Bu konuya,
Enerji Alanları Ve Biz 1 başlıklı makalemizde kısmen
değinmiştik. Şimdi de olayın başka yanlarını görmeye
çalışalım. Bildiğimiz üzere, duran bir yüklü parçacık
(diyelim ki bir elektron), etrafında statik, değişmeyen,
durgun bir elektriksel alan oluşturur. Eğer bu parçacık,
sabit bir hızla hareket ediyorsa, sahip olduğu
elektriksel alanının yanında, (mesela bir telde hareket
ediyorsa) hareket doğrultusunun etrafını telden
uzaklaşacak şekilde kat kat saran ve tüm uzaya
(uzaklaştıkça şiddeti azalarak) yayılan statik manyetik
alanlarını, bu yükün o ortamdaki periyodik hareketi ise
tüm uzaya yayımlanan hareketli elektromanyetik
dalgalarını (alanlarını) meydana getirir. Durgun yükler
arasında statik elektriksel (E) alan etkileşimleri
varken, sabit hızla hareket eden yükler arasında hem
statik elektriksel (E) hem de statik manyetiksel (M)
alan etkileşimleri bulunmaktadır. Bu nedenle, hareketli
yüklerin statik (M) alan bileşimi durgun yükü etkilemez
bunun yerine sadece (E) alan bileşeni etkide bulunur.
Eğer, aynı yönde ve aynı sabit hızda hareket eden yüklü
tanecikler üzerinde bulunan iki kişi, birbirlerine
bakacak olsalar, yerde duran bir başka kişiye göre var
olan manyetik alan bileşenlerini görmeyip sadece
birbirlerinin elektriksel alan bileşenini görürlerdi. Bu
hareketli kişilerin, statik (M) alanlarını görebilmeleri
için, birbirlerine zıt yönde ya da aynı yönde fakat
farklı hızlarda hareket etmeleri gerekir. Şimdi bu
durumu vakum ortamında düşünürsek, boşluktaki bir
elektron duruyorsa, statik bir elektriksel alanın, sabit
hızla hareket ediyorsa statik elektrik ve manyetik
alanın, ivmeli (zamanla değişen) periyodik hareketli
ise, o zaman da bir elektromanyetik (E-M) alanının küçük
hacminde sığışmış bir enerji yumağı olmaktadırlar. (www.lisefizik.com/ealan.htm
,
www.lisefizik.com/magetki.htm)
Bunu biraz daha
detaylandırırsak, zamanla değişen elektriksel alan
akısı, bu alana dik düzlemde bu alanı çevreleyen (M)
alanlarını, zamanla değişen (M) alan akısı da yine bu
alana dik ve bu alanı çevreleyecek şekilde (E)
alanlarını meydana getirir. İlk zamanlarda, bu iki
alanın birbirinden tamamen ayrı şeyler olduğu
düşünülüyordu. J. Maxwell ise, bu iki alanın ayrı ayrı
şeyler olmayıp birleşik halde uzayda yayınlandıklarını
teorik olarak keşfetmiştir (bunu Hertz, deneysel olarak
göstermiştir). Max Planc da yaptığı deneyler sonucunda
elektromanyetik alanlarının sürekli olmayıp
elektromanyetik dalga enerjisi paketi yada yumağı
halinde olduğunu göstermiştir. Einstein ise, bu kesikli
(E-M) enerji yumaklarının foton denilen parçacığın diğer
bir yönü olduğunu belirterek “foto elektrik” adı
altındaki çalışmasıyla bunu ispatlamıştır. Böylece
ışıktaki dalga / parçacık ilişkisini de çok iyi
açıklamıştır.
