Toplumda, kendisini her zaman için halkın üzerinde görmek isteyip, inatla “Ben” kavramı ile hayatını sürdürmek isteyenler çoğunlukta. Üstün görmek, fırsatları değerlen-dirmek, bir konuyu anlamadığı, hiç alakası olmadığı halde anlarmış gibi davranmak, bu havalara girmek, falsosu, cahilliği açığa çıktığında, enteresan bir tavır takınıp başka şeylerden bahsetmek, yani konjenk-tör değiştirip hiç üzerine alınmamak, farkında olarak yada olmayarak açık şekilde dedikodu yapmak veya kinayeli sözlerle muhatabını belli etmek ve bu sütunlara sığdırılama-yacak nice şeyleri gerçekleştirmek isteyenler var.
Bu hususlar bireyleri anlamsız gerginliklere sürükleyebilir.
Oysa İslâm, herhangi bir soruna -krize yol açmaksızın, ortamın ve referans noktalarının iyi tespit edil-mesini salık verir. Hükümlerin yerli yerince anlaşılması konusunda uya-rılarda bulunur.
Din’in bize sunduğu kaynaklara bakılırsa, dışsal yaşamdan ziyade, olayların üzerinde durulmayarak, içselleştirmeye dönük çalışmaların ve bu uğurda yapılacak mücahedelerin varlığından söz edilir.
Gücü yeten, kapasitesi olan, kısacası Allah’ın kendine seçtiği hemen herkes bu uyarılara kulak vermelidir.
Nitekim Allah Rasulünün (s.a.v);
"Kıyamet gününde şu beş şeyden hesap vermedikçe Âdemoğlunun ayakları Rabbinin huzurundan ayrılmaz”
Ömrünü nerede tüketti?
Gençliğini nasıl geçirdi?
Malını nasıl kazandı?
Malını nereye harcadı?
İlmi ile nasıl amel etti?"
Şeklindeki sözleri, anlatılanlara ayna olacak mahiyettedir.
İslâm bireylerde arınma işlevinin gerçekleşmesini arzular. Çünkü arınmayan bireyi Allah bulmaz, bulmasına imkân da yoktur. Sanılır ki, kişi Allah’ı bulacaktır. Bu düşünce tarzı tamamen hayal mahsulüdür. İçi boş ve koftur. Çünkü “fenafillâh” muhaldir. Beşerin Allah’ta fani olması söz konusu bile olamaz.
[Dolu olan kaba bir şey girmez. Bu mantıkla söylediklerimi düşünün]
Kimileri zannediyor ki sistem
daima lehlerine çalışır. En başta gelen istekleri; kendi gibi olmayan-ların ‘Din’ den elini ayağını çekme-leridir. Sadece kendilerini ve etra-fındakileri ‘Din’ içinde mütalaa etmek, böyle tanımak isteyebilir, bunun dışında kalanları azınlık olarak görebilirler. Sınıf bilincine kuluçkalık eden kesimler, yine de hak ettiği ilgiyi bekler durmaksızın, “Bütün Müslümanlar kardeştir” hükmüne rağmen.
Ne ki, Allah’a çok farklı teslim olma yanları da vardır. Bunu akıllarının ucuna bile getirmezler. Esasen bilemezler, bu sığlıkla bilmelerine imkân da yoktur.
Teşebbüslerinde, samimiyet-lerine inanmalarını isterler. Ancak “bunu kanıtlayabilecek bir du-rum yaratmayı beceremiyor-larsa,” bahsi geçen ortam sağlan-maz.
Herkese eşit mesafede bulun-mak “tabi olsa da pek müm-kün” görünmez. Ancak bu olum-suz tarzlar bariz şekilde ortaya konulmamalı ve bir seçenek haline getirilmemelidir.
Unutulmamalı ki varlığı TEK görmek şarttır. Vahdeti kabul etmek; Allah’ın esmasının her birimde eşit oranda var olduğuna iman etmekle başlar. O nedenle Kur’an;“Ne yana dönerseniz Allah’ın veçhini görürsünüz” demektedir. Bu koşulları algıla-yan/taşıyan, kurtuluşa ermiş, vahdet yaşamına adımını atmıştır.
Unutulmamalı ki hiç kimsenin, kimseden “İslâm’ın dışında kalmasını bekleme” hakkı yoktur.
Böylesi kişilerin rahatsızlıklarını, sorunlarını iyi tespit etmek ve üzerinde durmak mantıklı olur.
Yapa gelecekleri provokasyonlar karşısında, soğukkanlı olmak, kavgadan, kavgacı üsluptan uzak durmak ve doğrular üzerinde yapıcı bir tavır sergilemek yerindelik taşır.
Anlatılan bütün bu hususlar “Dinin- Tasavvuf’un” derin katmanlarına sinmiş, gizlenmiştir.
Ama her şeyden önemlisi, bu şartlarda kimilerine “Yeteneksiz-siniz”, demek, kimilerine de “Yetenek sizsiniz” diyebilmek imkânı doğar.
|