Evrende yedi ana temel renk vardır. Varlıktaki tüm
renkler, bu ana frekansların yani, yedi rengin çeşitli
güçlerdeki (şiddetlerdeki) bir karışımı sonucu ortaya
çıkan sonsuz sayıdaki çeşitli şiddet ve frekanstaki
dalgalardır. Aynı şekilde duyduğumuz sayısız tüm müzik
çeşitleri de (ki bu da sonsuz sayıda olmaktadır) yedi
ana notanın yani, frekansların çeşitli güçlerde
(şiddetlerde) ve süreler içinde (oranlarda) yan yana ya
da aynı anda sıralı dizilmesiyle oluşan frekansal
yapılardır. Aynı şey, koku ve çeşitleri için de
geçerlidir. Belli sayıdaki temel kokuları çeşitli
oranlarda (miktarlarda) karıştırmak suretiyle sayısız
türde koku elde etmek mümkündür. Bugün parfümcülerin
yaptığı gibi. Madde olarak algıladığımız sonsuz çeşitli
nesneler de, maddenin bir boyuttaki yapı taşları olan
yüz küsur atomun çeşitli oranlarda, sayılardaki
terkiplerden oluşmuş yapılardır. Daha temele indiğimizde
ise, evrendeki, beş duyunun algılattığı canlı-cansız
tüm maddede aslında çeşitli sayı ve oranlarda quark,
elektron, fotondan meydana gelmiştir. Çok daha özde de
tüm madde ve enerjinin kaynağı, Allah’ın yedi vasfının
ürettiği 99 isimle özetlenen manalarının (ki manaları
da, tek bir mana olarak mevcut bulunduğu vasıfları da
tek bir vasıftır) çokluk adı altında belli yoğunluk
(şiddet, oran) halinde terkipler ya da çeşitli şiddet ve
frekans dalga (enerji) yapıları halinde kuvveden fiile
açığa çıkmasıyla meydana gelmiştir.
Bu
manalar Afakta da, temel düzeydeki (enfüsteki) girişim
sonucu belli bir yoğunlaşma ile ortaya çıkan (her biri
belli ağırlıklı mana grupları olan) Astrolojik kuşak
(Burçlar) tarafından, her an yine bu girişim neticesinde
yoğunlaşma ile maddeleşen biz canlı –cansız nesneler
üzerine yayınlanmaktadır. Bu dalgalar kesintisiz bir
biçimde madde ve insan beyinlerini etkileyerek ilgili
manaların ortaya çıkmasını, manaların dönüşümünü veya
manaların şiddetlerinin artmasını sağlamakta bunun
sonucunda da bunlar algı dünyamızda sayısız türden
hareket, değişim ve yeni oluşumlar olarak
algılanmaktadır. Özetle, astrolojik dalgalar ya da
etkiler, maddenin ikiz boyutlardaki yayınlarıyla dört
temel kuvveti yönlendirerek madde üzerindeki
tasarrufları oluşturmaktadır. Bugün astroloji konusunun
bilim adamlarınca anlaşılamamasının en büyük nedeni,
etkinin mekaniksel olarak değerlendirilerek dört temel
kuvvete dayandırılmasıdır. Oysa durumu mekaniksel
değil, tamamıyla kuantum fiziği açısından, bilginin
transferi şeklinde düşünmemiz gerekir (www.sufizmveinsan.com/fizik/dinbilim5.html).
Sadece gördüğümüz, bildiğimiz canlıları değil, tüm
ışınsal varlıkları ile ölüm ötesindeki ruh bedenleri ve
boyutları da çeşitli şekillerde etkilemektedirler. Bu
yüzden, cehennem hatta cennet dediğimiz boyut ve
ortamlar da bu burçların etkisi altındadır. Astrolojik
kuşak yani, özdeki tüm özelliklere (manalara) sahip
olarak meydana gelen bu maddesel yapılar (burçlar) bu
boyutta, Öze ait olan tüm manaları yayınlayarak insan
adı altında bu özelliklerin çeşitli oranlarda ortaya
çıkmasını sağlamaktadırlar. En üst düzeyiyle de İnsanı
Kamil adı altında tüm özellikler açığa çıkmaktadır.
