Dalgalar ve Özellikleri -4-

Fiz.Müh. Kenan Keskin
 

Morötesi ışınları: Uzaydan gelen ışınların bir kısmı atmosferden geri yansırken bir kısmı da atmosferdeki gazlar tarafından tutularak (emilerek) çok az bir kısmı yeryüzüne iner. Bunlardan biri de bu tür ışınlardır. Güneş ışığının % 5’ ini oluştururlar. Ancak, yeryüzüne ulaşanlar bile belli sürelerde zararlıdır. Yazın hava kapalı bile olsa yine bu etkisini sürdürürler. Kar, su, beton, kumdan çeşitli oranlarda tekrar yansıdığı için de zararlıdır. Eğer bunlar, filtre edilmeden direkt dünyaya ulaşsaydı tüm canlılar ölürdü. Bu nedenle besin, su ya da nesnelerdeki mikroorganizmaların öldürülmesinde kullanılırlar. Bu ışınlar yeteri düzeyde alındığında diş ve kemik gelişimi için önemli olan D vitaminini sentezlerler. Bronzlaşmayı sağlarlar. Bu yüzden, solaryumda kullanılırlar. Fazlası ise, cilt kanserine neden olur, derinin içine çok nüfuz ettiği için bağ dokularını etkileyerek derinin esnekleşmesini, kırışmasına neden olurlar. Bununla birlikte deride kuruluğa ve erken yaşlanmasına yol açarlar. Derideki pigmentler bu ışınlara karşı deriyi korur, ancak açık tenlilerde (bilhassa kızıl saçlı olanlarda) bu madde az olduğundan çok etkilenirler ve bronzlaşmaz, yanarlar. Yükseklerde daha yoğun olduğundan dağcıların özellikle dikkat etmesi gerekir (gamma ışınları radyoaktivite bölümünde ele alınacaktır).

Gravitasyonel ışınım: henüz gözlemlenmemekle birlikte, nasıl ki ivmelenmiş yükler (E-M) dalgaları yayınlıyorlarsa aynı şekilde ivmelenmiş kütlelerde, yine ışık hızıyla yayınlanan kütle çekim dalgaları dediğimiz (ki uzay-zaman yapısının dalgalanmasıdır) dalgaları üretirler. Bu dalgaların çekme özelliği göstermeleri dolayısıyla, çekimci dalgalar olarak adlandırılırlar. Bu nedenle evrenin genişlemesi dolayısıyla dört boyutlu uzay-zaman yani, algılayabildiğimiz evren yapısı, dalgalı bir yapı arz eder. Bu durum, evrenin küresel yada hiperbolik olması halinde de geçerli olurdu.

Nötrino Dalgaları: atom altı parçacık reaksiyonları sonucu ortaya çıkan  nötrinoların yükleri ve kütleleri sıfırdır. Hareketleri nedeniyle sahip olduğu kütleleri ise, ihmal edilebilecek düzeyde olduğundan yarı soyut yarı somut varlıkları dolaysıyla hayalet parçacık ismini alırlar (anti parçacığına ise, anti nötrino denir). Bu yüzden önüne çıkan gezegen, yıldız gibi nesnelerle etkileşmeksizin içlerinden geçerek ışık hızıyla yollarına devam ederler. Çünkü bizler için soyut olan nötrinolar açısından tüm madde, onlar açısından saydamdır. Öyle ki, milyarlarca ışık yılı kalınlığındaki kurşun bloktan soğurulmaksızın geçebilir bunların triyon kere trilyon kere trilyon tanesinden  sadece birkaç tanesi atom çekirdeğindeki parçacıklarla etkileşime girerdi. Bu özellikleri dolayısıyla dünyadan da yakalanmaları oldukça zordur. Bunun için atom çekirdekleriyle kafa kafaya çarpışması gerekir. Nötrinoların, kaynağından enerji götürmelerine (enerji taşımalarına) karşın diğer parçacıklar gibi etkileşime girerek yeni yeni tanecik reaksiyonları oluşturmamaları dolaysıyla ayrı bir özelliğe sahiptirler.

