Hemen
her
şeyin
bir
tabanı
vardır.
Zeminli
olmamak
izah
edilebilir
bir şey
değildir.
Kişilerin
tabanları
“astrolojik
etkilerden,
genetik
özelliklerinden,
toplumların
değer
yargılarından,
şartlanmalarından”
oluşur.
Bireyi
toplumla
bütünleştiren,
ona
bilinç
veren
sürece
bu ismi
veriyoruz.
En
etkili
kurumları;
başta
aile
olmak
üzere,
okul,
ekonomik
konum ve
dindir.
Belli
süreçlerde
de olsa
bu
düzeyi
beslemek,
aykırı
davrananlara,
şiddet
yanlılarına,
kısaca
rotasını
saptıranlara,
suçluluk
kavramı
geçerliliğini
yitirmiş
kişilere
seslenmek
uyarıda
bulunmak
gerekir.
Bugün
herkes
bunun
bilincinde
olup
etrafını
mutlu
edebilmek
için bir
yığın
enerji
harcamaktadır.
Olumsuzlukları
seçenler
ise
“tabanlarını
belirsizliklere”
sürükleyebilir.
Bu
seslenişin
değişik
formatları
vardır.
Sadece
ceza
yoluyla
değil,
ödül
yolu ile
de biçim
verilmesi
mümkündür.
Ben
bu
makalemde
daha
ziyade
din
tabanına
yönleniyorum.
Bunlardan
ilki
avama
ait.
Düşünmeden
taşınmadan
yapılan
belirli
hareketlere
bir
uyarı
söz
konusudur
burada.
Örneğin,
‘Sağ
elle
yemek,
içmek’
bir
işe
başlarken
mutlaka
‘besmele
çekmek’,
‘dedikodudan
uzak
durmak’,
‘eleştiri
dozunu
kaçırmamak’
ve
‘kimin
arabasına
binerse
onun
türküsünü
söylememek’,
‘başköşelerde
arz-ı
endam
etmekten
kaçınmak’
gibi…
Yanlış
olduğunu
bilmeyerek
bunları
yapan,
‘az
bilen,
çok
konuşunca
aklının
ucu
çabuk
görünen’
zevatın,
örneğin
sağ elle
yemek
yerine
solu
tercih
ettiğinde
günaha
girdiğinden
haberi
bile
olmuyor.
Havasa
yapılan
yönlenişte
ise
‘binbir
türlü
zorluklarla
karşılaşılmadan’
tabiatını
kontrol
altına
almanın
mümkün
olmadığını
anlatmak,
bilenle
aşık
atmaya
çaba
göstermemek,
oysa
gayenin
mertebe
peşinde
koşmak
değil;
“yok
olma”
anlamına
gelmek
olduğunu
iyice
vurgulamak
var…
Siz
de
takdir
edersiniz
ki,
kendini
dedikodudan
uzak
tutamayanların
asla
samimi
seslenişleri
olamıyor.
Oysa
konunun
uzmanı
olmadığı
halde,
‘bır bır
bır’
konuşanlar
var. |
|
İşte
onlar,
itiraf
edelim,
‘tek
yanlı
iradeleriyle’
zor
durumlara
düşüyor.
Örneğin,
kitap
okuyanla,
bir
kitabı
baştan
sona
okuma
hevesini
sürdüremeyeni
aynı
kefeye
koymanın,
ya da
benzer
tartışmların
içine
sokmanın
anlamı
var mı?
Felsefe yapmanın hiçbir
sakıncası
yok. Ama
‘A’
yı
bilmeden
‘Z’
den
bahsedilemeyeceği
gibi,
‘Z’
yi
öğrenmeden
de
alfabenin
tümünü
bitirdim
havalarına
girenin
göz ardı
edilmesi
insanı
şaşırtıyor.
Artık
açıkça
belli
olmuştur
ki, amaç
insanların
önünü
açmaksa
ilk
aşamada
bu
uyarılar
olmalı
diyorum.
Ne
ki, boş
böbürlenmelerle
iş
çıkmaza
giriyor.
Bilgi,
yaşam
boyutlarında
kalite
giderek
daha
düşük
bir hale
geliyor.
Ve
sonuçta
şunu
algılıyorsunuz:
Köksüz
bir
biçimlenme
adeta
bir
karmaşa
yaratmış.
Böylece
bireyler
kimi
zaman
‘Dimyat’a
pirince
giderken
evdeki
bulgurdan’
oluyorlar.
Sırf
sağlam
bir
düzeyde
olmamalarından,
“onlara
iyice
seslenilmemekten”
ötürü…
Ancak
hepimiz
kabul
etmeliyiz
ki, bu
izlenimlerin
giderilmesi
gerekiyor.
Zira
başka
çare
yok.
Onları
hep
birlikte
benimsemedikçe
çıkış
yolu
bulamayız.
O halde?
O halde
bu
eylem,
“akla
ve
öngörüye
ters
düşercesine”
yönelişlerle
değil,
yürekten
samimi
seslenişlerle
olmalı.
Bu
yazıyı
toplumun
böylesine
önemli
bir
konuda,
toplumun
gelişmesine
yardımcı
olacaklara,
eksik
bir
şeyler
söylemekten
kaçınanlara
ve en
çok
“tabana
seslenebileceklere”
atfen
yazdım.
“Duyarlılığını
kaybedenler,
her
şeyden
umudunu
keserek,
insanları
birbirine
düşürmekten
başka
bir
marifeti
olmayan,
elindeki
değerleri
sezgisizce,
bilgisizce
çarçabuk
tüketen,
toplumun
aç gözlü
insanları
için”
yazmadım.
Bilgisi
ve
zekâsı
olanlar
ne
dediğimi
anlayacaklardır.
Bundan
hiç
şüphem
yok! |