UMRE [2010] Birikimleri

     Baştan söyleyelim, bu yazının muhteviyatı, dışsallıkla uğraş verenlerden ziyade, içselliğe dönük bir yaşamı arzu edenler ve dışsallığı kendi kendine feshedenlere dönüktür.

     İslâmi anlayışa ne oldu? Gerçekten, klasik anlayışlar taban mı kaybediyor? Öncelikle belirtmeliyiz ki bilime dayalı İslâm, tercih sebebi oluyor.

     Eksik, kusurlu, noksan gibi görünen şeyler esasen, insanı olgunluğa ulaştıran köşe taşlarıdır. Bu mantığa göre, işleyen sistemde söz konusu hususları göz ardı etmemek gerekir. İlahi yakınlığa erenlerde noksanlık görme halleri bulunmaz.

     Hayat, elimize sihirli bir değnek veriyor. O sihirli değneğin adı “İlim” yani “pozitif bilim”. Bilim, dokunduğu her şeyi geliştiriyor. İnsanın daha ileriye bakmasını temin ediyor. Ne var ki, bu sihirli değneği her yerde kullanmak gerekiyor.

     “Her şey, ona hamd ile tespih eder… Ama onların tesbihini anlayamazsınız.” (17/44)

     Bu ayete istinaden, bukalemunun güneşe, arının çiçeklere, necaset böceğinin de kötü kokuya ibadet ettiğini söyleyebiliriz. [Bkz. İnsan-ı Kâmil kitabı] Mahlûkata yaşam enerjisi veren güneşin ışığı renksiz karakterde olmasına karşın, kırmızı bir camın arkasına kırmızı, sarı bir rengin arkasına sarı, mavi bir camın arkasına mavi renk düşürür. Bukalemun da böyledir. Güneşin bu mevcut özelliğinden faydalanarak aynen onun gibi bulunduğu yerin rengini alır. Bu husus ona ibadet etmesine ve rabbi gibi kabullenmesine yol açar. Necaset böceğinin de istediği, arzuladığı, pis bir kokudur. Pislik böceği, ancak orda yaşamını rahatlıkla sürdürür. Benzer manaların ortak noktaları teşkil etmesinden ötürü pislik böceğinin, pis kokulara yönlenmesi tabidir.

     Keza, arının varoluş gayesi, taşıyıcılık olup bal yapmaktır. Bu bakımdan, değişik çiçeklere muhtaçtır. Bu mantık, onun ibadet etmesi anlamına gelir. Bahsi geçen hayvanatın yönlendiği nesneleri “rabbi gibi kabul etmesinin” aslı budur.

     “Rabbena âtina fiddünya haseneten ve filâhıreti haseneten vekına azâben nar.”

     [Rabbimiz dünyanın (gerçek) güzelliklerini, âhıretin (gerçek) güzelliklerini ver, ateşin azabından bizi koru.]

      Dünyanın gerçek güzelliği, bedene düşkünlük neticesi işi abartarak, keyfe göre takılmak, çarşı-pazar dolaşmak değil, bu ve benzeri süfli şeyleri terk edip hakikate yönelmek ve yaşamaktır. Bu istikameti tayin etme, bir anlamda imkânların imkânsıza dönüşmesi anlamına gelir. Ahiret’in güzelliklerine böyle ulaşılır. Ateşin azabından da böyle korunulur.

     Acıma, acındırma ve tevazu, sosyal hayata uygun, insani duygulardır. İkisi insanı beşeriyete, sonuncusu hiçliğe götürür.

     Akıl sahipleri arınarak yakine erer.

     Kâbe, Allah’ın veçhidir.

     Allahın veçhi, en güzel şekilde bu mahalde ortaya çıkmıştır. O yüzden, insanlar Kabe’ye yönlenirler. Bu bağı kurarlar. Kâbe, çekim gücünü fark ettirmeksizin bunu gerçekleştirir. Ancak, inançlı, yakıyn ehli insanlar bunu fark edebilir. Öte yandan Kâbe, Mutlak’a ayna olabilecek bir şuura sahiptir. Bunu algılayabilen, onunla görüşür. İlmî paylaşımları yapabilir. Bütün bu hususları sahiplenmekten kaçınanlar ise onun enerji yanından faydalanabilir.

     Bilgi, insana bütün olarak gelir. Zaman içinde yayılır ve detaylanır. Nitekim, Kur’an da böyle tek bir defada inzal olmuş, bilahare kısım kısım, vahiy sistemiyle Allah Rasulü’ne ulaşmıştır.

