Yokluk - Varlık
Ahmet F. Yüksel
 

Fertlerin, asgari müşterekleri ortak noktada buluşturamadığı için, bizden olan veya olmayan duyarlılığı ile ayrıştırmaya girmesi, var oluş gayesine uyması ya da uymaması, yokluğun aksine bir isim almasına neden olur.

Bugün ortaya konan tartışmalar veya birliktelikler, bunalımlar, dalgalanmalar, umut kırıcı olaylar, karşı karşıya kaldığımız sorunlar, alalamalar, kandırmacalar, mutluluklar, toplumsal-bireysel iradeler, insanca yaşama, istihdam, iş olanaklarının yaratılması, gelirler, giderler veya tek varlık seyri, tümel likler, tek oluşlar hep varlık simgesi altında değerlendirilmektedir.

Yokluk ise;

Mutlak yaratıcı ile kulun ortaklaşa kullanmak istediği bir kavramdır.  

Ancak bir bireyin imandan yoksun olması dolayısıyla başına geleceklerin korkusu, bir anlamda çöküş ve depresyondan, bunalımdan kurtulmanın çaresi olarak da belirginleşir, istenir. İnsan bu tür anlarda yok olmayı şiddetle arzular. Yaşamın zorlu şartlarından kaçmanın kesin formülünü bu şekilde görebilir. Ne var ki, sonuçları asla tahmin edemeyeceği şekilde gelişir, yok olamaz; aksine aklına getiremediği şiddet de azaba duçar olur.                    Hz. Ebubekir’in bu manada nefis bir sözü kulaklarımıza küpedir. ‘Allah’ın zatını/hiçliğini idrak edemeyeceğimi idrak ettim’ derken tam bir yol göstericiliğe soyunmuştur. İçeriği, idrakin olmadığı boyutta, yokluktan bahsetmenin mümkün olamayacağıdır.

Hiç olmak, yok olabilmek, hiçte gizlenmek anlamına gelmez. Orada gizli olan bile hiç hükmünde kalır. Bu düşünce hiçliği yenebilmekle alâkalı değildir. Şayet böyle bir işe soyunan varsa varlığın en yoğun katmanında yerini alır.

İnsan yokluğa ihtiyaç duymaz. Konuya teorik ve pratik açıdan yaklaşamaz. Mutlak yokluk; tepeden inme biçiminde ismini/cismini/soyunu/sopunu/itikatlarını/inançlarını, değer yargılarını, her iki anlamdaki nefsini, velhasıl kendini var gibi kabul ettiren her şeyini, hatta ilahi vasıflarını dahi ortadan kaldırır, siler süpürür.

Şahadet, inanç, kulluk, nefs, haram, helal, sıfatlar, isimler...

Yok, ta olamaz, saltanatını sürdüremez. Yoklukta, başka bir boyut ve farklı bir çizgi arayanlar aldanır.

Çünkü dışa açılma, dünya nimetlerinden faydalanma, şık ve kaliteli kıyafetlere sahip olma veya Hakkani vasıflarla tahakkuk etme gibi eylemleri kabullenemez.

İşte “Yokluk” böyle bir kavramdır.

Abdülkerim Ceyli Hazretleri, ‘İnsan-ı Kâmil’ isimli eserinin İbadetler bölümünde Hac konusunda; İhramlı bir insanın davranışları ile ilgili olarak Sürme çekmeyi bırakmanın anlamını Ahadiyyet hüviyetinde açılıp gitmek için keşif talebini bırakmak şeklinde açıklamıştır.

Günümüz düşünürlerinden Dr.F. ManerÖlüm, var olmanın bitmesi şeklinde değil; ama yok olma (anihilasyon) olarak algılandığında korkunçtur, hiçlik dayanılmazdır.” derken, herhalde hiç ile varlığı karıştırmış, sapla samanı ayırt edemez hale gelmiştir.

Çünkü “hiç” “korkunç” kelimesi ile özdeşleşmeyecek kadar karanlık kalan, ancak Allah ismiyle işaret edilen bir manadır. Mana denmesi, izah sadedindendir. Bu anlamın sadece Allah ismi ile kullanılması ise dikkât çekicidir.

Ayrıca ben, klasik İslâm’ın ‘Mutezile’sinin ve Deizmin de bireyi bu noktaya taşıyacağından emin değilim. Zira, söz konusu bakış açısı tanrıya dayanan bir tanımlamayı getirmektedir. Kaldı ki bu tür değerlendirmelerle kişi tevhide ve vahdet yaşamına dahi uzanamaz.

Allah ismi, dış yüzü itibariyle belki fanteziler bittiğinde korkuların başlaması şeklinde mütalaa edilebilir. Korku, üst düzeyde haşyet anlamında dahi ele alınabilirse de, yine de ‘yokluk-hiçlik’ le ilintili ipuçlarını vermekten uzak kalır.

Kuşkusuz, bizleri bu boyutsuzluğa esir eden mantık değildir.

Felsefe ile yola çıktığımızda varacağımız nokta, en fazla Tek olabilir. O da teorik olarak. Zira, Hiçlik Tek’ i bünyesine, sınırlarına sokmaz, kabul edemez.

Bu aşamayı yapabilen, Hiçlik-Mutlak Yokluk/Varlık arasındaki bağlantıyı kurabilir.

Şimdi sorulacak olan soru şudur: Bireyin hiçlik ve varlık algılamaları ve onları bir arada yaşamaya iten mekanizmalar sadece bir kültürün değil, aynı zamanda biyolojinin de bir katkısı ile mi oluşmaktadır? Bir diğer ifade ile bu toplumda bireyi hiçliğe götürmede ona engel olabilecek ‘genler’ var mıdır? Böyle genler toplumda hiçliğe ulaşmada bir üstünlük sağlamakta mıdır?

Sorunun yanıtını ‘evet’ diye cevaplamak, olayı genlere bağlamak mümkün.

Zira, Hz Rasulûllah’ın ve soyunun hiçlik boyutuna katılım payının yüzde yüz olduğu düşünülürse, söylenecek başka bir şey olamaz.

Özetle, zirveden yani hiçlikten aşağı bakış açısı ile varlığı, HİÇ’ in hükmüdür şeklinde düşünmek ve buna göre algılamak gerekir.

Asıl olan budur.

Stringler boyutundan başka varlık olarak tanımlanabilecek bir âlem yoktur. Var oluş denilen seyir esasen, bu boyut ta Allah’ın ilmindekini ilminde seyri olmaktadır.

Bilindiği üzere varlık bir an var, bir an yok olmaktadır. Kesrette değil, ilminde bunun gözlemlenmesi, değerlendirilişi (state) ancak yaşayanın yapageleceği bir iştir.

 

 

 
 
İstanbul - 24.05.2008
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com