Lügate
göre,
“söz
verme,
bir işi
üzerine
alma,
yapma,
becerme,
aidiyet
ve
sorumluluk”
anlamları
taşıyor
uhde
sözcüğü.
İnsan
bir
nesnenin
sorumluluğunu
üzerine
aldığı
gibi,
bir
bilgiyi
de
uhdesinde
bulundurabilir.
Bu
açıklamalara
istinaden
şu
düşünceye
ulaşmak
mümkün:
Bizim
uhdemizde
olanlar
bizimle,
sizin
uhdenizde
olanlar
sizinle
ilgilidir.
Yani
kimin
uhdesinde
ne var
ise ona
ancak o
karışır,
işlerini
yürütür.
Başkasının
uhdesinde
olanlara
da siz
karışamaz,
sorumluluk
duymazsınız.
Özelliklerimiz,
sorumluluklarımız,
aidiyetlerimiz,
uhdemizdeki
öğeler
olarak
tanımlanır.
Birey,
onlar
sayesinde
emin
olabilir,
icraatını
yapar.
Bir kişi
dağarcığında
olanları
ortaya
dökmek
istiyorsa,
mesuliyetinden
ötürü
bunları
iyiden
iyiye
analiz
etmek
zorundadır.
Bu, onun
insani
görevidir.
Yoksa
farkında
olmadan,
elindeki
mevcut
nesneyi
veya
bilgiyi
beceri
ile
kullanamamaktan
ötürü
zor
duruma
düşebilir.
Uhdede
mevcut
olanlar,
dilenirse
ortaya
konabilir
veya
öylece
kalır.
Bu
kişinin
“inisiyatifine
kalmış”
bir
şeydir.
Bir
kimse
mevcut
öğelerden,
mesela,
başarıdan
başarıya
koşan
ilminden
bahsediyorsa,
niçin bu
tavırları
benimsediğini
düşünmek,
bunun
üzerinde
durmak
gerekir.
Bunlar,
çoğu
zaman
sorumsuzluğun
keyfi
hareketlerin,
enaniyetin
ürünüdür.
Toplumsal
yaşamda
bazen
bireyler,
kendi
istekleri
ile
beğenip
ilmini
tasvip
ettiği
kimselerin
peşine
takılırlar.
Mutluluğu
onda
ararlar.
El
ele
vererek
onun
‘himayesine’
girmek
isterler.
Ama çoğu
kez bunu
başaramazlar.
Zira
kolay
kolay,
kimse
kimsenin
mesuliyetini
almak
istemez.
Onların
kanatları
altında
yaşamayı
isteyenler,
daha
‘A’
derken,
isteksiz
olan
‘aklından
bile
geçirme’
zinhar
olmaz
der,
pasif
kalır.
Belki
sözle
bunları
dillendirmez,
ama
davranışıyla
gösterir.
Sorumluluk
almak
istemez.
Bakışlarında
“kendime
dokundurtmam”
iması
vardır.
Kendine
göre de
haklıdır.
Sosyal
yaşamda
aile
fertleri,
onlara
bakan,
ihtiyaçlarını
karşılayan,
yön
verenin
aile
reisinin
–babanın-
uhdesindedir.
Şayet
baba
vefat
etmişse
bu
görevi
anne
veya
ağabey
üstlenir.
Bir
hanım ne
kadar
güçlü
olursa
olsun,
eşinin
isteği
doğrultusunda
davranışlar
ortaya
koyar.
Bu
yaklaşımı,
onun
himayesinde
olduğunun
bir
kanıtıdır.
Anne-baba
çocuklarına,
keza bir
öğretmen
öğrencilerine,
bir
profesör
fakültede
öğretim
görevlilerine
karşı
eşit,
hakkaniyetle
ve
sorumlulukla
davranmak
zorundadır.
Kabiliyeti
nispetinde
Allah
ilmine
sahip
olanlar,
belirli
oranda
sorumluluk
içindedir.
Bu
görevi
ifa
ederler.
O
mahaller,
ilim
sahibi
olarak
anılırlar.
Bir
bakıma,
ilim
uhdelerindedir
denebilir.
Bizler
(maddi
anlamda
değil,
mana
yönüyle
dile
getiriyorum)
uhdemizdeki
Allah
ilmini
nasıl
artırabiliriz
diye
kafa
patlatırken,
diğer
yandan
da bunun
hazmı
için
gereken
neyse
onu
yapabilmeliyiz.
Aksi
takdirde,
bu ilim
bize ait
olmaz.
Bir
diğer
ayrıntı
da
emanet
olarak
bırakılmış
kimselere,
nesnelere
veya
bakmakla
yükümlü
olduğumuz
hastalara,
gereği
kadar
önem
vermek
zorunda
olmamızdır.
Bu
davranışlarla,
üzerimize
düşeni
yapmış
oluruz.
Borç
içinde
kıvranan
bir
dosta,
bizden
ulaşabilecek
bir
hayır,
onun
toparlanmasına
vesile
olabilir.
Böylesi
bir
teşebbüs
uhdendekileri,
gerekli
yerde-zamanda
kullandığına
işaret
eder.
Bu tür
icraat
da
hayırlara
vesile
olur.
Tabi
bunun
tersi de
geçerlidir.
İman
dairesinden
uzaklaşmış
olana
yapılan
iyilikler
yerini
bulmadığı
gibi,
iyiliğin
layığı
ile ifa
edilemediğini
de
gösterir.
Sorun
nerden,
hangi
yanlıştan
kaynaklanıyorsa,
çözümü
de o
hatanın
üzerine
gitmekle
mümkündür.
Bir işi
üzerine
alan
kimsenin
gelişigüzel
davranışları,
egosunu
tatmin
yolundan
başka
bir şey
değildir,
sonuçta
beceriksizliğe
kapı
açar,
zaaflarının
da
alabildiğince
artmasına
vesile
olur.
Böyle
birinin
günlerini
acı
içinde
geçirdiğini
bilmem,
söylemeye
gerek
var mı?
Demek ki
tasarruf
edebilmek,
meziyet
ister.
Aksi
halde,
bu durum
onun
uhdesindekilerle
birlikte
beşeriyet
batağına
gömüldüğünün
göstergesi
olur. |