Morötesi
ışınları: Uzaydan
gelen ışınların bir kısmı atmosferden geri yansırken bir
kısmı da atmosferdeki gazlar tarafından tutularak
(emilerek) çok az bir kısmı yeryüzüne iner. Bunlardan
biri de bu tür ışınlardır. Güneş ışığının % 5’ ini
oluştururlar. Ancak, yeryüzüne ulaşanlar bile belli
sürelerde zararlıdır. Yazın hava kapalı bile olsa yine
bu etkisini sürdürürler. Kar, su, beton, kumdan çeşitli
oranlarda tekrar yansıdığı için de zararlıdır. Eğer
bunlar, filtre edilmeden direkt dünyaya ulaşsaydı tüm
canlılar ölürdü. Bu nedenle besin, su ya da nesnelerdeki
mikroorganizmaların öldürülmesinde kullanılırlar. Bu
ışınlar yeteri düzeyde alındığında diş ve kemik gelişimi
için önemli olan D vitaminini sentezlerler. Bronzlaşmayı
sağlarlar. Bu yüzden, solaryumda kullanılırlar. Fazlası
ise, cilt kanserine neden olur, derinin içine çok nüfuz
ettiği için bağ dokularını etkileyerek derinin
esnekleşmesini, kırışmasına neden olurlar. Bununla
birlikte deride kuruluğa ve erken yaşlanmasına yol
açarlar. Derideki pigmentler bu ışınlara karşı deriyi
korur, ancak açık tenlilerde (bilhassa kızıl saçlı
olanlarda) bu madde az olduğundan çok etkilenirler ve
bronzlaşmaz, yanarlar. Yükseklerde daha yoğun olduğundan
dağcıların özellikle dikkat etmesi gerekir (gamma
ışınları radyoaktivite bölümünde ele alınacaktır).
Gravitasyonel
ışınım:
henüz gözlemlenmemekle birlikte, nasıl ki ivmelenmiş
yükler (E-M) dalgaları yayınlıyorlarsa aynı şekilde
ivmelenmiş kütlelerde, yine ışık hızıyla yayınlanan
kütle çekim dalgaları dediğimiz (ki uzay-zaman yapısının
dalgalanmasıdır) dalgaları üretirler. Bu dalgaların
çekme özelliği göstermeleri dolayısıyla, çekimci
dalgalar olarak adlandırılırlar. Bu nedenle evrenin
genişlemesi dolayısıyla dört boyutlu uzay-zaman yani,
algılayabildiğimiz evren yapısı, dalgalı bir yapı arz
eder. Bu durum, evrenin küresel yada hiperbolik olması
halinde de geçerli olurdu.
Nötrino
Dalgaları:
atom altı parçacık reaksiyonları sonucu ortaya çıkan
nötrinoların yükleri ve kütleleri sıfırdır. Hareketleri
nedeniyle sahip olduğu kütleleri ise, ihmal edilebilecek
düzeyde olduğundan yarı soyut yarı somut varlıkları
dolaysıyla hayalet parçacık ismini alırlar (anti
parçacığına ise, anti nötrino denir). Bu yüzden önüne
çıkan gezegen, yıldız gibi nesnelerle etkileşmeksizin
içlerinden geçerek ışık hızıyla yollarına devam ederler.
Çünkü bizler için soyut olan nötrinolar açısından tüm
madde, onlar açısından saydamdır. Öyle ki, milyarlarca
ışık yılı kalınlığındaki kurşun bloktan soğurulmaksızın
geçebilir bunların triyon kere trilyon kere trilyon
tanesinden sadece birkaç tanesi atom çekirdeğindeki
parçacıklarla etkileşime girerdi. Bu özellikleri
dolayısıyla dünyadan da yakalanmaları oldukça zordur.
Bunun için atom çekirdekleriyle kafa kafaya çarpışması
gerekir. Nötrinoların, kaynağından enerji götürmelerine
(enerji taşımalarına) karşın diğer parçacıklar gibi
etkileşime girerek yeni yeni tanecik reaksiyonları
oluşturmamaları dolaysıyla ayrı bir özelliğe
sahiptirler.
Bir nesne
üzerine düşen ışığın yani, (E-M) dalgalarının bir kısmı
nesnenin içinden geçip giderken bir kısmı da nesnenin
atom ve molekülleri ya da atom elektronları tarafından
(yörünge hareketleriyle) değerlendirilir. Bunun
sonucunda (bilhassa moleküller tarafından
değerlendirilenler) ısı olmak üzere, mikrodalga yada
radyo bandında dışarıya yayın yaptığı gibi, gelen (E-M)
dalga türüne göre renk dalgaları başta olma üzere
çeşitli türden (E-M) dalgaları dışa yayımlarlar.
