* Kâinatta
Madde, Enerji Ve Enerji-Data’ nın varlığını
düşündüğümüzde, “Din” adı altında adlandırdığımız şeyin
ne olduğunu açıklayarak, büyük çoğunlukla bizlerin buna
hangi boyuttan bakıp değerlendirme yaptığımızı
söyleyebilir misiniz?
Gördüğümüz
sistem ve düzen, Mutlak sistem ve düzenden ayrı, kopuk
bir şekilde oluşturulmuş bir sistem değildir.
Birbirlerine kıyas edilecek iki ayrı sistem yoktur.
İçinde sonsuz boyutları barındıran Tek Kare Resim
olarak, Tek Bir Sistem vardır. Görünür sistem ise, bu
tek sistemin beş duyu algılama araçlarına göre tespit
edilen, bu sınırlı duyularca algılanan kısmıdır. Biz,
Tek Kare Resim olarak bu Sınırsız Bütünü
algılayamadığımız için, görünür sistemin dışında ya
başka bir sistem olmadığını ya da bu sistemden ayrı,
kesik-kesik bambaşka bir sistem veya sistemlerin
varlığına inanmaktayız ki, sistemin sonsuz ve sınırsız
oluşunu düşündüğümüzde bunun doğru olmadığı
görülmektedir. Burada şunu da belirtmem gerekir ki,
Mutlak (Tek) Sistem içindeki sınırlı algılanan kısmının
sahip olduğu yasaların, diğer boyut yasalarından farklı
oluşu ile, birbirinden tamamen ayrı, başka bir deyişle,
tek bir sistem dışında var olduğu düşünülen sistem ya da
sistemlerin sahip olduğu yasaların farklı oluşlarını da
birbiriyle karıştırmamak gerekir. Bunlar tamamen farklı
şeylerdir. Çünkü birinde boyutsal dönüşüm ve bu
dönüşümle birlikte yasaların dönüşümü varken, diğerinde
tamamen birbirinden kopuk, ilgisiz, ayrı yasaların
mevcudiyeti söz konusu olup böyle bir yapıda boyutsal
geçişler, etkileşimler oluşamaz. Kuran da “Allah
indinde Din İslam dır” derken yeryüzü üzerindeki bir
bölgede ya da yeryüzünde veya güneş sisteminde ya da
galaksimizde,...vs demiyor. Bunun yerine, Evrensel
planda geçerli olan bir dinden bahsediliyor. Yani dinin,
bir mekâna, sınırlı bir mekâna, geçmişe ve geleceğe, bir
boyuta ya da bulunduğumuz boyut ve anlayışına hitap eden
bir şey olmadığını, tüm boyutları kapsayan ve evren içre
evrenlerin, sonsuz paralel evrenlerin... her birinde ve
nihayeti bütününde geçerli olan bir dinden, bir
sistemden, mekanizmadan, düzenden bahsediyor. Bu yüzden
din denildiğinde, bu sonsuz-sınırsız sistem ve düzen
anlatılmaktadır. Görüldüğü üzere Kuran, nasıl bir Din
tarifinde bulunup bunun bizimle, boyutumuzla, evrenle ne
şekilde ilişkili olduğunu, boyutumuzda ne şekilde açığa
çıkıp işlev gördüğünü anlatırken buna karşın bizler,
dine nasıl bakıyor, nasıl anlıyoruz. Hangi boyutta
olursa olsun varlık, Allah’ın Esmasının zuhuru olması
nedeniyle gerek, tüm sistem ve düzenin gerekse de
insanın bu isimler bileşiminden oluşması ve “zerre
külün aynasıdır” hükmünce holografik esasa dayalı
olarak da bu sistem ve düzenin insanda bir boyut olarak
bulunması, “Allah’ın sünnetinde (sisteminde,
kanunlarında) bir değişiklik yoktur” hükmünce
Resulullah’ın sünnetinin, Allah’ın sünneti olduğunu ve
O’nun her bir söyleminin bir sisteme, sistemin bir
işleyiş mekanizmasına dayandığını, buna, O’nun sünnetine
uymakla Allah’ın sünnetine uymuş olduğumuzu belirtirken,
bu durumun, hem dünya, hem ölüm ötesi boyutlarda bizi
çeşitli azap verici şartlardan, ortamlardan, süreçlerden
kurtaracağını ve en önemlisi bilincimizin tüm evrene,
evrensel sisteme uzanarak bizi Allah’a yaklaştıracağını
söyler. Allah, Kuran’da açıkça “ sünnetimde
(sistemimde) asla değişme olmaz” derken, bizler
kendi hayalimizdeki hayatın gerçeklerine, bilime
uymayan, zanlarımızdan oluşmuş uydurma sistemimize göre,
olayları düşünüp sihirli bir değnekle görünür sistemin
aksine farklı yasaların, olayların ortaya çıktığını,
çıkacağını düşünüyoruz. Sonuç olarak temeli zanlara
dayalı olan bu düşünce sistemi, ele aldığımız her olayda
karşımıza dikilmektedir.