Bir nesne üzerine düşen ışığın yani, (E-M) dalgalarının bir kısmı nesnenin içinden geçip giderken bir kısmı da nesnenin atom ve molekülleri ya da atom elektronları tarafından (yörünge hareketleriyle) değerlendirilir. Bunun sonucunda (bilhassa moleküller tarafından değerlendirilenler) ısı olmak üzere, mikrodalga yada radyo bandında dışarıya yayın yaptığı gibi, gelen (E-M) dalga türüne göre renk dalgaları başta olma üzere çeşitli türden (E-M) dalgaları dışa yayımlarlar. Nesnelerin katılıkları arttığında ona gelen dalgaların çoğu ısı enerjisine dönüşürler. Demek ki direkt nesne yüzeyinden yansıyan ve bizim nesneyi görmemizi sağlayan dalgalar bile yüzeyindeki elektronlar tarafından değerlendirilip dışa yayınlanan dalgalardır. Özetle, nesnenin türüne, malzeme yapısına, yoğunluğuna göre nesne yüzeyine gelen (E-M) dalgaları, farklı türlerine (dalga boylarına) bürünerek tekrardan dışa yayımlanır. Bazı nesneler de belli bir dalga boyunu absorbe edip farklı frekanslı başka bir ışık yayımlarlar. Böyle bir nesne (fluorışıl maddeler) mesela gözle görünmeyen mor ötesi ışınlarını emerek, belli renkte görünen ışınlara dönüştürürler. Böylece nesneye farklı frekanslı ışınlar gönderilerek daha başka dalga boyunda renkler elde edilebilmektedir. Bunların sanayide çeşitli kullanım alanları bulunmaktadır. örneğin, sahte para tespitinde. Burada dikkat edilirse, herhangi bir kaynağın bilgisini taşıyan dalgaların, bir nesneye çarpıp ondan yansımasıyla o objeye ait frekanslara dönüşmekte, bize o nesneye ait bilgileri yüklenmektedir ki ayrıca bunu daha da irdelemek gerekir.

Her bir foton enerjisini, ona denk düşen sıcaklık eşdeğeriyle de tanımlayabiliriz. Böylece fotonların enerjisi sıcaklık arttıkça artar, sıcaklık düştükçe enerjisi de düşer. Yani dalga boyu uzar. Bunun nedeni her atomun tüm (E-M) spektrumu bandında yayın yapabilmesidir. Çünkü ısınan cisimlerin  atom elektronlarının belli enerji yörüngelerine çıkıp tekrar eski yörüngelerine dönmeleriyle dışarıya o enerjiye eşdeğer (E-M) dalgası yayımlar. 2., 3., 4.,...(sonsuza kadar gider) yörüngeden 1. yörüngeye inişler layman serisi adını alır ve mor ötesi bandında yayın yapar. 3., 4., 5. yörüngeden,...2. yörüngeye inişler Balmer serisi adı verilir ve görünür bandaki ışınları yayarlar. Yine aynı şekilde üst yörüngelerden 3. yörüngeye olan inişler, Paschen serisi, 4. yörüngeye olan inişler Brackett serisi, 5. yörüngeye inişler Pfund serisi ismi verilir ki bunlarda kızıl ötesi, mikrodalga ve radyo bantlarında yayın yaparlar. Böylece her cisim mutlak sıfır dediğimiz (O) kelvin derecesi üzerinde belli bir sıcaklığa sahiptir ve dışarıya her an (E-M) dalgaları yayımlar. Mutlak Sıfır derecesinde ise, hareket daha doğrusu tüm fizik yasaları duracağından (E-M) dalgası yayınlanmaz. Bizler için de mutlak sıfıra inilmesi termodinamiğin üçüncü yasası olan Nernst kanununa göre, (yaklaşılabilir olmakla birlikte) imkansızdır. Evren bile, 13 milyar içinde trilyonlarca K sıcaklıktan, 2,7 K’ ne inmesine karşın bu ısının O K’ ne inişi en iyi rakamla 10 üssü (100) yılı bulacaktır. Çok soğuk ortamlar, radyo bandında dalgalar yayımlarken, sıcaklık yükseldikçe radyo bandı içinde frekans değeri artmaya başlar. Sıcaklık daha da artarsa bu sefer mikrodalga bandına geçer ve sıcaklıkla orantılı olarak daha yüksek frekanslı mikrodalga yayını yaparlar. Oda sıcaklığında yaklaşık 37 C’ de ise nesneler, kızıl ötesi ışınlar yayarlar. Bu arada ilk duruma oranla daha da yoğun radyo ve mikrodalga yayını da bulunmaktadırlar. Önemli bir husus da, sıcaklık en düşükten yükseğe doğru gittiğinde her bir maksimum seviyede daha önceki ve sonraki tüm banda ait dalgaları da azalacak şekilde yayımlamaktadırlar. Ya da başka bir deyişle, ısınan her bir cisim tüm (E-M) spektrum bandında yayın yapar, ancak sıcaklık değeri ne oranda ise, ona denk düşen (E-M) dalga şiddeti merkez olarak daha fazla, öncesi ve sonrasındaki diğer bantlara ait olan dalgaları ise bu merkezi banda uzaklığı oranında şiddeti azalacak şekilde yayın yapmaktadır (ancak bu bir önceki düşük sıcaklıkta olandan daha şiddetlidir). Bu yüzden bir kibrit yakıp yakınından baktığımızda maviden kırmızıya kadar tüm renkleri görebiliriz. Bunun yanında bu kibrit ateşi mor ve kızıl ötesi ışınlar da yaymaktadırlar. İnsanlar da bio-elektrik faaliyetleri sonucu oluşan haricinde bedendeki kimyasal reaksiyonlar sonucu çeşitli şiddetlerde (yoğunluklarda) kızıl ötesi, radyo, mikrodalga ışınlarla birlikte diğer tüm dalga boylarında da yayında bulunur.

