Yol Ayrımı
Ahmet F. Yüksel
 

Son zamanlarda yaşanan gelişmeler,1999 depreminden  beri devamlılık gösteren sistem ve bununla ilgili değişim rüzgârlarının biraz olsun dindiğini, 80’ li seneleri  hatırlatan bir “u” dönüşü yaptığını, bunun az da olsa yaşandığını gösteriyor.

Ama en ilgi çeken nokta, bunun yeni bir strateji olarak gündeme getirilmek istenmesidir. Herhalde, hayatımızın değişen ve yoğunlaşan şekilleri buna izin veriyor, diye düşünmekteyim.

Şimdi bu yeni gelişmelere biraz da afallamış gibi bakıyoruz. Ama somut olan bir gerçeğin farkına varmamız gerekiyor.

Bizler bir yol kavşağında olduğumuzu artık kabullenmeliyiz. Anlayacağınız gibi; ya bu sistemi mutlak varlıktan ayırmayıp gereklerini yerine getirerek, kendini bilen, varlığı seyreden, acılara, sıkıntılara göğüs gerebilip şikâyetçi olmayan bir insan gibi yaşayacağız, ya da annelerimizden, atalarımızdan kalan bilgilerle oradan oraya sürüklenerek, şartlanma ve değer yargılarımızla hayatımızı sürdürme sevdası ile içimiz yanıyor, içimiz burkuluyor diyerek vicdan azabı ve duygusallık karışımı ile gözümüzün önünde duran ‘merteği’ görmeden, karşımızdakilerin gözünde ‘çöp’ arayacağız.

Ve hep üzüleceğiz.

Her olayda boynu bükük insanlar gibi kalmaya, onu bunu suçlamaya devam edeceğiz. Sonuçta gerçeğin izdüşümünü asla yakalayamayan, amacın sadece cennete gitmek olduğunu düşünen bir ehil gibi olmaya, onun gibi davranmaya mahkûm olacağız.

Şimdi bu aşamada sorulacak soru şudur:

Özünüzü bulmak mı, yoksa dışarda kalmak mı istiyor sunuz?

Yanıtını benim değil, bu işe gönül verenlerin, talip olanların vermesi gerekir…

Dostlarım!

Tasavvufun ne anlatmak istediğini bilmeyen kaldı mı? Nereden, nasıl, hangi yöntemlerle, hangi kapıdan geçerek bugünlere gelindiğini, bu seviyeye ulaşıldığını…

Peki, bunların hâsılası olan bir yaşamı görmek istiyor muyuz, istemiyor muyuz? İşte, bu aşamada kendimize yönlendirmemiz gereken ikinci soru budur!

Ya hakikât ehli olmak, ya da tam bir şeriat ehli olmak…

Arada çok fark var!

Örneğin, avam topluluk, en küçük bir hata karşısında insansever havalarla buna şiddetle karşı çıkıyor, dedikodu dillerden eksik olmuyor ve yanlış yapanın cezalandırılması hususunda direniyor. Ama susan, seyretmekten başka bir tepkisi olmayan hakikat ehli ise her türlü zorluğa boyun eğiyor.

Bu bağlamda düşünüyorum da belaların en büyüğü, önce nebi/resullere, sonra velilere ve nihayet salih insanlara geliyor…

Çok anlamlı bir deyiş vardır: “ İnsanlar layık oldukları yönetime kavuşurlar.” der.

Buna istinaden söylenecek şey şudur: Şayet toplum şeriat düzeyinde yönetilmek, bu anlayışla hayatını devam ettirmek istiyorsa söylenecek hiçbir şey yok.

Ama bu kadar netleşen olaylar, var oluş sırları, ortadaki yığınla bilgi, birbirinden çarpıcı, bilimsel yönlü enfes açıklamalar ve nihayet evliyaullahın yaşam kesitleri varken bu kısa yolu seçmek, dar alanda kabuk üzerinde dolaşmak, birazcık kolay olandan yana tavır almak gibi görünmüyor mu ne dersiniz?.

Ben, önemli olan “gerçeği yaşamak ve devamlılığını sağlayıp ters esen bir rüzgârda gerisin geriye dönüp istikameti şaşırmamaktır” diyorum.

Sevgi ile kalın. Allah’a emanet olun.

 

 
 
İstanbul - 31.05.2007
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com