(E-M) alanını farklı bir
açıdan incelersek; sabit duran yüklü bir tanecik, çok
uzak mesafelere, sonsuza doğru uzanan bir elektriksel
alana sahiptir. Bu alanın şiddeti de yükten uzaklaştıkça
(uzaklığın karesiyle ters orantılı olarak) azalmakta ama
sonsuz uzaklıkta sıfır olmaktadır. Eğer bu yükü (ki artı
veya eksi olsun fark etmez) aşağı yukarı doğru hareket
ettirirsek bu, alanda dalgalanmalar meydana getirecek ve
uzayın her bir noktasında zamanla değişen bir (E) alan,
her değişen (E) alanın da yine o noktada o alana dik bir
(M) alanı meydana getireceğinden bu (M) alan, (E) alanla
birlikte her bir noktada zamanla şiddeti azalıp artan
bir şekilde değişerek uzayda yayılan (E-M) alanlarını
oluştururlar. Statik (E) ve (M) alanları, şiddeti
azalarak tüm uzayda yer alırken, (E-M) alanları
(dalgaları) statik alanlarda olduğu gibi azalmaksızın
tüm uzaya üç boyutlu olarak yayılır. Bu (E) ve (M)
alanları birbirleri cinsinden ifade edilebilir ya da
birbirlerine dönüşebilirler. Böylece birbirlerine dik
olan elektrik ve manyetik alanları, yayılma doğrultusuna
da diktirler. Üç boyutlu kartezyen koordinatını göz
önüne alırsak, diyelim ki x- yönü elektriksel alan
yönünü, y- manyetik alan yönünü, z- ise, orijinden
birleşik bu E-M dalgasının yayılma doğrultusu
olmaktadır. Bu durumu, uzayda dümdüz bulunan bir statik
manyetik alanının dalgalanmasıyla da elde edebiliriz.
Burada çok önemli bir husus da, tıpkı ses dalgalarında
olduğu gibi (E-M) alanları da yer değiştirmemekte bunun
yerine, olduğu yerde, olduğu noktada birbirlerine dik
duran bu birleşik (M) ve (E) alanları, zamanla aynı anda
azalıp artmaktadırlar. Bu alanlar, sıfırdan başlayıp
maksimum bir seviyeye geldikten sonra tekrar
zayıflayarak sıfıra iner ve bu sıfır noktaları arası
alanlar yayılma doğrultusunda yine aynı şekilde
birbirlerini takip edecek şekilde devam ederler. Bu
durumda sanki alanlar, tıpkı su dalgalarındaki gibi yer
değiştiriyormuş izlenimini doğurmaktadır. Bildiğimiz
üzere su dalgalandığı zaman suyun molekülleri (ki
aslında fotonları böyle düşünmemek gerekir) yer
değiştirmeyip dikey doğrultuda batma çıkma hareketi
yaparak (oldukları yerde titreşerek) bu etkiyi bir
yandaki moleküle taşır (iletir) ya da aynı davranışı
yapmasını sağlarlar. Böylece domino taşı örneğindeki
gibi birbirlerini etkileyerek hareket eden dalgaları
meydana getirirler. Alan tanecik ilişkisi dolayısıyla
fotonların, bu olduğu yerde titreşen (E-M) dalgalarının
sıfırlandığı iki nokta arası enerji paketi olduğunu
düşünürsek,
foton hareketinin bu frekanstan oluşmuş dalga paketinin
hareketi olduğunu göz önünde canlandırabiliriz.
(http://www.lisefizik.com/lise3/em.htm)
İlk zamanlarda
(E-M) dalgalarının, Eter adı verilen ve tüm uzayı
dolduran (ki bu nedenle evrenin boş olmadığı
düşünülüyordu) sabit, homojen, mükemmel derecede esnek
(elastiki) bir madde ile kaplı bir ortam aracılığıyla
yayıldığı öngörülüyordu. Ancak, ünlü Michaelson – Morley
deneyi bize, Eter denilen böyle bir ortamın mevcut
olmadığını kesinlikle ortaya koymuştur. Böylece (E-M)
dalgaları ya da fotonlar ışık hızıyla boş uzayda,
kaynağının hızından tamamıyla bağımsız bir şekilde
hareket etmekteydiler. Burada önemli bir soru ortaya
çıkmaktadır. Biz dalgaları, dolayısıyla fotonları, diğer
tür parçacıkları, boşlukta var olan Tek Alan açısından
açıklamaya çalışmıştık. Oysa, Eter diye bir şeyin var
olmadığı kesin. O halde, mistiklerin dile getirdiği, her
şeyin kaynağı olan bu boşluktaki Eter benzeri bir
yapının, alanın, alanların mevcut olmadığı anlamına
gelmez mi?. Hayır gelmez. Çünkü C. Maxwell’in söylediği
tamamen yanlış değildi, ama o Eteri, klasik boyutlar
içerisinde mevcut ve bunun mekanik yasalarla
açıklanabilecek bir yapı olarak öngörmüştür. Oysa bizim
alan ya da alanlar vasıtasıyla açıklamaya çalıştığımız
şey, maddenin ve klasik boyutların da altında mevcut
bulunan, kuantum gerçeğiyle ilgili olan bir yapıdır.
