Taklitçi Talip
Ahmet F. Yüksel
 

Diyalektik materyalist dünya görüşünden sıyrılan ya da koptuğunu iddia eden insanımızın kafasına takılan oldukça önemli bir sorun var:

Kendi olmak. Teklik felsefesini yaşamak!

Bu bağlamda tanıdığım son derece mütevazi biri, ufkunu açma, kendini bilme yaşama yolu arıyordu. Bir yandan kapasitesinin geniş olduğunu vurgularken, sabredeceğini, tek amacının yaşamak olduğunu, o nedenle yardım beklediğini belirtiyor,  kendi üzerine düşeni yapacağını defalarca tekrarlıyordu.

Talebi şöyleydi:

Bana lütfen vahdeti öğret!

Samimi, sevecen bir kişiliği vardı. Babacan tavırlar sergiliyor, insanları epeyce etkilemiş görünüyordu. Etraftan gördüğü tüm baskılara rağmen, bir türlü gerçekleştiremediği bu ısrarından, dediğinden dönmedi. Engel tanımadı. En hırslı şekilde, kendine yapamazsın-edemezsin diyenleri, meydan okuyanları mağlup etmeyi başardı. İnsanın, onun kendini bulmak-yaşamak peşinde harcadığı emeği havsalası pek almaz.

Oysa o güne değin öğrendiği, aldığı bilgilerin yetersiz, eksik, yanlış, kulaktan dolma, dedikodu düzeyinde olduğu da anlaşılıyordu. Bir başka gerçek ise, bu denli zafiyetine rağmen insanların onunla bir ider olarak ilişkisini sürdürmesiydi.

Hallinden yakınıyordu. Adeta isyankâr tavırlarla Allah’a talipti. İstiyor, alışılagelmiş şeylerden bıkkınlığını her defasında dillendiriyordu...

Nasılsa geri zekâlıyız ya, ona bir gün araştırma ruhu, gerçekleri bulma adına bazı şeyler açmanın bizleri sevindirik yapacağını düşündü. Pek önemli olmayan, risk taşımayan basit şeyler. İstendi ki onuru kırılmasın, incinmesin.

Talip, ilk etaplarda uygun tavırlar sergiledi, bağlılığını sözle olmasa bile hareketleriyle ifade etti.

Aradan bir süre geçtiğinde, inancında belli bir esneme olduğu fark edildi. Dost, artık başka yönlere dalmış, talep ettiği şeyi unutmuş, teslimiyetinden pek eser kalmamıştı. Herhalde, pabucun pahalı olduğunu anlamaya başlamıştı.

Sözlerine rücu edeceği yerde, kustukça kustu. Ona "Neden yaşamıyorsunuz?" bile demeye lüzum görmedim.

Ben çoktan aştım bu teraneleri, dercesine sarf ettiği cümleler ancak avamın diline yakışıyordu. Ne yaptığının ne dediğinin farkında bile değildi. Sonuçta, yaşamının giderek bir vicdan sorununa dönüşmekte olduğunu itiraf etti ve gerekeni yaptı:

Veda etti.

Ama bu kopuştan önce kendisine şunları sorması gerekiyordu: “Benim amacım, gayem nedir? Yok olmak için bu yola başvurmadım mı, bu teklifi ben yapmadım,  istemedim mi? Neden vahdet yaşamı arzusundaydım? Aşkın şarabından tatmak istiyordum. Eski halimden niçin memnun değildim? Şimdi niye 'böyle düşünüyorum' bile diyemedi.

O yakınlığı ve sevgiyi yalakalık olarak gördü, birçokları gibi.      Aslında, işin nihayetinde başlangıca döneceği belli idi. Kapasitesizliği, asla bir hacme sahip olmadığı, Vahdet yaşamını anlamakta yetersiz kalacağı çok önceden toplumun huzurunda açıklanmıştı.

Değerli okurlar! Burada önemli bir noktaya dikkatinizi çekmek isterim.  

Bu yolun takipçisi olan insanlarımızın anlamakta zorlandığı şeyler var: Gündelik hayatını bu uğraşla sürdürürken, ortaya koyduğu performansla insanların içinde lider durumuna gelenler olabiliyor; ama bu pozisyon, onların bu felsefeyi yaşadıkları ya da yaşama hazır oldukları, sırrı taşıyabilecekleri anlamına gelmiyor. Kaçırılan en önemli nokta burasıdır.                                                             İspatı; yukarıda örneklediğimiz mahallin kendini bir yerlere koyamadığı için devamlı bir arayış ve talep içinde olması ama fark edemediği bir yapay güven içinde bulunması ve bunu özgüven şeklinde dile getirmesidir. İllâki farkına varamadığı bir şey vardı. O da vahdeti yaşamak için kabiliyetinin olmadığını bilememesiydi. Zira bu koşul, olaylar geliştikçe açığa çıkar. Bir diğer husus; insanlarımızın anlamakta güçlük çektiği şey, bu konunun kolayca elde edilir olmasını beklemektir.                               Ama kazın ayağı hiç de öyle değil!                                  Mevlana Hazretleri'nin yaşamına bir bakın; bunu açık ve net olarak görebilirsiniz. O, bıçak sırtında bir yola çıktı. Risalete teslim oldu. Değer yargılarına ters gelen şeyleri reddetmedi. Kişisel yorumda bulunmadı. Sabırla bekledi. Şems de manevi mirasını onun her hücresine zerk ederek yetiştirdi. Denildiği gibi kısa sürede kendisini Gavsiyet makamına oturttu.

Taklitçi Talip ise talep etti. İcabet edenin tavırlarını, halini dikkatle süzgeçten geçirirken doğruyu-yanlışı buldu ve eleştirdi. Ve onu hiç sevmedi.

Sonunda, diğerleri gibi başladığı yere hem de bir daha bu şansı yakalayamamak üzere müthiş bir şekilde dönüş yaptı. Tasavvufta sıkça kullanılan: ”Bu yolda nice başlar kesilir, hiç soran olmaz” deyimi herhalde o ve benzeri gibiler için söylenmiştir.                     Bu sözde doğruluk payı vardır.                                                   Zira bizler yaşadıkça buna tanık olmaktayız.

 

 
 
İstanbul - 16.11.2007
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com