Tıpkı, bir görüntünün vericilerle (E-M) dalgalarına
dönüştürülerek anten vasıtasıyla önce elektron
hareketlerine sonra da bu elektronların tüpe çarpmasıyla
tekrar eşdeğer (E-M) dönüştürülerek TV’de görüntünün
oluşması gibi. Yani, belli bir mana grubu ve bunun
yoğunlaşmasıyla enerji ve madde görünümündeki birimsel
insan, beyin yapısı dolayısıyla tüm manaları ortaya
çıkartabilecek özelliktedir. Bu da özde olan oluşumun,
Afakta olan şeklidir. Farklı bir deyişle Enfüsteki
(hologram bilgi boyutundaki) levhi mahfuzun, Afakta
(suretler boyutunda) zodyak kuşağı adı altında,
öncelikle mikro ölçekteki levhi mahfuz olan beynimizi,
gönderdiği ışınlarla kodlayarak ayanı sabitemizi,
oluşacak veri tabanımızı oluşturmakta (ki bu, 120. gün
ve sonraki süreç ile anne karnından, onun manyetik
alanından çıktığı anda oluşmaktadır) sonra da bu ayanı
sabite doğrultusunda yine bu dalgalarla kesintisiz
bizleri etkilemektedir. Yani, çeşitli biçim ve
frekanslarda yer değiştiren yüklü iyon hareketleri ile
çalışan ve burçlardan gelen dalgalarla, bu 99 esmanın
(mana yüklü frekansların) belli terkipleri yani çeşitli
güçteki açılımları olarak programlanmış insan beyni
(dışarı yayın yaptığı gibi dışarıdan gelen dalgaları
alması nedeniyle), içinde bulunduğu bu dalgalarla her an
programları doğrultusunda irrite edilerek kendisine
kolaylaştırılmış olan fiilleri yönünde davranışlar
ortaya koymaktadır ya da koymaktayız. Kuran’da bu konu,
“Yürür hiçbir mahluk hariç
olmamak üzere hepsini alnında çekip yürüten O' dur!
” ayeti ile, alnındaki Rabbin (yani,
kişinin kendi terkibini oluşturan isimlerin) çekip
götürmesi şeklinde ifade edilerek, beyninde her an açığa
çıkmakta olan Allah esmasını (frekansları)
anlatmaktadır. Bu yüzden insan beyni, atılan taşların su
üzerinde oluşturduğu çeşitli şiddet ve frekanslardaki
dalgaların girişimi gibi, evrensel girişim deseninin bir
yansıması olarak girişim dalgalarından oluşmuş olup
Allah halifesi olması dolayısıyla kendinde yeterli
düzeyde açığa çıkmayan çoğu isimle birlikte tüm isimleri
dengeli bir biçimde (şiddette) ortaya çıkartabilecek bir
potansiyele sahiptir (insanlarda birçok isim çok çok az
düzeyde olsa dahi tüm manalar açığa çıkmıştır. Ancak
diğer nesne ve varlılarda hepsi değil, beş, on, yirmi,
elli...tanesi çeşitli oranlarda mevcuttur). Beynimiz
için, sistemin holografik oluşu dolayısıyla sınırsız
manaları değerlendirebilen ve sayısız manaları
oluşturabilen bir cihazdır diyebiliriz. Burada hemen
söylemek gerekir ki, bunların (hep falcılıkla
karıştırılan ama gerçekte ilgisi bulunmayan) Astrolojik
etkilerden kaynaklanmadığını bir an için düşünsek bile,
zaten bugün bilimsel verilerine göre, sistemin
holografik özelliği dolayısıyla afaki boyutta da,
evrene, kainata ait tüm bilgileri içeren mana yüklü
dalgalar, her an her yerde bil fiil mevcut olup insan
beyinleri, farkında olsun veya olmasın bu alanlarla,
açılımı oranında her zaman bağlantı halindedir.
