Dalgalar ve Özellikleri -3-

Fiz.Müh. Kenan Keskin
 

Işık, dolayısıyla (E-M) dalgaları hem dalgasal hem de tanecik özelliğine sahipti. Bazı olaylar, bu dualiteden sadece parçacık özelliği ile açıklanabilirken ışığın bazı davranışı da, sadece dalgasal özelliği ile açıklanabilmekte, parçacık özelliği ile açıklanamamaktadır. Bunlardan, ışığın aynı anda kırılmaya ve yansımaya uğraması, tek yarıkta kırınımı, çift yarıkta girişim oluşturması, polarizasyonu (ışığın kutuplanması), renklere ayrışması sadece dalgasal özelliği ile açıklanabilirken, Fotoelektrik ve Compton saçılması ve dolayısıyla ışığın soğurulup o yüzeyi ısıtması, yalnız tanecik özelliği ile açıklanabilmektedir. Bunun dışındaki ışığın bazı davranışı ise, her iki olayla da ifade edilebilmektedir. Bunlar ise, ışığın yayılması, yansıması, kırılması (ki, ışığın bir nesnenin kenar yada köşesinden geçerken doğrultusunu değiştirmesidir. Bu, farklı iki yoğun ortam arasındaki geçişte de olmaktadır), düştüğü yüzeye basınç oluşturması, düştüğü yüzeyi aydınlatması, gölgenin oluşumu, ışığın birbirleri içerisinden geçmesi diyebiliriz.

H. Hertz tarafından gözlemlenen, ama Einstein tarafından formüle edilip açıklanan Fotoelektrik olay ise, ışığın yani fotonların bir metal yüzeyinden elektronlar kopartmasıdır. Bir ışık, metal yüzeyine düştüğünde, atom çekirdeğine (elektrostatik kuvvetin neden olduğu) belli bir enerjiyle bağlı olan  (e’) ile çarpışmaya girerek onu yörüngesinden çıkmasına neden olur. Burada bir foton, sadece bir elektronla etkileşime girmektedir. Bu sırada fotonlar, elektronlar tarafından soğurularak tamamen yok olurlar. Ancak bunun için gelen tek bir fotonun enerjisinin (e’) nun çekirdeğe bağlayan enerjiden büyük olması gerekir. Daha düşük enerjili fotonlar, (e’) kopartamaz. Bir (e’) ile çarpışan bir foton, enerjisini (e’) na aktarır ve (e’) da, bu enerjinin bir kısmını çekirdekten kurtulmak için bağlanma enerjisine, geri kalan enerjisini de hareketi için harcar. Böylece sayısız fotonla etkileşime giren (e’) lar serbest hale geçerek bir elektrik akımına sebep olurlar. Bu bir elektrik devresi olduğunda, teknolojinin birçok alanında kullanılırlar. Fotonun enerjisi, yani frekansı (rengi), (e’) ların hızlarının, kinetik enerjilerinin fazla ya da az oluşunu belirlerken, fotonun (ışığın) şiddeti, yani sayısı ise, koparılan elektron sayısını belirler. Başka bir deyişle, ışığın frekansını artırmak (e’) sayısını etkilemediği gibi, foton sayısını (şiddetini) artırmak da (e’) ların hareket enerjilerini etkilemez. Bu yüzden, daha enerjitik ışınlar fotoelektriği oluştururken, enerjisi yeterli olmayan ışınlar bunu gerçekleştirememektedirler. (e’) ların bağlanma (eşik) enerjisi yani, kopması için gerekli olan sınır enerji, metalden metale değişir. Dolayısıyla, fotoelektriğin oluşması için gelen ışığın enerjisi de değişir.

(E-M) dalgalarının maddeyle olan etkileşimini yani tanecik özelliğini dolayısıyla, bir momentuma sahip olduğunu gösteren olaylardan biri de Compton saçılmasıdır. Yüksek enerjili bir X ışını,yani bir enerji yumağı olan foton, serbest halde bulunan ya da çekirdeğe düşük enerjiyle bağlı olan bir (e’) ile tıpkı bilardo topları gibi çarpışıp enerjisinin (veya momentumunun) bir kısmını ona yükleyerek yer değiştirmelerine neden olurlar. Ancak bu olayda foton, fotoelektrikte olduğu gibi bir (e’) tarafından soğurulmayıp, fotonun kendiside belli fakat farklı bir açıyla saçılır. Çarpışmadan önceki fotonun momentumu, çarpışma sonrasındaki foton ile (mesela, ilk başta durgun olarak düşündüğümüz) (e’) nun vektörel toplamı birbirine eşittir. Bu çarpışma ile (e’) belli bir açı altında hızlanırken, belli bir açıyla saçılan fotonun enerjisi (frekansı), momentumu azalır, dalga boyu uzar, hızı ise değişmemektedir. Çarpışmadan sonra aralarında oluşabilecek maksimum açı ise, 180 derece olup bu arada fotonun dalga boyu farkı da, en yüksek düzeye ulaşır.

