Işık,
dolayısıyla (E-M) dalgaları hem dalgasal hem de tanecik
özelliğine sahipti. Bazı olaylar, bu dualiteden sadece
parçacık özelliği ile açıklanabilirken ışığın bazı
davranışı da, sadece dalgasal özelliği ile
açıklanabilmekte, parçacık özelliği ile
açıklanamamaktadır. Bunlardan, ışığın aynı anda
kırılmaya ve yansımaya uğraması, tek yarıkta kırınımı,
çift yarıkta girişim oluşturması, polarizasyonu (ışığın
kutuplanması), renklere ayrışması sadece dalgasal
özelliği ile açıklanabilirken, Fotoelektrik ve Compton
saçılması ve dolayısıyla ışığın soğurulup o yüzeyi
ısıtması, yalnız tanecik özelliği ile
açıklanabilmektedir. Bunun dışındaki ışığın bazı
davranışı ise, her iki olayla da ifade edilebilmektedir.
Bunlar ise, ışığın yayılması, yansıması, kırılması (ki,
ışığın bir nesnenin kenar yada köşesinden geçerken
doğrultusunu değiştirmesidir. Bu, farklı iki yoğun ortam
arasındaki geçişte de olmaktadır), düştüğü yüzeye basınç
oluşturması, düştüğü yüzeyi aydınlatması, gölgenin
oluşumu, ışığın birbirleri içerisinden geçmesi
diyebiliriz.
H. Hertz
tarafından gözlemlenen, ama Einstein tarafından formüle
edilip açıklanan Fotoelektrik olay ise, ışığın yani
fotonların bir metal yüzeyinden elektronlar
kopartmasıdır. Bir ışık, metal yüzeyine düştüğünde, atom
çekirdeğine (elektrostatik kuvvetin neden olduğu) belli
bir enerjiyle bağlı olan (e’) ile çarpışmaya girerek
onu yörüngesinden çıkmasına neden olur. Burada bir
foton, sadece bir elektronla etkileşime girmektedir. Bu
sırada fotonlar, elektronlar tarafından soğurularak
tamamen yok olurlar. Ancak bunun için gelen tek bir
fotonun enerjisinin (e’) nun çekirdeğe bağlayan
enerjiden büyük olması gerekir. Daha düşük enerjili
fotonlar, (e’) kopartamaz. Bir (e’) ile çarpışan bir
foton, enerjisini (e’) na aktarır ve (e’) da, bu
enerjinin bir kısmını çekirdekten kurtulmak için
bağlanma enerjisine, geri kalan enerjisini de hareketi
için harcar. Böylece sayısız fotonla etkileşime giren
(e’) lar serbest hale geçerek bir elektrik akımına sebep
olurlar. Bu bir elektrik devresi olduğunda, teknolojinin
birçok alanında kullanılırlar. Fotonun enerjisi, yani
frekansı (rengi), (e’) ların hızlarının, kinetik
enerjilerinin fazla ya da az oluşunu belirlerken,
fotonun (ışığın) şiddeti, yani sayısı ise, koparılan
elektron sayısını belirler. Başka bir deyişle, ışığın
frekansını artırmak (e’) sayısını etkilemediği gibi,
foton sayısını (şiddetini) artırmak da (e’) ların
hareket enerjilerini etkilemez. Bu yüzden, daha
enerjitik ışınlar fotoelektriği oluştururken, enerjisi
yeterli olmayan ışınlar bunu gerçekleştirememektedirler.
(e’) ların bağlanma (eşik) enerjisi yani, kopması için
gerekli olan sınır enerji, metalden metale değişir.
Dolayısıyla, fotoelektriğin oluşması için gelen ışığın
enerjisi de değişir.
