Diyalektik
materyalist dünya görüşünden sıyrılan ya da koptuğunu
iddia eden insanımızın kafasına takılan oldukça önemli
bir sorun var:
Kendi olmak. Teklik felsefesini yaşamak!
Bu
bağlamda tanıdığım son derece mütevazi biri, ufkunu
açma, kendini bilme yaşama yolu arıyordu. Bir yandan
kapasitesinin geniş olduğunu vurgularken, sabredeceğini,
tek amacının yaşamak olduğunu, o nedenle yardım
beklediğini belirtiyor, kendi üzerine düşeni yapacağını
defalarca tekrarlıyordu.
Talebi
şöyleydi:
Bana
lütfen vahdeti öğret!
Samimi,
sevecen bir kişiliği vardı. Babacan tavırlar sergiliyor,
insanları epeyce etkilemiş görünüyordu. Etraftan gördüğü
tüm baskılara rağmen, bir türlü gerçekleştiremediği bu
ısrarından, dediğinden dönmedi. Engel tanımadı.
En hırslı şekilde, kendine
yapamazsın-edemezsin diyenleri, meydan
okuyanları mağlup etmeyi başardı. İnsanın, onun kendini
bulmak-yaşamak peşinde harcadığı emeği havsalası pek
almaz.
Oysa o
güne değin öğrendiği, aldığı bilgilerin
yetersiz, eksik, yanlış, kulaktan dolma, dedikodu
düzeyinde olduğu da anlaşılıyordu. Bir
başka gerçek ise, bu denli zafiyetine rağmen insanların
onunla bir ider olarak ilişkisini sürdürmesiydi.
Hallinden
yakınıyordu. Adeta isyankâr tavırlarla Allah’a talipti.
İstiyor,
alışılagelmiş şeylerden bıkkınlığını her defasında
dillendiriyordu...
Nasılsa
geri zekâlıyız ya, ona bir gün araştırma ruhu,
gerçekleri bulma adına bazı şeyler açmanın bizleri
sevindirik yapacağını düşündü. Pek önemli olmayan, risk
taşımayan basit şeyler. İstendi ki onuru kırılmasın,
incinmesin.
Talip, ilk
etaplarda uygun tavırlar sergiledi, bağlılığını sözle
olmasa bile hareketleriyle ifade etti.
Aradan bir
süre geçtiğinde, inancında belli bir esneme olduğu fark
edildi. Dost, artık başka yönlere dalmış, talep ettiği
şeyi unutmuş, teslimiyetinden pek eser kalmamıştı.
Herhalde, pabucun pahalı olduğunu anlamaya başlamıştı.
Sözlerine rücu edeceği
yerde, kustukça kustu. Ona "Neden yaşamıyorsunuz?" bile demeye lüzum görmedim.
Ben
çoktan aştım bu teraneleri, dercesine
sarf ettiği cümleler ancak avamın diline yakışıyordu. Ne
yaptığının ne dediğinin farkında bile değildi.
Sonuçta, yaşamının giderek bir vicdan sorununa
dönüşmekte olduğunu itiraf etti ve gerekeni yaptı:
Veda etti.
Ama bu
kopuştan önce kendisine şunları sorması gerekiyordu:
“Benim amacım, gayem nedir? Yok olmak
için bu yola başvurmadım mı, bu teklifi ben yapmadım,
istemedim mi? Neden
vahdet yaşamı
arzusundaydım? Aşkın şarabından tatmak istiyordum. Eski
halimden niçin memnun değildim? Şimdi niye
'böyle düşünüyorum' bile diyemedi.
O yakınlığı ve sevgiyi
yalakalık olarak gördü, birçokları gibi. Aslında,
işin nihayetinde başlangıca döneceği belli idi.
Kapasitesizliği, asla bir hacme sahip olmadığı, Vahdet
yaşamını anlamakta yetersiz kalacağı çok önceden
toplumun huzurunda açıklanmıştı.
Değerli okurlar! Burada önemli bir noktaya
dikkatinizi çekmek isterim.
Bu yolun
takipçisi olan insanlarımızın anlamakta zorlandığı
şeyler var: Gündelik hayatını bu uğraşla sürdürürken,
ortaya koyduğu performansla insanların içinde lider
durumuna gelenler olabiliyor; ama bu pozisyon, onların
bu felsefeyi yaşadıkları ya da yaşama hazır oldukları,
sırrı taşıyabilecekleri anlamına gelmiyor. Kaçırılan en
önemli nokta burasıdır.
İspatı; yukarıda örneklediğimiz mahallin kendini bir
yerlere koyamadığı için devamlı bir arayış ve talep
içinde olması ama fark edemediği bir yapay güven
içinde bulunması ve bunu özgüven şeklinde dile
getirmesidir. İllâki farkına varamadığı bir şey vardı. O
da vahdeti yaşamak için kabiliyetinin olmadığını bilememesiydi. Zira bu koşul, olaylar geliştikçe açığa
çıkar. Bir diğer husus; insanlarımızın anlamakta
güçlük çektiği şey, bu konunun kolayca elde edilir
olmasını beklemektir. Ama
kazın ayağı hiç de öyle
değil! Mevlana
Hazretleri'nin yaşamına bir bakın; bunu açık ve net
olarak görebilirsiniz. O, bıçak sırtında bir yola çıktı.
Risalete teslim oldu. Değer yargılarına ters
gelen şeyleri reddetmedi. Kişisel yorumda bulunmadı.
Sabırla bekledi. Şems de manevi
mirasını onun her hücresine zerk ederek
yetiştirdi. Denildiği gibi kısa sürede kendisini
Gavsiyet makamına oturttu.
Taklitçi Talip
ise talep etti. İcabet edenin
tavırlarını, halini dikkatle süzgeçten geçirirken
doğruyu-yanlışı buldu ve eleştirdi. Ve onu hiç sevmedi.
Sonunda,
diğerleri gibi başladığı yere hem de bir daha bu şansı
yakalayamamak üzere müthiş bir şekilde dönüş yaptı.
Tasavvufta sıkça kullanılan: ”Bu yolda nice başlar
kesilir, hiç soran olmaz” deyimi herhalde o
ve benzeri gibiler için
söylenmiştir. Bu sözde doğruluk payı
vardır.
Zira bizler yaşadıkça buna tanık olmaktayız. |