Şimdi de frekansı en azdan en yükseğe doğru sırasıyla (E-M) dalga spektrumunu inceleyelim. Bilinen spektrumun en altında radyo dalgaları yaklaşık olarak 10 üssü (6)m – 10 üssü (-1) m ile bulunurken sırasıyla üstte, mikrodalgalar 10 üssü (-1)m – 10 üssü (-4)m, Kızıl ötesi ışınlar 10 üssü

(-4)m – 10 üssü (-6) m), görünen ışık 10 üssü (-6)m – 10 üssü (-7)m, Morötesi ışınlar 10 üssü (-7 )m – 10 üssü (-9)m, X-ışınları (10 üssü (-9)m – 10 üssü (-11)m, Gamma ışınları 10 üssü (-11)m – 10 üssü (-13)m, Kozmik ışınlar 10 üssü (-13)m – 10 üssü (-15)m ...ile bulunur. Mor ötesi ışınlar hariç çok yüksek frekanslı ışınlar, nesnelerde iyonlaşma yaparlar. Yani, nesnelerin moleküllerindeki (e’) ları kopartarak bağları tahrif ederler. D.N.A’ daki molekülleri parçalayarak hücrelerin ölümüne (kansere) neden olurlar. Yine aynı şekilde, canlı genetik dizilimi üzerinde oynama yaparak moleküllerin farklı bağlantılar kurmasını sağlayan,  yani mutasyon oluşturan ışınlar da yine bu yüksek frekanslı ışınlardır. Bu nedenle bu ışınlar, iyonlaştırıcı ya da iyonlaştırmayan ışınlar olarak da ikiye ayrılırlar. İyonlaştırıcı ışınlar, X ışınları, radyoaktif ışınlar (ki ayrıca değinilecektir) olan Alfa, Beta ve gamma ışınları, nötronlar, iyonlaştırmayan ışınlar ise, görünür ışık, Morötesi (ultraviyole), kızılötesi (inferuj), radyo ve mikrodalgalardır. Ancak iyonlaştırıcı olmayan ışınlarında (bilhassa radyo ve mikrodalgalar) kısa vadeli olmasa da şiddetli ve uzun vadeli etkilerinin de hücrenin kimyasal yapısının bozulmasına neden olduğundan bedenin her organında hücresel tahribatlara, çeşitli rahatsızlıklara sebebiyet verdiği hatta yine, D.N.A moleküler bağlantılarının da kopmasını sağlayarak kansere yol açtıkları bilinmektedir. İyonlaştırıcı ışınlar, şiddeti çok az olmak şartıyla önemsiz yan etkileri ile tıpta rahatlıkla kullanılmaktadır.

Bu dalga kaynaklarından, radyo dalgaları ile mikrodalgalar, bir iletken içerisindeki (e’) ların, elektrik akımının zamanla değişen periyodik ivmeli hareketleri sonucu; kızıl ötesi ışınları, sıcak cisimlerden; görünür ışık, çok daha sıcak cisimlerden; mor ötesi ışınları, gaz içindeki elektrik boşalmaları; X ışınları; bir metale çarptırılan yüksek enerjili (e’) ın daha doğrusu yüklü parçacıkların frenlenmesi sonucu; gamma ışınları, radyoaktif atom çekirdeklerinden, nükleer reaksiyonlardan yayınlanır. Kozmik ışınlar ise, serbest hareket eden ve bir enerji çorbası yani, plazma halindeki çok çok yüksek enerjili (e’nu yitirmiş) pozitif yüklü atom çekirdekleri ile serbest (e’) ve fotonlardan oluşmuş ışınlardır. Bununla birlikte, görünen ışıkta genel olarak yedi temel renkten oluşur. Bunlar sırasıyla kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert, mordur. Şimdi de bunları daha detaylı görmeye çalışalım.