Yani klasik boyutlarda, mekaniksel bir anlayışın ürünü
olan Eter kavramı ayrı, Kuantum ve altı boyutunda yer
alan Eter benzeri enerji alanı kavramı tamamen apayrı
bir şeydir. Böylece, kendi başına boşlukta hareket eden
(E-M) dalgaları, mekaniksel kavramlarla açıklanamazlar.
(E-M)
dalgalarının dalga boyu, tipik bir dalga boyuyla aynı
olup bu dalganın iki dalga tepesi arasındaki uzunluktur.
Frekans ise, bir sn’ deki dalga sayısıdır. Bir dalganın
oluşması için geçen süreye ise periyot denir.
Frekansla dalga boyu arasında ters bir orantı vardır.
Bir dalganın frekansı arttığında yani birim zamanda ya
da birim zamandaki mesafe (ışığın bir saniyedeki
mesafesi) içinde yer alan dalga sayısı fazla
olacağından, başka bir değişle birim uzunluğa daha fazla
dalga sığışacağından dalga boyu azalacaktır. Veya bunun
tam tersi. Bir dalganın enerjisi ise frekansıyla doğru
orantılıdır. Frekans artarsa, dalganın enerjisi artar,
frekansı azalırsa azalır. Çünkü, foton görünümü veren
frekansal enerji yumağındaki frekans sayısı, artıp
azalacaktır. Dolayısıyla fotonun enerjisi, artıp
azalacaktır. Yani, foton taneciğinin enerjisinin artması
ya da azalması, diğer bir görünümü olan frekansların
artması ve azalmasıdır. Enerji- dalga boyu arasındaki
ilişkiyi de artık biz düşünebiliriz. (E-M) dalgaları
ışık hızıyla hareket ederler. Bu ışığın hızı ise,
saniyede 300 bin km’ dir. Yani bir saniyede dünyanın
çevresini yedi defa dolanmaktadır. Aya ise, yaklaşık
olarak 1 sn’ de giderler. Frekansı ne olursa olsun tüm
(E-M) dalgaları aynı hızda hareket ederler. Dolayısıyla
değişen, dalgaların frekansıdır, hızları değil. Bununla
birlikte, farklı yapılarmış gibi karşımıza çıkan mesela,
radyo dalgaları, görünür ışık ve X ışınları ...gibi
ışınlar, gerçekte aynı yapının yani aynı elektromanyetik
dalganın farklı frekans grubunda yer alan
titreşimleridir. Başka bir deyişle, ortak özellikleri
yanında, kendi özelliklerinin ortaya çıkışı tamamıyla
her biri belli değerler arasındaki farklı frekanslarda
olmalarından kaynaklanmaktadır.
Bununla birlikte
bu dalgalar, tıpkı ses dalgalarında olduğu üzere girişim
de oluşturabilirler. Genlikleri birbirlerine eşit olsun
ya da olmasın, iki aynı frekanslı dalga, dalga tepeleri
ve çukurları üst üste bindiklerinde (çakıştıklarında),
birleştiklerinde yine aynı frekanslı daha büyük genlikli
(şiddetli) bir dalga oluştururlar. Genlik ve frekansları
aynı olan ama birinin tepesi diğer dalganın çukuruna
tamı tamına denk gelecek şekilde aralarında faz farkı
(ki bu zıt fazdır) bulunan dalgalar da birbirlerini yok
ederler. Dolayısıyla bu ışıksa, ışık tamamen ortadan
kalkarak artık görünmez olur. Eğer bu durumda genlikleri
farklıysa daha az genlikli bir dalga elde etmiş oluruz.
Aralarında belli bir mesafe bulunan iki kaynak,
eşzamanlı olarak Periyodik dalga ürettiklerinde,
dalgalar girişime uğrar ve belli noktalarda (çift tepe,
çift çukura denk geldiği noktalarda) birbirlerini
güçlendirirken belli noktalarda da zayıflatırlar. Kimi
noktalarda da sıfırlarlar. Sıfır olan noktalar dışında
dalga deseni hareketlidir. Zıt fazda yani, kaynaklardan
biri gecikmeli olarak dalga üretiyorsa o zaman da durgun
ve hareketli noktalar sadece yer değiştirir, ama yine
simetrik dalga deseni elde edilir. Bu aynı ve zıt faz
dışındaki farklı genlik, frekans ve faz farklarındaki
tüm girişim desenleri ise, benzer özelliklidir yani
birbirlerini güçlendirdiği ve zayıflattığı bölgeler
vardır ama bu, simetrik değildir, olay biraz daha
karmaşık hal alır. Aynı şekilde (E-M) dalgaları da
girişime uğrarlar (bu da, aralarında belli bir mesafe
bulunan iki veya daha fazla kaynak kullanılarak ya da
bir kaynak, çift yarıktan geçirilerek oluşturulabilir).
