Gözle görebildiğimiz ya da tespit edemediğimiz tüm
canlılar, İlahi güç tarafından yaşam-ölümle
programlanmış ve bir ölçüt içindeki bu dileme, yine
halik olan Allah tarafından uygulama yoluna gidilmiştir.
Böylece, bıkkınlık verecek tekdüze bir yaşam da
oluşmamıştır.
Hiçbir varlık, ölmeyi boyut değiştirmeyi arzu etmez.
İnsan da böyledir; onun da içinde hayatta kalma arzusu ve
refleksi vardır.
Ne var ki insan, "üst benlik" sahibi olması
dolayısıyla diğer canlılardan ayrılmaktadır. Beyin
korteksinin gelişmemesi, hayvanı içgüdüsel davranışlarla
sınırlar. Ama üst benlik sayesinde insan, kendine ve
topluma karşı sorumluluk hisseder.
Allah ve Rasulü’ne olan saygı, karşısındakini
kendinden çok düşünebilme felsefesi Üst ben’in görev
alanı içindedir. Gerektiğinde inandığı şey için kendini
feda etmesini bilir. Bunlar bir hayvanın düşünebileceği
türden şeyler değildir.
“İnsansı” denilen varlık ta tavırları
itibariyle hayvansal yaşama, süfli âleme yakındır.
Üst ben’i olmasına rağmen, o bölümü kullanamaz,
faaliyete geçiremez. Daha açık belirtmek gerekirse,
alt ben, üst benin emrine o kadar kolay itaat
etmeyebilir. Alt benin dürtü şeklinde uzanan
düşünceleri ona karşı gelir. Bireysel yaşam ağır
basar. Hele hangi şartlarda olursa olsun, “mutlaka
yaşamak gerek” düşüncesinde olan bir insandan canını
feda etmesi beklenmemelidir.
Bu açıdan bakıldığında mistik alanda ‘şehitlik’
denilen mertebe çok önemlidir ve protokolde insanlığın
gözbebeği durumunda bulunan ‘velayet’ sınıfının
hemen arkasında yerini alır. Eğer insanlar, inancın
selameti, dinin bekası, vatanın bölünmezliği için ölmeyi
kabul ederlerse; Tanrı’ya inansalar dahi şehitlik
denen mertebeye ulaşırlar.
Bu aşamada bizde sık rastlanan bir yanlış anlayışa da
değinmekte yarar var: Yaygın bir görüşe göre, vatanın
bütünlüğünü korumak için canından olan her birim,
şehitlik mertebesine ulaşmış sayılmaktadır. Üstelik
sadece vatan savunmasında değil, artık hayatını kaybeden
çoğu insan için bu yakıştırma kullanılır olmuştur.
(Şehit gazeteci- şehit polis memuru gibi…) Ne var ki, bu
doğru değildir. Böyle düşünenler kendilerini aldatırlar.
Bizler gerçekleri görelim. Bir kimsenin şehitlik
mertebesine ulaşabilmesi için önce imanlı olması ve
İslam’a olan inancını bedeninden üstün tutması
şarttır.
Bu bilgiler benim görüşlerim. Duygu ve düşünceleri rast
gele yansıtma gibi bir tavır değildir. Tamamen dinsel
açıklamaların ürünüdür. Pek tabi ki bu bakış açısının de
muhalifleri olacaktır. Buna gerek avam takımı, gerekse
aydınlar arasında karşı çıkanlar olabilir. Ama gerçek
budur.
Zira gerçekler sistem içinde mütalaa edilir ve
değerlendirilir. Ve bu gibi kurallar toplumsal
yaklaşımlarla örtüşmeyebilir. Çünkü sistemde bireyler
düşünceleriyle karar alırken kendi çıkarlarını
kollarlar.
Oysa ülke için yaptığı bir çarpışmada evladını/çok
yakınını kaybeden bir anne-babanın veya
akrabaların duyduğu acı çok derindir. O hal içinde,
vefat edene yakıştırılan şehitlik mertebesi yerini ister
bulsun ister bulmasın, acıları bir nebze olsun
dindirmeye, belirli safhalarda oluşan yüksek gerilimi
düşürmeye yetecektir.
Kısacası, işin bir de bu tarafı vardır. Çünkü acılar
paylaşılarak azalır. Bu açıdan bakıldığında
‘şehitlik’ kavramının toplumun değer yargılarını
test etme açısından da oldukça önem taşıdığı
görülmektedir.
Benim şehitlik konusunda bildiğim/düşündüğüm/hissettiğim
şeyler bunlardı.
Size de aktarmak, bilinçlendirmek istedim.
Sevgi ile kalın. Allah’a emanet olun. |