Dalgalar ve Özellikleri -7-

Fiz.Müh. Kenan Keskin
 

Olasılık Dalgaları: Bu dalga türleri, Shördinger dalgaları, madde dalgaları veya De’ Brogle dalgaları şeklinde de isimlendirilmekte olup üç boyutlu somut dalgalar olan mekanik ya da (E-M) dalgalardan tamamen farklı türde, ancak yine dalgasal özellikler gösteren soyut yapılardır. (e’) gibi diğer tüm taneciklerin hepsi de maddenin özündeki bir boyut olan bu olasılık dalgaları şeklinde hareket eder ve tüm bilinen dalgasal özelliklere de sahiptirler. Bir parçacığın olasılık dalgası şeklinde var oluşu, o taneciğin sahip olduğu ya da temsil edildiği o dalganın herhangi bir uzay-zaman noktasında bir bütün olarak hangi ihtimalle mevcut olabileceğini belirtmektedir. Bu yüzden bir (e’), somut bir varlık olarak kendisi dalgasal hareket etmiyor bunun yerine, bir olasılık bloku içerisinde varmış gibi davranış göstermektedir. Bunun sonucu olarak da kuantum boyutundaki tüm kurallar bizler açısından klasik fiziğin aksine, ihtimaller şeklinde, istatistiki olarak ifade edilmektedir. Bu nedenle de kuantum boyutlarında oluşacak olan bir olayın yani bir taneciğin ne şekilde davranış biçiminde belireceğinin ya da hangi özelliğini ortaya koyacağının daha önceden kesin bir tanımı yapılamamaktadır. Dolayısıyla bir taneciğin, “şu ihtimalle şu noktadadır, şu ihtimalle bu enerjiye sahiptir, bu ihtimalle şu özelliğini ortaya koyacaktır, bu ihtimalle şu reaksiyona girecektir, şu ihtimalle bu olaylar sonuçlanır...” gibisinden ancak olasılıkları belirlenebilir. Kısacası, bir taneciğin temsil edildiği dalga içerisindeki belli bir uzay- zaman noktasında bulunup bulunamayacağını veya hangi özelliğini sergileyip sergileyemeyeceğini kesinlikle söyleyemeyiz. Mesela, bir taneciği temsil eden sonsuz uzunlukta belli frekans ve genlikli bir olasılık dalgasını göz önüne aldığımızda ve bu taneciğin konumunu ölçümlemeye yani onu sıkıştırmaya çalıştığımızda, dalganın belli bir uzunluktaki bölgede yoğunlaşarak genliğinin azdan yükseğe doğru arttığını sonra yine azaldığını görürüz. Bu sırada dalga boylarında da farklılıklar görünür. Taneciğin dalga genliğinin yüksek olduğu yerde bulunma ihtimali oldukça yüksek iken, genliğin düşük olduğu yerde de, daha düşük olasılıkla bulunacaktır. Bu sırada dalganın uçları sıfır olmayıp düşük genlikli de olsa, sonsuza uzanır. Bu da parçacığın çok az ihtimalle bile buralarda mevcut olduğu anlamına gelmektedir. Ayrıca, girişime uğramış daha karmaşık dalgalar ise durumuna göre ayrı ayrı yorumlanır.