Bunun sonucunda da ekranda birbirlerini güçlendirdikleri
yerler (çift çukur, çift tümsek de) parlak şeritler,
birbirlerini zayıflattıkları yerler daha az parlak,
birbirlerini yok ettikleri yerler ise, tamamen karanlık
görünür. Yani, perde de karanlık ve aydınlıktan oluşan
şeritler oluştururlar. Mesela, camdan dışarı
baktığınızda geniş bir alandaki biraz uzak olan evlerden
gelen ışıkların sürekli olmadığını, kesikli olduğunu,
bir yanıp bir sönerek titreştiğini görürüz ki bunun
nedeni bu girişim olayıdır. (E-M) dalgaları, statik (E)
ve (M) alanlarından etkilenmezler. Bununla birlikte
(E-M) dalgaları, yine su dalgalarındaki gibi
birbirleriyle girişim yaptıktan sonra tekrar birbirleri
içinden geçerek yollarına devam ederler. (http://www.lisefizik.com/lise3/girisim.htm)
Bir dalganın
şiddeti (gücü) ise, birim yüzeyden, birim zamanda geçen
enerjinin ölçüsüdür. Işığın şiddetinin artması, birim
yüzeyden geçen foton sayısının (enerji yoğunluğunun)
yada dalganın genliğinin artması demektir. Bu da bizler
tarafından parlaklık olarak algılanır (burada genlikle,
foton sayısı arasındaki ilişkiyi de ayrıca irdelemek
gerekir). Işığın rengini ise, o ışığın dalga boyu yani,
frekansı belirler. Mesela görünür bandın uçlarında yer
alan mavi renk, kırmızıdan daha yüksek frekanslıdır
(ayrıca, frekansıyla ilgili olmasına karşın, açık
renkleri daha parlak olarak algılarız). Bir ışık
kaynağının şiddeti azaltıldığında, nesne parlaklığını
yavaş yavaş kaybederek belli bir noktadan sonra bizler
için artık görünmez olur. Tamamen azaltıldığında ise,
artık cihazlarla da tespit edilemez. Bu sefer de bir
ışık kaynağının şiddetini sabit tutup frekansını yavaş
yavaş düşürdüğümüzü düşünürsek mesela, kaynağımız mavi
renkliyse ışık, sırasıyla önce sarı sonra da kırmızı,
oradan da kızıl ötesi bölgeye kayarak gözden kaybolur.
Ancak ne kadar azaltırsak azaltalım, bize görünmese de
aynı şiddetle varlığını farklı dalga boylarında
sürdürür. Işığın enerjisinden bahsederken, aynı enerjili
fotonların (yada dalgaların) sayısı arttıkça toplam
enerjinin artması farklı bir şeydir, foton sayısı sabit
olmak şartıyla fotonların (dalgaların) frekansının
artmasıyla toplam enerjinin artması farklı bir şeydir.
