Yersiz-yurtsuz
Ahmet F. Yüksel
 

Tasavvuf her konuya bir pay ayırmıştır.

‘Nefsini bilmek’, ‘Allah ismi ile işaret edileni algılamak’, Allah’ın zatı hakkında fikir yürütmemek’ gibi

Yersiz-yurtsuz olmak da bunlardan biridir.

Orijinal haliyle bu kavramın içeriğinde, insanın önemli özelliklerinden bahsediliyor diyebiliriz. Biz bu tanımlamayı bireyin, et kemik yapıdan ibaret olmadığını ve mekânsız yaşama talip olduğunu anlaması ve yaşaması bakımından mecazen kullandık.

İzafi benlikle yaşayan insanlarda yer-yurt kavramı ve bunun topluma yansıması oldukça güçlüdür (bedene olan düşkünlük). Bu düşünceyi paylaşanlar, yurtlarından sürülmüş, yersiz kalmış insanların hallerinden pek anlamadıkları gibi işin içinden asla çıkamazlar.

Genelde dışarıda, sefil şekilde yaşayan yersiz/yurtsuzlar varken, bir de ‘yurtsuzlaştırılanlar, yerlerinden edinenler, istisnai olanlar’ vardır.

Burada başını secdeye koyup bir daha kaldırmayanları, kayıtlarla boğuşmayanları, istediği an rahatlıkla yurtlarından çıkıp tekrar dönebilenleri, bu uğurda büyük meşakkatler içine girebilmeyi seve seve göze alanları kastediyorum.

İnsanların yurtsuzlaşmaları için mutlaka yurtlarından sürülmelerine, yurtlarını terk etmelerine gerek yoktur. İnsan yurdunda kalarak da yurtsuzlaşabilir denirse de ekseriyetle bu felsefeye mantıklı yaklaşım yapmak doğru olmaz. Nitekim, İbn-i Arabî’nin ‘İlim malûma tabidir’ sözünden yola çıkarsak, bazı zorluklarla karşılaşılacağını anlamışınızdır. Birtakım kimselerin uzun uğraşlar verdiği halde bu yönde başarılı olamamalarının nedeni, yetersiz yapıları ile alâkalıdır.

Ayrıca, yurtsuz yaşamı benimsemeyenlere aşırı derecede yüklenmek, yaşama biçimlerini eleştirmek, kendi yaşam isteklerinden farklı bir hayatı dayatarak baskıya maruz bırakılma durumunda ısrarcı olmak, konunun daha da karmaşık bir hale getirilmesine sebep olur. Şayet işler bireyin cesaret edemeyeceği noktaya ulaşırsa bu husus insanlık açısından izah edilemez.

İnsanın beraber yaşadığı kişilere bu denli saygısızca davranması hiç de hoş karşılanacak bir durum değildir.

Onlar, fıtratları gereği yurdunu tercih ederek, teklik kavramından beri bir yaşamı benimsemiş, tanrıları ile paşa paşa yaşamak isteyen kişilerdir.

Kimsenin bu mantığa itiraz edecek hali de yoktur.

Eğer insanlar yurtsuz yaşamayı tercih ediyorlarsa diledikleri yaşam biçimini dayatmayla karşılaşmadan seçebilme imkânlarına sahip olmalıdırlar. Ancak bu şekilde yersiz/yurtsuz olmak bir anlam kazanır.

Ayrıca bilinçsizce yurtsuz olmak için direnmek, ancak bu direnişte özverili olmaktan uzak durmak, acılara katlanmamak söz konusu dahi olamaz. Bundan kaçınanlar, karşılaştıkları, tanık oldukları olumlu ya da olumsuz durumları değerlendirme, tepkisiz kalabilme koşullarına yaklaşamazlar.

Muhtemeldir ki yurtsuz olmanın başlangıcında birey çok sert gerilimler doğurmaya hazırdır. Zamanla bu yaşam oturur, gelişir.

Bizler her şeyden önce, gözlemlediklerimizi, tanık olduklarımızı, yaşadıklarımızı anlatmak, istediğim manada yersiz/yurtsuz olarak gözlemlemek ve hayata bu perspektiften bakmakla mükellefiz.

Çünkü yaşamın gayesi budur.

Böylesine yaklaşımların yurtsuzlaşmayı deşifre edeceği, birlik bütünlük yolunu da kendiliğinden somutlaştıracağı izlenimini vermektedir.

İnsanı yukarıda tutan dalgaya neden olabilecek tek etmen de budur.

Hz. Ali’nin yaşam tarzı -dünyada bir kere dahi aynada yüzüne bakmaması- anlatılanların en kapsamlı bir analizi ve modeli olmaktadır.

 

 

 
 
İstanbul - 14.05.2008
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com