Bu olasılığın temelini ise Hysenberg’in Belirsizlik İlkesi belirlemekteydi. Çünkü bir parçacığın konumu ile momentumunu ya da sahip olduğu çeşitli özelliklerini ayna anda ölçümleyememekte ve birini ne kadar net ölçmeye çalışırsak, diğerini daha belirsiz kılmaktaydık (oysa Newton fiziğinde belirleyebilmekteydik). Bir özelliğini tamamen belirlediğimde ise, diğer özelliğini, özelliklerini sonsuz belirsiz kılmaktayım. Yani, taneciğin bir özelliğini bileyim derken diğer sahip olduğu özelliği öğrenmemi engellemekteyim. Bu nedenle, her an var olan bu belirsizlik dolayısıyladır ki, taneciğin bir özelliğini ya da diğer özelliklerini aynı anda ancak belli ihtimaller içerisinde söyleyebilmekteyiz. Bunun matematiksel ifadesi, momentumunun olması gereken ihtimalli değeriyle veya momentum ölçümündeki hata payı ile olması gereken ihtimalli konumu ya da konum ölçümündeki hata payının çarpımı (ki bu ikisi aralarında ters orantılıdır), Planck sabitine eşit ve ondan büyüktür. Evrensel bölünmez sabitlerden biri olan Planck sabitin değeri o kadar hassastır ki, eğer olması gereken değerden daha az olsaydı evren daha oluşmadan çökerdi, biraz daha büyük olsaydı kuantumun belirsizlik doğası, yasaları klasik boyutlara, yaşadığımız boyutlara taşınacağından, bizler açısından kaotik bir hale dönüşen her şey bir anda var olup yine yok olur, düzen diye bir şey olmazdı. Bu sırada maddede ve olaylardaki hareketlilik yavaş değil oldukça hızlı gelişirdi. Planck değeri tam sıfır olsaydı, belirsizliğin ortadan kalkarak indeterminist yasaların determinist yasalara dönüşmesi yanında fotonlar, sıfır olur enerji ve dolayısıyla tüm her şey sürekli olurdu. Oysa, frekansların çok küçük aralıklara (bölümlere, uzaya) sığışmasından yani, enerji kesikli olmasına karşın (e’) dan büyük taneciklerin ve haliyle maddenin, sürekli görünmesinin nedeni ise boyut farklılıklarının oldukça büyük olmasından kaynaklanmaktadır. Tıpkı bir çizginin, noktalardan oluşmasına karşın noktaya nispetle çizginin oldukça büyük olması nedeniyle noktaların görünememesi gibi. Bununla birlikte, bizler açısından kuantum boyutundaki çok çok küçük, hatta dikkate almayıp yok hükmünde değerlendirebileceğimiz etkiler, çok büyük değişimlere, hareketlere, dönüşümlere, görünümlere sebep olmaktadır. Bu da, Newton fiziğiyle şartlanan bilim adamlarınca bir türlü açıklık getirilemeyen birtakım mucizelerin oluşum sistemini çok iyi açıklamaktadır.

Böylece kuantum boyutlarına inildiğinde nesneler, olan görünümlerini (biçimlerini) ve buna bağlı olan yasaları bırakarak olasılık dalgaları şekline dönüşmekte, bu yüzden de varlıklar, daha derin kuantum düzeyinde aralarında belli bir sınırla ayrılmış olmaksızın birbirleri içine girmiş şekilde yani süper pozisyon durumunda mevcut, varlık kazandıklarında daha doğrusu göründüklerinde ise bütünsel bir enerjinin bir yönü, yüzü olarak ortaya çıkmaktadırlar ki, bunlar da çokluk olarak algılanırlar yine birbirleri tarafından. Bir şeyin varlığı ve ortaya konan özellikleri, diğer tüm şeylerin var oluş ve davranış biçimlerini zaman ve mekân kavramı olmaksızın süper pozisyon boyutundan direkt etkilemekte, bu karmaşık ilişkiler ağı dışında ise hiçbir şeyin varlığı söz konusu olamamaktadır. Başka bir deyişle, taneciklerin belli olasılıklardaki var oluş ve sahip oldukları özellikleri ve dolayısıyla bunun yansıdığı maddesel dünya, ölçümleme, gözlemleme yani, soyut kuantum sistemlerinin birbirleriyle etkileşmeleri sonucu açığa çıkmaktadır. Bu etkileşimler olmadığı taktirde ise tanecikler ya da varlıklar hakkında ya hiçbir şey söyleyemeyiz veya olası her şeyi söyleyebiliriz ki, bu da onların bu haliyle soyut unsurlar oldukları, varlıklarının olmadığı anlamına gelir. Dolayısıyla kuantum boyutlarından baktığımızda, klasik fizikteki gibi insanların, çevresindeki, doğadaki, evrendeki diğer nesne ve canlılarla birbirlerinden ayrışmış bu nedenle de belli bir mesafe ve zaman içerisinde bilinen yasalar ile etkileşimde bulunmamakta bunun yerine, soyut boyuttan somutlaştırarak algılama alanına giren nesneleri, varlıkları, gözlemleme, duyumsama, ölçümleme...vs sonucu kuantum boyutlarından olan etkileşimleri ile her an etkilemektedirler. Çünkü yukarıda da belirttiğimiz gibi bu etkileşim öncesinde, nesnelerin ayrıştırılmış haldeki farklılaştırılmış herhangi bir özelliğinden, varlıklarından bahsetmek tamamen imkansızdır. Onlar bu durumlarıyla gerçekte, süper pozisyon durumu dediğimiz, her bir nesnenin olması gereken tüm ihtimalli durumunu da içerecek şekilde Tek Bir Bütün haldedirler. Böylece, Soyut Tekillik içinde çeşitli enerji düzeylerinde mevcut bulunan bu soyut dalgalar, her an birbirleriyle etkileşime girmek suretiyle çeşitli seviyelerdeki maddesel yapıları oluştururlar. Bu yüzden kuantum anlayışında, Hiper uzaydaki evrenimizi oluşturan Planck boyutlu ve kütleli big- bang enerji parçacığından, onun açılımıyla oluşan diğer tüm parçacıklara ne şekilde bakarsak, ne şekilde onlara yaklaşırsak ya da ne görmek istiyorsak onlar (dolayısıyla onlardan oluşan varlık), süper pozisyon durumundan bizlere, onu gözlemleyene, öyle görünmektedirler. Mesela parçacıkların, bakış tarzımıza göre uzayın geniş bölgesine dağılan (yayılan) sürekli bir alan ya da bir hacim içinde süreksiz (kesikli) enerji blokları (parçacıkları) şeklinde görünmeleri gibi.