Dolayısıyla, dalganın enerjisi, hem frekansı hem de
genliği veya dalga yoğunluğu (foton sayısı) ile doğru
orantılıdır. Uzaklık arttıkça, parlaklık azalır. Yani,
ışık kaynağını merkez kabul eden r uzaklığında bir küre
çizersek, r arttıkça küre yüzeyi dolayısıyla küre
yüzeyindeki birim alan artacağından ve buna bağlı olarak
birim alandan geçen foton sayısı ya da dalganın şiddeti
(genliği) azalacağından, uzak mesafelerden kaynağın
parlaklığı da azalmış olur. Milyonlarca, milyarlarca
ışık yılı uzaklığındaki bazı cisimlerin bize silik
görünmesi veya görünememesinin nedeni budur. Işık
kaynağının parlaklığı da cisimden cisme değişir. Daha
parlak kaynağın yanında diğer ışık kaynakların
görülememesinin nedeni de, gözümüzün o anda daha az
şiddetli ışınları değerlendirememesidir. Bunun yanında,
çıplak gözle bize silik gözüken nesneler, dürbünle
parlak görünürler. Aletlerle yeterli ya da hiç
görülemeyen nesneler (yıldızla, galaksiler) ise, daha
fazla ışığı odaklayabildiklerinden,
toplayabildiklerinden çok daha hassas aletler
vasıtasıyla görüntülenebilmektedirler. Bugün yüz
milyonlarca, milyarlarca ışık yılı uzaklıktaki
galaksiler, daha fazla ışık toplamasının yanında
çözünürlüğü de yüksek cihazlarla rahatlıkla
görülebilmektedirler. Ayrıca şiddetiyle birlikte, yine
kaynağından çok çok uzaklaşan bir foton ya da (E-M)
dalgasının enerjisi de biraz düşeceğinden ve enerjinin
düşmesi aynı zamanda frekansının düşmesi olduğundan ışık
ışınları kaynağından uzaklaştıkça uzaklığa bağlı olarak
aynı bantta, ama farklı renk tonunda
görünebilmektedirler. Enerjilerinin önemli ölçüde
kaybolmamalarının nedeni, onları absorbe edecek
(durduracak) ortamların olmaması yani boşlukta hareket
etmeleridir. Konu buraya gelmişken, havada saatte 1225
km’ lik hızla giden ses dalgaları, mekanik dalgalar
olduklarından belli bir mesafeden sonra şiddet ve
enerjisini kaybederek yok olurlar. Böylece, belli bir
mesafeden sonra ses dalgaları öncelikle infrasonik
bölgeye kayar ve sonunda ses duyulmaz olur. Buradaki
enerji ise tıpkı bir telde ilerleyen ses dalgalarının en
sonunda başına geldiği gibi o ortam moleküllerince ısı
enerjisine dönüşür. Buna karşılık (E-M) dalgaları ise,
böyle olmayıp çok çok uzun mesafelerde şiddetleri ile
birlikte birazcık enerjileri yani frekansları azalsa da
asla yok olmazlar (atmosfer içi hava ortamında da bu
böyledir). Bugün bazı fotonlar 10 -12 milyar ışık yılı
uzaklığından ya da 12 milyar yıl boyunca boş uzayda ışık
hızı ile yol aldıktan sonra şiddetleri (foton sayıları)
azaldığından hassas aletlerce değerlendirilemeseler de
bundan çok daha hassas aletler vasıtasıyla rahatlıkla
tespit edilip galaksilerin 12 milyar yıl önceki halleri
görüntülenebilmektedir. Bununla birlikte (E-M) dalgaları
az yoğun ortamdan çok yoğun bir ortama girerlerse
kırınıma uğrar yani, doğrultularından saparlar. Bu aynı
zamanda onların hızını da etkiler. Bu yüzden boşlukta
sn’ de 300 bin km alırken mesela suda 225 bin km, cam
içinde 176 bin km, elmas içinde ise, 125 bin km yol
alırlar. Ayrıca (E-M) dalgaları yani fotonlar, bir
yüzeye basınçta uygularlar.
Bize yaklaşan
bir arabanın çıkarttığı ses, bizden uzaklaşırken
çıkarttığı sesten daha tiz duyulur. Bunun nedeni,
hareketli nesnenin ses dalgalarını hareket yönüne doğru
büzmesi yani, dalga boylarını küçültmesi, zıttı
yönündekini ise, genişletmesi yani, dalga boyunu
büyütmesidir. Buna Dopler olayı denir. Aynı durum, ışık
ya da (E-M) dalgalarında da geçerlidir. Buna göre bizden
uzaklaşan nesnelerin ışık dalga boyları büyüyeceğinden
kırmızı bölgeye, bize yaklaşırken de dalga boyu
küçüleceğinden (frekansı artacağından) mavi bölgeye
kayar. Bu yüzden evren genişlediği için bizden uzaklaşan
galaksiler daha kırmızı görünmesine karşın (öyle ki,
ışığın mor ötesi dalga boyu da görünür bölgenin mavi
kısmına kaymaktadır) eğer evren, büzülmesi dolayısıyla,
galaksiler bize doğru yaklaşsalardı o zaman da belli
mesafeden sonra renk maviye kayacağından bize o renk ve
tonlarında görünürdü. Aynı şekilde, yıldızlardan gelen
ışığı tayflarına ayırdığımızda bazı dalga boylarının
olmadığı bu yüzden de renk yelpazesinde karanlık
bölgeler olarak görünmektedir. Bunun nedeni de o
yıldızlardan kaynaklanan ya da gezegen yüzeyinden
yansıyan ışığın belli dalga boylarının o ortamdaki
ilgili atomlarca absorbe edilmesinden ileri gelmektedir.