Oda sıcaklığından, yaklaşık 600-700 derece arası, yayınlanan kızıl ötesi ışınların kendi içinde frekansı artarken, sıcaklık daha da arttıkça, görünür ışık bandının kızıl bölgesine ulaşılır. Büyük sıcaklık değerlerine denk düşen (E-M) spektrumunu anlamak açısından ortalama 3000 C’ de cisimler kızıl renkte, 4000 C ‘de turuncu, 4800 C’ de sarı renkte, güneşin yüzey sıcaklığı olan 6000 C’ de sarı-beyaz, 15000 C’ de mavi-beyaz, 30000 C’ de mavi renkte görünürler. 50000 C üzerinde ise sırasıyla mor ötesi, X ışınları, Gamma ışınları...şeklinde yayın yaparlar. Bu denli sıcaklıklar bildiğimiz gibi yıldızlarda bulunurlar. Ayrıca (E-M) dalga spektrumu kesikli değil, süreklidir. Bu nedenle, kırmızıdan turuncuya ya da sarıdan yeşile bir anda geçmez. Bu ikisi arasında da birçok tonda renk yani, dalga boyu bulunur. Gördüğümüz ışığın görünür bantta olanı, % 10-15’ tir. Geri kalanı ise, çoğu kızıl ötesi yani, ısı enerjisidir. Bir bölümü de diğerleri. Bizim ısı olarak algıladığımız şey, kızıl ötesi dalga boyundaki dalgalardır. Yıldızlardaki süreçler de, yıldız ve galaksiler arası boşlukta hareket eden her türden (E-M) dalgaları ya da tanecik, foton yayını olan yüksek enerjili plazmaları oluştururlar. Big-bang patlaması sonrasındaki yüksek sıcaklığa ait çok yüksek frekanslı (E-M) dalgaları da genişleyen ve soğuyan evren içinde, zamanla dalga boyu o kadar uzamıştır ki, bu patlamanın birinci saniyesinde evrenin sıcaklığı, 10 milyar Kelvin dereceli ateş topunda iken, şu an da 2,7 K sıcaklığında mikrodalga bandında bulunmaktadır. Buna, big-bang patlamasından arta kalan kalıntı enerji ya da arka fon ışıması adı verilmektedir. Öyle ki, radyo yada TV ayarı yaptığımızda karşımıza çıkan hışırtının küçük bir kısmını evrenin her yerinde homojen olarak bulunan bu mikrodalga ışıması yada big-bangin yankısı oluşturmaktadır.

