Toplum muhafazakârlaşıyor mu, inançsızlaşıyor mu?
Ahmet F. Yüksel
 

Şu sıralarda çok tartışılan bir sorunun cevabının verilebilmesi için bu makaleyi kaleme almak gerektiğini düşündüm.

Acaba"Türkiye muhafazakârlaşıyor mu yoksa inançsızlaşıyor mu?”

Şimdi ne olup bittiğine bakmadan, ana hatları ile "Toplumun muhafazakârlaştığı” tezini ortaya koyalım:

Bilinmeli ki, inanç-inançsızlık birbirine karşıt kavramlar. İnanç alanı geliştikçe inançsızlık alanı daralıyor. İnsanoğlu, tarih boyunca maddeye dönük kafa yapısı ile anlayamadığı, çözemediği şeyleri maneviyata dönerek değerlendirmesini biliyor.

Çünkü, inanç faktörü insanoğlunun girdiği çaprazlamada konuları anlaşılabilir hale getiriyor. Hayatın karmaşası içinde bunları görmenin, kavramanın iyice zorlaştığı günlerde, nereden gelinip nereye gidildiğini anlamak için inanç dünyasına mutlak surette adım atılması icap ediyor.

Bir toplumun muhafazakâr düzeylerde söz konusu tutumlar içinde olup olmadığını söyleyebilmek için bahsedilenlerin yanı sıra biraz da etrafı kolaçan etmek yeterli olur.

Daha açık ve net şekilde ifade etmek istiyorum:

Camilerin doluluk oranı, Ramazan ayında oruç tutma yoğunluğu ve ilk etapta göze çarpan türbanlı-başörtülü hanımların dikkâti çekecek şekilde artması, Hac ve Umre ziyaretlerine talebin patlaması, muhafazakârlığın ölçütleri ve derecesi hakkında bize fikir verebilir. Tabi bu kaba bir yaklaşım ama gerçek.

İnanç dünyamızın, geçtiğimiz yıllara göre ciddi şekilde farklı olması muhafazakârlığın artması anlamına gelmektedir. Aksini düşünmek abesle iştigal olur. Zira, mevcut dokümanlar söylediklerimizi teyid ediyor.

Muhafazakâr zümre, dini anlayışla yapılanmış halde, inancın esaslarını, ahlaki değerleri ve ilahi hükümleri muhafaza etmek suretiyle, diğer alanlardaki farklılığa/değişime de açık pozisyonlar alır.

Çünkü inancın hamuru bunları gerektirmektedir.

Biraz garip karşılanabilir, ama "değişimcilik veya reform" gibi kavramlara yatkınlık bu zümrede, inançsız ya da dini teoride kabul eden sınıflara nispetle bir hayli fazladır. Çünkü inanç dünyası yanlış yolla hedefe varmanın söz konusu olamayacağı bilinciyle hareket ediyor. Buna karşın sözde batıcılar, batıda ilgi alanı bulamamaktan şikâyetçiler.

Özetle şöyle söyleyebilirim: Bugünün ılımlı İslam’ı, belirgin bir şekilde “Batı’ya” daha yakın görünmektedir.

İnançsız gruba gelince, bunlar ani, hızlı değişime karşılar. Dar alanda kısa paslaşmalar, maalesef onların hünerleri olamıyor. Aynı zamanda önem verdikleri maddi yaşamın, ani değişimlerle ellerinin altından kaybolup gitmesinden korktukları için hırçınlaşabiliyorlar.

Kontrolü kaybettikleri anda gözleri bir şey görmüyor, kulakları duymaz oluyor. "Toplumun merkezi" olma vasfını sadece kendilerine lâyık bulduklarından kimseyi pek umursamıyorlar. Daha da kötüsü İslâm’ın marjinalleşmesini gördükleri için olmadık iftiralara başvurmak zorunda kalıyorlar. Özellikle, bu hava içinde güç ve gövde gösterileriyle inanç alanını hedef olarak seçiyorlar.

Bu arada, arzularına ulaşabilmek için, bazen muhafazakâr kimliğe büründüklerini dahi söyleyebiliriz.

Ne var ki gayeleri “Din” değil, dileklerinin, daha doğrusu tutkularının geçerliliğe kavuşmasıdır. Onlara göre, ideal olan madde âlemidir. Ölüm ötesi yaşamla uğraşı söz konusu dahi olamaz. Şayet varsa bile önem taşımaz. Bu yanlı düşüncelerini açıkça itiraf etmekte de bir sakınca görmüyorlar.

Bu hususlara dikkâtle baktığımızda toplumun maddi değerlerden ziyade, uhrevi değerlere daha yatkın olduğunu gözlemlemekteyiz.

Bu kanıya, Türkiye nüfusunun yüzde doksan dokuzunun Müslüman oluşu ile bağlantı kurarak değil, ortadaki mevcut gerçekler doğrultusunda ulaşıldığını söylemek isterim.
Ama ne çare kimi kesimler, dinin-inancın boyutlarını ve hemen her tarafa büyük bir hızla yayıldığını hala anlamış, kavramış değiller.

Kuşkusuz çarpık bir bilincin değil, kazanılacak yeni hakların, doğruların bir sentezidir bu sonuç.

 

 

 
 
İstanbul - 27.05.2008
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com