Böylece galaksiler birbirlerinden uzaklaştığı veya evren
(hiçbir merkezi olmaksızın) genişlediği için karanlık
şeritlerin, uzaklaşma oranlarda kırmızıya kaydığı
görülmektedir. Bu da big- bang’ in kanıtıdır. Aynı
şekilde hiper uzaydaki big-bang noktaları da hiçbir
merkezi ve aslında herhangi bir sınırla, zarla da...
ayrı olmaksızın, her “an” devam ede gelen patlamasıyla
maddesel yönüyle de sonsuz-sınırsız bir evren yapısı
oluşturmaktadır. Böylece, nesnelerin uzaklaşma hızı ile
spektrumlarının kırmızıya kayma ilişkisi yardımıyla
mesela, Corona Borealis galaksisi saniyede 22 bin km’
lik hızla, Ursa Major sn’ de 15 bin km, Hydra galaksisi
ise, sn’ de 61 bin km’ lik hızla uzaklaşmaktadır.
Bununla birlikte, çok uzak galaksilerdeki süpernova
patlamalarına ait tayf analizlerine dayanarak, zaman
içinde bu genişleme hızının da farklılıklar gösterdiği
keşfedilmiştir. Onlarca, yüzlerce milyar yıldızdan
sadece bir yıldıza ait süpernova patlamasındaki ışık, o
kadar güçlüdür ki, binlerce, milyonlarca...ışık yılı
uzaklıktan galaksisinin ışığını kat be kat aşarak onu
gölgede bırakabilmektedirler. Bir de bundan ayrı olarak
kırmızıya kayma olayı vardır ki buda çok büyük kütleli
yıldızların, beyaz cücelerin, nötron yıldızlarının neden
olduğu kütle çekim etkisinin, yüzeyinden ayrılan (ya da
yakınından geçen) fotonların enerjilerini etkilemesiyle
(azaltmasıyla) yani, frekanslarını düşürmesiyle oluşur.
Çekimin merkezinde olan kişi ise, ışığın dalga boyunun
kendisine doğru artacağından cismi mavi renkte görür.
Başka bir deyişle, (E-M) dalgalarının frekanslarının
azalmasının nedeni, bu kütle çekim etkisini yaratan
yıldızların çevresindeki uzay-zaman yapısını
(geometrisini) eğmeleri, esnetmeleri dolayısıyladır.
Karadelikler ise, uzay-zamanı öyle bükerler ki ışık
karadeliğin yüzeyinden kaçamayıp tekrar geri döndüğünden
nesne siyah görünür. Sadece onun çevresine uyguladığı
etkisini gözlemleyebiliriz. Anti parantez, Genel
Rölativite teorisine göre, bizde uzakta olan
galaksilere, cisimlere zumlama yapmak (onlara yakından
bakmak) demek, geçmiş zamana, olmuş bitmiş olarak
algıladığımız geçmişe, evrenin ta oluşum safhalarına
bakmak demektir. Ne kadar uzaklığa bakarsak evrenin
doğumuna o kadar çok yaklaşmış oluruz. Bundan diyelim
ki, milyonlarca, milyar yıl sonra bile bu uzak
mesafelere bakmış olsak yine o aynı geçmişi gözlemlemiş
oluruz. Çünkü uzay ve zaman birbirlerine dönüşebilecek,
birbiri cinsinden ifade edilebilecek şekilde birleşik
dört boyutlu uzay-zaman süreklisini oluşturmaktadırlar.
Böylece, tıpkı üç boyutlu uzaydan iki boyutlu uzaya
(bakılabilirse tümüne) bakılabildiği gibi, dördüncü
boyuttan da yani, dört boyutlu uzay-zaman
bütünselliğinden de her an mevcut bulunan tüm zamanlara
bir göz atılabilmektedir. Dolayısıyla, klasik boyutta
geçmiş yok olmuyor, geçmiş her zaman var, orada daima
mevcuttur ve aynen gelecek de.
Devam edecek...
(bkz.
Berkeley Ünv. yayınları - Elektrik ve Mıknatıslık II /
İst. Ünv. yayınları, Astrofiziğe Giriş I – Prf. Dr. H.
Gökmen Tektunalı / Modern Fiziğe Giriş – Prf. Dr. Mehmet
Zengin Ege Ünv. Fen Fakültesi / Fridjof Capra – Fiziğin
Taosu / W. J. Kaufmann – Evrenin Evrimi Ve Yıldızların
Oluşumu /
www.lisefizik3.com ) |