İnsan
yaşamında
kontrolün,
artık
bildiğimiz
anlamdaki
beyinden
ziyade,
bağırsaklarda
bulunan
yüz
milyonlarca
nöronla
ilgili
olduğu
ve bu
komplekse,
The
second
brain [ikinci
beyin]
dendiğini
biliyoruz.
İkinci
beynin,
birinciyi
yönlendirdiği
çok
açık.
Bugüne
kadar
gölge
beyin
rolünü
üstlenen
the
second
brain,
‘artık
patron’
benim
demekte
bir
sakınca
görmüyor.
Pozitif
bilim,
bu
gerçeği
kabul
edip
gözler
önüne
serdi.
Bütün bu
hususlar
açıklık
kazanırken,
yönlendirici
gibi
görünen
orijin
beynin
büyük
bir
ölçüde
saf dışı
kaldığını
görüyoruz.
Birinci
beyin,
artık
bunu
gizleme
ihtiyacını
hissetmiyor.
Tersine,
ikinci
beynin,
insanı
birimselliğe
götüren,
o halde
yaşatan
bir yapı
olduğunu
bizlere
bildiriyor.
Akıl, bu
bölgede
varlığını
yitiriyor.
İnsana
huzurlu
bir gün
yaşatmıyor.
Ne var
ki bunu
anlayana
kadar
ömür
tükeniyor,
belki de
ikincinin
varlığı,
oluşturduğu
etkiler
hiç fark
edilemiyor.
Ve
birinci
beynin
aslına
dönük
bir
çalışma
imkânına
geçit
vermediği
gözlemlenirken,
bir
anlamda,
varlığını
tanımadığı
da
anlaşılıyor.
Birinci
beyin,
bu
şartlarda
ikinci
beynin
bedene
sahip
çıktığını,
her
türlü
karmaşanın
bu
şekilde
meydana
geldiğini,
gerekçeleriyle
bize
gösteriyor.
İnsanın
hatalarının,
saplantılarının,
en
önemlisi
tanrı
anlayışına
tutkunluğunun
ikinci
beyin
yüzünden
önem
kazandığını
bildirmeyi
ihmal
etmiyor.
İçinde
bulunduğumuz
yenilik
döneminde,
gelişim
platformunda
ise
onunla
çağdaş
bilimler
ışığında
mücadele
etmeyi
tercih
ediyor.
Bunun
saklanmasına
hiç
gerek
kalmadığını
düşünüyor.
Açıklık
prensibiyle
durumu
tescilleme
yoluna
gidiyor.
Bu bir
kişisel
tatmin
anlayışı
değil,
adeta
sorunun
üzerine
gitmek
gibi bir
şey
oluyor.
İnsan
yaşamındaki
hizipleşmelere,
anlamsızlığa
sanki ‘önleyici
bir
vuruşla
“dur”
demek’
istiyor.
Bilimsel
vurgular
ortada
iken, bu
işten
artık
geri
adım
atması
mümkün
görünmüyor.
Birinci
beynin
bu
davranışını
‘kararından
dönmemek’
olarak
algılamak
herhalde
mantıklı
olur.
Ancak, “ikinci
beynin
de
yüklendiği
görevi
bırakmasının
mümkün
olmadığını
dikkâte
almak
gerekiyor.
Bizler
bu
koşullarda
yaşamak
zorunda
kaldığımızı
anlamak
zorundayız.
Çok
enteresandır,
insanoğlu
daha
birinci
beynin
sırlarını
tam fark
etmeden,
ikinci
beyin,
hatta
üçüncü
beynin
varlığına
tanık
oluyor.
Şayet
her bir
beynin
görevinin
ne
anlama
geldiği
bilinirse,
sorun
çıkmayacak.
Fakat
ikinci
beynin
hedefine
ulaşması,
insan
için
mutlak
bir risk
oluşturuyor.
Birinci
beyin,
bu riski
almamak
için
bütün
gücünü
kullanacaktır.