Gerçekte ibadet adı altındaki çalışmalar ve bilhassa
zikir, tamamıyla bu yıldızdaki eski deyimle meleklerle
yada yıldızların ruhlarıyla rezonansa girmek, beyni o
dalga boylarına (tıpkı tv, yada radyo dalgalarını almak
için yaptığımız gibi) ayar yapmak suretiyle kendi
özlerindeki manalar ve bu manalara ait kuvveleri
keşfedip hem enfüste hem de bunun sonucu olarak afakta
bunları müşahede edip kullanmak amacına dönüktür.
Böylece, her an her yerde yoğun bir biçimde mevcut olan
ve Öze ait bilgi taşıyan bu dalgaları, (holografik
özellik dolayısıyla bütünün bir minyatürü olan) insan
beyni, bulunduğu boyut itibariyle çok daha geniş ve
şiddetli (güçlü) olarak açığa çıkartarak, çıktığı ya da
çıkmakta olduğu diğer tüm makro ve mikro boyutlarda bu
isimleri müşahede etmeye, o boyutlara yayılmaya,
dolayısıyla açılımı nispetinde Evrensel şuurla yaşamaya
başlar. Gerçekte Müheymin yapılı olan ve sadece maddesel
yönlerini görebildiğimiz Zodyak Kuşağı, aslında o surete
bürünmüş bir Melek olarak kendi altındaki melekler adı
altında (bedeninde, bir nokta mertebesinden bile daha
küçük olan) yine kendi varlığındaki bizleri, canlı
-cansız nesneleri ya da başka bir deyişle, bize madde
olarak görünen melekleri, yolladıkları ışınlarla ilgili
anlam doğrultusunda her an etkilemektedirler. Zaten
melek kelimesi Allah manalarını taşıyan kuvvetler veya
Allah’ın kuvvelerini ulaştıran varlıklar demektir.
Haliyle, maddi dünyamızın katmanlarındaki
yoğunlaşmaları, hareketliliği ve bir arada kalmayı
sağlayarak maddi dünyamızı ve evreni oluşturan dört
temel kuvvet de, birer melektir. Ama bizler, kütleler
arasındaki çekimi oluşturan kütle çekimi (gravitasyonel)
kuvvetinin, yükler arasındaki çekme ve itmeyi sağlayan
elektriksel kuvvetin, proton, nötron...vb baryolar ile
mezonları oluşturan kuarkları bir arada tutan güçlü
nükleer kuvvetin, kuarkları, dolayısıyla nötronu
protona, protonu da nötrona çeviren zayıf nükleer
kuvvetinin gerçekte o boyutta açığa çıkan meleki yapılar
ve meleki güçler olduğunu fark edemiyoruz. Dolayısıyla
bugün bilim adamları öyle konularla ilgilenmektedirler
ki, gerçekte ilgilendikleri şeyin maalesef farkında bile
değiller. Dolayısıyla insanların büyük çoğunluğu bu
türden şeyleri, nesne ve özündeki yapıtaşlarından
tamamen farklı, ötelerde dolayısıyla hayallerinde var
olan şeyler olarak düşünerek ya bunlara inanmakta ya da
tüm bunları ret etmektedirler.