Nesnelerin katılıkları arttığında ona gelen dalgaların
çoğu ısı enerjisine dönüşürler. Demek ki direkt nesne
yüzeyinden yansıyan ve bizim nesneyi görmemizi sağlayan
dalgalar bile yüzeyindeki elektronlar tarafından
değerlendirilip dışa yayınlanan dalgalardır. Özetle,
nesnenin türüne, malzeme yapısına, yoğunluğuna göre
nesne yüzeyine gelen (E-M) dalgaları, farklı türlerine
(dalga boylarına) bürünerek tekrardan dışa yayımlanır.
Bazı nesneler de belli bir dalga boyunu absorbe edip
farklı frekanslı başka bir ışık yayımlarlar. Böyle bir
nesne (fluorışıl maddeler) mesela gözle görünmeyen mor
ötesi ışınlarını emerek, belli renkte görünen ışınlara
dönüştürürler. Böylece nesneye farklı frekanslı ışınlar
gönderilerek daha başka dalga boyunda renkler elde
edilebilmektedir. Bunların sanayide çeşitli kullanım
alanları bulunmaktadır. örneğin, sahte para tespitinde.
Burada dikkat edilirse, herhangi bir kaynağın bilgisini
taşıyan dalgaların, bir nesneye çarpıp ondan
yansımasıyla o objeye ait frekanslara dönüşmekte, bize o
nesneye ait bilgileri yüklenmektedir ki ayrıca bunu daha
da irdelemek gerekir.
Her bir foton
enerjisini, ona denk düşen sıcaklık eşdeğeriyle de
tanımlayabiliriz. Böylece fotonların enerjisi sıcaklık
arttıkça artar, sıcaklık düştükçe enerjisi de düşer.
Yani dalga boyu uzar. Bunun nedeni her atomun tüm (E-M)
spektrumu bandında yayın yapabilmesidir. Çünkü ısınan
cisimlerin atom elektronlarının belli enerji
yörüngelerine çıkıp tekrar eski yörüngelerine
dönmeleriyle dışarıya o enerjiye eşdeğer (E-M) dalgası
yayımlar. 2., 3., 4.,...(sonsuza kadar gider) yörüngeden
1. yörüngeye inişler layman serisi adını alır ve mor
ötesi bandında yayın yapar. 3., 4., 5. yörüngeden,...2.
yörüngeye inişler Balmer serisi adı verilir ve görünür
bandaki ışınları yayarlar. Yine aynı şekilde üst
yörüngelerden 3. yörüngeye olan inişler, Paschen serisi,
4. yörüngeye olan inişler Brackett serisi, 5. yörüngeye
inişler Pfund serisi ismi verilir ki bunlarda kızıl
ötesi, mikrodalga ve radyo bantlarında yayın yaparlar.
Böylece her cisim mutlak sıfır dediğimiz (O) kelvin
derecesi üzerinde belli bir sıcaklığa sahiptir ve
dışarıya her an (E-M) dalgaları yayımlar. Mutlak Sıfır
derecesinde ise, hareket daha doğrusu tüm fizik yasaları
duracağından (E-M) dalgası yayınlanmaz. Bizler için de
mutlak sıfıra inilmesi termodinamiğin üçüncü yasası olan
Nernst kanununa göre, (yaklaşılabilir olmakla birlikte)
imkansızdır. Evren bile, 13 milyar içinde trilyonlarca K
sıcaklıktan, 2,7 K’ ne inmesine karşın bu ısının O K’ ne
inişi en iyi rakamla 10 üssü (100) yılı bulacaktır. Çok
soğuk ortamlar, radyo bandında dalgalar yayımlarken,
sıcaklık yükseldikçe radyo bandı içinde frekans değeri
artmaya başlar. Sıcaklık daha da artarsa bu sefer
mikrodalga bandına geçer ve sıcaklıkla orantılı olarak
daha yüksek frekanslı mikrodalga yayını yaparlar. Oda
sıcaklığında yaklaşık 37 C’ de ise nesneler, kızıl ötesi
ışınlar yayarlar. Bu arada ilk duruma oranla daha da
yoğun radyo ve mikrodalga yayını da bulunmaktadırlar.
