Yaşam günleri

 

     Halkımız, sorunların devam ettiği durumlarda ne yapıldığını ya da ne yapmak gerektiğini ifade etme sade-dinden, yaşamın mutlak gerekli oldu-ğunu kabul eder.

     Zira zor durumda kalanın ne ya-pacağı, meraklı bakışlarla takip edilir. Bu bağlamda sonuç çok önemlidir. Yaşantı olduğu fark edilen kişi, yaşa-yanın kalbinde ayrı bir yer tutar.

     Artık o, toplum için bir idol olmuş-tur.

     Kimimiz pişe pişe, yaşaya yaşa-ya, bir işin ne gerekçeyle yapıldığını öğreniriz. Dolayısıyla, yaşayanın “muteber bir insan” olduğuna inanmışızdır.

     Yaygın olan inanış budur. Eskiden beri süregelen kanaat böyledir.

     Yaşayarak öğrenilenler, bilgi ile edinenlere nispetle, daha makbul sayılır. Lakırdı ile ömür tüketenler, “olaylar karşısında tutuk, hatta beceriksiz oldukları, biraz da tak-litle hareket ettikleri” için yıkılırlar. Ancak bu kadarı ile dahi sıradan in-sanlara nazaran farklı kişiler olarak anılırlar. Pek de boş sayılmazlar.

    Kuşkusuz, beşer düşe kalka, belirli bir seviyeye gelir. Karşılaştığı her hadiseden ders alır, bu konuda bilin-cini kullanır. Önceleri ne yapması gerektiğini düşünür, ancak “yaşa-mış ustalar” gibi hareketlerini kont-rol edemez, sisteme ayak uydura-maz. Eksiklikleri hemen belli olur.

     Bunun akabinde yeni bir aşamaya geçer.

     Artık, eski hatalarını yapmama-ya özen gösterir. Dolayısıyla, kendini karşılaştığı olaylar karşısında bü-tünüyle değerlendirmesi şarttır. Yaşamını ürkütücü bir yol olmaktan çıkarıp bütün ayrıntıları ile ele alması beklenir. Bu hususta kişi, etrafını izle-yip beğendiği kimseler gibi davranma formatını ortaya koyabilir.

     Kimlik sahibi kimselerin hayat tarzlarını izlemek bir bakıma yaşama adım atmak için gerçekten iyi bir se-çimdir. Ancak, “herkesin yaşamı-nın aynı olmadığını” düşündüğü-müzde kimi uygulamaların bire bir örtüşmesi beklenmez.
Yaşam, hak arayanlarda, benlik sevdasında bulunanlarda pek görül-mez. Zira hakkını talep eden,

 

 

beklentilerinin karşılığını görmek isteyen, kendini ispat konumunda bulmak isteyen kimsedir.

     Kimi zaman birey yaşıyor gibi gördüğü kimselerin peşine ta-kıldığında onlardan seviyeli davranışlar yerine; “beklenme-yecek şekilde hırçın bir benliğin abuk-sabuk hareketleri” ile karşı karşıya kalabilir. Bu, yanıldığı-nın resmen ispatıdır. Özetlemek gerekirse örnek alınan, gözlemle-nen mahal, çok uzun süre ve dik-katlice etüt edilmelidir.

     Zira onun davranışları, insanı ters konumda bırakabilir.

     Bir kişinin hayatını değerlen-dirirken, oto kontrol sayesinde, sisteme uygun davranışlar içinde olup olmadığını bilmek gerekir. Aksi takdirde subjektif yaklaşımlarda bulunur ki bu husus, yaşam boyu-tuna geçmesini önler.
     Birçok hadise bize yaşıyor gibi görüntü veren kimselerin, aksine çok ham bir durumda olduklarını, istenilen düzeye gelebilmeleri için ‘daha kırk fırın ekmek’ yemeleri gerektiğini gösterir.

     Yanlış insanlardan doğru sonuç-lar beklemek, bir anlamda arzu edilen yaşantıyı görmek, basit olaylarda doğru davrandığını tespit etmek, yaşadığını kabullenmek anlamına gelmez.

     Durum “düşünsel ve mantık-sal” açıdan bu kadar açık iken istenilen sonuçların verilmemesi halinde, bozulmak ve eleştiri konu-su yapmak insana mahsus bir hareket olamaz.

     Bu tür olumsuzluklar, varlığa değer vermeyen, yaşamla alakası olmayan düşüncelerin mahsulüdür.

     Hemen belirtmeliyim ki böyle bir bakış açısı büyük bir tepki toplar. Ve bu tepkiler kuşkusuz haklıdır.

     Kimseye hesap vermek zorun-da olmadığına inanmış, zaman tünelinde kalmış toplum fertleri, madde dünyasından sıyrılıp, me-kânsızlığa, zaman ötesine kısaca yaşama adım atamaz, çünkü bu nadide duyguyu kendilerinde bula-mazlar.

 

Please select a language

 
 

 

İstanbul - 07.12.2009
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com