Bu
yapı içinde de birer ana kuvve olan ve her biri varlığa
dönük olarak kendi yönünde özellikler (manalar) ortaya
koyan Mukarreb yapılı Cebrail (as), Mikail (as), İsrafil
(as) ve Azrail (as) da kendi altlarında oluşturdukları
meleklere hükmetmek suretiyle yıldızların ikiz
boyutlarındaki yapıları itibariyle kesintisiz
yayınlarıyla uzayda hiçbir boşluk bırakmaksızın madde ve
madde ötesi ışınsal varlık ve yapılar üzerinde
hükümlerini icra etmekte, sonra bu dalgalar başka madde
ve ikiz boyutlarda başka başka sayısız etkiler
oluşturmak üzere içimizden geçerek uzayda yollarına
devam etmektedirler. Nerede olunursa olunsun (gerçekte
sayısız işlevleri ve bu işlevlerin de sayısız başka
anlamları bulunması nedeniyle her an etkisi altında
olduğumuz bu meleklerden) mesela, Azrail (as)’ ın ilgili
yayınına açık hale gelen beyinler, ölüm ötesi boyuta
geçiş yaparken, Cebrail (as)’ ın yayınına girenler,
Resul ve Nebi ya da kendi kapasite ve alıcılık gücüne
göre Velayete adım atmaktadırlar. Özün İlim ve
Kudretiyle hareket eden ve bu yüzden O’ nun bir yönü
olarak sistemde oluşlar meydana getiren bu Meleklerin
bir yönüyle ayrı ayrı işlevleri söz konusu olsa da,
diğer yönüyle de ortak işlevleri söz konusudur. Belli
bir boyutta surete bürünmeleriyle, dev hacimsel bir
mekana sahipmiş gibi sınırlı yapıda bizlere görünmüş
olsalar da evrendeki tüm manalara bir bütün halinde
sahip olmaları sebebiyle Enfüsten, tüm kainatta, o açığa
çıktıkları boyuttaki biçim ve yapılarına göre hüküm
sürmektedirler. Meleklerin Enfüsi boyuttaki yapıları
itibariyle zaman kavramı olmamasına karşın, afaki
boyutlarda yayınlanan dalgaların belli bir zaman alması,
hükmün daha önceden yıldızlarda yazılı olduğu şeklinde
ifade edilmiştir ki mistik alanda bu, “ Allah bunu,
şu kadar yıl önce taktir etti,... bu kadar yıl önce
kaderleri yazdı...” şeklinde anlatılmıştır.
Bildiğimiz gibi, gözlemlemekte olduğumuz yıldızların şu
anki hallerini değil, bizden olan uzaklıkları oranında
elli, yüz, beş yüz, bin...yıl (buradaki yıl, ışığın bir
yılda aldığı yoldur) önceki hallerini görmekteyiz. Bu
yüzden öyle yıldızlar vardır ki, bize ışıkları
ulaşmadığı için onları yok hükmünde değerlendirmekteyiz.
Şu anki konum ve durumlarını ise, bizden olan mesafeleri
oranındaki süreler sonra görmüş oluruz. Yine benzer
şekilde, planetlerden yansıyarak bizlere gelen bu
ışınlar geçmişte, meleklerin, 4. ya da 7. kattaki
emirleri, yere ulaştırdıkları şeklinde tasvir
edilmişlerdir (bir anlamda böyle olsa da, gerçekte
bunları, boyutsal olarak düşünmeliyiz). Bugün bilim
adamlarının aradığı ama bir türlü bulamadığı
canlılardaki tür, sınıf ve ırk farklılaşmalarının nedeni
de, her an ilahi hükümler istikametinde hükmünü icra
eden bu yapıların gönderdiği dalgaların, kozmik
ışınların (ki bu ışınlar, bildiğimiz tanecik yapılı
kozmik ışınlar değildir) ya da meleki tesirlerin,
genetik dizilim üzerinde oluşturdukları ani
mutasyonlardır. Bugün en azından, kısmi mutasyonlara
sebep olan şeylerin başında, süpernova patlamaları
sonucu açığa çıkan yüksek frekanslı X, Gamma ışınları
daha doğrusu kozmik ışınların olduğu artık
bilinmektedir.