Önemli bir husus da, sıcaklık en düşükten yükseğe doğru
gittiğinde her bir maksimum seviyede daha önceki ve
sonraki tüm banda ait dalgaları da azalacak şekilde
yayımlamaktadırlar. Ya da başka bir deyişle, ısınan her
bir cisim tüm (E-M) spektrum bandında yayın yapar, ancak
sıcaklık değeri ne oranda ise, ona denk düşen (E-M)
dalga şiddeti merkez olarak daha fazla, öncesi ve
sonrasındaki diğer bantlara ait olan dalgaları ise bu
merkezi banda uzaklığı oranında şiddeti azalacak şekilde
yayın yapmaktadır (ancak bu bir önceki düşük sıcaklıkta
olandan daha şiddetlidir). Bu yüzden bir kibrit yakıp
yakınından baktığımızda maviden kırmızıya kadar tüm
renkleri görebiliriz. Bunun yanında bu kibrit ateşi mor
ve kızıl ötesi ışınlar da yaymaktadırlar. İnsanlar da
bio-elektrik faaliyetleri sonucu oluşan haricinde
bedendeki kimyasal reaksiyonlar sonucu çeşitli
şiddetlerde (yoğunluklarda) kızıl ötesi, radyo,
mikrodalga ışınlarla birlikte diğer tüm dalga boylarında
da yayında bulunur.
Oda
sıcaklığından, yaklaşık 600-700 derece arası, yayınlanan
kızıl ötesi ışınların kendi içinde frekansı artarken,
sıcaklık daha da arttıkça, görünür ışık bandının kızıl
bölgesine ulaşılır. Büyük sıcaklık değerlerine denk
düşen (E-M) spektrumunu anlamak açısından ortalama 3000
C’ de cisimler kızıl renkte, 4000 C ‘de turuncu, 4800 C’
de sarı renkte, güneşin yüzey sıcaklığı olan 6000 C’ de
sarı-beyaz, 15000 C’ de mavi-beyaz, 30000 C’ de mavi
renkte görünürler. 50000 C üzerinde ise sırasıyla mor
ötesi, X ışınları, Gamma ışınları...şeklinde yayın
yaparlar. Bu denli sıcaklıklar bildiğimiz gibi
yıldızlarda bulunurlar. Ayrıca (E-M) dalga spektrumu
kesikli değil, süreklidir. Bu nedenle, kırmızıdan
turuncuya ya da sarıdan yeşile bir anda geçmez. Bu ikisi
arasında da birçok tonda renk yani, dalga boyu bulunur.
Gördüğümüz ışığın görünür bantta olanı, % 10-15’ tir.
Geri kalanı ise, çoğu kızıl ötesi yani, ısı enerjisidir.
Bir bölümü de diğerleri. Bizim ısı olarak algıladığımız
şey, kızıl ötesi dalga boyundaki dalgalardır.
Yıldızlardaki süreçler de, yıldız ve galaksiler arası
boşlukta hareket eden her türden (E-M) dalgaları ya da
tanecik, foton yayını olan yüksek enerjili plazmaları
oluştururlar. Big-bang patlaması sonrasındaki yüksek
sıcaklığa ait çok yüksek frekanslı (E-M) dalgaları da
genişleyen ve soğuyan evren içinde, zamanla dalga boyu o
kadar uzamıştır ki, bu patlamanın birinci saniyesinde
evrenin sıcaklığı, 10 milyar Kelvin dereceli ateş
topunda iken, şu an da 2,7 K sıcaklığında mikrodalga
bandında bulunmaktadır. Buna, big-bang patlamasından
arta kalan kalıntı enerji ya da arka fon ışıması adı
verilmektedir. Öyle ki, radyo yada TV ayarı yaptığımızda
karşımıza çıkan hışırtının küçük bir kısmını evrenin her
yerinde homojen olarak bulunan bu mikrodalga ışıması
yada big-bangin yankısı oluşturmaktadır.