(E-M)
dalgalarının maddeyle olan etkileşimini yani tanecik
özelliğini dolayısıyla, bir momentuma sahip olduğunu
gösteren olaylardan biri de Compton saçılmasıdır. Yüksek
enerjili bir X ışını,yani bir enerji yumağı olan foton,
serbest halde bulunan ya da çekirdeğe düşük enerjiyle
bağlı olan bir (e’) ile tıpkı bilardo topları gibi
çarpışıp enerjisinin (veya momentumunun) bir kısmını ona
yükleyerek yer değiştirmelerine neden olurlar. Ancak bu
olayda foton, fotoelektrikte olduğu gibi bir (e’)
tarafından soğurulmayıp, fotonun kendiside belli fakat
farklı bir açıyla saçılır. Çarpışmadan önceki fotonun
momentumu, çarpışma sonrasındaki foton ile (mesela, ilk
başta durgun olarak düşündüğümüz) (e’) nun vektörel
toplamı birbirine eşittir. Bu çarpışma ile (e’) belli
bir açı altında hızlanırken, belli bir açıyla saçılan
fotonun enerjisi (frekansı), momentumu azalır, dalga
boyu uzar, hızı ise değişmemektedir. Çarpışmadan sonra
aralarında oluşabilecek maksimum açı ise, 180 derece
olup bu arada fotonun dalga boyu farkı da, en yüksek
düzeye ulaşır.
Şimdi de
frekansı en azdan en yükseğe doğru sırasıyla (E-M) dalga
spektrumunu inceleyelim. Bilinen spektrumun en altında
radyo dalgaları yaklaşık olarak 10 üssü (6)m – 10 üssü
(-1) m ile bulunurken sırasıyla üstte, mikrodalgalar 10
üssü (-1)m – 10 üssü (-4)m, Kızıl ötesi ışınlar 10 üssü
(-4)m – 10 üssü
(-6) m), görünen ışık 10 üssü (-6)m – 10 üssü (-7)m,
Morötesi ışınlar 10 üssü (-7 )m – 10 üssü (-9)m,
X-ışınları (10 üssü (-9)m – 10 üssü (-11)m, Gamma
ışınları 10 üssü (-11)m – 10 üssü (-13)m, Kozmik ışınlar
10 üssü (-13)m – 10 üssü (-15)m ...ile bulunur. Mor
ötesi ışınlar hariç çok yüksek frekanslı ışınlar,
nesnelerde iyonlaşma yaparlar. Yani, nesnelerin
moleküllerindeki (e’) ları kopartarak bağları tahrif
ederler. D.N.A’ daki molekülleri parçalayarak hücrelerin
ölümüne (kansere) neden olurlar. Yine aynı şekilde,
canlı genetik dizilimi üzerinde oynama yaparak
moleküllerin farklı bağlantılar kurmasını sağlayan,
yani mutasyon oluşturan ışınlar da yine bu yüksek
frekanslı ışınlardır. Bu nedenle bu ışınlar,
iyonlaştırıcı ya da iyonlaştırmayan ışınlar olarak da
ikiye ayrılırlar. İyonlaştırıcı ışınlar, X ışınları,
radyoaktif ışınlar (ki ayrıca değinilecektir) olan Alfa,
Beta ve gamma ışınları, nötronlar, iyonlaştırmayan
ışınlar ise, görünür ışık, Morötesi (ultraviyole),
kızılötesi (inferuj), radyo ve mikrodalgalardır. Ancak
iyonlaştırıcı olmayan ışınlarında (bilhassa radyo ve
mikrodalgalar) kısa vadeli olmasa da şiddetli ve uzun
vadeli etkilerinin de hücrenin kimyasal yapısının
bozulmasına neden olduğundan bedenin her organında
hücresel tahribatlara, çeşitli rahatsızlıklara sebebiyet
verdiği hatta yine, D.N.A moleküler bağlantılarının da
kopmasını sağlayarak kansere yol açtıkları
bilinmektedir. İyonlaştırıcı ışınlar, şiddeti çok az
olmak şartıyla önemsiz yan etkileri ile tıpta rahatlıkla
kullanılmaktadır.
