Son
zamanlarda yaşanan gelişmeler,1999 depreminden
beri devamlılık gösteren sistem ve bununla ilgili
değişim rüzgârlarının biraz olsun dindiğini, 80’
li seneleri hatırlatan bir “u” dönüşü
yaptığını, bunun az da olsa yaşandığını gösteriyor.
Ama
en ilgi çeken nokta, bunun yeni bir strateji olarak
gündeme getirilmek istenmesidir. Herhalde, hayatımızın
değişen ve yoğunlaşan şekilleri buna izin veriyor, diye
düşünmekteyim.
Şimdi
bu yeni gelişmelere biraz da afallamış gibi bakıyoruz.
Ama somut olan bir gerçeğin farkına varmamız gerekiyor.
Bizler bir yol kavşağında olduğumuzu artık
kabullenmeliyiz.
Anlayacağınız gibi; ya bu
sistemi mutlak varlıktan ayırmayıp gereklerini yerine
getirerek, kendini bilen, varlığı seyreden, acılara,
sıkıntılara göğüs gerebilip şikâyetçi olmayan bir insan
gibi yaşayacağız, ya da annelerimizden, atalarımızdan
kalan bilgilerle oradan oraya sürüklenerek, şartlanma ve
değer yargılarımızla hayatımızı sürdürme sevdası ile
içimiz yanıyor, içimiz burkuluyor diyerek vicdan azabı
ve duygusallık karışımı ile gözümüzün önünde duran
‘merteği’ görmeden, karşımızdakilerin gözünde
‘çöp’ arayacağız.
Ve
hep üzüleceğiz.
Her
olayda boynu bükük insanlar gibi kalmaya, onu bunu
suçlamaya devam edeceğiz. Sonuçta gerçeğin
izdüşümünü asla yakalayamayan, amacın sadece cennete
gitmek olduğunu düşünen bir ehil gibi olmaya,
onun gibi davranmaya mahkûm olacağız.
Şimdi
bu aşamada sorulacak soru şudur:
Özünüzü bulmak mı, yoksa dışarda kalmak mı istiyor
sunuz?
Yanıtını benim değil, bu işe gönül verenlerin, talip
olanların vermesi gerekir…
Dostlarım!
Tasavvufun ne anlatmak istediğini bilmeyen kaldı mı?
Nereden, nasıl, hangi yöntemlerle, hangi kapıdan geçerek
bugünlere gelindiğini, bu seviyeye ulaşıldığını…
Peki,
bunların hâsılası olan bir yaşamı görmek istiyor muyuz,
istemiyor muyuz? İşte, bu aşamada kendimize
yönlendirmemiz gereken ikinci soru budur!
Ya
hakikât ehli olmak, ya da tam bir şeriat ehli olmak…
Arada
çok fark var!
Örneğin, avam topluluk, en küçük bir hata karşısında
insansever havalarla buna şiddetle karşı çıkıyor,
dedikodu dillerden eksik olmuyor ve yanlış yapanın
cezalandırılması hususunda direniyor. Ama susan,
seyretmekten başka bir tepkisi olmayan hakikat ehli ise
her türlü zorluğa boyun eğiyor.
Bu
bağlamda düşünüyorum da belaların en büyüğü, önce
nebi/resullere, sonra velilere ve nihayet
salih insanlara geliyor…
Çok
anlamlı bir deyiş vardır:
“ İnsanlar layık oldukları yönetime kavuşurlar.” der.
Buna istinaden söylenecek şey şudur: Şayet toplum
şeriat düzeyinde yönetilmek, bu anlayışla hayatını devam
ettirmek istiyorsa söylenecek hiçbir şey yok.
Ama bu kadar netleşen olaylar, var oluş sırları,
ortadaki yığınla bilgi, birbirinden çarpıcı, bilimsel
yönlü enfes açıklamalar ve nihayet evliyaullahın yaşam
kesitleri varken bu kısa yolu seçmek, dar alanda kabuk
üzerinde dolaşmak, birazcık kolay olandan yana tavır
almak gibi görünmüyor mu ne dersiniz?.
Ben, önemli olan “gerçeği yaşamak ve devamlılığını
sağlayıp ters esen bir rüzgârda gerisin geriye dönüp
istikameti şaşırmamaktır” diyorum.
Sevgi ile kalın. Allah’a emanet olun. |