İnsanoğlu temel içgüdüleri ile arasına bir mesafe
koyabildiği ölçüde insan olduğunu anlar, bunu bir
şekilde ima eder, çünkü güdülerin sınırları açık ve net
bir şekilde belirlenmiştir.
Elbette, aklı başında “insani” bir eğilimdir bu.
İçgüdüler “Hayvan’a” aittir, insansa
“var oluş gayesine” uygun yaşama sevdasına ve
“özü” ne yöneliktir, ona aşıktır.
Özü
ile barışık olan insan, zaman içinde içgüdülerinde
giriş-çıkışlar olsa bile artık emniyette, emin
beldeye doğru güvenli adımlarla yol almaktadır.
Doğada insan dışında bu şekilde var olan, özündeki tek
varlığı hedef alıp yaşayan bir canlı türü yoktur.
Allah’ın insana bahşetmiş olduğu bir yetidir bu.
Halife olması da bunun teyidi olmaktadır.
İlk
etapta insanı insan kılan; rahatlık, huzur gibi
duygular değil, imkânsızlıktır. İmkânsızlık, onun
gelişmesine ve özüne bir adım daha yaklaşmasına vesile
olur.
Bir
tarafta kendine hâkim olamayacak şekilde içgüdüleri
ile yaşamaktan zevk alan, şiddete, tacize
başvuranlar, diğer tarafta birlikte yaşamaktan mutlu
olanlar, insanı insan gibi görenler.
Bu
bağlamda ayaklarımızı yere basıp doğrulmaya
çalışabileceğimiz tek sağlam zeminin ‘utanç’
hissi ve bu hissin temelinde yatan ‘güçlülük’
olduğunu düşünmekteyim.
Şayet her şeyi bir anda eline yüzüne bulaştırması
muhtemel bireyler safında yer almak istemiyorsak, artık
sorumluluk yüklenmenin zamanı gelmiş demektir. Ancak,
söz konusu his ve itirafla insanoğlu pozitif bir hale
gelebilir,mevcut ama atıl halde bulunan imkânları
olumluya dönüştürebilir. Bizi teslim alan güçsüzlüğün,
mecalsizliğin sebeplerini anlayıp bulmak, idrak edip ta
içimizde hissetmek, utanma duygumuz ile ilişki
kurulmasının işaretidir. Böylesine bir eylem, bize bazı
kavramları yeniden gözden geçirmemiz için cesaret
verecektir.
Örneğin, “biz” olma kavramını!
Bugün biz kayıplarımız, eksikliklerimizle, var oluşun
ima ettiği, maddi ve fiziksel basamakları fazlasıyla
aşan bir başka boyutun varlığını hissediyoruz. Bunun
zihinsel boyutlarının büyük etkileri apaçık karşımıza
çıkıyor. Üstelik, madde boyutunun maddi kayıplarının
benliğimizde çok önemli tahrifat yaptığını ve bizi
giderek tabana/dışa vurduğunu açıklıkla
gözlemleyebiliyoruz.
Şimdi yapabileceğimiz tek şey, gün geçtikçe esnekleşen,
maddi kayıplarla kahrolan, maddi ziyanları izlemekle
günlerini dolduran bıkkın insanlar topluluğu olmaktan
çıkıp, yokluğa giden bir boyutun varlığını hissetmek ve
varlık-yokluk arasında bir dengeyi tesis
edebilmek olmalıdır.
Belki bugüne kadar işin kolaycılığından sıyrılıp bu
felsefe ile ilgilenmedik, belki de baş edemedik.
Anımsarsanız, bir alışveriş merkezinde bu standı arayan
hanımın dileği de buydu.
Oysa, olumlu hiçbir şeyi gerçekleştiremediğimiz de bir
gerçek. İnsana dönük yaşamayı bilmeyen, beceremeyen,
girişimleri uzak, toplumdan kopuk kimselerden farklı
şeyler beklemek de iyimserlik olurdu.
Umarım, bundan sonra parçalanarak güçsüzleşmekten,
çirkinliklerinden, zaaflarından kurtulmuş bir insan
olarak arzu edilen düzeye yerleşmiş oluruz.
Çoğumuzun sevdiği ve istediği bu değil mi?
Sevgi ile kalın. Allah’a emanet olun.
Bu yazı Akşam gazetesinde 04.10.2007 tarihinde
yayınlanmıştır. |