Bu dalga
kaynaklarından, radyo dalgaları ile mikrodalgalar, bir
iletken içerisindeki (e’) ların, elektrik akımının
zamanla değişen periyodik ivmeli hareketleri sonucu;
kızıl ötesi ışınları, sıcak cisimlerden; görünür ışık,
çok daha sıcak cisimlerden; mor ötesi ışınları, gaz
içindeki elektrik boşalmaları; X ışınları; bir metale
çarptırılan yüksek enerjili (e’) ın daha doğrusu yüklü
parçacıkların frenlenmesi sonucu; gamma ışınları,
radyoaktif atom çekirdeklerinden, nükleer
reaksiyonlardan yayınlanır. Kozmik ışınlar ise, serbest
hareket eden ve bir enerji çorbası yani, plazma
halindeki çok çok yüksek enerjili (e’nu yitirmiş)
pozitif yüklü atom çekirdekleri ile serbest (e’) ve
fotonlardan oluşmuş ışınlardır. Bununla birlikte,
görünen ışıkta genel olarak yedi temel renkten oluşur.
Bunlar sırasıyla kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi,
lacivert, mordur. Şimdi de bunları daha detaylı görmeye
çalışalım.
Radyo (Hertz)
Dalgaları:
içinde TV
dalgalarının da bulunduğu VLF, LF, MF, HF, VHF, UHF,
SHF, EHF bandındaki dalgalardır. Bunların ilk dördü
radyo dalgaları (ki, AM ve FM radyo yayınları içindir)
diğerleri ise, TV yayınlarında kullanılırlar. Radyo
vericilerinde kullanılan VLF uzun dalga, MF orta dalga,
HF kısa dalgalardır. SHF, EHF ise, mikrodalga bandında
yer alan yüksek frekanslı dalgalardır. Radyo dalgaları
çok basit bir şekilde, kolayca oluşturulabilmekte,
görünür ışığın giremeyeceği her türlü maddeye
girebilmektedirler (bu yüzden evimizde TV, radyo, cep
tel. çok rahat kullanabilmekteyiz). Çok uzak mesafelere
gidebildiğinden haberleşmelerde kullanılmaktadır.
Normalde yeryüzü yuvarlak olması dolayısıyla, bir
noktadan çıkan radyo dalgaları dünya yüzeyinde fazla yol
alamadan uzaya doğru yayılırlar. Ancak yerden 60 – 80 km
yukarıdaki atmosferde bulunan yüklü atom çekirdeği ve
serbest elektronlardan oluşmuş iyonosfer tabakası, bu
dalgaların bir kısmını tekrar dünyaya yansıttığından
radyo dalgaları yer ve atmosfer arasında gidip gelerek
çok uzak mesafelere kadar gidebilmektedirler. Bu
dalgaların bir kısmı ise, uzay boşluğuna yayılarak
kendisine ait bilgiyle ışık hızıyla yollarına devam
ederler. Bu radyo dalgaların “yüksek frekanslı” olanı
gündüz güneş ışınları tarafından engellendiği için net
dinlenemezler. Çünkü güneş ışınları iyonosfer
tabakasındaki serbest iyonları çalkaladığından
(hareketlendirdiğinden) bu ortamdan yansıyan dalgaların
şiddetini azaltarak, bu dalgaları çok büyük ölçüde
etkilerler. Bu etki, gün doğumu öncesinde maksimum
değere çıkarken, gün batımından bir iki saat önce
minimum düzeye iner. Böylece, güneşin çekilmesiyle bu
“kısa dalga boylu” dalgalar, geceleri çok rahatlıkla
dinlenebilmektedir. İyonosfer tabakasının, güneş
ışınları ya da ondan ayrılan plazma (kozmik ışınlar) ile
bombardımanı nedeniyle çalkalanmasıyla da ayrıca çeşitli
türden (E-M) dalgalarının yeryüzüne yayılması söz
konusudur ki bu da işin ayrı bir yönüdür. Bildiğimiz
gibi galaksi içi yıldızlar, ince gaz ve toz bulutları