Teknolojinin her alanında kullanılan tüm bu ışınlar kontrollü kullanıldıklarında sağlık ve hayatın kolaylaştırılması alanında birçok faydası, yararı olduğu gibi, uzun vadede bu teknolojik aletlerinin sağlık üzerinde olumsuz etkileri bulunmaktadır. Mesela, mikrodalga fırınlarından yayınlanan bu tür ışınların ya da TV ekranından açığa çıkan çeşitli ışınlara ek olarak bilhassa (şiddeti az olduğundan) X-ışınlarının, morötesi ışınlarının çok kısa vadelerde olmasa da uzun süreler içerisinde oldukça büyük zararları olduğu ortaya çıkmıştır. Keza cep telefonlarındaki mikrodalgaların da. Bunun yanında, şehir şebekesinin (ki alternatif akımın neden olduğu şiddetli dalgaların) hemen altında ya da yakınında oturmak, radyo vericilerin yakınında ikamet etmek (ki çok şiddetli dalga yayınları dolayısıyla) insan vücudunda çeşitli hastalıklar yanında psikolojik hastalıklara da neden olabilmekte, kalp pillerini etkilemektedirler. Gerekli dozlarda ise, tıbbın birçok alanında mesela, görüntülemeden, damar açmaya, genişletmeye ki bilhassa kalp damar hastalıklarının iyileştirilmesinde, kan dolaşımının artırılarak o bölgede daha çok kan ve oksijenin taşınmasına, hücre yenilenmesine, sinir sistemine olan etkisinden ötürü de ağrı hissinin azaltılmasından, bağışıklık sisteminin güçlendirilmesine, toksinlerin atılmasından, estetikte kırışıklıkların giderilmesine, fazla yağların parçalanmasına...vb. kadar daha sayamadığımız birçok alanda kullanılmaktadırlar.

Birçok hayvanın da bizim algılamamızın üstünde hassas algılama araçlarına sahip olduğunu artık bilmekteyiz. Her birini tek tek değil de konunun daha iyi anlaşılması açısından genel olarak ne tür özelliklere sahip olduklarını görmeye çalışalım. Hayvanlardan kimisi, bu özelliklerden sadece birine sahip olabildikleri gibi, birden fazla özelliklere de aynı anda sahip olabilmektedirler. Mesela, vücuttan yayınlanan ve ısı dalgaları olarak adlandırılan kızıl ötesi (ki bunun dışında mor ötesi ışınlar da yaymaktadır) ışınları algılayarak gece karanlığında göremedikleri avlarını (bu yöntemle onların boyut, ağırlık, hız ve konumlarını saptarlar) tespit ettikleri, bazı hayvanların ise bizim duyamadığımız frekansta ses ya da mekanik veya (E-M) dalgalarına dayalı radar dalgaları vasıtasıyla (ki yansıyan dalgaları tekrar değerlendirerek ) avlarını tam isabetle yakaladıkları, yine bu dalgalara dayalı iletişim kurdukları anlaşılmıştır. Mesela, yüzerken gözleri iyi görmeyen elektrikli yılan balığı da (bir öncekilerde de olduğu gibi) su altında kendi ürettiği radar dalgaları vasıtasıyla yönlerini belirlerler. Köpekbalığı ile vatos balığının ortak sınıfı olan yine bir balık türü "elasmobranch" ların kum içinde olsalar da pisi balığının solungaç hareketlerinin yol açtığı dakikada 1 cm başına milivoltluk elektriksel alanı  hissedebildikleri ortaya çıkmıştır. "Gymnarchus" adlı bir balık ise, ileri geri hareketlerinde dengesini kaybetmemesini, kuyruğunun yanında ürettiği elektriğe borçludur. Bunun gibi suda ya da karada fark etmez bazı hayvanlar da o yerin manyetik yada elektrik alandaki milimetrik değişiklikleri duyacak kadar hassastırlar ki bazısı bir voltun milyonda, milyarda birindeki elektriksel alan değişikliğini bile algılayabilmektedir. Yine doğal elektrik üreten hayvanlardan bazıları bu elektrik gücünü savunma ya da av amaçlı kullanarak karşı canlıyı elektrik şokuyla uyuşturmakta, sersemletmektedirler. Bunların içinde bir kısmı da canlıların vücudu etrafında var olan bio-enerji alanlarını algılayarak avlanmakta ve yine bu özelliği kullanarak zemindeki yada o ortamdaki (E) ve (M) alanlarını algılamak suretiyle yön tayininde bulunmaktadırlar. Bazı hayvanların ise, koku alma duyuları o kadar güçlüdür ki, mesela köpek balıkları yüzlerce m’ den sudaki kan kokusunu alabilmekte öyle ki, birkaç yüz milyon su taneciği içinde bir, iki kan taneciğini ayırt edecek düzeydedir. Karadaki bazı hayvanlarda da bu özellik mevcut olup yüzlerce metre yada birkaç km ötedeki avlarının, leşlerin, suyun, kanın, bitkilerin, hayvanların...vb. kokusunu rahatlıkla alabilmektedirler.