Radyo (Hertz) Dalgaları: içinde TV dalgalarının da bulunduğu VLF, LF, MF, HF, VHF, UHF, SHF, EHF bandındaki dalgalardır. Bunların ilk dördü radyo dalgaları (ki, AM ve FM radyo yayınları içindir) diğerleri ise, TV yayınlarında kullanılırlar. Radyo vericilerinde kullanılan VLF uzun dalga, MF orta dalga, HF kısa dalgalardır. SHF, EHF ise, mikrodalga bandında yer alan yüksek frekanslı dalgalardır. Radyo dalgaları çok basit bir şekilde, kolayca oluşturulabilmekte, görünür ışığın giremeyeceği her türlü maddeye girebilmektedirler (bu yüzden evimizde TV, radyo, cep tel. çok rahat kullanabilmekteyiz). Çok uzak mesafelere gidebildiğinden haberleşmelerde kullanılmaktadır. Normalde yeryüzü yuvarlak olması dolayısıyla, bir noktadan çıkan radyo dalgaları dünya yüzeyinde fazla yol alamadan uzaya doğru yayılırlar. Ancak yerden 60 – 80 km yukarıdaki atmosferde bulunan yüklü atom çekirdeği ve serbest elektronlardan oluşmuş iyonosfer tabakası, bu dalgaların bir kısmını tekrar dünyaya yansıttığından radyo dalgaları yer ve atmosfer arasında gidip gelerek çok uzak mesafelere kadar gidebilmektedirler. Bu dalgaların bir kısmı ise, uzay boşluğuna yayılarak kendisine ait bilgiyle ışık hızıyla yollarına devam ederler. Bu radyo dalgaların “yüksek frekanslı” olanı gündüz güneş ışınları tarafından engellendiği için net dinlenemezler. Çünkü güneş ışınları iyonosfer tabakasındaki serbest iyonları çalkaladığından (hareketlendirdiğinden) bu ortamdan yansıyan dalgaların şiddetini azaltarak, bu dalgaları çok büyük ölçüde etkilerler. Bu etki, gün doğumu öncesinde maksimum değere çıkarken, gün batımından bir iki saat önce minimum düzeye iner. Böylece, güneşin çekilmesiyle bu   “kısa dalga boylu” dalgalar, geceleri çok rahatlıkla dinlenebilmektedir. İyonosfer tabakasının, güneş ışınları ya da ondan ayrılan plazma (kozmik ışınlar) ile bombardımanı nedeniyle çalkalanmasıyla da ayrıca çeşitli türden (E-M) dalgalarının yeryüzüne yayılması söz konusudur ki bu da işin ayrı bir yönüdür. Bildiğimiz gibi galaksi içi yıldızlar, ince gaz ve toz bulutları içinde hareket etmektedir. Bu gaz bulutları bazı yerlerde çok seyrek iken bazı bölgelerde de oldukça yoğundur. Arkasındaki nesneleri gizler. Ancak radyo dalgalarının sis tabakasından etkilenmemesi (absorbe edilmemesi) nedeniyle o nesneler, yayınladıkları radyo dalgaları vasıtasıyla görüntülenebilmektedir (bu yüzden dünyadan da rahatlıkla görülebilmektedir). Böylece galaksimizin bir resmi (şekli) elde edilebilmiştir. Bir noktada yoğunlaşarak yıldızları oluşturmaları nedeniyle onların hammaddesi olan bu gazlar (ki %80 hidrojen, % 202’ si de çoğunluğu Helyum ağırlıklı olmak üzere diğer atom çekirdeklerini içerir) mutlak sıfırın birkaç derece üstünde çok soğuk olduklarından daha çok ısı bandında değil, radyo bandında yayın yaparlar ve radyo dalgalarını analiz eden radyo teleskoplarca gözlemlenirler. Bunun yanında, bu nebulalar sıcak yıldızların yakınında iseler, bunlarda oldukça sıcak olduklarından ısı bandı ve sıcaklığına göre yukarısındaki çeşitli (E-M) dalgalarını yayınlarken, buradaki serbest (e’) ların yüklü iyonların yakınındaki hareketleri de ivmelenmelerine neden olduğundan dışarıya daha enerjili ve şiddetli radyo dalgaları yayınlamakta ve bu yönlü de görüntülenmektedirler. Radyo dalgaları diğer ışınlarda olduğu gibi birçok alanda kullanılmaktadır. Mesela tıpta kullanım alanı yanında, bu dalgalarla toprak ısıtılarak zararlı organizmalar öldürülmektedir.

