Tasavvuf çalışmalarından söz açılmışken, dikkatlerin
çekilmesi çok zor ve bir o kadar da önemli olan bir
konuyu gündeme getirmek istiyorum: Şartlanmalar,
değer yargıları ve buna bağlı yorumlar…
Allah ilmi peşinde koşan insanın temel kaygılarından bir
kısmı işte bu netameli hususlardır. Ne var ki her zaman
güncelliğini ve sıcaklığını korumaya devam eder durur.
Ve dışardan bir destek alınmadıkça üstesinden gelinmesi,
çözülebilmesi de mümkün görünmez.
Üstüne basa basa söylüyorum;
Allah ehli
adaylarının, toplumun değer yargıları, şartlanmaları
istikametinde yaşayıp terkibine uygun gelenlerini seçme,
kabul etme, işine gelmeyenleri beğenmeme gibi bir şansı
yoktur.
Bu hususta evliyaullahın bizlere somut
açıklamaları/yardımları var. Örneğin, 13. yüzyılda
İspanya’da yaşamış Allah ehli İbn-i Arabî, bakın ne
diyor: Tasavvuf, dili, ilmi ve bununla
ilgili şekilde en başta yetişkinlere seslenir.
Çocukların ise temel eğitimden sonra bunlarla
tanışmasına dikkat edilmelidir.
Çok güç ve bedeli ağır olan, hafife alınamayacak bu
detaylarla ilgili çalışmalar öncesinde bireylerin
gerçekten menfi gibi görünen koşulları kendilerine ters
gelse de kabullenmesi gerekir.
Örneğin; bazı insanların sarf ettikleri, kaba, abuk
sabuk, değersiz, hiç bir anlamı olmayan sözlerle konuşma
ve davranış biçimini ele alalım. İşte bu olumsuz sokak
dilinin, yaşamın bir parçası haline getirilmesi,
kullanılması değil, kişinin buna tepki vermemesi, iç
dünyasında hazmedebilmesi gerekir. Gerekir, çünkü
şartlanmalardan insanı arındırır. Kısaca faydası yok
değildir.
Ayrıca avam düzeyde, yani belirli bir kültür seviyesine
sahip kişilerin bu sözleri sarfetmesi normal
karşılanabilir. Ancak, bu amiyane sözlerin sahibi bir
tasavvuf ehli ise durum değişir. O; kim olduğuna, eğitim
düzeyine bakmalı, bilinçli bir şekilde yönlendiği
kişilere hitap etmeli, kendisine emanet olarak verilmiş
kimliğini, gerçek kimliğine dönüştürmek için uğraş veren
insanları kırmaktan, kaba davranmaktan kaçınmalıdır.
Aksi takdirde bu kişi, yerinde sayar durur. Hatta bir
süre sonra beş duyu ötesinde kabul ettiği batın
hükmündeki değerleri inkâr etmesi dahi muhtemeldir.
Bakın! Acayip süfli sözler sarf etmeyen kişiler manevi
desteklidir. Esasen, onları algılamak ta ayrı bir
marifet ister. İnsanların kendilerine gösterdiği
yakın ilgi, bu duruma kanıt aramaya gerek olmadığını
açık seçik ortaya koyar.
Amaç, bu pislik dolu sözcükleri kullanarak başkalarıyla
eşit olmak ya da onun üstüne çıkacak şekilde karşılık
verebilmek değil; belirli bir kemalâta sahip
olarak, yani toplumun değer yargıları istikametinin
dışına çıkabilecek bir hale gelmek, aynı zamanda da
suskun kalmayı tercih edecek bir yaşantı biçimini
benimsemektir. Tasavvufta bahsi geçen ‘edep’
kelimesinin gerçek anlamı da budur.
Tabii bu arada bu kaba sözleri sarf eden, aşırıya kaçan,
hakarete vardırıp sınırı aşan kimselere karşı da kin ve
nefret duygularının beslenmemesi beklenir. Her ne
surette olursa olsun bahsettiğimiz tepkisizlik hali;
kişiye, düzeysiz davranışına değil, varlık müşahedesine
olmalıdır.
Şayet hakaret derecesine vardırılan ifadelerin dozu daha
da artarsa yapılacak şey, en fazla, paylaşılan mekânı
terk etmek olacaktır.
Dostlarım!
Bize uysa da uymasa da bu şekildeki davranışı benimsemek
zorunluluğu var. Aksi, yani sorunun diğer boyutları
dikkâte alınmadığında, Allah ehlinin ‘isyankâr’
bir ruh haline sahip olması gibi bir yaklaşım ortaya
çıkar.
Böyle davranışlarda bulunmanın vebali ise ağır olur. Ve
insan yaptıklarının neticesi ile karşı karşıya kalır.
Sevgi ile kalın. Allah’a emanet olun. |