içinde hareket etmektedir. Bu gaz bulutları bazı
yerlerde çok seyrek iken bazı bölgelerde de oldukça
yoğundur. Arkasındaki nesneleri gizler. Ancak radyo
dalgalarının sis tabakasından etkilenmemesi (absorbe
edilmemesi) nedeniyle o nesneler, yayınladıkları radyo
dalgaları vasıtasıyla görüntülenebilmektedir (bu yüzden
dünyadan da rahatlıkla görülebilmektedir). Böylece
galaksimizin bir resmi (şekli) elde edilebilmiştir. Bir
noktada yoğunlaşarak yıldızları oluşturmaları nedeniyle
onların hammaddesi olan bu gazlar (ki %80 hidrojen, %
202’ si de çoğunluğu Helyum ağırlıklı olmak üzere diğer
atom çekirdeklerini içerir) mutlak sıfırın birkaç derece
üstünde çok soğuk olduklarından daha çok ısı bandında
değil, radyo bandında yayın yaparlar ve radyo
dalgalarını analiz eden radyo teleskoplarca
gözlemlenirler. Bunun yanında, bu nebulalar sıcak
yıldızların yakınında iseler, bunlarda oldukça sıcak
olduklarından ısı bandı ve sıcaklığına göre
yukarısındaki çeşitli (E-M) dalgalarını yayınlarken,
buradaki serbest (e’) ların yüklü iyonların yakınındaki
hareketleri de ivmelenmelerine neden olduğundan dışarıya
daha enerjili ve şiddetli radyo dalgaları yayınlamakta
ve bu yönlü de görüntülenmektedirler. Radyo dalgaları
diğer ışınlarda olduğu gibi birçok alanda
kullanılmaktadır. Mesela tıpta kullanım alanı yanında,
bu dalgalarla toprak ısıtılarak zararlı organizmalar
öldürülmektedir.
Mikrodalgalar
(Radar Dalgaları):
Çok kısa (dalga
boylu) radyo dalgalarıdır. Radar dalgaları bildiğimiz
ışık dalgalarının giremediği, geçemediği sis, bulut,
duman, kirli hava, yağmur...vs. engellerden rahatlıkla
geçebilmektedir. Yine bildiğimiz ışıkta olduğu gibi, çok
katı ve sert nesnelerden yansırlar. Bu nedenle radar
dalgaları kendi bant içinde frekansları değiştirilerek
dünyanın, gezegenlerin ya da güneşin atmosferini, dış
katmanlarını geçip katı veya çok yoğun gaz ortamlarından
yansıyarak yüzey, ortam görüntüleri elde edilebilmekte,
bu yapıların dönme süreleri ve fiziki tüm özellikleri
tespit edilebilmektedir. Bunun yanında nesnelerin içine
odaklanarak o nesneye ait moleküler yapılarının
incelenmesinde de kullanılmaktadırlar. Mikrodalgalar,
radyo dalgaları gibi iletişimde de kullanılmaktadır. Bu
yüzden Mikro dalgaları, bilhassa uzak mesafeli
haberleşmelerde, gezegenlere gönderilen uydu
haberleşmelerinde kullanılmaktadır. Mikrodalgaların da
insanlar ve canlı nesneler üzerinde hasta edici olumsuz
etkileri bulunmaktadır. Ayrıca mikrodalgalar, cam,
porselen, kağıt...gibi nesnelerden kolaylıkla geçtiği
için, bunlardan yapılmış kap içine konan yiyecekleri,
özel fırınlarda pişirmektedir. Aslında bu ışınlar
yiyecekleri direkt ısıtmıyor. Sadece aracı oluyor. Çünkü
mikrodalgalar, yiyecekteki su, şeker ve yağın polar
(kutuplu) moleküllerini daha da kutuplayıp onları
saniyede milyarlarca kez titreştirerek çarpışmalarını ve
bu çarpışmadan da ısı dalgalarının çıkışını sağlayarak
yemekleri pişirmekte, nemli maddeleri kurutmaktadır.