     Bugün var oluş gayesini algılayan, benimseyen, arınma evresine girecek ve “ol” emri onda açığa çıkacaktır.

     Kul hakkı ile ilgili konuda ise görüş şöyle: Aslında kul hakkı yoktur. Çünkü Allah seriül hisaptır. Bu hakkı doğuracak ters bir işlev oluşturulduğunda, artılar anında, hakkı yenen kimseye geçer. Artı yoksa karşı tarafın eksileri alınır. İnsanlar bu koşulları göremedikleri için illaki “kul hakkı” deyip durur. Ama sistem, otomatik olarak işler. Bu hal insanda büyük bir yıkıma neden olduğu için Cenab-ı Hak karşıma "kul hakkı" ile gelmeyin demektedir. Sebebi budur.

     Hz. Muhammed (s.a.v) beden itibariyle yaratılmış, mana yönü itibariyle “ceale” hükmü ile yaratılmışlıktan münezzeh kılınmıştır.

     Allah’ın elinde inip kalkan terazi, her şeyin şuurlu bir şekilde yaratılışını anlatır.

     Güneş altında yapılan tavaf, düşünülenin aksine çok değil, daha az sevap kazandırır.  Sistem sistemdir, değişmezdir.

     İlmel yakin, aynel yakin, hakkel yakiyn ölümler var. İlmel yakin bilgide kalır. Aynel yakinde konuya yakınlık hissediş vardır ve akabinde tasarruf denen Hakkel yakiyn yaşama ulaşılır.

     Dostum! Bugün bedenin için ne yaptın? Ruhun için ne yaptın? Allah için ne yaptın? Bedene dönük çalışmalar, maalesef ilk sırada yer alıyor. Bir insanın ömrü genellikle dinmek, uslanmak bilmeyen arzularla geçer. Sonuçta insan yaşlanıp tükenir.

     Halbuki, genç yaşta yapılan çalışmalar çok daha randımanlıdır. Yaşlı olan da titizlikle bunları yapıyor, ama gençler kadar verimli olamıyor. Yani ruhsal çalışmalara pek özen gösterilmiyor. Haliyle, Allah için yapılan çalışmalara ulaşılamıyor. Zira bu türü tefekkür ister, üretim ister. Bütün bunları hayretle fark ediyoruz.

     İman edenler, algılayamadıkları şeylere yönlenerek onları çözebilirler.

     Kâbe’de, [Kâbe’nin yanında olanlar haricinde] Mekke’de, Medine’de, ortada hiçbir neden yokken çıkabilen tüm tartışmalar, kırılmalar geçersizdir. Birbirleriyle istemeden atışanlara duyurulur.

     Malayani konuşmalarla insan, içselliğe geçemez. Konuşulması halinde tepki vermemek gerekir. Kâbe ve Mescit dahi, içsellik boyutunda şekil olarak önemini kaybeder. Kaybetmiyorsa kesin olan bir şey var ki, dışsallıkta kalınmış demektir.

     Ezan, sadece dışsallıkla değerlendirildiğinde telafisi mümkün olmayan sonuçları doğurur.

     Rab “korku değil” Data-bilgi kaynağıdır. Olayı bu şekilde değerlendirenler, Allah’tan haşyet duyarlar.

     Evladından, eşinden, işinden aldığın sevgi sinyallerinin üstünde Cenab-ı Hak’tan da bu tür sinyaller almıyorsan, bil ki kayıptasın, uykulu haldesin.

     Sinyallerin farkına varmak, ancak arınmak ile mümkündür. Kâbe, kuşkusuz, insanı arındırmaz, sadece yardımcı olur, arındırmaya programlar. Onun yanında artılar eksiler (sevaplar- günahlar) yoğunlaşır, süratlenir, yeni ihtimaller artar.

     Kâbe; Hakikati Muhammedi’den, Hakikati Kur’an’dan, Hakikati Ahmediye’den, Hakikati İbrahimiye’den üstündür.

     Yorumsuz kalabilenler, zahiri bağlantı olmaksızın konuşabilirler.

     Güçlü enerji, yüklü hataları getirir. Bu nedenle tüccar anlayışları bir tarafa bırakıp tavaf sayılarını abartmadan makul seviyelerde tutmak yerinde olur.

     Ferd olarak tavaf edenler, Kâbe ile ilim alışverişi yaparlar. Onlar daima hediyeleşirler.

     Arınmanın yolu imandan geçer.

     “... Allâh onlardan razı olmuştur, onlar da O'ndan razı... İşte budur büyük kurtuluş!” (Maide-119)

     Razı olma, kulun Allah tarafından getirileni kabul etmesidir. Allah da dilediğini yapmakla ondan razı olmaktadır.