Teknolojide de kızıl ötesi ışınlardan yararlanılarak elde edilen gece görüş dürbünleri askeri alanda kullanıldığı gibi, sağlık alanında da, özel kameralar ile vücuttan çıkan ısı dalgaları tespit edilerek, vücudun normal kısımlarına göre daha fazla sıcaklığın yayıldığı alanlarda tümör olarak tanımlanan kanserli bölgeler tespit edilebilmektedir. Aynı şekilde bazı hayvanlar kızılötesi ya da morötesi ışınları algılayarak yollarını, yiyeceklerini veya avladıkları hayvanları algılayabilmektedirler. Mesela kelebekler, arılar, morötesi (uv) dalgalarını görebildiklerinden çiçekleri daha parlak görürken, bir baykuş gece karanlığında sidiğini üzerine bulaştıran ve yürürken yerde de iz bırakan tarla faresini bu sidikten yayımlanan kızılötesi ışınlarını algılayarak avlarını yakalarlar. Yine çıngıraklı yılanlar zifiri karanlıkta başları üzerinde iki ayrı ışınsal görüntü algılayıcısı yardımıyla kızıl ötesi görünen avlarını tam isabetle yakalayabilmektedirler. Bazı deniz hayvanları da kızıl ötesi ve mor ötesi ışınları görebilmekte, bazıları da tıpkı karada olanları gibi göz hücre sayısının çok fazla olması dolayısıyla görme sınırları içinde dalgaları daha fazla dalgaları değerlendirerek olandan çok daha net olarak görmektedirler. Mesela kartallar net görmelerinin yanında gelişmiş mercek sistemleriyle birkaç km uzaklıktaki nesnelere dürbün gibi odaklama yaparak nesneleri yakınlaştırmakta, 8 misline kadar büyütebilmekte, çok daha geniş alanı görebilmektedirler.

Şimdi de dalgalar ve temel özellikleri ile ilgili iki farklı şeye değinmek istiyorum. İlki, görünmezlik olayı. Bugün görünmezlik deneyleri, nesnenin engel olduğu görüntüye ait dalgaların dijital aletlerle nesnenin önüne yansıtılması üzerinedir. Böylece arkadaki görüntü direkt öne yansıyarak kişi tarafından engel, görünmez olmaktadır. Bilhassa askeri amaçlı olan bu çalışmada, mesela, elbise üzerine yerleştirilen özel geliştirilmiş yansıtıcılarla bu planlanmaktadır. Geçmişteki görünmezlikle ilgili deney de aynı esasa dayalı, ama farklı bir sistemle oluşturulması düşünülmüş ya da oluşturmaya çalışılmıştır. Filmlere de konu olmuş iddiaya göre (ki teorik olarak mümkün olan böyle bir şey, tarihte olmuş veya hiç olmamış olabilir, ama konunun anlaşılması için iyi bir örnek) bir gemi, tayfalarıyla birlikte yok edilmekle kalmayıp deneyin kontrol dışına çıkması dolayısıyla da aynı zamanda anlık mekansal yer değişmeye (ışınlamaya) uğramış. Bunun temeli ise, Einstein’ ın Birleşik Alanlar Teorisine dayanmaktadır. Bilindiği gibi evreni iki boyutlu bir yüzey, zamanı da buna dik düzlem olarak düşünürsek, üç boyutlu (gerçekte ise dört boyutlu) evren yüzeyinin bir bileşeni E (elektriksel) alan, diğer bileşeni de buna dik B (manyetik) alan olmaktadır. E ve B alanlarından oluşmuş bu düzlemin 3. boyuta olan eğriliğini de gravitasyon alan olarak hissedilmektedir. Böylece evren ve içindeki tüm varlık E ve B (dolayısıyla E-M) alanlarından oluşmuş tümel Tek Bir yapıdır. Kısaca, bu yüzden bir nesne çevresinde, çok güçlü E ve B alanları uygulandığı yada oluşturulduğu taktirde nesne çevresindeki uzay-zaman büküleceğinden mesela bu bir gemi ise, bu geminin arkasındaki nesneye ait görüntüyü taşıyan ışık (E-M dalgaları) bu eğri uzay- zaman yolunu takip ederek geminin önüne yansıyacağından (çok yakından mercek etkisi dolayısıyla geminin yansıttığı görüntü de birazcık eğim olsa da en azından belli mesafelerden) gemi tamamen görünmez olacaktı. Bu sayede düşman hatlarında rahatlıkla gezi yapılacak, radar dalgaları yansımadığından radarlarla da izlenemeyecekti. Ancak bu tür deneyler büyük kontroller ister, olmadığı taktirde ise, uzay zaman eğikliği belli değeri aşacağından, nesneler kuantum fiziğinin öngördüğü (tıpkı, her taraftan kapatılarak sıkıştırılan bir (e’) nun klasik yasalarca olmaması gereken yerlere, dalgasal yapıya dönüşerek engelle etkileşmeksizin kaçması gibi) anlık maddesel (DeBrogle) dalga yapılara, aslı olan enerji dalgalarına dönüşerek bir anda uzay-zaman kafesinden çıkmasına, mekansal yer değiştirmelerine ve tekrardan maddeleşmelerine neden olabilir ki bunun sonucunda insanlar açısından anormallikler ve ölüm kaçınılmaz olabilmektedir. İddiaya göre de gemi, yüzlerce km uzak mesafedeki birçok yerde görünmüş, deney sonlandığında tekrar limanda beliren gemideki tayfaların bir kısmı kaybolmuş bir kısmı, durup dururken katılaşmış bir kısmı çıldırmış bir kısmı da herkesin gözleri önünde kısa bir süreliğine anlık yok olmalar yaşamıştır ki bunlar, boyutumuzla tam rezonans (ki madde diye bildiğimiz yapılar da aslında durağan dalgalardır. Bu tür dalgaları iki yazı sonra kuantum fiziği ile ilgili geniş yazımda ele alacağım) kuramamaları sonucu oluşabilecek şeylerdir.

