“Ümmetim
kıyamete
yakın
zamanda
yetmiş
üç
fırkaya
bölünecektir.
Ancak
bir
tanesi
kurtuluşa
erecektir.”
diyor
Allah
Rasulü.
Bu bir
hüküm.
Ve
yerine
gelecektir.
Burada
kurtuluşa
eren
topluluklar,
salih
insanlar,
mutta-kiler,
tevhit
ve
vahdet
görüşüne
sahip
olanlardır.
Bunu
kesin
bir
dille
söyleyebiliriz.
Dikkat
ederseniz
kurtuluşa
eren
fırka
içinde
bölünme
söz
konusu
değildir.
Olmadığı
içindir
ki bu
niteliğe
layık
görülmüşlerdir.
Şayet
olsaydı
diğerleri
gibi
kabul
edileceklerdi.
Önem arz
eden
durum,
kırılma
noktası
işte
burasıdır.
Onlara “kurtuluşa
erdiler”
müjdesi
verilmiştir.
Hele
vahdet
zümresi
için
“kurtuluş”
sözü
dahi bir
benzetmedir.
Bu
zümre,
kurtulmaktan
öte bir
yaşama
sahiptir.
Dinsel
sorunlar
yaşayan
toplum-larda,
en
önemli
hususun
özellikle
vahdet
anlayışı
ve buna
bağlı
tartışmalar
üzerinde
yoğunlaştığını
söyleyebiliriz.
Ne yazık
ki
Tevhit-Vahdet
görüşü
dini
anlamanın
asıl
yanını
teşkil
etmesine
karşın,
üzerinde
pek
durulmamış,
herşey
görüntüden
ibaret
değil
şeklindeki
yakalaşımlar
da,
yeterince
hissedilme
zahmetine
katlanılmamıştır.
Bunun
yanı
sıra
paradoksal
olan
payın,
yani
olumsuzlukla
nitelendi-rilen
zümrenin,
bazı
şeylerin
sonuç-larına
katlanması
gereken
taraf
olması
söz
konusudur.
Bu tarz
bir
yaşama,
çözümsüzlüğe
sahip
olma-nın
nedeni,
tasfiye
edilmektir.
Anlaşılacağı
üzere
payı 1
olan
taraf
ile
mukayese
dahi
edilemezler.
Bütün
bunlara
bağlı
olarak,
gündelik
hayatta
bir
insanı,
“bizden-bizden
olmayan”
şeklinde
değer-lendirmek
ve ona
bu gözle
bakmak
yanlış
bir
bakış
açısının
sonucudur.
Şayet
böyle
bir
anlayış
varsa
burada
bir
bulanıklık
baş
gösteriyordur.
Zira,
dostlarına
karşı
iyi
niyet
beslemeyip
alışılagelmişin
dışında,
farklı
muamele
eden,
iyi
niyet
temennilerinde
bulunmayışının
yanı
sıra,
kendi
özündeki
güçleri
kuvveden
fiile
çıkartmaktan
ve
varoluş
gaye-sinden
uzak,
anlamsız
bir
felsefeyi
hedef
kabul
etmiş,
araştırmanın
ötesine
dönüştürememiş
olanların,
bu tarz
anlayışlara
girmesi,
büyük
ölçülerde
kendilerini
kilit
altına
aldıklarını
gösterir. |
|
Ayrıca
rıza ve
teslimiyete
dayalı
bir
yaşam
olması
beklenirken
devamlı
muhalefet
etmek
neyi
getirir
ki?
Asıl
tevhit-vahdet
yaşamı
olması
gerekirken
“taraf
olmak”
ve bir “ayrışmaya
gitmek”
insana
hiçbir
şey
kazandırmaz.
Bu
ayrıştırmanın
her
zaman
dile
getirdiğimiz
şekilde;
şartlanmalar,
değer
yargıları,
zanlar
ve
cinsiyet
farkı
düzeyiyle
ortaya
çıktığını
görmekteyiz.
Anlatılanlar,
çoğunluğu
teşkil
eden ve
diyalog
imkânı
olmayan
bir
grubu
tarif
ediyor.
Dolayısıyla
onlara
“vahdet
içerikli
bir
yaşamın
sıcaklığından”
bahsetmek
pek
mümkün
görünmüyor
diyebiliriz.
Hadisten
örnekleyerek
dile
getiriyorum;
yukarıda
zikredilen
kurtuluşa
ermemiş
grupların
hali-yaşamı,
toplumsal
sorunları
bir-leştirici
değil,
ayrıştırıcı
bir
tutumun
varlığını
göstermesi,
hatta
kanıt-laması
bakımından
oldukça
mani-dardır.
Onları
kaale
almak,
kurtu-luşa
ereceklerin
yanında
yer
alabi-leceklerini
düşünmek
hayalden
öteye
geçmez.
Sonuçta,
iki
grupta
toplanan
bu
insanların
ilişkiye
girmelerinde
yaşanılan
problemin,
kimlerden
kaynaklandığını
göstermesi
bakı-mından
bunları
yazmak
zorunda
kaldım.
Zira,
her şeyi
sorun
haline
getirenler
ile
yaşayanları-seyre-denleri
bütünleştirmek
ve bir
çıkış
noktası
bulmak
kolay
olmuyor.
Şu halde
çözümü
şöyle
yapabiliriz:
Mekarim-i
ahlak,
“Allah’ın
ahlakı
ile
ahlaklanmak”
olduğuna
göre,
beşeri
manada
olanda
mutlaka
bir
değişikliği
getirmelidir.
Bu husus
kesinlikle
kabul
edilmeli
ve önce
prensipte
bu
konuda
bir
anlaşmaya
varılmalıdır.
Hiç
kuşkusuz
ki
bundan
sonra
sergilenecek
tavır
olayı
açıklığa
kavuşturur.
Aksi
takdirde,
arzu
edilen
şey
tecelli
etmez.
Ama bu
tarzın
kıyamete
değin
süreceği
-daha
doğrusu
değişmeyeceği-
söz
konusudur
ki,
hadiste
de işte
bu
noktaya
işaret
edilmektedir. |