     Fecr suresinin son dört ayeti, basit anladığımız manadan farklı ve derinliklidir. 27-) "Ey Nefs-i Mutmainne (Hakikati yaşamakta tatmine ulaşmış bilinç)!"28-) "Radiye olarak, Mardiye olarak (Seyir ve tasarruf kemâlâtını yaşayan olarak) Rabbine (Esmâ hakikatine) dön (şuur olarak)!" 29-) "Kullarımın ("sanı varlığı" "yok"luğa dönüşmüş olarak işlevlerine devam edenler) içine dâhil ol!" 30-) "Cennetim’e dâhil ol!"

     Algılanacağı üzere razı olan, şuurlu bir yaşama erişendir. Bu nokta itibariyle, razı olan veya olunan yoktur. Razı olan tektir.

     Kâbe’ye Hz. İbrahim makamına el sürmek kolaydır. Ama içselliğe yönelmek ve bu makamları-boyutları insanın kendisinde bulması daha önemlidir.  

     Basiretsiz olana müdahale edilmez.

     Çalışana, yaklaşım yapana yardım edilir.

     Başarıya sığınmayanlar, Allah’ın kuluna sarılır.

     Kendine güvenenler ise rabbin kulluğuna yapışırlar.

     Kuralsız sistemde her zaman çatlaklar oluşur.

     Hediyeleşmeyi sadece maddi anlamda düşünenler, delalet içinde olup içsellikten nasibi olmayanlardır.

     Esfeli safiliyn surete girmek, kayıtlı yaşamaktır. Hz. İbrahim bir duasında (“Rabbic'alni mukimessalati ve min zürriyeti. Rabbena ve tekabbel ”) insanları, birliğe-tümelliğe-suretsizliğe davet eder. Ama bu daveti pek çok kimse anlayamaz

     İnsan 3,5 atarak değil, 4/4’ lük yaşamalı. 4/4’ lük yaşarken dikkat etmeli ve kendini uçuruma atmamalı.

     Cahil insanlar fetva veremez, verse de bu fetvaları makbul olmaz.

     İstemsiz bir son, ölümdür.

     Kâbe melektir, insandır. Aynı zamanda ikisinin üstünde bir yapıdır.

     Zatı ile zatını kıldı. Data ile farkın farkına vardı. Şanını yüceltti.

     Uluhiyet görecelidir. Dolaşım içindedir. Bulunduğu yerin rengini alır.

     Zikrin sonu seyirdir.

     Maddenin bitimi ile melekut âlemi başlar.

     Emanetleri terk etmeli, gerçekleri ise sahiplenmeliyiz.

     “Ben buradan sonra yokum!” “Bir adım daha atarsam, yanarım!” diyen Cebrail (a.s)’ı ötelerde aramanın gereği yoktur. O beyinde mevcut bir frekanstır. Bu frekans, Cebrail-i kuvve olarak anılır.

     Madde yoksa melekût âlemi de yoktur.

     Şayet;

     Annenizi,  babanızı seviyor, mutlu olmayı umuyor, işinizde mutlaka zam almayı diliyor, deprem olmasını istemiyor, dedikodu ve nifak yapıyor, gözünüzü çöpten esirgiyor, kilo almaktan hem korkuyor hem de patlarcasına tıka basa yiyor, sahip olduklarınıza dokunulmasını istemiyor, enayi yerine konmayı asla arzulamıyor, böbrek-mide sancısından hoşlanmıyor, hep başköşelerde oturmayı, baş olmayı istiyor aksini düşünmüyorsanız, sizin ilkiniz Allah Rasulu (s.a.v) olamaz, onu algılayamaz ve sevemezsiniz.

     İnsan zekâsına saygısızlık yapanlar, Allah’a karşı suç işlemiş olurlar.

     Namazın dışsallığı ile birlikte içselliği de bir gerçektir. İçselliğe geçen, daimi namazdadır.

     Kayıtlılık ve kayıtsızlıktan geçmek şarttır. Zira kayıtsızlık dahi bir kayıttır.

     Delalet imanla yıkanırsa, arınmayı getirir.

     Orucu oruç yapan, orucun ardındaki KARAR VERİCİDİR.

     Tecrübe, her zaman (+) demek değildir. Deneyimli insanların yanılgısı, felaketlere neden olur.

     İnsan hiçbir zaman Hür olamaz.

     Hür olan, esma-nokta boyutuna geçendir.

 
 
 

 

 
 
Bodrum - 23.09.2010
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com