Uysa da Uymasa da
Ahmet F. Yüksel
 

Tasavvuf çalışmalarından söz açılmışken, dikkatlerin çekilmesi çok zor ve bir o kadar da önemli olan bir konuyu gündeme getirmek istiyorum: Şartlanmalar, değer yargıları ve buna bağlı yorumlar…

Allah ilmi peşinde koşan insanın temel kaygılarından bir kısmı işte bu netameli hususlardır. Ne var ki her zaman güncelliğini ve sıcaklığını korumaya devam eder durur. Ve dışardan bir destek alınmadıkça üstesinden gelinmesi, çözülebilmesi de mümkün görünmez.

Üstüne basa basa söylüyorum;

Allah ehli adaylarının, toplumun değer yargıları, şartlanmaları istikametinde yaşayıp terkibine uygun gelenlerini seçme, kabul etme, işine gelmeyenleri beğenmeme gibi bir şansı yoktur.

Bu hususta evliyaullahın bizlere somut açıklamaları/yardımları var. Örneğin, 13. yüzyılda İspanya’da yaşamış Allah ehli İbn-i Arabî, bakın ne diyor: Tasavvuf, dili, ilmi ve bununla ilgili şekilde en başta yetişkinlere seslenir. Çocukların ise temel eğitimden sonra bunlarla tanışmasına dikkat edilmelidir.

Çok güç ve bedeli ağır olan, hafife alınamayacak bu detaylarla ilgili çalışmalar öncesinde bireylerin gerçekten menfi gibi görünen koşulları kendilerine ters gelse de kabullenmesi gerekir.

Örneğin; bazı insanların sarf ettikleri, kaba, abuk sabuk, değersiz, hiç bir anlamı olmayan sözlerle konuşma ve davranış biçimini ele alalım. İşte bu olumsuz sokak dilinin, yaşamın bir parçası haline getirilmesi, kullanılması değil, kişinin buna tepki vermemesi, iç dünyasında hazmedebilmesi gerekir. Gerekir, çünkü şartlanmalardan insanı arındırır. Kısaca faydası yok değildir.

Ayrıca avam düzeyde, yani belirli bir kültür seviyesine sahip kişilerin bu sözleri sarfetmesi normal karşılanabilir. Ancak, bu amiyane sözlerin sahibi bir tasavvuf ehli ise durum değişir. O; kim olduğuna, eğitim düzeyine bakmalı,  bilinçli bir şekilde yönlendiği kişilere hitap etmeli, kendisine emanet olarak verilmiş kimliğini, gerçek kimliğine dönüştürmek için uğraş veren insanları kırmaktan, kaba davranmaktan kaçınmalıdır. Aksi takdirde bu kişi, yerinde sayar durur. Hatta bir süre sonra beş duyu ötesinde kabul ettiği batın hükmündeki değerleri inkâr etmesi dahi muhtemeldir.

Bakın! Acayip süfli sözler sarf etmeyen kişiler manevi desteklidir. Esasen, onları algılamak ta ayrı bir marifet ister. İnsanların kendilerine gösterdiği yakın ilgi, bu duruma kanıt aramaya gerek olmadığını açık seçik ortaya koyar.

Amaç, bu pislik dolu sözcükleri kullanarak başkalarıyla eşit olmak ya da onun üstüne çıkacak şekilde karşılık verebilmek değil; belirli bir kemalâta sahip olarak, yani toplumun değer yargıları istikametinin dışına çıkabilecek bir hale gelmek, aynı zamanda da suskun kalmayı tercih edecek bir yaşantı biçimini benimsemektir. Tasavvufta bahsi geçen ‘edep’ kelimesinin gerçek anlamı da budur.

Tabii bu arada bu kaba sözleri sarf eden, aşırıya kaçan, hakarete vardırıp sınırı aşan kimselere karşı da kin ve nefret duygularının beslenmemesi beklenir. Her ne surette olursa olsun bahsettiğimiz tepkisizlik hali; kişiye, düzeysiz davranışına değil, varlık müşahedesine olmalıdır.

Şayet hakaret derecesine vardırılan ifadelerin dozu daha da artarsa yapılacak şey, en fazla, paylaşılan mekânı terk etmek olacaktır.

Dostlarım!

Bize uysa da uymasa da bu şekildeki davranışı benimsemek zorunluluğu var. Aksi, yani sorunun diğer boyutları dikkâte alınmadığında, Allah ehlinin ‘isyankâr’ bir ruh haline sahip olması gibi bir yaklaşım ortaya çıkar. 

Böyle davranışlarda bulunmanın vebali ise ağır olur. Ve insan yaptıklarının neticesi ile karşı karşıya kalır.

Sevgi ile kalın. Allah’a emanet olun.

 

 
 
İstanbul - 12.04.2007
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com