Bu
arada,
yine de
şunu
söylemek
mümkün:
Muallâkta
duran
birinci
beynin
atıl
kalmayı
yeğlediği,
aşırı
çalışmalar
yapmadığı
sürece,
ikinci
beyinle
mücadele
etme
şansı
çok az.
O
nedenle
toplumda,
sıra
dışı
insanlar
azınlıkta
yer
alırken,
avam
türü
kişiler
çoğunlukta
bulunuyor.
Yani bir
anlamda,
kendi
haline
bırakılırsa
her şey
aynen
devam
edeceğe
benziyor.
Oysa
üçüncü
beyin
diye
tanımladığımız
bir
faktör
daha
var.
Kalbin
özellik
arz eden
bu
durumu,
birinci
beyni
tetiklemedikçe,
bir güç
kazanacağa
benzemiyor.
Zira
kimse,
birinci
beyni
devirmiş
olana
karşı
çıkma
cesaretini
gösteremiyor.
Ayrıca,
bedende
liderliğini
karaciğerin
yaptığı,
devamlı
hareket
halinde
olduğu
ifade
edilen
yapılar
da
yardım
bir
tarafa,
orijin
olanı
menfi
şekilde
etkileyip,
stres
içinde
bırakırken,
farkında
olmaksızın
ikinci
beyne
hizmet
ediyorlar,
onun
işini
daha da
kolaylaştırıyorlar.
Alternatifi
olmayan
beden
bağırsak+karaciğer
faktörleri
ile
birinci
beyni
adeta
bombardımana
tabi
tutuyorlar.
Bu arada
üçüncü
beyin,
yani
kalp,
eski
deyimle
ifade
edelim,
ondaki
fuad
noktası
olmasa
işler
zor gibi
görünüyor.
Çünkü
birinci
beyin,
başka
kimseden
destek
alamıyor.
Anlayacağınız,
orijin
olana
yapılan
ambargoyu,
tam
anlamıyla
üçüncü
beyin
kırıyor.
Ancak, o
da her
zaman bu
yardıma
hazır
gibi
görünmüyor.
Dolayısıyla
mağlup
olma
zorunluluğu
yaşanacak
gibi
duruyor.
Peki, bu
durumda
orijin
beyin ne
yapmalı?
İş
bilmezliğin
bir
mazeret
olmaktan
öte
hiçbir
şeye
yarayamayacağı
düşüncesiyle,
vakit
kaybetmenin
hiç de
makul
olmadığı
bilinci
ile bir
başlangıç
oluşturmalı.
O
nedenle
ikinci
beyin
ile
bütün
köprüleri
atması,
bu
bölgeden
gelen
sinyallerin
çıkış
noktalarını
kapatması
gerekiyor
ki, asli
yapısına
kavuşsun.
İnsan
beyni
önce bu
durumu
netleştiriyor.
Birinci
beyin
yalnız
kalmasına
rağmen,
mücadeleye
devam
ediyor
ve
rehberi
“Allah
Resulü’nü”
takip
ediyor.
Bedeninin
kurban
edilmesini,
gerçekçi
bir
neden
olarak
kabulleniyor.
İkinci
beyni,
yani
alternatifini
kendi
elleriyle
bitirmeye
çaba
gösteriyor.
Baskılardan,
vehimlerden
yakasını
sıyırabilirse,
insanlık
yolunda
çok
önemli
bir
kilometre
taşını
koymuş
olacağını
düşünüyor.
Bu
nedenle,
bedenini
hiç
dikkate
almadan
yaşamayı
yeğliyor.
Onu
kuklaya
dönüştürürken,
toplama
benliğinin
(izafi
benliğin)
ayaklar
altına
alınmasını
izin
veriyor.
Bunu
kendi
için
yapıyor.
Bedeninin
esiri
olmuyor.
Büyük
mutasavvıf
Mevlâna’nın
tabiri
ile
içinde
kendine
adeta
‘pusu
kurmuş’
olandan
bağını
koparıyor
ve
kurtuluyor. |