Toplumsallığın niteliğini bilirsiniz. Ortak anlayışlar, temel noktalar, şartlanmalar, değer yargıları ve bunlara bağlı yorumlarla biçimlenmiştir.
Bu nedenle, bir ülkenin “doğu, batı, güney, kuzey bölgelerinde temelde aynı kültürün paylaşılması beklenirken”,yaşam biçimlerinde, ahlakî anlayışın farklı olduğu görülür.
Fakat ne olursa olsun, insanların ortak bir düzen içinde yaşayabilmelerinin tek koşulu, ilkelere uymak, itaat etmek zorunda kalmalarıdır.
Tipik bir itaat ilişkisinin getireceği sorumluluk ağı, hemen herkesin ödev ve görev alanlarını belirler.
Ama durup dururken, toplum güçlerinin ortak görüşlere karşı çıkması önemli kırılmalara neden olur.
Ayrıca sistemin devamı için korku denen duygunun canlı tutulması ve gizli bir düşmanın varlığının zorunlu olarak kabulünü gerektirir.
Yanlış anlaşılmasın, bu düşman bir insan değil, aksine insanların içine giren, İblis lakabıyla da anılan şeytandan başkası değildir.
“Şeytanın illa da insanın içine girmesi gerekir mi?” şeklindeki soruya “evet!” diyebiliriz.
Bu olumsuz olgu, ilahi kitap Kur’anı Kerim’de “insanların ekseriyetini etki altına aldınız” şeklinde açıklanır.
Onun gaflet ve hainlik hallerinde, insana sokulma yöntemleri ve yanları vardır. Hemen hemen bütün insanların “durup düşünme yeteneklerini” yok eder.
İnsanlar yargılama/düşünme ve eylemlerini, yetkilerini kullanmalarını çoğu kez, bu olumsuz varlık vasıtasıyla gerçekleştirirler.
Farkında olmaksızın hırçınlaşır, huysuzlanırlar. Böyle de devam ederler. Önlem almayı akıllarına getiremezler.
İnsanın düşüncesi; toplumsal yaşamda öze dayalı bir güç oluşturmak ve bu gücünü yeri geldiğinde egemen kılmaktır.
Özellikle bilgi donanımlı bu gücün, diğer sıradan güçler arasındaki farkı bariz şekilde müşahede edilir.
Gücün kaynağının yeterli olup olmadığını ise gökyüzü belirler.
Bu bağlamda çok önemli bir konuya değinmekte yarar var; Burçlarla ilgili bu kadar detaylı bilgi veren çalışmaların, gökyüzü ile ilgili masalları anlatmadığını dile getirmeliyiz.
Ama ‘Güce’ sahip olanlar, onun yerli yerinde kullanılmadığı zamanlarda, “tahakküm” adı altında boy gösterirler.
Ve toplumsal yaşamda, kontrol eden, ezen, militarist bir yapı olarak karşımıza çıktıklarında hayat çekilmez hale gelebilir.
Boş atıp dolu tutmak gibi bir ruh hali ile güç gösterisinde bulunmak, “hık mık, kem küm!” türü konuşmalar yapmak, olmayacak düşler kurmak, romantizme dalıp gitmek, ilmin/yaşamın inkârı anlamına gelir.
Gündelik hayatta yeri olan duyguların, düşünüş ve düşleyişin bu boyutta saf dışı kalması normaldir.
Çünkü ilmi ve yaşamı idame ettiren bireyin, taşıması gereken çok ciddi sorumlulukları vardır.
Sorumluluk, vicdan ile görev arasında yerini alır. Aslında vicdanın tek başına, her şeyi saf dışı bırakacak şekilde kalması ve kararlarını buna göre vermesi beklenir.
Vicdan reddi, her şeyin inkârı manasına gelir. Bu ise, yapay toplumların yeşermesine yol açar. Esasında bu tür yapılanma, ortaya konan çalışmalar/mücadeleler; yanlışların, tabuların, değer yargılarının güçlenmesi, doğru olanın ise zayıflayıp ortadan kalkması demektir.
Çünkü vicdan ve ona dayalı işlevler, insana insanca yaşama, özünü bulma ve dayanışma ağlarını oluşturma bakımından epeyce önemlidir.
Ve insan, önemsediği bu değişimin akabinde mutlaka ön saflarda yerini alacaktır.
|