Teknolojinin her
alanında kullanılan tüm bu ışınlar kontrollü
kullanıldıklarında sağlık ve hayatın kolaylaştırılması
alanında birçok faydası, yararı olduğu gibi, uzun vadede
bu teknolojik aletlerinin sağlık üzerinde olumsuz
etkileri bulunmaktadır. Mesela, mikrodalga fırınlarından
yayınlanan bu tür ışınların ya da TV ekranından açığa
çıkan çeşitli ışınlara ek olarak bilhassa (şiddeti az
olduğundan) X-ışınlarının, morötesi ışınlarının çok kısa
vadelerde olmasa da uzun süreler içerisinde oldukça
büyük zararları olduğu ortaya çıkmıştır. Keza cep
telefonlarındaki mikrodalgaların da. Bunun yanında,
şehir şebekesinin (ki alternatif akımın neden olduğu
şiddetli dalgaların) hemen altında ya da yakınında
oturmak, radyo vericilerin yakınında ikamet etmek (ki
çok şiddetli dalga yayınları dolayısıyla) insan
vücudunda çeşitli hastalıklar yanında psikolojik
hastalıklara da neden olabilmekte, kalp pillerini
etkilemektedirler. Gerekli dozlarda ise, tıbbın birçok
alanında mesela, görüntülemeden, damar açmaya,
genişletmeye ki bilhassa kalp damar hastalıklarının
iyileştirilmesinde, kan dolaşımının artırılarak o
bölgede daha çok kan ve oksijenin taşınmasına, hücre
yenilenmesine, sinir sistemine olan etkisinden ötürü de
ağrı hissinin azaltılmasından, bağışıklık sisteminin
güçlendirilmesine, toksinlerin atılmasından, estetikte
kırışıklıkların giderilmesine, fazla yağların
parçalanmasına...vb. kadar daha sayamadığımız birçok
alanda kullanılmaktadırlar.
Birçok hayvanın
da bizim algılamamızın üstünde hassas algılama
araçlarına sahip olduğunu artık bilmekteyiz. Her birini
tek tek değil de konunun daha iyi anlaşılması açısından
genel olarak ne tür özelliklere sahip olduklarını
görmeye çalışalım. Hayvanlardan kimisi, bu özelliklerden
sadece birine sahip olabildikleri gibi, birden fazla
özelliklere de aynı anda sahip olabilmektedirler.
Mesela, vücuttan yayınlanan ve ısı dalgaları olarak
adlandırılan kızıl ötesi (ki bunun dışında mor ötesi
ışınlar da yaymaktadır) ışınları algılayarak gece
karanlığında göremedikleri avlarını (bu yöntemle onların
boyut, ağırlık, hız ve konumlarını saptarlar) tespit
ettikleri, bazı hayvanların ise bizim duyamadığımız
frekansta ses ya da mekanik veya (E-M) dalgalarına
dayalı radar dalgaları vasıtasıyla (ki yansıyan
dalgaları tekrar değerlendirerek ) avlarını tam isabetle
yakaladıkları, yine bu dalgalara dayalı iletişim
kurdukları anlaşılmıştır. Mesela, yüzerken gözleri iyi
görmeyen elektrikli yılan balığı da (bir öncekilerde de
olduğu gibi) su altında kendi ürettiği radar dalgaları
vasıtasıyla yönlerini belirlerler. Köpekbalığı ile vatos
balığının ortak sınıfı olan yine bir balık türü
"elasmobranch" ların kum içinde olsalar da pisi
balığının solungaç hareketlerinin yol açtığı dakikada 1
cm başına milivoltluk elektriksel alanı
hissedebildikleri ortaya çıkmıştır. "Gymnarchus" adlı
bir balık ise, ileri geri hareketlerinde dengesini
kaybetmemesini, kuyruğunun yanında ürettiği elektriğe
borçludur. Bunun gibi suda ya da karada fark etmez bazı
hayvanlar da o yerin manyetik yada elektrik alandaki
milimetrik değişiklikleri duyacak kadar hassastırlar ki
bazısı bir voltun milyonda, milyarda birindeki
elektriksel alan değişikliğini bile algılayabilmektedir.
Yine doğal elektrik üreten hayvanlardan bazıları bu
elektrik gücünü savunma ya da av amaçlı kullanarak karşı
canlıyı elektrik şokuyla uyuşturmakta,
sersemletmektedirler. Bunların içinde bir kısmı da
canlıların vücudu etrafında var olan bio-enerji
alanlarını algılayarak avlanmakta ve yine bu özelliği
kullanarak zemindeki yada o ortamdaki (E) ve (M)
alanlarını algılamak suretiyle yön tayininde
bulunmaktadırlar. Bazı hayvanların ise, koku alma
duyuları o kadar güçlüdür ki, mesela köpek balıkları
yüzlerce m’ den sudaki kan kokusunu alabilmekte öyle ki,
birkaç yüz milyon su taneciği içinde bir, iki kan
taneciğini ayırt edecek düzeydedir. Karadaki bazı
hayvanlarda da bu özellik mevcut olup yüzlerce metre
yada birkaç km ötedeki avlarının, leşlerin, suyun,
kanın, bitkilerin, hayvanların...vb. kokusunu rahatlıkla
alabilmektedirler.
