Daha önceki yazılarımı anımsarsanız, ağırlıklı olarak
vahdet/teklik konuları üzerinde durmuş, bu perspektiften
bakarak yaşamın mutlak gerekli olduğunu, amaç teşkil
ettiğini belirtmiş, ikandan imana kayan yaşamı
titizlikle sorgulamış ve bu tür düşüşlerin olmaması
gerektiğine değinmiştim.
Uzun zamandır enteresan/acayip bir
şekilde, toplum “sistem” adı altında
bombalanırken, şimdilerde arka kapıdan
emin adımlarla yokluğa gitmenin işaretleri belirtilmeye
başlandı.
Şartlanma ve değer yargılarından ve buna bağlı
yorumlardan sıyrılmakla belirlenen
bu
safha, yapay kavramlarla uğraşmanın zaman kaybettirdiği
gerekçesiyle, ortamda
birden yokluk imgesi olarak gelişmeye ve ön plana
çıkmaya yüz tuttu.
Bundan sonra ister istemez hepimizin yapacağı şey, ‘var
oluş felsefesine dönmek ve bunu esas almaktır.’
demek oldu.
Bu arada aklıma geleni söyleyeyim; bunu lütfen bir
fantezi olarak kabul etmeyin. Şimdilerde bir telaş var,
tekliği yaşamak, kapıyı aralamak, içeri yolculuğa sızmak
arzusu. Nedense bana biraz
komik oluyor. İçimden kıs kıs gülmek geliyor.
Bu konuda en kötü imaja sahip olanlar, yaşamı sistemle,
sevap ve günahla haşır neşir olurken, ayrıca
ayrılıkçı hareket edip statü dışına çıkanlar ve bunu
maalesef, bir mesnede dayandırmadan yapanlardı.
Ama şöyle ya da böyle, sistemin bir gün amaç değil araç
olacağı, her an yeni bir şanda oluşun bu
düşünceyi oluşturacağı/getireceği belli idi.
Değerli okurlarım! Maddenin hiç
olmaması sadece mananın varlığının bulunması anlatılanın
delilidir. Nitekim şu Kudsi Hadis konuya paralel
bir yaklaşım yapmaktadır;
“Şunlar cehennemlik olmuş, hiç önem vermem.
Şunlar dahi cennetlik olmuş bunlara da önem vermem.”
Ve bütün bu hususlar dikkate alındığında beklenen
gerçekleşti. Düşünen, tefekkür eden insanlar aslına
dönmeyi hedefledi.
Ama uykulu, uyurgezer bir haldeyken bu noktayı aklına
bile getiremeyenler – Allahtan perdeli olanlar-, şimdi
aynaya uzun uzun bakmak, kendileri için bir seçim
yapmak, yok olabilmek için neyin niçin yapıldığını
irdelemek zorunda kalmalı.
Buraya kadar anlattıklarım, söylediklerim sizi hiç
şaşırtmasın, lütfen kinaye olarak da kabul edilmesin.
Bunları söylemek zorundayım. Gerçekleri konuşuyorum.
Yazdıklarım, bu ve benzeri topluluklara
nasıl baktığımı kusursuz bir şekilde özetlemektedir. Ne
demek istediğimi anlayan anlamıştır sanırım. Söz konusu
beşeri hal ile Allah’ın huzuruna nasıl çıkacaklar ve
yokluğu talep edecekler bilemiyorum..
Şimdi nasıl yok olunacağını merak ediyorum. Her
defasında üretilen sapkın fiiller yokluk aynasında
görünecek ve bireyin iç dünyasını yangına dönüştürüp onu
“keşkelere”, “karabulutlara”
sürükleyecektir.
Oysa yapılması gereken yegâne şey tam bir teslimiyetçi
anlayışla Tövbe-i Nasuh olmalı, kişi ‘yokluk
benim neyime’ deyip paşa paşa yerine oturmalıdır.
Bilinmeli ki yok olmak o kadar basit değil. Beşeriyetten
kurtulmanın bir bedeli vardır. Çok gariptir ki bu bedel
ödenmeden de oluşmuyor. Havadan cumburlop insana
gelmiyor.
Aksini düşünenlere itidal tavsiye ediyorum.
Özetlemek gerekirse; bir gün rüzgâr ters taraftan
esecekti. Esti de. Esmek zorundaydı. Bu gerçekleşti.
Artık limandan çıkmanın ve denize açılmanın, yani yok
olmanın vakti geldi.
Ve şimdi siz kendinizi ‘desteksiz’ yaşamaya
alıştırın.
Nihai ültimatomu duyduğunuzda kolları sıvayıp
yelkenleri açın. Nereye gideceğinizi bilmeyerek, sağa
sola yalpa yaparak yol alırken tavsiye ederim gemiyi
karaya oturtmayın.
Yok olun ltf. |