
İlk etapta
dayanıklı olan insanların hayata bakış açılarının, neden
kolaylıkla etkilenmediklerinin iyice etüt edilmesi
gerekir diye düşünüyorum. Belki bu şekilde şikâyetler
biter veya hikâye örneğinde olduğu gibi azalabilir.
Dikkat
edin; dayanıklılığı düşük olan birtakım insanlar,
kendilerine ait normlara, katı değerlere sıkı sıkıya
bağlı oldukları için başkalarının da buna uymaları
gerektiğini söylüyor. Bu tipler, bir başına, sakin
yaşayan insanlarla pek arkadaşlık etmiyor veya eder gibi
görünseler bile onlara bir değer vermiyor. Başkalarının
başarıları kendileri için bir sorun teşkil ediyor. Bir
ekip çalışmasına da giremiyorlar. Ekip ruhu kendilerini
bozuyor, ancak en basit bir sorunu dahi şikâyet konusu
haline getirmekten kaçınmıyorlar. Bu sınıfın
kendilerine yakın hissedeceği bir arkadaş veya arkadaş
grubu hiç yok gibi.
İhtiyaç
sahibine maddi anlamda bir yardım, onlar için gereksiz.
Ne var ki bütün sorunları da “maddi çıkarlar
yüzünden” gün ışığına çıkıyor. Sosyal desteğe gerek
duyulduğunda “bu tipler ortalıkta” pek görünmez
oluyor. Sahiplendikleri bilgilerin sadece kendilerinde
kalmasını istiyorlar. Arkadaşlarının ilerlemesinden
yakınıp olumsuz yıkıcı eleştirilerde bulunmaktan ise hiç
çekinmiyorlar. Bir konunun aydınlatılmasında kendi
üzerlerine düşen sorumluluğu almaktan kaçınıp başkasının
sırtında yaşamayı pek güzel beceriyorlar. Kendilerine
önem verilmemesi ciddi bir rahatsızlık yaratıyor.
Ve ister
istemez huy haline gelen şikâyet, yaşamın bir parçası
hatta kendisi olarak devam edip gidiyor.
Bugün ve her zaman önemli bir kesim için geçerli bir
yorum tarzını oluşturan bu görüş, kendisini yaratan
sebepler üzerine gidilmedikçe, alışkanlığın bir yorumu
olarak kabul edilebilir diye düşünmekteyim. |