Daha
önceki birçok yazımda ve konuşmalarımda özellikle
tasavvuf ilmi üzerinde durmuş, hakikâte uzanan bu
yolu, ince çizgilerle tanımlayan bir kavram olarak
nitelendirmiştim. Kanaatim hiç değişmedi. Bu kez de
dengi-misli olmayan bu ilmin zarafetini sizlere
anlatmaya çalışacağım.
Ama
önce, zarafet kavramından başlamak istiyorum.
“Zarafet” lügat itibariyle “zariflik, incelik,
naziklik, davranış ve giyim kuşam inceliği” anlamına
gelir.
Bizler ne yazık ki, bu kavramı yanlış alanlarda
kullanıyoruz. Sadece sıradan insanlar değil, birçok
yazar, bilim adamı, akademisyen de yanlış kullanıyor ve
bu niteliği her olayda yerli yersiz ön plana çıkartıp
hemen herkese mâl edebiliyor. Siz de takdir edersiniz
ki, işin aslı hiç te öyle değil.
Şimdi tasavvuf ile zarafet kavramlarının nasıl
özdeşleştiğine bakalım.
Bu
ikisini birbirine yakıştıran şey şu:
Tasavvuf genel olarak, ayrımcılığı eleştirir. İnsan
yaşamının düzenini, gündelik hayatı nasıl etkilediğini,
oluşturduğunu, biçimlendirdiğini anlatır. Şiddete asla
başvurmaz. En sıradan olanı da, en yeteneksiz olanı da
bünyesine alır. O zaman, bütün insanların içindeki
başarma çabası canlanır. Daha iyiye gitme, mükemmele
ulaşma, kusursuzluğa varma hevesi artar. Yeni sözler
söylemeyi, alışılagelmiş konuların dışında yeni çözüm
yolları üretmeyi, eski ile yeni arasında yapılan
yorumlama biçimlerini şaşılacak derecede hızlı bir
şekilde uyarlamayı başarır.
Bu
tanımın doğasında, zıt kutupların teorik ve pratik
olarak dengelenmesi fikri vardır. Birey, tasavvuf ilmi
ile harfi harfine benimsediklerini içselleştirme
çabasına girer. Hayatı hakkında karar verme yetkisini
elde ederek, bir anlamda kâinat hakkında belirleyici
olur.
Doğrusu, insanlık âlemini sınayan en keskin kıstaslardan
bir diğeri de baskıcı olmaktır. Mistisizm, esasen
bu hassas noktaya “dinde baskı yoktur”
hükmüyle yaklaşmıştır, Ayrıca, ‘din’, kişiliği
ezmeyi, insanı alçaltan korku ve tedirginlik hislerinin
doğmasına yol açmayı reddetmiş, özü mahiyetindeki
tasavvuf bilimi ise çıtayı daha da yukarı çekerek
insan olmadaki inceliğin ana hatlarını detaylarıyla
ortaya dökmüştür.
Ben
bu hususta, yan yana gelemeyeceği düşünülen
“zarafet”le “baskı” kavramlarını farklı bir şekilde ele
alan ünlü yazar Hemingway’ın “baskı
altında zarafet” sözüne az da olsa katılıyorum.
Zira, bir insan her türlü baskıya rağmen farklı
duruşlarla hayata yaklaşıyorsa, bu onun zarif-tasavvuf
bilimine yatkın oluşundan, sırtını mana âlemine, bu ilme
dayamasından kaynaklanır. Ayrıca, bir bireyin minik
baskılar hissetmemesi halinde, mukavim olamamasından
ötürü, en ufak bir olayda dahi zorda kalması, işten bile
değildir.
İşte
tasavvufun ve zarifliğin birleştiği noktalar burasıdır.
Değerli dostlarım!
Gündelik yaşamımızda bu sözcük te yavaş yavaş tarihe
karışıyor diyebiliriz. Zarafeti yansıtan bir olayı ya da
objeyi nadiren de olsa göremez olduk.
Artık, magazin kültürünün dünyaya tanıttığı ve adeta
dayattığı değerler var. Bunların başında küstahlık
geliyor.
Şimdi, insanlar ne kadar küstahlaşırlarsa o kadar
kıymetli olabiliyorlar. Terbiye kurallarına uymayan,
yıldızlaşıyor, parlıyor. İnsanların değerleri ve
doğruların geçerliliğini yitirdiği bir dönemde,
zarafetten sıkça bahsetmek mümkün olmasa gerek.
Değerler, böylesine farklı bir konuma gelmemiş olsa,
ortamlar böylesine mantıksız, fütursuz kullanılabilir mi
diye düşünüyorum.
Ne
dersiniz?
Bu
soruya verilecek yanıt, kuşkusuz nasıl bir dünya
istediğinize, nasıl bir dünyaya tahammül
edebileceğinize; doğanızın/ terkibiyetinizin ne
kadarının insanlığın inşa ettiği şeylerden pay
alabileceğine bağlı.
Güç kullanmayı meşrulaştırma yöntemiyle bir yere
varamayacağımıza göre, hayatın her alanında faaliyet
gösteren inanç sahibi insanların, bir hobi düzeyinde
bile olsa tasavvuf ilmine sıcaklık duyması, belirli bir
terbiye alarak hayata yaklaşım yapmaları gerçekten
yerinde olur.
Çünkü, bilincin akıcılığı ve zarafeti bu boyutta
yaşanıyor.
Ben,
bunu tatmalarını istiyorum.
Sevgi ile kalın. Allah’a emanet olun. |