Bunları göz önüne aldığımızda, algılama dışımızda kalan bütün boyut, katman ve varlıklarda olduğu gibi, tüm katı olarak gördüğümüz en küçüğünden en büyüğü olan göksel yapılara kadar tüm nesneler de, her bir boyutta bir titreşimden oluşmuş yapıdan başka bir şey değillerdir. Maddenin bir alt boyutu olan atom ve ondan oluşan moleküller, sabit bir yerde durmayıp bunun yerine sn’ de milyarlarca kez titreşim halinde bulunurlar. Atom altı boyutlarında ise bu, olasılık dalgaları şekline dönüşür ve titreşim hareketi, yine kesintisiz olarak devam eder. Çekirdek içindeki proton ile nötronlar ve bunların da alt parçacığı olan kuarklar ve çekirdek etrafında belli yörüngelerde hareket eden (e’) lar da olasılık dalgaları halinde sn’ de milyonlarca, milyarlarca kez titreşmektedirler. Hacim (boyutlar) ne kadar küçülürse taneciklerin hızları da o oranda artmaktadır, kuantum yasalarına göre. Böylece tüm bu yapılar, kuantum boyutu itibariyle de dalgasal formda titreşimden başka bir şey değillerdir.

Durağan dalgalara örnek olarak, (e’) ların atom yörüngelerinde bulunma durumunu verebiliriz. Çünkü klasik teoriye göre (-) yüklü (e’), çekirdek etrafında yörüngede iken, çekirdekteki (+) yüklü protonlarla, elektrostatik kuvvetin neden olduğu etkileşim sonucu ivmeleneceğinden ve ivmelenen yüklü parçacıkların da (E-M) dalgası yayınlayacağından, enerji kaybeden (e’)’ nun spiraller çizerek çekirdeğe düşmesi ve sonuç olarak atomun oluşmaması gerekirdi. Oysa böyle bir durum söz konusu değil. Bu yüzden (e’)’ lar, o (e’)’ na karşılık gelen soyut durağan bulutlar şeklinde yani, bir gitar telini çeşitli hız ve gerginlikte titreştirdiğimizde oluşan sabit, kararlı (durağan ve her zaman var olan) dalgalar gibi, belli yörüngelerde o yörüngelere karşılık gelen sabit, zamanla değişmeyen olasılık dalgaları halinde bulunurlar. Ayrıca bunlar, rastgele yörüngeler de değillerdir. (e’)’ lara eşlik eden ya da (e’)’ları temsil eden bu olasılık dalgaları, dalga boyları dairesel yörüngelere tam dalga olarak sığabilen belirli yörüngelerdeki dalgalardır ve her bir (e’)’ na bir dalga eşlik etmektedir. Yine bu dalgalar, en alt düzeydeki dalga sayısının tam katı kadar dalgalara karşılık gelmektedirler. Mesela ilk yörüngede iki dalga varken, ikinci ve üçüncü yörüngelerde 4 ve 8 tam dalga yerleşmiş bulunmakta dolayısıyla buna bağlı olarak enerjileri de artmaktadır. Böylece (e’) lar, bu belli, tanımlanabilen yörüngelerde enerji kaybetmeksizin sürekli hareket ederler. Bu yüzden bir (e’), iki yörünge arasındaki herhangi bir yerde bulunamaz. Ya üst yörüngelere ya da alt yörüngelere geçebilirler. Bu sırada yörüngeler arası enerji farkları dolaysıyla da ya inişlerinde foton yayarlar ya da foton absorbe ederek üst yörüngelere çıkarlar. Ancak bu durum kararlı olmayıp çok kısa sürede tekrar kararlı oldukları yörüngelere geri dönerler. Bu işlem sırasında da yukarıdaki gibi foton alır veya yayımlarlar. Dolayısıyla bu tek fotonun enerjisi, yörüngeler arası enerji farkı kadardır. Sonuçta elektron, proton, nötronlardan oluşmuş atomlar, soyut enerji dalga yapılarından başka bir şey değillerdir. Dolayısıyla çevremizde gördüğümüz küçükten büyüğe, canlı cansız tüm nesneler ile yıldız, yıldız topluluğu olan yapılar gerçekte her biri belli frekanslardaki dalga yapılardan ibarettir. Bir kez daha vurgulamak gerekir ki, nesnelerin, varlıkların bu dalgasal yapıları bir teori ya da yorum değil, deneysel olarak, ispatlanmış bir gerçektir.