Teknolojide de
kızıl ötesi ışınlardan yararlanılarak elde edilen gece
görüş dürbünleri askeri alanda kullanıldığı gibi, sağlık
alanında da, özel kameralar ile vücuttan çıkan ısı
dalgaları tespit edilerek, vücudun normal kısımlarına
göre daha fazla sıcaklığın yayıldığı alanlarda tümör
olarak tanımlanan kanserli bölgeler tespit
edilebilmektedir. Aynı şekilde bazı hayvanlar kızılötesi
ya da morötesi ışınları algılayarak yollarını,
yiyeceklerini veya avladıkları hayvanları
algılayabilmektedirler. Mesela kelebekler, arılar,
morötesi (uv) dalgalarını görebildiklerinden çiçekleri
daha parlak görürken, bir baykuş gece karanlığında
sidiğini üzerine bulaştıran ve yürürken yerde de iz
bırakan tarla faresini bu sidikten yayımlanan kızılötesi
ışınlarını algılayarak avlarını yakalarlar. Yine
çıngıraklı yılanlar zifiri karanlıkta başları üzerinde
iki ayrı ışınsal görüntü algılayıcısı yardımıyla kızıl
ötesi görünen avlarını tam isabetle
yakalayabilmektedirler. Bazı deniz hayvanları da kızıl
ötesi ve mor ötesi ışınları görebilmekte, bazıları da
tıpkı karada olanları gibi göz hücre sayısının çok fazla
olması dolayısıyla görme sınırları içinde dalgaları daha
fazla dalgaları değerlendirerek olandan çok daha net
olarak görmektedirler. Mesela kartallar net görmelerinin
yanında gelişmiş mercek sistemleriyle birkaç km
uzaklıktaki nesnelere dürbün gibi odaklama yaparak
nesneleri yakınlaştırmakta, 8 misline kadar
büyütebilmekte, çok daha geniş alanı görebilmektedirler.
Şimdi de
dalgalar ve temel özellikleri ile ilgili iki farklı şeye
değinmek istiyorum. İlki, görünmezlik olayı. Bugün
görünmezlik deneyleri, nesnenin engel olduğu görüntüye
ait dalgaların dijital aletlerle nesnenin önüne
yansıtılması üzerinedir. Böylece arkadaki görüntü direkt
öne yansıyarak kişi tarafından engel, görünmez
olmaktadır. Bilhassa askeri amaçlı olan bu çalışmada,
mesela, elbise üzerine yerleştirilen özel geliştirilmiş
yansıtıcılarla bu planlanmaktadır. Geçmişteki
görünmezlikle ilgili deney de aynı esasa dayalı, ama
farklı bir sistemle oluşturulması düşünülmüş ya da
oluşturmaya çalışılmıştır. Filmlere de konu olmuş
iddiaya göre (ki teorik olarak mümkün olan böyle bir
şey, tarihte olmuş veya hiç olmamış olabilir, ama
konunun anlaşılması için iyi bir örnek) bir gemi,
tayfalarıyla birlikte yok edilmekle kalmayıp deneyin
kontrol dışına çıkması dolayısıyla da aynı zamanda anlık
mekansal yer değişmeye (ışınlamaya) uğramış. Bunun
temeli ise, Einstein’ ın Birleşik Alanlar Teorisine
dayanmaktadır. Bilindiği gibi evreni iki boyutlu bir
yüzey, zamanı da buna dik düzlem olarak düşünürsek, üç
boyutlu (gerçekte ise dört boyutlu) evren yüzeyinin bir
bileşeni E (elektriksel) alan, diğer bileşeni de buna
dik B (manyetik) alan olmaktadır. E ve B alanlarından
oluşmuş bu düzlemin 3. boyuta olan eğriliğini de
gravitasyon alan olarak hissedilmektedir. Böylece evren
ve içindeki tüm varlık E ve B (dolayısıyla E-M)
alanlarından oluşmuş tümel Tek Bir yapıdır. Kısaca, bu
yüzden bir nesne çevresinde, çok güçlü E ve B alanları
uygulandığı yada oluşturulduğu taktirde nesne
çevresindeki uzay-zaman büküleceğinden mesela bu bir
gemi ise, bu geminin arkasındaki nesneye ait görüntüyü