Polar molekül sayısı ne kadar fazla olursa çarpışma daha
etkili (güçlü) ve çok olacağından daha kısa sürede pişme
gerçekleşir. Yine aynı yöntemle bu ışınlar kullanılarak,
kimsenin ruhu duymadan tabloların arkasındaki böcekler,
sert kabuklarının içi ısınması dolayısıyla şişerek
patlamaktadırlar.
Kızılötesi
Işınlar:
Isı dalgaları
olarak da adlandırılırlar. Isı dediğimiz, ısı
hissettiğimiz şey bu tür dalgalardır. Bunların da birçok
kullanım alanı bulunmaktadır. Güneş tutulmalarında yada
bulutla kapandığında vücudumuzun soğuk hissetmesinin
nedeni bedenimizin güneşten gelen bu dalgaları
alamamasıdır. Bunların da teknolojide kullanım alanı
bulunmaktadır. Mesela, bilgisayarlar arası yada
bilgisayardan ilgili cihaza bilgi aktarımında, TV,
radyo, müzik seti... gibi araçların uzaktan kumandasında
kullanılmaktadır. Yine uydulardan kızıl ötesi ışınları
değerlendiren kameralar yardımıyla gece zifiri
karanlığında olunsa bile gündüzmüş gibi görüntü elde
edilebilmektedir. Nasıl ki her yeri kapalı bir odadaki
konuşmalar insan kulağının duyması imkansız olan
sokaktaki bir noktada, camdan geçen ses dalgalarının
havada yayılmasıyla hassas aletlerce sanki
yanlarındaymışçasına duyulabiliyorsa, bugün uydulardan,
hava (çok aşırı olmadığı taktirde) bulutlu olsa dahi,
yeryüzündeki bir arabanın çıkarttığı egzoz dumanının ısı
dalgaları algılanabilmektedir.
X-Işınları:
Yüklü
parçacıkların frenlenmesiyle yayımlanan (E-M) dalga
türüdür. Tüm (E-M) dalgaların nesnelere girginliği
bulunmaktadır. Ama bunların girginlik dereceleri farklı
farklıdır. Frekansları artıkça girginlikleri artar. Bu
yüzden tıpta, vücudun görüntülenmesi veya sağlıklı bir
yapıya kavuşturulmasına ya da maddeyi çeşitli şekillerde
incelemeye yönelik olarak farklı ışın türleri
kullanılmaktadır. Yüksek frekanslı ve enerjili olmaları
dolayısıyla X ışınları da girginlik derecesi çok yüksek
ışınlardır. Daha hızlı hareket eden bir (e’), daha
girgin X ışınları yayımlarken, daha fazla serbest (e’)
demeti, yüksek şiddetli X ışınları yayımlamaktadır.
Girginliği yüksek X ışınlarına, “sert”, daha az
olanlarına ise, “yumuşak X ışınları” adı verilir. Çok
kalın katı ve sıvı ortamlardan geçebildikleri gibi,
havada da çok uzak mesafelere kadar gidebilmektedirler.
Çeşitli maddesel ortamlardaki atomların proton
sayılarının artması ile orantılı olacak şekilde (daha
ağır atomlara doğru) soğurulurlar. X ışınlarının
girginliği fazla olduğu için röntgen ışınları adı
altında insan vücudu içinden geçerek beden içi
görüntülenmesinde kullanılırlar. Yine bu ışınların
maddeyle olan etkileşmeleri dolayısıyla fotoelektrik ya
da compton olayıyla elektronu atomdan ayırarak onu
iyonize ettikleri gibi, belli bir enerjiyle atom
çekirdeğiyle çarpışması sonucu da (e’) ve anti (e’) olan
pozitrona dönüşerek maddeleşirler. X ışınlarının madde
içindeki kırınımları dolayısıyla maddenin iç yapısı,
moleküler dizilimleri belirlenebilmekte ayrıca, bir
maddenin içindeki yabancı maddelerin, hava
boşluklarının, yapım hatalarının olup olmadığının...
tespiti de yapılabilmektedir. Güvenlik amacıyla içinden
geçtiğimiz ve çantalarımızın dıştan kontrolü de yine bu
ışınlarla olmaktadır.