Burada çok ilginç bir nokta, bizim için somut yapılarmış gibi görünen moleküller de bu soyut yapılardan ya da soyut davranış sergileyen atomların, dış (e’) paylaşımı, ortaklaşa kullanmaları ile meydana gelmektedir. Dikkat edilirse, tamamen soyuttan somuta geçiş, soyutumsu yani yine bize göre, somuta adım atmış ara soyut yapılar vasıtasıyla oluşmaktadır. İşin ilginç yönü, farkında olmasak da özden gelen biçimde soyuttan somuta basamak basamak atomdaki bu düzenlemeyi yapan da, Mutlak Tek ‘in bir aynası, zuhuru olan yine bizleriz. Moleküler yapılar, D.N.A yapımızı ve hücrelerimizi, hücrelerimiz de organlarımızı ve bedenimizi oluşturması nedeniyle bizler, cansız olarak düşündüğümüz diğer tüm moleküler bileşimler ile açığa çıkan bütün nesneler gibi, soyut yapılar üzerine bina edilmiş soyutlardan başka bir şey değiliz. Başka bir açıdan bakarsak, somut görünümlü durağan dalga, kararlı dalgalar yığınıyız. Ve o soyut yapılara dönüşebiliriz. Varlığın bir boyuttaki katmanı olan kuantum boyutlarınca etrafımıza ve evrene bakarsak, her an içinde bulunduğumuz soyut boyuttan somutça algılamalar içerisinde yaşadığımızı fark ederiz.

