Şundan bundan şikâyet
Ahmed F. Yüksel
 

Son günlerde herkes, malum krizden ötürü biraz daha mutsuz, endişeli...

Tamam, ortak bir neden var böyle olmak için, ama hep oturup üzülecek miyiz?

Neden mistik hükümler hiç akla getirilmez ki?

Amentü’yü hatırlayalım;

“Hayır ve şer Allahtan’dır “ demiyor mu?

İşte size bu yazımda, bugünlerin ve yaşadığımız zor dönemin sıkıntılarından bir nebze de olsa uzaklaşmamızı sağlayabilecek, sözün kısası şikâyetlerimizi asgari düzeye indirecek bazı öneriler sunmak istiyorum âcizane olarak.

Söze bir hikâye ile başlayayım:

Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli her şeyden şikâyet etmesinden artık bıkmıştır. Ona güzel bir ders vermeyi düşünür. İlk olarak, çırağını tuz almaya gönderir. Hayatındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu bir bardak suya atıp içmesini söyler.

Çırak, yaşlı adamın söylediğini yapar, ama içer içmez ağzındakileri çıkarmaya başlar. ‘Tadı nasıl?’ diye soran yaşlı adama öfkeyle ‘Çok acı’ diye cevap verir.
Usta, gülümseyerek çırağını kolundan tutup dışarı çıkarır.

Sessizce, az ilerdeki gölün kıyısına götürür, çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp   gölden su içmesini söyler. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken, usta aynı soruyu sorar: ‘Tadı nasıl?’
‘Ferahlatıcı’ diye cevap verir genç çırak. ‘Tuzun tadını aldın mı?’ diye sorar yaşlı adam, ‘Hayır’ diye cevaplar çırağı.

Bunun üzerine usta, gölün kenarında diz çökmüş çırağının yanına oturur ve şöyle der:      

‘Yaşamdaki acılar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Acının miktarı hep aynıdır. Ancak, bu acının şiddeti, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Acın olduğunda, yapman gereken tek şey, acı veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir’ diye ekler.

Değerli okurlar!   

Kimi insan var, hayatı ‘hiç etkilenmemiş’ gibi yaşamını sürdürmeye devam ediyor.  Kimi de hemen her şeyden şikâyet ediyor.  Peki, sızlanmayı kessek acaba nasıl olur?

İlk etapta dayanıklı olan insanların hayata bakış açılarının, neden kolaylıkla etkilenmediklerinin iyice etüt edilmesi gerekir diye düşünüyorum.  Belki bu şekilde şikâyetler biter veya hikâye örneğinde olduğu gibi azalabilir.

Dikkat edin; dayanıklılığı düşük olan birtakım insanlar, kendilerine ait normlara, katı değerlere sıkı sıkıya bağlı oldukları için başkalarının da buna uymaları gerektiğini söylüyor.  Bu tipler, bir başına, sakin yaşayan insanlarla pek arkadaşlık etmiyor veya eder gibi görünseler bile onlara bir değer vermiyor. Başkalarının başarıları kendileri için bir sorun teşkil ediyor. Bir ekip çalışmasına da giremiyorlar. Ekip ruhu kendilerini bozuyor, ancak en basit bir sorunu dahi şikâyet konusu haline getirmekten kaçınmıyorlar.   Bu sınıfın kendilerine yakın hissedeceği bir arkadaş veya arkadaş grubu hiç yok gibi.

İhtiyaç sahibine maddi anlamda bir yardım, onlar için gereksiz. Ne var ki bütün sorunları da “maddi çıkarlar yüzünden” gün ışığına çıkıyor. Sosyal desteğe gerek duyulduğunda “bu tipler ortalıkta” pek görünmez oluyor. Sahiplendikleri bilgilerin sadece kendilerinde kalmasını istiyorlar. Arkadaşlarının ilerlemesinden yakınıp olumsuz yıkıcı eleştirilerde bulunmaktan ise hiç çekinmiyorlar. Bir konunun aydınlatılmasında kendi üzerlerine düşen sorumluluğu almaktan kaçınıp başkasının sırtında yaşamayı pek güzel beceriyorlar. Kendilerine önem verilmemesi ciddi bir rahatsızlık yaratıyor.

Ve ister istemez huy haline gelen şikâyet, yaşamın bir parçası hatta kendisi olarak devam edip gidiyor.

Bugün ve her zaman önemli bir kesim için geçerli bir yorum tarzını oluşturan bu görüş, kendisini yaratan sebepler üzerine gidilmedikçe, alışkanlığın bir yorumu olarak kabul edilebilir diye düşünmekteyim.

 

 

 
 
İstanbul - 15.03.2009
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com