Mikrodalgalar (Radar Dalgaları): Çok kısa (dalga boylu) radyo dalgalarıdır. Radar dalgaları bildiğimiz ışık dalgalarının giremediği, geçemediği sis, bulut, duman, kirli hava, yağmur...vs. engellerden rahatlıkla geçebilmektedir. Yine bildiğimiz ışıkta olduğu gibi, çok katı ve sert nesnelerden yansırlar. Bu nedenle radar dalgaları kendi bant içinde frekansları değiştirilerek dünyanın, gezegenlerin ya da güneşin atmosferini, dış katmanlarını geçip katı veya çok yoğun gaz ortamlarından yansıyarak yüzey, ortam görüntüleri elde edilebilmekte, bu yapıların dönme süreleri ve fiziki tüm özellikleri tespit edilebilmektedir. Bunun yanında nesnelerin içine odaklanarak o nesneye ait  moleküler yapılarının incelenmesinde de kullanılmaktadırlar. Mikrodalgalar, radyo dalgaları gibi iletişimde de kullanılmaktadır. Bu yüzden Mikro dalgaları, bilhassa uzak mesafeli haberleşmelerde, gezegenlere gönderilen uydu haberleşmelerinde kullanılmaktadır. Mikrodalgaların da insanlar ve canlı nesneler üzerinde hasta edici olumsuz etkileri bulunmaktadır. Ayrıca mikrodalgalar, cam, porselen, kağıt...gibi nesnelerden kolaylıkla geçtiği için, bunlardan yapılmış kap içine konan yiyecekleri, özel fırınlarda pişirmektedir. Aslında bu ışınlar yiyecekleri direkt ısıtmıyor. Sadece aracı oluyor. Çünkü mikrodalgalar, yiyecekteki su, şeker ve yağın polar (kutuplu) moleküllerini daha da kutuplayıp onları saniyede milyarlarca kez titreştirerek çarpışmalarını ve bu çarpışmadan da ısı dalgalarının çıkışını sağlayarak yemekleri pişirmekte, nemli maddeleri kurutmaktadır. Polar molekül sayısı ne kadar fazla olursa çarpışma daha etkili (güçlü) ve çok olacağından daha kısa sürede pişme gerçekleşir. Yine aynı yöntemle bu ışınlar kullanılarak, kimsenin ruhu duymadan tabloların arkasındaki böcekler, sert kabuklarının içi ısınması dolayısıyla şişerek patlamaktadırlar.

Kızılötesi Işınlar: Isı dalgaları olarak da adlandırılırlar. Isı dediğimiz, ısı hissettiğimiz şey bu tür dalgalardır. Bunların da birçok kullanım alanı bulunmaktadır. Güneş tutulmalarında yada bulutla kapandığında vücudumuzun soğuk hissetmesinin nedeni bedenimizin güneşten gelen bu dalgaları alamamasıdır. Bunların da teknolojide kullanım alanı bulunmaktadır. Mesela, bilgisayarlar arası yada bilgisayardan ilgili cihaza bilgi aktarımında, TV, radyo, müzik seti... gibi araçların uzaktan kumandasında kullanılmaktadır. Yine uydulardan kızıl ötesi ışınları değerlendiren kameralar yardımıyla gece zifiri karanlığında olunsa bile gündüzmüş gibi görüntü elde edilebilmektedir. Nasıl ki her yeri kapalı bir odadaki konuşmalar insan kulağının duyması imkansız olan sokaktaki bir noktada, camdan geçen ses dalgalarının havada yayılmasıyla hassas aletlerce sanki yanlarındaymışçasına duyulabiliyorsa, bugün uydulardan, hava (çok aşırı olmadığı taktirde) bulutlu olsa dahi, yeryüzündeki bir arabanın çıkarttığı egzoz dumanının ısı dalgaları algılanabilmektedir.