Şimdi de bunu, başka bir açıdan irdelemeye çalışalım. Klasik boyuttaki (canlı, cansız) tüm nesnelerin, onu temsil eden bir dalga yapısı bulunmaktadır. Ama bu nesnelere eşlik eden dalgalar o kadar küçüktür ki, ihmal edilirler, dikkâte alınmazlar. Çünkü kuantum boyutlarına göre kütleleri oldukça büyüktür, hızları ise oldukça küçüktür. Bu durumu, bir parçacığı göz önüne alıp onu kendi boyutlarımıza getirerek davranışını görmeye çalışalım. Parçacığın boyutları ve kütlesi büyüdükçe dalga boyu küçülmeye hızı da yavaşlamaya başlar. Tam bizim boyutumuza ulaştığında ise hızı o kadar düşer ki, bu dalga boyunun çok çok küçülmesi dolayısıyla dalgasal özelliği gözlemlenmemeye başlar. Böylece boyutumuzda belli bir hacimde somut bir nesne olarak  karşımıza çıkarlar. Bu nedenle gerek bizlerin, gerek gördüğümüz nesnelerin, gerekse devasa gök cisimlerinin ki, mesela güneş etrafında sn’ de 36 km’ lik hızla hareket eden dünyamızın da, kendisine eşlik eden ya da onu temsil eden şu an bile bir dalga yapısı bulunmakta ancak klasik boyutlarda bu dalgasal yapı, dalga boyunun çok çok düşük olması nedeniyle gözlemlenmemektedir. Buna karşın bu olayı, tekrar kuantum boyutlarına taşıyarak bakmış olsaydık boyutları küçülmeye ve dalga boyu büyümeye başlayan dünyanın, tıpkı (e’)’ lar gibi yerleşik bir dalga olarak yine bir dalga yumağı olan güneşin en olası (muhtemel) yörüngesinde hareket ettiğini daha doğrusu bulunduğunu görürdük. Bunun tam tersi olarak, atom çekirdeği ve etrafındaki yörüngelerindeki soyut bulutlar şeklinde var olan (e’)’ ların, boyutlarını, kütlelerini ve hızlarını klasik boyutlara ulaştırdığımızda ise kuantum boyutlarına nispetle (e’)’ ların ve çekirdeklerin hareketleri o kadar yavaşlayacaktır ki tıpkı dünyanın güneş etrafındaki var oluş ve hareketi gibi, çekirdek ile onun etrafında klasik hızlarda hareket eden (e’) lar da, belli boyutlara sahip bir katı kütle olarak benzer hareketlerde kendilerini göstereceklerdir. Dolayısıyla, klasik dünya, kuantum boyutunun farklı şekillere dönüşmüş bir uzantısıdır. Tıpkı beş duyudan kuantum boyutlarına inildiğinde yasaların dönüşüme uğraması gibi. Bu yüzden tekrar atom yörüngelerini göz önüne alırsak klasik fizik, bu yörüngelerin, tamı tamına her zaman aynı yörüngeler olduğunu söylerken kuantum fiziği, bu yörüngelerin, en olası yarıçaplar olduğunu ifade eder. Birçok ölçümde bu değerler, az ya da biraz fazla sonuçlar verir. Ama bunların en muhtemel olanı yine klasik sonucun verdiği olacaktır. Bu nedenle Newton ya da klasik fizik, kuantum fiziğinin yaklaşık bir şeklinden ibaret olmaktadır. Dolayısıyla, Klasik boyutlardaki kesinlilik, yine çok çok yüksek olasılıklı sonuçlardan başka bir şey değildir. Bu nedenle güneş, her gün doğudan doğup batıdan batmaktadır. Boyutumuzdaki nesnelerin çok büyük ve çok sayıda atomlardan, atom sistemlerinden gelmelerinden ötürü de atomlarda mevcut olan bu kuantum ortalama sapmaları, ihmal edilecek düzeyde olmaktadır. Kuantum boyutlarında ise klasik fizik, tamamen geçersizdir.Tüm bunları göz önüne aldığımızda örneğin bir taşın, kuantum parçacıkları gibi davranışlar sergilemesini bekleyemeyiz. Bir taşı bir duvara fırlattığımızda çok çok büyük olasılıkla duvara çarpıp yere düşecektir. Ancak kuantum etkileri tamamen yok değildir. Böylece bir taşı, trilyon kere trilyon defa ya da bu sayı kadar taşı duvara atarsak ancak bir tanesi kuantum tünellemesiyle engelle etkileşmeksizin engel ötesine geçecektir. Dolayısıyla, makroskopik uzayda kuantum sistemi tahminlerimizin ötesinde çok uzun süreçlere yayılarak, çok çok yavaş şekillerde işlemektedir.