İkincisi de, eski Yunan atomcuların benzer söylemlerinde olduğu gibi Newton fiziğinde de belirtilen temel parçacık kavramıyla, foton kavramı aynı olup olmadığı sorusudur. Bunun cevabı temelde öyle görünse de gerçekte böyle olmadığıdır. Çünkü Newton, her şeyin temelinin Tanrının ilk yarattığı bölünmez-parçalanmaz ağırlıkları ve şekilleri hiç değişmeyen çok çok sert (bunlardan daha sert hiçbir şey yoktu) minik parçacıklardan (bunlar uzay, parça-madde ikilemi içindeki boş uzaydaki noktasal parçacıklardır) oluştuğunu ve nesnelerin bunların birleşmesinden yani, tüm değişimlerin bu taneciklerin birleşmesi ve ayrılmasıyla oluştuğunu söylemekteydi. Oysa fotonlar bir, dalga yapılı enerjinin bir görünümüdür. İki, fotonların birleşmesiyle tanecikler yani, yoğunlaşma oluşmamakta bunun yerine fotonların, bir anda taneciklere dönüşmesiyle maddeleşme meydana gelmektedir (taneciğin her bir noktası fotonlardan oluşmasına rağmen). Tıpkı yüksek enerjili iki fotonun çarpışmasıyla fotonların tamamen ortadan yok olup (e’) ve anti (e’) na dönüşmesi gibi. Üç, Newton, en küçük parçacıkları ve içinde bulunduğu uzayı klasik boyut ve maddeler gibi ele alıp bu boyuttaki taneciklerin de klasik yasalarca hareket ettiğini belirtmiştir. Oysa, kuantum boyutlarında tanecik ve bağlı olduğu yaslar tamamen farklı olup o boyutta klasik yasalar tamamen geçersiz olmaktadır.

(Bkz. Fiziğin Tao’ su- Fridjrof Kapra / Öldürmek için yaratılmış- Köpek Balıkları – Science Frointers -Discovery Channel / Kozmos dan Kuantuma II – Yalçın İnan / Süper Zihinler – Prf. Dr. John Taylor / Atom Altı Parçacıklar – S. Weinberg / Modern Fiziğe Giriş – Prf. Dr. Erol Gündüz )           

 

 
 
İstanbul - 10.04.2007
hologramk@yahoo.com
http://sufizmveinsan.com