Tek tanrılı dinler;
her şeyi bilen, gören ve işiten Tanrı'nın,
kendisine tapınılması için evreni yarattığını öne
sürüyorlar. Söz konusu idrakte Yaratan, yaratılanla "ceza ve
mükâfat" sistemine dayanan bir ilişki içinde olur.
Bu anlayış, her dönemde böyleydi, ne yazık ki bugün de
aynen sürüp gidiyor.
Oysa Kuran ve onun özü mahiyetindeki bilim (tasavvuf
felsefesi), "eşsiz ve sonsuz" bilincin yani
Allah’ın, kendisini seyredebilme arzusu içinde
ve tekvin sıfatına dayalı bir biçimde evreni
yarattığını söylemektedir.
Bugün, bilimin
ifade ettiğine göre, evren mütemadiyen büyümektedir.
Ancak, ben bu görüşe katılmıyorum. Şayet evren
durmaksızın çoğalmakta ise bu teori Allah’ın sonsuz
ve sınırsız oluşuna halel getirecek ve ‘O’
bir yerde kayıtlanacak, köşeye sıkışacak demektir.
Böyle bir analiz, O’ndan daha büyük bir tanrının
varlığını ister istemez oluşturmak zorundadır. Bu
şekilde bir düşünce mevzubahis olamayacağına göre, bilim
yeni tespitlerini yanlış bir ifadeyle ‘evren
büyüyor’ şeklinde açıklamamalıdır.
Tek tanrılı dinin
en önemli Resullerinden biri hiç şüphesiz, Hz.
Musa’dır. Mutlak varlığın kendine
‘ateşten tecelli’ etmesine karşılık, ümmetine
Allah’ın ötelerde bir varlık olduğu inancını
yerleştirmiştir. Tasavvufi yaklaşım, söz konusu
eylemi ‘Tenzih’ ifadesiyle tanımlar.
Bu durum, Hz.
Musa’nın şirk anlayışında olduğunu belgelemez. Zira
hiçbir Nebi ya da Resul, açık ya da gizli şirk
içinde olamaz. O bakımdan Nebi ve Resuller
arasında verilen mesajların birbiriyle uyumlu olması
dikkat çekicidir. Bunlar, şu anda olup bitenleri,
olmadan önce müşahede edenlerin altına imza
attıkları mesajlardır.
Dolayısıyla, ilk
etapta “faklı şeyler söyleniyor” gibi görünmesine
karşın, bütünlüğü asla bozmadığı ve mutlak bir gereklilik
olduğu anlaşılacaktır. Onlar, bir yerde açıklanması
istenenleri hiçbir katkı yapmaksızın ortaya dökmek
durumundadırlar. Evet, doku hiç bozulmamıştır. Bu
denge her zaman vardır.
Ayrıca, tarih
boyunca onlara reva görülen muamele tasvip
edilemez.
Yaratıcı ef’alde
sonsuz ve sınırsız ise esmada ve sıfatlarda da
aynıdır. Zatı için benzer şeyleri söylemek, bilinen
kavramları kullanmak, takdir edersiniz ki abes olur.
Bu gerçeğe göre
bölünme ve parçalanma söz konusu değildir.
Parçalanma hayal olunca, gözler O’nun neden efal
boyutunu meydana getirmek istediğine çevrilecektir.
Akla muhtemelen
gelecek olan soru budur.
Zira, o ilim
boyutunda da yarattığını seyretmekte idi. Bu aşamada
subûti sıfatların ve bu sıfatlar içinde en
başta da söylediğimiz tekvin sıfatının varlığı ön
plana çıkar. Tekvini idrak
edemeyenin/yaşayamayanın ise bu âlemlerin neden
yaratıldığını bilebilmesi mümkün görülmüyor.
Anlaşılan şu ki, bu
sıfat diğer sıfatlardan biriyle ilişki içindedir. Lütfen
bir dizi sual sorup, “nedir?” diyerek, bu işi bana
bırakmayın. Onun hangi vasıf olduğu hususunu sizlerin
görüşlerinize/idrakinize bırakıyorum.
Sağlıkla kalın. Allah’a emanet olun. |