Şimdi çok önemli bir hususa geliyoruz. Bugün gelinen son noktada artık kesinlikle bilinen gerçek, madde ve enerjinin temelinde var olanın, onu meydana getiren daha temel enerji iken, bunun daha da özünde var olanın ayrı bir enerji katmanının değil, Bilginin, bir Zihnin mevcut olduğudur. Bu nedenle, Kuantumun bu olasılık durumu, doğanın kendi yapısından kaynaklanmış gibi görünse de gerçekte, kuantum altı boyutunu göz önüne aldığımızda bu, sınırlı algılama araçlarımız dolayısıyla, o boyutu algılayamama biçimimizden kaynaklanmaktadır (bu durumun bile bir hikmeti bulunmaktadır). Böylece, bizim algılarımıza göre bir boyuttan sistemin açıklaması olan kuantum belirsizlik durumu, kuantum altı boyutu itibariyle ortadan kalkmakta ve her şey, Mutlak Bir Şuurun, Bilincin yansıması olarak olasılık içermeyen, belirlenebilen bir halde yine dalgasal forma dönüşmektedir (ancak kuantumun birçok özelliği, bu boyutta yine aynen geçerlidir). Zaten, varlığın Hakikâtinin enerji, enerjinin de geçmişte melek, melekler olarak ifade edilmesi, yanı sıra bu meleklerin de Allah’ın isimlerinin mazharı olması dolayısıyla, tüm meleklerin hangi boyutta, katmanda yer alırsa alsınlar (kendilerini bilsin ya da bilmesin fark etmez) şuurlu, bilinçli bir biçimde, bir kısmı sistemi oluşturup bir kısmı da bu sistemde görevlerini ifa etmeleri, sistemde rastgele, olası hiçbir şeyin var olmadığını açıkça bize göstermektedir. Kısacası, belirsizliğe, bilinmezliğe hiçbir katman ve boyutta yer yoktur. Eğer varsa bu, onu algılayana göre izafi bir durumdur. Bu yüzden kuantum altı boyutu itibariyle kuantumun Süper Pozisyon durumu, Misal Alemi (meleki boyut) olup bu boyuttan big-bang ile oluşan algıladığımız evren, yine bu boyutta var olan olası tüm ihtimaller (ki, burada artık olasılıklar düşer) içinden en olasılıklı olanların açığa çıkmasıyla değil, bir Evrensel Bilincin, daha doğrusu Kozmik Bilincin bir eseri olarak bu Kozmik Şuurdaki dilenilenlerin ortaya çıkmasıyla meydana gelmiştir. Yani, algılayabildiğimiz ya da algılayamadığımız, algılayamayacağımız hatta varlığından bile bihaber olacağımız tüm evrenler, boyutlar ve katmanlar, Özün İlim ve Kudretine, dolayısıyla özelliklerine sahip sonsuz-sınırsız Ruh Adlı Meleğin kendinden, kendi varlığından sadece istediklerinin açığa çıkmasıyla oluşmuş yapılardır. Bu boyutta insanca düşüncelere, artı ve eksi... gibi kavramlara yer yoktur. Bu Ruhun Zihninde üretilenlerde bir sınır, kayıt, her hangi bir şeye bağımlılık...da mevcut değildir. Her bir şeyin olası tüm durumu, diğer tüm şeylerin olası durumuyla sonsuz sayıda bağlantılı haldedir. İşte bu Kozmik Zihnin ürettiklerinden açığa çıkanlar, çıkmayanlarının yanında adeta bir hiç kalmaktadır. Başka bir deyişle, Ruh Adlı meleğin Bilincinin, Salt Enerji Okyanusuna yansımasıyla ya da Salt Enerji Okyanusunu girişim deseni şeklinde dalgalandırmasıyla meydana getirdiği Misal Aleminin (suretlenmiş -ki, bildiğimiz anlamda suret değil- mana alemi ya da bilgi- enerji boyutu), zaman ve mekan kavramı olmadığı o boyuttan projeksiyonuyla (bize göre tanımlanan) tüm katmanlarıyla big-bang veya sonsuz big-bengler oluşmuştur. Bu nedenledir ki, evren ya da evrenler...zamansızlık boyutunda var olan bu programları ile yüklü olarak meydana gelmişlerdir. Zaten Mistik ifadeyle, ister insan, ister hayvan, bitki, gezegen, yıldız...makro ve mikro plandaki tüm varlık, meleki boyutta olmuş bitmiş olanı yaşamıyor muydu?

Dolayısıyla tüm nesneler, varlık, özlerindeki bu dalgasal yapıları ile zikirlerini, tespihlerini yapmaktadırlar. Benzer bir ifadeyle, her bir nesne, mana terkipleri şeklindeki var oluşlarının gereği olan şuur titreşimleri olarak her an zikrini yapmaktadır. Nesnelerin zikirlerini duymak demekse, “ her şey onu zikreder ama siz onların zikirlerini anlayamazsınız” ayeti hükmünce bu titreşim boyutunda kendini tanıyıp kendisindeki titreşimler olarak onları algılamak demektir. Yoksa daha önce de söylediğimiz gibi mekanik olarak onların seslerini duymak değildir. Bu yüzden, sadece algılama biçimimizi değiştirmek suretiyle, zaten yer aldığımız o boyutta farkında olarak yaşamımıza, dünya yaşamıyla birlikte aynı anda devam edebiliriz. Tıpkı evliyanın yaşamakta olduğu gibi.

 

Not: Bu konunun daha iyi anlaşılması için, Zihin Ve Madde, Gördüğün Yarattığın mıdır?, Hangi Evreni Algılamaktayız I, Rölativite Teorisi V., VI., Din-Bilim Soru Ve Cevapları 7, makalelerinin de okunmasını tavsiye ederim.

Kaynakça: Tek’in Seyri – Yenilen Artık (www.ahmedhulusi.org) Ahmed Hulusi /Çağdaş fiziğin Kavramları – Arthur Beiser / California Ünv. Berkeley Fizik Prg. Cilt 4,  Kuantum Fiziği – Prf. Edward H. Wichmann / Fiziğin Tao’ su – Fridjof Capra / Geleceğe Ait Kitle Rüyaları – Dr. Chat B. Snow, Dr. Helen Wambach

 

 
 
İstanbul - 12.06.2007
hologramk@yahoo.com
http://sufizmveinsan.com