Yasağı delmek

     Yeni bir çağa doğru yol alma dönemindeyiz. Eşrefi mahlûkat” olarak kabul edilen insanın buna hakkı var. Toplum, mistik açıdan büyük bir değişime giriyor. Bütün bu olup bitenlere karşın, kimileri hâlâ birileri hakkında patavatsızca konuşabiliyor, acımasızca eleştiriler yapabiliyor. Anlamadan, dinlemeden karar verebiliyor, olmadık şeyler söyleyebiliyor.

     İftiralar, yalanlar küfürler gırla gidiyor.

     Bu tür zavallılar hep vardı; anlaşılan, yine de var olacaklar.

     Bir insan nasıl olur da bir başkasını hasım gibi kabul eder, şiddetle kınar, yaşamı hakkında en küçük bir bilgisi olmadığı halde, örneğin ‘sahtekâr’ damgasını vurmakta hiçbir sakınca görmez.

     Bahsini ettiğim bu ve benzeri hareketleri hayata dökmek, bireylerin kendi kimliğini kirletmekten başka hiçbir işe yaramıyor.

     Ne dersiniz, haksız mıyım?

     Böyle söyleniyorsa bir durup, “ne diyor” diye bir bakarsınız.

     Onun seviyesine inmemek için karşılık vermez, ‘fesuphanallah!’’ der, çeker gidersiniz.

     Kıyas kabul etmez bu hareketlerin, düşünce sistemlerinin tümüyle ön yargıyla oluştuğunu, seviyesizce yapılan hareketlerin asla sevgiyle bağdaşmadığını, hatta parçaladığını, bu tür kişilerin başkalarını bırakın, kendilerine dahi en küçük bir saygısı olmadığını söylememe bilmem gerek var mı?

     Yersiz davranışların savunulacak hiçbir yanı yok.

     Böyle acımasız eleştirilerde bulunan ‘toplumun’ ya da ‘bireylerin’ sonlarının ne olacağına dair önemli işaretleri, Kur’an içeriğinde ve Hadislerde fazlasıyla bulabilmek mümkün.

     O halde, hemen herkesin, fahiş hataya sebebiyet vermeden, bu çok önemli “mistik uyarıları” dikkate alması ve arzu edilen doğrultuda bir tavrı benimsemesi gerekiyor.

     Çünkü dindarlığın bir ölçüsü var.

     Bu ölçü saptırılmamalıdır.

     Neden bu hükümleri hayata geçirecek hamleler yapılmıyor, bilemiyorum.

     Bu hakkaniyetli bir davranış mı, siz karar verin?

     Hem inançlı olduğunuzu söylüyorsunuz, hem bu adımları atmıyorsunuz, düşünce veya eylemlerinizin yanlış olduğunu bilerek yasakları deliyorsunuz.

     Kim ne yaparsa yapsın, ilgisiz kalamıyor, aksine şiddetli eleştirilerde bulunurken, olmadık şeyleri de arasına katıyorsunuz.

     Özünüzden gelen güçlü bir desteğe rağmen, bildiklerinizi uygulama yoluna gidemiyorsunuz.

     Bu kararlılığı gösterememenin tek bir açıklaması var: Yaşamsızlık-bilgisizlik!

     Toplumun yapısındaki kaymalar, işte bu noktalara dayanıyor. Açık ve net uyarılar mevcut iken, “tek kusuru Allah’ın kendinde ortaya çıkmasını dilediği manaları zahire yansıtmak olanları, nasıl olup da  “akıl almaz” suçlamalar ile baş başa bırakabilir, sınırlayabilirsiniz.

     O Yaratıcı ki, dar kalıplar içinde hayatını sürdüren bir insanın yanında, alabildiğine genişliği yaşayabilen, “sonsuzluğa uzanabilenlere” de bir imkân vermiş.

     O zaman, bu umursamazlığın anlamı ne?

     Temennim, büyük bir değişim noktasına geldiğimiz bu günlerde, bazılarının göze batmak, “zirveye ulaşmak” için bu tip hareketlere tevessül etmemeleri.

     Daha çok güce ulaşmak için; insanlar yolunu daha fazla şaşırmamalı, her fikre ve kişiye olumsuz bakmamalı, kimseleri beğenmez hale gelmemeli.

     Aksine “tevhit ve vahdet” ilkelerini hatırlamalı.

     Evet, herkesin istenilen düzeyde olmaması mukadderdir. Bunu anlayabiliyoruz.

     Ama günümüzde bu tür yaklaşımlar, militarist sayılabilecek belirli bir sınıfı, maalesef kendini tanrının oğulları gibi kabul etmesi aşamasına getiriyor. Onların, kimilerini “bir şekilde bilerek ya da bilmeyerek suçlaması hiç de doğru değil.

     Aklı başında birçok insanın bu tip yaklaşımlardan rahatsızlık duyduğunu biliyoruz. Maksat, sonuçsuz kalacak bir itişmeye girmek değil, yasaklara uymak, sahiplenmektir.

     Böyle bir anlayış artık varlığını sürdürmemeli.

     Ayrıca, bu tarz yaklaşım, Kuran’a, Allah Resulü’nün ahlâkına uymuyor.

     Böylesine uygulamaların düştüğü basit düzeyi tarif edebilmek için kelimeler yeterli olmuyor.

     Öte yandan, insan kendini dizginleyebilir, zayıf yönlerini isabetle görebilirse bunun adı gerçek bir doğuş, dönüşüm, değişim olur.

     İşte “Din” önce söz konusu zırvalamaların önünü keser.

     Kur’an varoluşun anlamı bir yana, önce insan onurunun, haysiyetinin, aklının ve imanının çok önemli olduğu gerçeğini vurgular.

     Bu gerçeği yakalayabilenler ise, işin ince noktalarına ulaşır.

     Peşinen söylemek gerekirse, halife olarak seçilmişken bu “hazımsızlık” yaşanmamalı, düzgün insan imajını terk etmemeli, lekelememeli.

     Ben bunun doğru olduğuna inanmak istiyorum.

 
 
 

 

 
 
İstanbul - 02.06.2010
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com