X-Işınları: Yüklü parçacıkların frenlenmesiyle yayımlanan (E-M) dalga türüdür. Tüm (E-M) dalgaların nesnelere girginliği bulunmaktadır. Ama bunların girginlik dereceleri farklı farklıdır. Frekansları artıkça girginlikleri artar. Bu yüzden tıpta, vücudun görüntülenmesi veya sağlıklı bir yapıya kavuşturulmasına ya da maddeyi çeşitli şekillerde incelemeye yönelik olarak farklı ışın türleri kullanılmaktadır. Yüksek frekanslı ve enerjili olmaları dolayısıyla X ışınları da girginlik derecesi çok yüksek ışınlardır. Daha hızlı hareket eden bir (e’), daha girgin X ışınları yayımlarken, daha fazla serbest (e’) demeti, yüksek şiddetli X ışınları yayımlamaktadır. Girginliği yüksek X ışınlarına, “sert”, daha az olanlarına ise, “yumuşak X ışınları” adı verilir. Çok kalın katı ve sıvı ortamlardan geçebildikleri gibi, havada da çok uzak mesafelere kadar gidebilmektedirler. Çeşitli maddesel ortamlardaki atomların proton sayılarının artması ile orantılı olacak şekilde (daha ağır atomlara doğru) soğurulurlar. X ışınlarının girginliği fazla olduğu için röntgen ışınları adı altında insan vücudu içinden geçerek beden içi görüntülenmesinde kullanılırlar. Yine bu ışınların maddeyle olan etkileşmeleri dolayısıyla fotoelektrik ya da compton olayıyla elektronu atomdan ayırarak onu iyonize ettikleri gibi, belli bir enerjiyle atom çekirdeğiyle çarpışması sonucu da (e’) ve anti (e’) olan pozitrona dönüşerek maddeleşirler. X ışınlarının madde içindeki kırınımları dolayısıyla maddenin iç yapısı, moleküler dizilimleri belirlenebilmekte ayrıca, bir maddenin içindeki yabancı maddelerin, hava boşluklarının, yapım hatalarının olup olmadığının... tespiti de yapılabilmektedir. Güvenlik amacıyla içinden geçtiğimiz ve çantalarımızın dıştan kontrolü de yine bu ışınlarla olmaktadır.

Kozmik Işınlar: çeşitli kaynaklardan yayımlanan 10 üssü (12) – 10 üssü (20) ev’ lik çok yüksek hızlı ve enerjili taneciklerdir. Bunların enerjileri, hızlandırıcılarda ulaşılan 10 üssü (11) ev’ lik maksimum enerjinin bile bir milyar katı kadar olabilmektedirler. Hızları ışık hızının %99 u kadar olup hemen hemen ışık hızıyla hareket ettiklerini söyleyebiliriz. Bu ışınların çoğunluğunu protonlar (yani elektronsuz hidrojen çekirdeği) oluştururken geri kalan kısmını ise, serbest (e’) lar, Alfa ışını olarak adlandırılan Helyum çekirdeği ve az miktarda da ağır atomların çekirdekleri bulunmaktadır. Atmosfere çarpan kozmik ışınların bir saniyedeki toplam enerjisi, yıldızlardan gelen tüm (E-M) enerjisi düzeyindedir. Bazı dönemlerde bu ışınların yoğunluğu daha fazla olabilmektedir. Bu kozmik ışınlar atmosfere ulaştıklarında birçoğu havadaki atom çekirdekleriyle (ki bunlar daha çok azot ve oksijendir) çarpışarak enerjilerini yitirip ancak pek azı yeryüzüne ulaşırken, çekirdek çarpışmalarıyla başka parçacıklara dönüşen bu tanecikler de, parçacık reaksiyonları uyarınca ikincil olarak atmosferde dönüşüme uğrayarak daha düşük enerjili parçacık (ki mesela mezonlar, nötrinolar...) ve fotonlar şeklinde yeryüzüne inerler veya çok yaklaşırlar. Bununla birlikte nesneye olan girginlikleri de azalır. Kozmik ışınlar, dev bir mıknatıs olan yerin manyetik (M) alanına girdiklerinde, hareketli yüklerin bir (M) alana girdiklerinde üzerlerine etki eden kuvvet uyarınca dünya etrafını saracak şekilde yeryüzünden belli uzaklıklarda (tanecik ve fotonlardan oluşan) iki radyasyon kuşağının, bölgenin oluşmasını sağlarlar. Bu sırada bu ışınların hızları da biraz azalır. Bu iki radyasyon kuşağına, “Van Allen Kuşakları” adı verilmektedir. Bu radyasyon bölgesi eğri manyetik alan çizgileri yönünde olup bir kutuptan çıkarak diğer kutup noktasına doğru akarlar ve burada (yukarıda değindiğimiz şekilde) atmosferle etkileşime girerek yeryüzüne ulaşmaları engellenmiş olur. Daha zayıf kozmik ışınlar ise, yerin MA larınca yönleri değiştirilerek tekrardan uzaya yansıtılmaktadır. Bununla birlikte, çok güçlü ve şiddetli kozmik ışın akımı, dünyanın MA öyle bir çarpar ki tüm MA sarsılmasına, yalpalanmasına ve büyüyüp küçülmesine neden olmaktadır.

