Varlığın düzeni şuur üzeredir.
Dikkat edilmediği takdirde bu durum pek algılanamaz.
Karışıklar, varoluşlar ve yok oluşlar fark edilemez.
Mutlak varlığın ve mutlak hiçliğin değerlendirilemeyişi gibi, onlar da kaynayıp gider.
Ancak "Allah gökleri ve yeri hak olarak yaratmıştır."
Bu tanımlama, eşyanın şuurda ilim olarak mevcut olduğunu, halk edilmiş düzeyinde varlık olarak tezahür ettiğini gösterir.
Bunun doğada bir kaosun cereyan ettiğini; şu veya bu etki altında kozmosu bölebileceğini düşünenler yanılır.
Veya aklî olarak tam anlamıyla bunu değerlendiremez.
Çünkü akıl, şartlanmalar, değer yargıları ve buna bağlantılı etmenlerle sarmalanmış durumdadır.
Beş duyu ile algıladığımız evren, aslında bir dalga okyanusudur. Hemen her şey yerli yerinde olup mükemmeliyetini ortaya koyar.
Bakış açılarındaki eğrilik, onu yanlış değerlendirir.
Çünkü temelinde subiti sıfatlar ve onların açılımı mahiyetindeki esma manaları ve nihayet ‘Tekvin’ sıfatı bulunmaktadır.
Sekizinci sıfat gibi görünen bu vasıf, yaşanmadan pek hissedilemez.
Buraya kadar çıkan anlatımlara göre her bir şeyin tabiatında tekvin vardır demek doğru olur.
Çünkü tekvin benim anladığım kadarı ile açığa çıkıştır.
Sistemde bozukluk olduğunu iddia edenler, aslında olayları aklî yönü itibarîyle okuyabilenler ve mahiyeti kavramaya çalışırken içine düştüğü acziyeti
fark edemeyenlerdir.
Bir bakıma görme, duyma, koku alma, dokunma gibi duyuların hâkim olduğu bir yapı, hormon aktiviteleri sonucu Teki çok görmeye başlar.
Şayet Hak ve Hakikat bakış açısıyla olaylara yaklaşım yapabilseydik, adalet mefhumunu idrak edebilir “ADL” ismiyle kastedileni, “Dilediğini yapma” manasıyla algılardık, varlık âleminde hiçbir şey bize karışık ve karmaşık gelmezdi.
Bu açıdan, "Kün (Ol)!" emriyle tekvini başlatan ve kâinatı yaratan mutlak ŞUUR’UN, varlığı bir kaosun içine terk etmesi mümkün değildir.
Böyle bir düşünce bir faraziyedir; Çünkü “Tanrı” yoktur. Ancak zihinsel faaliyeti kıt olanlar bu fikre kapılabilir.
Tekvinin bize bakan yüzünde “bilinmekliğimi istedim…” hükmü vardır.
Bir anlamda bu yaklaşım, Kozmik bilincin beyinde zahir olduğuna işarettir.
Sağlıklı düşünürseniz, bu felsefeye göre her şey yerli yerinde, kendisine öngörülen takdir ölçüsünde hareket eder.
Bu manada varlığın düzeni fıtrat dini olarak tanımlanır.
Kayıtlı düşünmekten sıyrılmış özgür bilgin kimseler, yapılan sorumsuz yaklaşımlara rağmen, "Tevhit" fikrini öne sürüp "Vahdeti Vücut nazariyesini" geliştirmeye çalıştıklarında, hakikatte hep bu temel bilgiden hareket etmişlerdi.
Muhakkak ki önlerinde rehber olarak Allah Rasulü Hz. Muhammed (s.a.v) bulunmaktaydı.
Bir olayın görünen yanıyla değil deruni planına bakabiliyorsak, köklerinin Kur’an olduğu görülecektir.
Bunu tespit edebiliyoruz. İslâm’a bakış açısından, tevhit, Vahdeti vücud veya Vahdeti şuhut kuralları arasında bir birlik söz konusudur.
Düzen bozukluğu olduğu şeklinde yaklaşımlarda bulunanlar, önce bu hususları iyice anlamalıdır.
Çünkü varlıkta olan her bir şey, esma manalarının bu alana yansıması ile vuku bulur.
İşte tekvin, bütün bu isimlerin çıkışına işarettir.
Cenab-ı Hakk'ın
her bir dileği, Hakikat'in bir tezahürü olarak varlık alanına çıkar.
Aksi düşünüldüğünde irtibat kopukluğu vardır demektir.
Varlık âlemi nasıl ki ilminde Emr-i İlahi'nin DATA-Bilincin özellikleri olarak değişik esma manaları adı altında seyrediliyorsa, dışa vurumu yani bu boyutun print out da bu gözle kopuşsuz algılanmalı ve seyredilmelidir.
Algıladığımız veya algılamakta zorluk çektiğimiz her şey, dedikodu, nifak ve akla gelen diğer olumsuzluklar, bu boyutun tezahürü eseri ve ürünü olması gerekir.
Ancak bu, olumsuz şeylerle birlikte yaşamak anlamına gelmez.
Mistik uyarılar, esasen bu yöndedir.
Bu çerçevede düşündüğümüzde, TEKVİN’in gayesi, varlık âlemini müşahede etmek oluyor.
İnsanların ilişkilerinde bu sıfatın tecellisine dayalı şekilde her hak sahibinin hakkını vermesi ise; ulûhiyet kemalatını bilmesi-yaşaması ile alâkalı.
Bu durumun enikonu düşünülmesi gerekiyor.
Yoksa başta da söylediğimiz gibi birçok karışıklıklara sebebiyet verebilmesi kaçınılmaz olur.
|