Kozmik Işınlar:
çeşitli kaynaklardan yayımlanan 10 üssü (12) – 10 üssü
(20) ev’ lik çok yüksek hızlı ve enerjili taneciklerdir.
Bunların enerjileri, hızlandırıcılarda ulaşılan 10 üssü
(11) ev’ lik maksimum enerjinin bile bir milyar katı
kadar olabilmektedirler. Hızları ışık hızının %99 u
kadar olup hemen hemen ışık hızıyla hareket ettiklerini
söyleyebiliriz. Bu ışınların çoğunluğunu protonlar (yani
elektronsuz hidrojen çekirdeği) oluştururken geri kalan
kısmını ise, serbest (e’) lar, Alfa ışını olarak
adlandırılan Helyum çekirdeği ve az miktarda da ağır
atomların çekirdekleri bulunmaktadır. Atmosfere çarpan
kozmik ışınların bir saniyedeki toplam enerjisi,
yıldızlardan gelen tüm (E-M) enerjisi düzeyindedir. Bazı
dönemlerde bu ışınların yoğunluğu daha fazla
olabilmektedir. Bu kozmik ışınlar atmosfere
ulaştıklarında birçoğu havadaki atom çekirdekleriyle (ki
bunlar daha çok azot ve oksijendir) çarpışarak
enerjilerini yitirip ancak pek azı yeryüzüne ulaşırken,
çekirdek çarpışmalarıyla başka parçacıklara dönüşen bu
tanecikler de, parçacık reaksiyonları uyarınca ikincil
olarak atmosferde dönüşüme uğrayarak daha düşük enerjili
parçacık (ki mesela mezonlar, nötrinolar...) ve fotonlar
şeklinde yeryüzüne inerler veya çok yaklaşırlar. Bununla
birlikte nesneye olan girginlikleri de azalır. Kozmik
ışınlar, dev bir mıknatıs olan yerin manyetik (M)
alanına girdiklerinde, hareketli yüklerin bir (M) alana
girdiklerinde üzerlerine etki eden kuvvet uyarınca dünya
etrafını saracak şekilde yeryüzünden belli uzaklıklarda
(tanecik ve fotonlardan oluşan) iki radyasyon kuşağının,
bölgenin oluşmasını sağlarlar. Bu sırada bu ışınların
hızları da biraz azalır. Bu iki radyasyon kuşağına, “Van
Allen Kuşakları” adı verilmektedir. Bu radyasyon bölgesi
eğri manyetik alan çizgileri yönünde olup bir kutuptan
çıkarak diğer kutup noktasına doğru akarlar ve burada
(yukarıda değindiğimiz şekilde) atmosferle etkileşime
girerek yeryüzüne ulaşmaları engellenmiş olur. Daha
zayıf kozmik ışınlar ise, yerin MA larınca yönleri
değiştirilerek tekrardan uzaya yansıtılmaktadır. Bununla
birlikte, çok güçlü ve şiddetli kozmik ışın akımı,
dünyanın MA öyle bir çarpar ki tüm MA sarsılmasına,
yalpalanmasına ve büyüyüp küçülmesine neden olmaktadır.
