Vehim, soyut analizlere, felsefi argümanlara
ihtiyaç hissettirmeyecek kadar sade ve basit bir konumla
bizimle birlikte varlığını sürdürüyor. Bir
bakıma varlık peşinde koşan imtiyazlılar sınıfının,
elindekini kaybetme endişesinden başka bir şey değil bu
duygu. İnsan ruhunun derinliklerine en ince ve
hassas biçimde nüfuz etmesini çok iyi biliyor. Ancak
beşerin, hayatını oyuncağa çeviren bu bağımlılığa
ilgisizliği devam ediyor. Daha az vehim, daha çok
kurtuluşa, daha çok benliğin, güçlü bir kişiliğin
varlığına işaret etmesi dikkat çekicidir.
Nitekim, Abdülkerim Ceyli Hazretleri bu noktayı,
“Allah-ü Taâlâ, Rasulullah’ın (s.a) VEHM’ ini Kâmil
ismi nurundan yarattıktan sonra, onu vücuda kahır libası
ile çıkardı. Durum anlatıldığı gibi olunca; insanda
bulunan şerrin en güçlüsü VEHİM kuvvetidir” diyerek
açıklamış.
Öncelikle “Allah ve vehmin” yan yana gelemeyecek
iki kavram şeklinde müteala edilmesini ‘çok ciddi bir
uyarı’ olarak belirtirken, yaratıcıya hakaret için
kullanılamayacağı düşüncesiyle ve sadece anlatım
sadedinde ona izafeten, ama mutlak bir gücün eseri
olması bakımından ve ‘var kabul ediş’ tarzıyla
kullanıldığını göz önünde bulunduralım.
Fakat öyle görünüyor ki; bizler, bir şeyi
yukarıda yapılan tanımlamanın aksine, orijini ile değil
duyu araçlarımız ışığında ve zanna tabi olarak
algılıyor, yaşıyor ve gerçek gibi kabul ediyoruz. Ve
böylelikle Tanrı Baba’yla özdeşleşir bir kişi
haline geldiğimizin farkında bile olamıyoruz.
Bunu burada anmamak mümkün değil!
Vehim duygusu, doğumla beraber "insanoğlunun yakasına
yapışıyor, olmayanı varmış, gerçekmiş gibi
yaşatmayı" biliyor. Kısaca zannettiriyor.
Zanla yoğrulmuş bakış açısına göre; kişisel kanı ve
kanaatler, ön yargılar gırla gidiyor. Vesveseler,
yersiz korkular birbirini takip ediyor.
Vehim duygusuyla yaşayanın geleneksel stratejilerinin
dışında bazı gerçekleri başarıyla ve yoğun biçimde
kullanmaları da oldukça ilginç. Bu mümkün. Bakış
açılarında bir objektiflik beliriyor ve doğru olan
yakalanabiliyor. Ne ki kısa bir süre vehim etkisini
göstererek, bireyi perdeleyip "tam anlamıyla
adeta esir" alıyor. Ve siz, o muhteşem
dokümanları somut bir biçimde açıklayanı adeta mumla
arar hale geliyorsunuz.
Bu kez gerçeği fark edememe, dolayısıyla duymazdan
görmezden gelme halleri ön plâna çıkıyor.
Kişisel ortak payda nedeniyle sorular, nedenler ve
niçinler durmaksızın devam edip duruyor. Ayrıca eldeki
sübjektif bilgi ve belgelerin ve özellikle
niyetlerin doğruluğuna bakılmaksızın sokaklara
taşmanın hiçbir değerinin olmadığı da anlaşılıyor.
Bu arada, mutlak şuuru sahiplenenin, bilinçli şekilde
yaptığı vehmi baskılar/yönlendirmeler de olmuyor değil.
Nedeni; ehlince belirli grupları yerine göre
disipline etme, zamanı-zemini bekleyerek ve alternatifli
bir yoldan uzun vadede gerçeği fark ettirme
girişimleridir diyebiliriz…
Çünkü insanoğlunun en küçük bir olayda bile ne hale
dönüştüğünü, hangi sularda yüzdüğünü gözleyebilmek
mümkün. Bütün bunlar bireyin doğasına kişiliğine yatkın,
basit olan şeyler, ama olumsuzluk tadındaki yanlı
davranışları bırakmak; ‘gerçeğin’ peşinde koşmak
daha uygun olanı.
Şayet, güçlü bir mücahede/bilinçlenme/arınma söz
konusu değilse, yani normal bir akıl vehmin
üstesinden gelemeyeceği için Vücud’a kahır libası ile
çıkması ve oturması kaçınılmaz bir sonuç oluyor. Bu
program, Hz. İsa haricinde hemen herkeste bu
duygunun var olacağına işaret.
Tasavvuf ehlinin, “Allah âlemleri vehim kanalı”
ile seyretmiştir şeklindeki kelamının; Allah’ta asla
vehim olmadığı, bir şeyi var KABUL etmek şeklinde
kullanmak anlamına geldiğini belirtelim.
Zannetmekle-kabul etmek arasındaki farkı ince bir
balansla yakalayabilen, vehim konusundaki
değerlendirmeyi yapabilmiş demektir.
Bu arada vehim bahsinde geçen ‘vehim gücü’ tabirini
ise; Evreni “var kabul etmek suretiyle”
seyredenin gücü/nuru şeklinde algılamak
gerekiyor.
Peki, vehim kalkabilir mi? Bu sorunun yanıtını
‘Vehim, aklı hükmü altına alır, Akl-ı kül ise vehmi
hükmü altına alır’ şeklinde cevaplayabiliriz. “Akl-ı
kül kimde açığa çıkarsa suda yürüyebilir, havada
uçabilir hale gelir” deniyor. Bu noktada
vehim duygusu tamamen devre dışı bırakılıyor.
Vehmin insanı terk edişini, bir bakıma kişinin aklının
akl-ı külle dönüşme yolunu Abdülkerim Ceyli
Hazretleri “Vehmin kemal bulup, tamam olması;
HAYAL âlemini içine almak için genişlik bulması”
şeklinde ifade ediyor.Dikkatizi çekerim; Vehmin kemal
bulması, zannetmenin, var kabul edişe dönüşümüdür.
Bu da âlemlerin hayal oluşu ile irtibatlandırılmış.
Âlemlerin hayal kapsamında düşünülmesi ise ne yazık ki
bireyin kabiliyeti ile ilintilidir. Kabiliyet müsaitse
bu his "gerçekleşiyor ve vehim yok olup" gidiyor.
Şayet söz konusu duygu yani kabiliyet ana rahminde 120
günde kozmik etkilerle temin edilmemişse, bu kez vehmi
terk etmek imkânsızlaşıyor. İnsanın fiilleri ve
hayatındaki boşluk, vehmi sayesinde dolarken, bu
duygunun olumsuzlaşıp bir hayat biçimine dönüşmesine
izin verilmemesi beklenir.. |