Varlık ile Yokluk Arasındaki Denge
 
Ahmet F. Yüksel
 

İnsanoğlu temel içgüdüleri ile arasına bir mesafe koyabildiği ölçüde insan olduğunu anlar,  bunu bir şekilde ima eder, çünkü güdülerin sınırları açık ve net bir şekilde belirlenmiştir.

Elbette, aklı başında “insani” bir eğilimdir bu. İçgüdüler “Hayvan’a” aittir, insansa “var oluş gayesine” uygun yaşama sevdasına ve “özü” ne yöneliktir, ona aşıktır.

Özü ile barışık olan insan, zaman içinde içgüdülerinde giriş-çıkışlar olsa bile artık emniyette, emin beldeye doğru güvenli adımlarla yol almaktadır.

Doğada insan dışında bu şekilde var olan, özündeki tek varlığı hedef alıp yaşayan bir canlı türü yoktur. Allah’ın insana bahşetmiş olduğu bir yetidir bu. Halife olması da bunun teyidi olmaktadır.

İlk etapta insanı insan kılan; rahatlık, huzur gibi duygular değil, imkânsızlıktır. İmkânsızlık, onun gelişmesine ve özüne bir adım daha yaklaşmasına vesile olur.

Bir tarafta kendine hâkim olamayacak şekilde içgüdüleri ile yaşamaktan zevk alan, şiddete, tacize başvuranlar, diğer tarafta birlikte yaşamaktan mutlu olanlar, insanı insan gibi görenler.

Bu bağlamda ayaklarımızı yere basıp doğrulmaya çalışabileceğimiz tek sağlam zeminin ‘utanç’ hissi ve bu hissin temelinde yatan ‘güçlülük’ olduğunu düşünmekteyim.

Şayet her şeyi bir anda eline yüzüne bulaştırması muhtemel bireyler safında yer almak istemiyorsak, artık sorumluluk yüklenmenin zamanı gelmiş demektir. Ancak, söz konusu his ve itirafla insanoğlu pozitif bir hale gelebilir,mevcut ama atıl halde bulunan imkânları olumluya dönüştürebilir. Bizi teslim alan güçsüzlüğün, mecalsizliğin sebeplerini anlayıp bulmak, idrak edip ta içimizde hissetmek, utanma duygumuz ile ilişki kurulmasının işaretidir. Böylesine bir eylem, bize bazı kavramları yeniden gözden geçirmemiz için cesaret verecektir.

Örneğin, “biz” olma kavramını!

Bugün biz kayıplarımız, eksikliklerimizle, var oluşun ima ettiği, maddi ve fiziksel basamakları fazlasıyla aşan bir başka boyutun varlığını hissediyoruz. Bunun zihinsel boyutlarının büyük etkileri apaçık karşımıza çıkıyor. Üstelik, madde boyutunun maddi kayıplarının benliğimizde çok önemli tahrifat yaptığını ve bizi giderek tabana/dışa vurduğunu açıklıkla gözlemleyebiliyoruz.

Şimdi yapabileceğimiz tek şey, gün geçtikçe esnekleşen, maddi kayıplarla kahrolan, maddi ziyanları izlemekle günlerini dolduran bıkkın insanlar topluluğu olmaktan çıkıp, yokluğa giden bir boyutun varlığını hissetmek ve varlık-yokluk arasında bir dengeyi tesis edebilmek olmalıdır.

Belki bugüne kadar işin kolaycılığından sıyrılıp bu felsefe ile ilgilenmedik,  belki de baş edemedik. Anımsarsanız, bir alışveriş merkezinde bu standı arayan hanımın dileği de buydu.

Oysa, olumlu hiçbir şeyi gerçekleştiremediğimiz de bir gerçek. İnsana dönük yaşamayı bilmeyen, beceremeyen, girişimleri uzak, toplumdan kopuk kimselerden farklı şeyler beklemek de iyimserlik olurdu.

Umarım, bundan sonra parçalanarak güçsüzleşmekten, çirkinliklerinden, zaaflarından kurtulmuş bir insan olarak arzu edilen düzeye yerleşmiş oluruz.

Çoğumuzun sevdiği ve istediği bu değil mi?

Sevgi ile kalın. Allah’a emanet olun.

 

Bu yazı Akşam gazetesinde 04.10.2007 tarihinde yayınlanmıştır.

 

 

 
 
Medine - 04.10.2007
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com