Tasavvuf her
konuya bir pay ayırmıştır.
‘Nefsini
bilmek’, ‘Allah ismi ile işaret edileni algılamak’,
Allah’ın zatı hakkında fikir yürütmemek’
gibi
Yersiz-yurtsuz
olmak da bunlardan biridir.
Orijinal haliyle
bu kavramın içeriğinde, insanın önemli özelliklerinden
bahsediliyor diyebiliriz. Biz bu tanımlamayı bireyin, et
kemik yapıdan ibaret olmadığını ve mekânsız yaşama talip
olduğunu anlaması ve yaşaması bakımından mecazen
kullandık.
İzafi benlikle
yaşayan insanlarda yer-yurt kavramı ve bunun
topluma yansıması oldukça güçlüdür (bedene olan
düşkünlük). Bu düşünceyi paylaşanlar, yurtlarından
sürülmüş, yersiz kalmış insanların hallerinden pek
anlamadıkları gibi işin içinden asla çıkamazlar.
Genelde
dışarıda, sefil şekilde yaşayan yersiz/yurtsuzlar
varken, bir de ‘yurtsuzlaştırılanlar, yerlerinden
edinenler, istisnai olanlar’ vardır.
Burada başını
secdeye koyup bir daha kaldırmayanları, kayıtlarla
boğuşmayanları, istediği an rahatlıkla yurtlarından
çıkıp tekrar dönebilenleri, bu uğurda büyük meşakkatler
içine girebilmeyi seve seve göze alanları kastediyorum.
İnsanların
yurtsuzlaşmaları için mutlaka yurtlarından
sürülmelerine, yurtlarını terk etmelerine gerek yoktur.
İnsan yurdunda kalarak da yurtsuzlaşabilir denirse de
ekseriyetle bu felsefeye mantıklı yaklaşım yapmak doğru
olmaz. Nitekim, İbn-i Arabî’nin ‘İlim malûma
tabidir’ sözünden yola çıkarsak, bazı zorluklarla
karşılaşılacağını anlamışınızdır. Birtakım kimselerin
uzun uğraşlar verdiği halde bu yönde başarılı
olamamalarının nedeni, yetersiz yapıları ile alâkalıdır.
Ayrıca, yurtsuz
yaşamı benimsemeyenlere aşırı derecede yüklenmek, yaşama
biçimlerini eleştirmek, kendi yaşam isteklerinden farklı
bir hayatı dayatarak baskıya maruz bırakılma durumunda
ısrarcı olmak, konunun daha da karmaşık bir hale
getirilmesine sebep olur. Şayet işler bireyin cesaret
edemeyeceği noktaya ulaşırsa bu husus insanlık açısından
izah edilemez.
İnsanın beraber
yaşadığı kişilere bu denli saygısızca davranması hiç de
hoş karşılanacak bir durum değildir.
Onlar, fıtratları
gereği yurdunu tercih ederek, teklik kavramından beri
bir yaşamı benimsemiş, tanrıları ile paşa paşa yaşamak
isteyen kişilerdir.
Kimsenin bu
mantığa itiraz edecek hali de yoktur.
Eğer insanlar
yurtsuz yaşamayı tercih ediyorlarsa diledikleri yaşam
biçimini dayatmayla karşılaşmadan seçebilme imkânlarına
sahip olmalıdırlar. Ancak bu şekilde yersiz/yurtsuz
olmak bir anlam kazanır.
Ayrıca
bilinçsizce yurtsuz olmak için direnmek, ancak bu
direnişte özverili olmaktan uzak durmak, acılara
katlanmamak söz konusu dahi olamaz. Bundan kaçınanlar,
karşılaştıkları, tanık oldukları olumlu ya da olumsuz
durumları değerlendirme, tepkisiz kalabilme koşullarına
yaklaşamazlar.
Muhtemeldir ki
yurtsuz olmanın başlangıcında birey çok sert gerilimler
doğurmaya hazırdır. Zamanla bu yaşam oturur, gelişir.
Bizler her
şeyden önce, gözlemlediklerimizi, tanık olduklarımızı,
yaşadıklarımızı anlatmak, istediğim manada
yersiz/yurtsuz olarak gözlemlemek ve hayata bu
perspektiften bakmakla mükellefiz.
Çünkü yaşamın
gayesi budur.
Böylesine
yaklaşımların yurtsuzlaşmayı deşifre edeceği, birlik
bütünlük yolunu da kendiliğinden somutlaştıracağı
izlenimini vermektedir.
İnsanı yukarıda
tutan dalgaya neden olabilecek tek etmen de budur.
Hz. Ali’nin
yaşam tarzı
-dünyada bir
kere dahi aynada yüzüne bakmaması- anlatılanların en
kapsamlı bir analizi ve modeli olmaktadır. |