taşıyan ışık (E-M dalgaları) bu eğri uzay- zaman yolunu
takip ederek geminin önüne yansıyacağından (çok yakından
mercek etkisi dolayısıyla geminin yansıttığı görüntü de
birazcık eğim olsa da en azından belli mesafelerden)
gemi tamamen görünmez olacaktı. Bu sayede düşman
hatlarında rahatlıkla gezi yapılacak, radar dalgaları
yansımadığından radarlarla da izlenemeyecekti. Ancak bu
tür deneyler büyük kontroller ister, olmadığı taktirde
ise, uzay zaman eğikliği belli değeri aşacağından,
nesneler kuantum fiziğinin öngördüğü (tıpkı, her
taraftan kapatılarak sıkıştırılan bir (e’) nun klasik
yasalarca olmaması gereken yerlere, dalgasal yapıya
dönüşerek engelle etkileşmeksizin kaçması gibi) anlık
maddesel (DeBrogle) dalga yapılara, aslı olan enerji
dalgalarına dönüşerek bir anda uzay-zaman kafesinden
çıkmasına, mekansal yer değiştirmelerine ve tekrardan
maddeleşmelerine neden olabilir ki bunun sonucunda
insanlar açısından anormallikler ve ölüm kaçınılmaz
olabilmektedir. İddiaya göre de gemi, yüzlerce km uzak
mesafedeki birçok yerde görünmüş, deney sonlandığında
tekrar limanda beliren gemideki tayfaların bir kısmı
kaybolmuş bir kısmı, durup dururken katılaşmış bir kısmı
çıldırmış bir kısmı da herkesin gözleri önünde kısa bir
süreliğine anlık yok olmalar yaşamıştır ki bunlar,
boyutumuzla tam rezonans (ki madde diye bildiğimiz
yapılar da aslında durağan dalgalardır. Bu tür dalgaları
iki yazı sonra kuantum fiziği ile ilgili geniş yazımda
ele alacağım) kuramamaları sonucu oluşabilecek
şeylerdir.
İkincisi de,
eski Yunan atomcuların benzer söylemlerinde olduğu gibi
Newton fiziğinde de belirtilen temel parçacık
kavramıyla, foton kavramı aynı olup olmadığı sorusudur.
Bunun cevabı temelde öyle görünse de gerçekte böyle
olmadığıdır. Çünkü Newton, her şeyin temelinin Tanrının
ilk yarattığı bölünmez-parçalanmaz ağırlıkları ve
şekilleri hiç değişmeyen çok çok sert (bunlardan daha
sert hiçbir şey yoktu) minik parçacıklardan (bunlar
uzay, parça-madde ikilemi içindeki boş uzaydaki noktasal
parçacıklardır) oluştuğunu ve nesnelerin bunların
birleşmesinden yani, tüm değişimlerin bu taneciklerin
birleşmesi ve ayrılmasıyla oluştuğunu söylemekteydi.
Oysa fotonlar bir, dalga yapılı enerjinin bir
görünümüdür. İki, fotonların birleşmesiyle tanecikler
yani, yoğunlaşma oluşmamakta bunun yerine fotonların,
bir anda taneciklere dönüşmesiyle maddeleşme meydana
gelmektedir (taneciğin her bir noktası fotonlardan
oluşmasına rağmen). Tıpkı yüksek enerjili iki fotonun
çarpışmasıyla fotonların tamamen ortadan yok olup (e’)
ve anti (e’) na dönüşmesi gibi. Üç, Newton, en küçük
parçacıkları ve içinde bulunduğu uzayı klasik boyut ve
maddeler gibi ele alıp bu boyuttaki taneciklerin de
klasik yasalarca hareket ettiğini belirtmiştir. Oysa,
kuantum boyutlarında tanecik ve bağlı olduğu yaslar
tamamen farklı olup o boyutta klasik yasalar tamamen
geçersiz olmaktadır.
(Bkz.
Fiziğin Tao’ su- Fridjrof Kapra / Öldürmek için
yaratılmış- Köpek Balıkları – Science Frointers
-Discovery Channel / Kozmos dan Kuantuma II – Yalçın
İnan / Süper Zihinler – Prf. Dr. John Taylor / Atom Altı
Parçacıklar – S. Weinberg / Modern Fiziğe Giriş – Prf.
Dr. Erol Gündüz )
|