İçteki kuşak
yerden 600-6000 km arasındaki bölge olup çok yüksek
enerjili kozmik ışınlardan oluşurken, 20 bin ile 60 bin
km arası yükseklikte bulunan dış kuşak, nispeten daha
düşük enerjili kozmik ışınlardan oluşmaktadır. Bu her
iki kuşaktaki parçacıklar, kutuplarda 300 km’ ye kadar
yaklaşarak atomlarla çarpışmalar sonucu “kuzey
ışıklarını” ya da “Atlantik ışıklarını” meydana
getirirler. Bu kozmik ışınların pek çoğu güneşten değil,
yeri tespit edilemeyen uzay boşluğundan bize
ulaşmaktadır. Bunun nedeni, bu ışınların yolları
üzerindeki manyetik alanlarca doğrultularının
saptırılmasıdır. Buna neden olan kaynak ise, yüksek
enerjili yıldızlar (ki bunlar tıpkı güneşimiz gibi
çeşitli zaman ve belli oranlarda dışarıya plazmalar
halinde bu ışınları yayarlar ve bunlar seyrek olmakla
birlikte oldukça da sıcaktır) ile ölmekte olan
yıldızların süpernova veya bundan biraz farklı yolla
oluşan nova patlamaları sonucu oluşmaktadır. Bildiğimiz
gibi bu patlamalarla her yöne doğru yayınlanan enerji,
yıldızın yüz milyonlarca yıllık enerjisinin bir anda
uzaya dağılmasıyla ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte,
binlerce, milyonlarca... yıl bir şeyle karşılaşmaksızın
hareket eden bu yüklü tanecikler, yıldızlar arası
boşlukta yıldızların ve dev olan yıldızların sahip
olduğu manyetik alanlarına (MA) girdiklerinde
ivmelenerek (daha da hızlanarak) daha yüksek enerjilere
ulaşırlar. Daha zayıf olanları ise bu alanlarda
spiraller çizerek hızlarında yavaşlama dolayısıyla
enerji farkı kadar bir enerji oranında radyo, mikrodalga
yayınlarlar. Bu dev yıldızlarda mevcut olan (MA) güçleri
ve etkin bölgesi de oldukça geniştir. Bir kıyaslama
olması açısından, dünyanın MA, 0,5 gauss iken, güneşin 3
bin gss, yıldızlar arası tozda 3.10 üssü (-6) gss, daha
yoğununda ise, 10 üssü (-2) gss, beyaz cücelerde 10 üssü
(7) gss, nötron yıldızları ve pulsarlarda, 10 üssü (12)
gssdur. Yıldızlar arası gazlardaki MA, çok zayıf gibi
görünse de, yıldız oluşumlarında büyük rol oynarlar.
Aynı şekilde MA, yıldızların olgunlaşması ve
yaşlanmalarında da oldukça etkindirler. Yıldızlar arası
boşlukta çok düşük hızlarda bulunan bu parçacıkların o
bölgede var olan ani manyetik alan değişimleri içinde
yer almaları sonucu, tıpkı değişen (M) alanlarının telde
akım oluşturması gibi, hızlanmalarıyla da yüksek
enerjili kozmik ışınlar haline gelmektedirler. Bu
ışınlar o kadar çok hız kazanırlar ki, yolları
üzerindeki bir yıldızın daha yakınından geçerken o
yıldızın manyetik alanınca hapis olup spiraller çizerek
yüzeyine düşmeleri gerekirken (yukarıda da değindiğimiz
üzere) daha da güçlenerek oradan uzaklaşırlar. Ayrıca bu
ışınların galaksiler arası boşluğa çıkarak yollarına
devam etmeleri, bize ulaşan kozmik ışınların bir
kısmının başka galaksilerden gelebileceğini de
göstermektedir. Galaksiler arası boşlukta hareket eden
bu kozmik ışınlar galaksilere ait çok güçlü (M)
alanlarınca da ivmelenmektedirler.
(Bkz. İnsan Ve Sırları 1 – Ahmed Hulusi /
Modern Fiziğe Giriş-Prf. Dr. Erol Gündüz / Tubitak Bil.
Tek. Der. Yeni Ufuklara (8 Haziran 2003)– Radyo
Astronomisi, Manyetik Yıldızlar - Eylül 87) |