Varlık yaşamı içinde yokluk mümkün mü?
Ahmet F. Yüksel
 

Daha önceki yazılarımı anımsarsanız, ağırlıklı olarak vahdet/teklik konuları üzerinde durmuş, bu perspektiften bakarak yaşamın mutlak gerekli olduğunu, amaç teşkil ettiğini belirtmiş, ikandan imana kayan yaşamı titizlikle sorgulamış ve bu tür düşüşlerin olmaması gerektiğine değinmiştim.

Uzun zamandır enteresan/acayip bir şekilde, toplum “sistem” adı altında bombalanırken, şimdilerde arka kapıdan emin adımlarla yokluğa gitmenin işaretleri belirtilmeye başlandı.

Şartlanma ve değer yargılarından ve buna bağlı yorumlardan sıyrılmakla belirlenen bu safha, yapay kavramlarla uğraşmanın zaman kaybettirdiği gerekçesiyle, ortamda birden yokluk imgesi olarak gelişmeye ve ön plana çıkmaya yüz tuttu.

Bundan sonra ister istemez hepimizin yapacağı şey, ‘var oluş felsefesine dönmek ve bunu esas almaktır.’ demek oldu.

Bu arada aklıma geleni söyleyeyim; bunu lütfen bir fantezi olarak kabul etmeyin. Şimdilerde bir telaş var, tekliği yaşamak, kapıyı aralamak, içeri yolculuğa sızmak arzusu.                              Nedense bana biraz komik oluyor. İçimden kıs kıs gülmek geliyor.

Bu konuda en kötü imaja sahip olanlar, yaşamı sistemle, sevap ve günahla haşır neşir olurken, ayrıca ayrılıkçı hareket edip statü dışına çıkanlar ve bunu maalesef, bir mesnede dayandırmadan yapanlardı.

Ama şöyle ya da böyle, sistemin bir gün amaç değil araç olacağı, her an yeni bir şanda oluşun bu düşünceyi oluşturacağı/getireceği belli idi.

Değerli okurlarım! Maddenin hiç olmaması sadece mananın varlığının bulunması anlatılanın delilidir. Nitekim şu Kudsi Hadis konuya paralel bir yaklaşım yapmaktadır;

“Şunlar cehennemlik olmuş, hiç önem vermem. Şunlar dahi cennetlik olmuş bunlara da önem vermem.”                           Ve bütün bu hususlar dikkate alındığında beklenen gerçekleşti. Düşünen, tefekkür eden insanlar aslına dönmeyi hedefledi.

Ama uykulu, uyurgezer bir haldeyken bu noktayı aklına bile getiremeyenler – Allahtan perdeli olanlar-, şimdi aynaya uzun uzun bakmak, kendileri için bir seçim yapmak, yok olabilmek için neyin niçin yapıldığını irdelemek zorunda kalmalı.

Buraya kadar anlattıklarım, söylediklerim sizi hiç şaşırtmasın, lütfen kinaye olarak da kabul edilmesin. Bunları söylemek zorundayım. Gerçekleri konuşuyorum. Yazdıklarım, bu ve benzeri topluluklara nasıl baktığımı kusursuz bir şekilde özetlemektedir. Ne demek istediğimi anlayan anlamıştır sanırım. Söz konusu  beşeri hal ile Allah’ın huzuruna nasıl çıkacaklar ve yokluğu talep edecekler bilemiyorum..

Şimdi nasıl yok olunacağını merak ediyorum. Her defasında üretilen sapkın fiiller yokluk aynasında görünecek ve bireyin iç dünyasını yangına dönüştürüp onu “keşkelere”,karabulutlara” sürükleyecektir.

Oysa yapılması gereken yegâne şey tam bir teslimiyetçi anlayışla Tövbe-i Nasuh olmalı, kişi ‘yokluk benim neyime’ deyip paşa paşa yerine oturmalıdır.

Bilinmeli ki yok olmak o kadar basit değil. Beşeriyetten kurtulmanın bir bedeli vardır. Çok gariptir ki bu bedel ödenmeden de oluşmuyor. Havadan cumburlop insana gelmiyor.

Aksini düşünenlere itidal tavsiye ediyorum.

Özetlemek gerekirse; bir gün rüzgâr ters taraftan esecekti. Esti de. Esmek zorundaydı. Bu gerçekleşti. Artık limandan çıkmanın ve denize açılmanın, yani yok olmanın vakti geldi.

Ve şimdi siz kendinizi ‘desteksiz’ yaşamaya alıştırın.

Nihai ültimatomu duyduğunuzda kolları sıvayıp yelkenleri açın. Nereye gideceğinizi bilmeyerek,  sağa sola yalpa yaparak yol alırken tavsiye ederim gemiyi karaya oturtmayın.

Yok olun ltf.

 

 
 
İstanbul - 09.11.2007
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com