Temkinli yaklaşımlar

     Gerçek, bir şeyin doğru olması ile ifade edilir, tanımlanır. Tasavvufçularla filozoflar arasında bir fark vardır. Tasavvufçular, gerçeği yakalar, yaşarlar ve hayat dersi çıkarırlar.

     Ancak filozoflar, gerçeği teorik olarak bulmalarına rağmen, bunu ne kadar akıllı plânlar yaparlarsa yapsınlar, katiyen yaşama dönüştüremezler.

     Daha ziyade “duyu boyutları” ile oluşan bir yaşamı tercih ederler.

     O boyutu esas alırlar.

     Bunlar da pek işe yaramaz.

     Becerisizlikleri, yaşamsızlıkları oranında, öfkeyi hırçınlığı ele aldıkları görülür.

     Çok gariptir ki bu husus, söyledikleri ile tam bir tenakuz yaratır.

     Bu bağları bir filozoftan kopartmaya kalkmak, onu yıkmak anlamına gelir.

     Esasen onları biraz olsun ayakta tutan faktör budur.

     Ancak gördükleri, tespit ettikleri şeyler, gerçekte olmayan nesnel görüntülere aittir.

     Evet, bu hususa katılmadan edemiyor insan.

     Ne var ki olayların gelişimi hiç de böyle olmuyor.

     Bir felsefeci örneğin güneşin aslının gaz olduğunu bildiği halde, onu güneş gibi görmeye devam ederken, normal olarak bir tasavvufçu güneşin arka boyutlarına geçmenin ve boyutu gözlemlemenin zevkine ulaşır.

     Dolayısı ile aralarında kıl payı kadar değil, kocaman merhaleler vardır.

     Bendeniz, hakikat ile yapay görünümde bulunan, ancak kimileri tarafından aynı gibi kabul edilen boyutlar arasında ince değil, epeyce kalın bir çizgi bulunduğuna inanıyorum.

     Oysa “madde yoktur” algılaması söz konusu olduğunda, görülenlerin hayal, arka planının ise gerçek olduğu düşüncesine ulaşılır.

     Bu yaklaşım, bahsini ettiğimiz kalın çizgiyi bir anda iptal eder. Zira ortada gerçek, yani bir bütünlük mevzubahistir.

     “Her kişi, fantastik olarak evrenle derin birleşme arzusu duyar” diyen Feichel’in deyişi ile Tasavvuf’un “Allah’ın varlığının yarattıklarını kapsaması” şeklindeki düşüncesi, anlatılanların en doğru ifadelendirilmiş biçimidir.

     Bu tür yaklaşımların dışında kalanlar, kendi akıl, deney ve tecrübelerini ortaya koyarak davranışlarını düzenleyecekler, düşüncelerini belirlerken yanlış anlaşılmaktan kaçınacaklardır.

     Nitekim Âl-i İmrân Sûresi (3)/99. Ayetinde:

     De ki: "Ey kendilerine hakikat bilgisi gelmiş olanlar...  Sizler (hakikate) şahit olduğunuz hâlde niçin onu yanlış göstererek, iman edenleri Allah yolundan alıkoyuyorsunuz? Allah amellerinizden gafil değildir" demektedir.

(Bkz. Allah İlminden YANSIMALAR)

     Buradan çıkan sonuç gayet açıktır. Gerçeğe ulaşanların vazifesi, ulaşmayanlara, bihaber olanlara tümüyle her şeyi anlatmak değildir.

     Çünkü birimsel yaşamı tercih edenlerde kontrol mekanizmasının sağlıklı şekilde işlediği söylenemez. Onlar maalesef, her türlü istismara açık olurlar.

     Bu ise Kuran’ın Ruhuna aykırıdır. Ve kişiyi hataya zorlamaya sevk eder. Hatta öyle ki, onların imanlarının kaybolmasına dahi sebebiyet verir.

     Çünkü toplumdan bağımsız gibi görünenlerin akılsızca yaptığı şeylerden olumlu sonuçlar beklemek bir ham hayaldir.

     Peki, bu durumda yapılması gereken tavır ne olmalıdır?

     İşte bu konum, öze ermişlere bir sorumluluk yüklemektedir.

     Bu sorumluluk da, kısaca söylemek gerekirse, bilgi yüklemesi sırasında bireylerin yaşama koşullarının, pratiklerinin mercek altına alınması ve gerçeklerin, bahsi geçen hususlar üzerinde kurulmasına özen gösterilmesi şeklinde olmalıdır.

     Doğru da olsa bazı görüşleri, sınırlı düşünme imkânına sahip olanlara yönlendirmek, tespit edildiği kadarı ile olumlu bir netice vermemektedir.

     Aksine, ters tepkilere neden olur.

     Zira onların gözünde soğan cücüğü bulunur. Yaşama bu gözle bakıldığında da daha fazlası beklenemez.

     Gerçeği bilen, bu aşamada kesinlikle sinirlenmemeli, “söylenilenler algılanmıyor” diyerek etrafa öfke duymaktan kaçınmalıdır. Çünkü günlük düzeyde konuşulanlar ile yaşananlar arasında çok fark vardır.

     Bu aşamada öfke krizlerine tutulanlar kesinlikle Allah’tan perdelenirler.

     O tür insanlara ne güvenilir, ne de gerçeği biliyor şeklinde bir yaklaşımda bulunulabilir.

     Sonuç olarak kesinlikle şunu söyleyebiliriz:

     Toplumların gerçeği bilen tecrübeli mahallere, ancak bu bilge insanların da temkinli yaklaşımlar yapmaya ihtiyacı vardır.

 
 
 

 

 
 
İstanbul - 06.07.2010
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com