İçteki kuşak yerden 600-6000 km arasındaki bölge olup çok yüksek enerjili kozmik ışınlardan oluşurken, 20 bin ile 60 bin km arası yükseklikte bulunan dış kuşak, nispeten daha düşük enerjili kozmik ışınlardan oluşmaktadır. Bu her iki kuşaktaki parçacıklar, kutuplarda 300 km’ ye kadar yaklaşarak atomlarla çarpışmalar sonucu “kuzey ışıklarını” ya da “Atlantik ışıklarını” meydana getirirler. Bu kozmik ışınların pek çoğu güneşten değil, yeri tespit edilemeyen uzay boşluğundan bize ulaşmaktadır. Bunun nedeni, bu ışınların yolları üzerindeki manyetik alanlarca doğrultularının saptırılmasıdır. Buna neden olan kaynak ise, yüksek enerjili yıldızlar (ki bunlar tıpkı güneşimiz gibi çeşitli zaman ve belli oranlarda dışarıya plazmalar halinde bu ışınları yayarlar ve bunlar seyrek olmakla birlikte oldukça da sıcaktır) ile ölmekte olan yıldızların süpernova veya bundan biraz farklı yolla oluşan nova patlamaları sonucu oluşmaktadır. Bildiğimiz gibi bu patlamalarla her yöne doğru yayınlanan enerji, yıldızın yüz milyonlarca yıllık enerjisinin bir anda uzaya dağılmasıyla ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte, binlerce, milyonlarca... yıl bir şeyle karşılaşmaksızın hareket eden bu yüklü tanecikler, yıldızlar arası boşlukta yıldızların ve dev olan yıldızların sahip olduğu manyetik alanlarına (MA) girdiklerinde ivmelenerek (daha da hızlanarak) daha yüksek enerjilere ulaşırlar. Daha zayıf olanları ise bu alanlarda spiraller çizerek hızlarında yavaşlama dolayısıyla enerji farkı kadar bir enerji oranında radyo, mikrodalga yayınlarlar. Bu dev yıldızlarda mevcut olan (MA) güçleri ve etkin bölgesi de oldukça geniştir. Bir kıyaslama olması açısından, dünyanın MA, 0,5 gauss iken, güneşin 3 bin gss, yıldızlar arası tozda 3.10 üssü (-6) gss, daha yoğununda ise, 10 üssü (-2) gss, beyaz cücelerde 10 üssü (7) gss, nötron yıldızları ve pulsarlarda, 10 üssü (12) gssdur. Yıldızlar arası gazlardaki MA, çok zayıf gibi görünse de, yıldız oluşumlarında büyük rol oynarlar. Aynı şekilde MA, yıldızların olgunlaşması ve yaşlanmalarında da oldukça etkindirler. Yıldızlar arası boşlukta çok düşük hızlarda bulunan bu parçacıkların o bölgede var olan ani manyetik alan değişimleri içinde yer almaları sonucu, tıpkı değişen (M) alanlarının telde akım oluşturması gibi, hızlanmalarıyla da yüksek enerjili kozmik ışınlar haline gelmektedirler. Bu ışınlar o kadar çok hız kazanırlar ki, yolları üzerindeki bir yıldızın daha yakınından geçerken o yıldızın manyetik alanınca hapis olup spiraller çizerek yüzeyine düşmeleri gerekirken (yukarıda da değindiğimiz üzere) daha da güçlenerek oradan uzaklaşırlar. Ayrıca bu ışınların galaksiler arası boşluğa çıkarak yollarına devam etmeleri, bize ulaşan kozmik ışınların bir kısmının başka galaksilerden gelebileceğini de göstermektedir. Galaksiler arası boşlukta hareket eden bu kozmik ışınlar galaksilere ait çok güçlü (M) alanlarınca da ivmelenmektedirler.

(Bkz. İnsan Ve Sırları 1 – Ahmed Hulusi / Modern Fiziğe Giriş-Prf. Dr. Erol Gündüz / Tubitak Bil. Tek. Der. Yeni Ufuklara (8 Haziran 2003)– Radyo Astronomisi, Manyetik Yıldızlar - Eylül 87)

 

 
 
İstanbul - 27.03.2007
hologramk@yahoo.com
http://sufizmveinsan.com