Atmosferde ya da iyonosferde zararlı ışınların birçoğu
tutulsa da tamamı yutulmuyor. Şiddetleri azaltılarak
bizler için zararsız hale getirilse bile yine bizlere
ulaşmaktadırlar. Görünür ışık, radyo, mikrodalgalar ve
kızılötesi ışınlar ise, atmosferde yüksek oranlarda geri
yansıtılmadığı, tutulmadığı için çok rahatlıkla bizlere
ulaşabilmektedir (bunların büyük çoğunluğu da yerden
yansıyarak uzaya geri yansımaktadır). Böylece gelen tüm
dalgalar, belli bir enerjiyle kaynağına dayalı bilgileri
her an bize ulaştırmaktadır. Yıldızların ikiz
boyutlarından gelen tesirleri bir kenara bıraksak dahi,
bugün Rus bilim adamları hem de havanın tamamen kapalı
olmasına rağmen gece ve gündüz fark etmez, tamamıyla
yıldızların bilinen maddesel yapılarından gelen
dalgalarla şarj olan ve 24 saat aralıksız enerji üreten
pil yapmayı başarmışlardır. Ayrıca, “10 üzeri (-6) ile
10 üssü (-7) m ” aralığındaki dalga boylarını deşifre
edebilmemize rağmen, bunun dışında kalan diğer dalga
boylarını ise, görememekte ancak bazılarının etkilerini
hissedebilmekteyiz. Bu göremediğimiz dalgaları önceki
yazılarımızda değindiğimiz üzere sadece özel cihazlarla
tespit edebilmekte ve bunları teknolojide
kullanmaktayız, ancak bunların sayısız işlevleri
hakkında hala bilgilerimiz çok sınırlı. Bu frekansal
sınırlar dışında kalan ve bilinenlerin sayısız misli
olan çok daha kısa yada uzun dalga boylarını ise, henüz
ne olduklarını ne tür işlevler gerçekleştirdiklerini
bilememekteyiz. Bu yüzden de bu ışınların,
maddeyle olan etkileşimlerinin kuantlaşma dışında
olduklarını yani, cisimler ile etkileşimde
bulunmadıklarını düşünemeyiz.
Bugün
görünür bölgedeki frekansları algılamakla bir nesneyi
somut olarak görürken mesela, bir kızıl ötesi, bir
mikrodalga ya da mor ötesi ...vs. dalgalarını
görebilseydik o nesnenin, o dalga boylarının bize
gösterdiği yönlerini şekillerini, yapılarını
görebilirdik. Mesela, röntgen ışınlarıyla bir insana
baktığımızda saydamlaşan bedenin iskelet yapısını ve
yemek yerken yiyeceğin geçtiği aşamaları bir bir
görürken, bedenini kızıl ötesi ışın bandında
incelediğimizde ise, somut dokunulabilir bir nesne
yerine bedenden yayınlanan ısı dalgaları dolayısıyla
vücudunu, soyut ışınsal bir yapı olarak görürdük (aynı
şekilde çevreyi de). Benzer biçimde dokunma duyumuz, şu
ankinden daha hassas olsaydı mesela elimizi havaya
kaldırdığımızda atomlara çarpması dolayısıyla elimizi
hareket ettirmek için zorlanacak, belki de hareket
ettiremeyecek derecede, boş olarak algıladığımız havayı
somut bir nesne olarak algılayacaktık. Bunun sonucunda
da, gördüklerimize göre hüküm verdiğimizden her bir
algılama durumunda vereceğimiz hükümler de bir bir
değişecektir. Bugün gelişen teknoloji yardımıyla
astronomi, radyo astronomisi ya da mor ötesi, kızıl
ötesi, X ışını astronomisi adı altında gök cisimlerinden
gelen yalnız bu tür dalgaları çözümleyerek o gök
cisminin o ışınlardan oluşmuş yapısını incelemektedir.
Özetle, dalga boyu değiştikçe nesnenin görünümü
değişirken, bizim o nesne hakkındaki değer yargılarımız
da buna bağlı olarak tamamen değişmektedir. Nasıl ki
görünen dalga boyları bize, içinde mikrosundan,
makrosuna kadar sayısız varlıklar gösteriyorsa,
ışınların da bilinenin dışında sonsuz dalga boylarına
uzanması nedeniyle, tespit edemediğimiz bu frekanslara
ait varlıkların da var olduğu anlamına gelmektedir.
Böyle bir şey yoktur demek, ne kadar akılcı yada
bilimseldir artık bunu cevaplamıyorum bile. Hemen şunu
da söylemek gerekir ki, 0 ve 1 arasında nasıl sonsuz
sayı varsa aynı şekilde bu, bir birim değer içinde de
sonsuz sayıda dalga boyu mevcuttur demektir.
(Bkz. İnsan ve Sırları I, II – Evrensel Sırlar – İnsan
ve Din – Akıl Ve İman – Ahmed Hulusi / Madde – Ahmed
Fevzi Yüksel
http://www.sufizmveinsan.com/cuma/madde.html /
CNNTURK internet sitesi - 28 Mayıs 2006)
|