Din ve bilimin
ayrı -ayrı yani, bir tanrının sistemi bir de yine o
tanrı tarafından ayrı bir yerde yaratılan insanın
algıladığı, keşfettiği farklı bir sistemi görüp bilimin,
tanrıyı ve dolayısıyla algıladığı sistem dışındaki bir
sistemin varlığını gösterdiğini söyleyenler ile yine bu
ayrımı görüp biri diğerinden tamamen bağımsızdır,
Allah’ın sisteminin ayrı, insanın sisteminin ise apayrı
olup bunları birbirleriyle kıyaslamanın doğru
olmadığını, olmayacağını dile getiren diğer düşünce
sahiplerinin ortak noktası ise (bunu kabul etsin ya da
inkâr etsinler fark etmez) temeli hep Newton’a
dayanan mekaniksel evren anlayışıdır. İçinde bir ruh
ve bir de Tek olan Tanrıyı barındıran parçasal bütünden
oluşmuş, tıkır tıkır işleyen dev mekaniksel bir sistem
anlayışı. Zamanın başlangıcında değişmeyen yasaları
belirleyen, ama zaman-zaman işleyişteki aksaklıklar için
sisteme müdahalelerde bulunan bir Tanrısal anlayış.
Algılamalarımız, düşüncelerimiz, felsefelerimiz, dinsel
verilere olan bakışımız ve orijinal metinleri
yorumlayışımız hep bu mekanik işleyen bir dünya ve
inanılsın ya da bu nedenle inanılmasın, bu mekanik
işleyen dünyanın bir uzantısı olan görünmeyen bir âlemin
varlığı üzerinedir. Yani, yine bu bulunduğumuz boyut
yasalarının geçerli olduğu ölüm ötesi ya da farklı
boyutlar. Oysa, insanın anlayabilmesi, gerçeğine bir
yaklaşım sağlayabilmesi için yine algıladığı yasalara
göre ancak, derinliği ihtiva eden kodlanmış bilgileri,
ifadeleri içeren Kuran, “anlayasınız diye biz Kuran’ı
Arapça olarak boyutunuza indirdik” yani, “zerre
külün aynasıdır” ve “Kuran ve İnsan ikiz kardeştir”
Resulullah hükmünce derinliği olan, derinliğe uzanan
beyin yapınız dolayısıyla bunları çokluk boyutundan size
açıklıyoruz, diyor ama, biz bunu hiç duymamışçasına,
bunları hiç bilmiyormuşçasına materyalist (maddeci)
anlayışla olaya yaklaşıp yine Kuran ve Resulullah
açıklamalarına göre güneşin (cehennemin) sekiz melek
(ki, kendini bilen meleklerdir) ya da sistemimizde her
an açığa çıkmakta olan bu Bilinçli Kuvveler tarafından
çekilip getirilerek, onun tarafından anısının bile
kalmayacağı ve üstelik “Arz başka bir Arz, Gökte
başka bir Gökle yer değiştirir” ayeti hükmünce de
bambaşka boyutta, daha önceki gibi, önceki şekil, yapı,
algılama, anlayışta... olmayan dünyada, tekrardan
bedenen topraktan kalkılacağını, “biz sizi sudan,...
topraktan,... çamurdan,... meniden,... halk ettik”
diyerek belli bir mutasyonu, dönüşümü anlatırken diğer
taraftan biz, toprağı, insana ait uzuvları olan bir
tanrının yine insana ait bir eylem olan iki eliyle
kararak toprakta bir anda ya da belli bir zaman içinde
Adem (a.s)’ı oluşturduğunu, “Ruhumdan üfledim”
diyerek üflenen nefesin nasıl ki üfleyenin dışında bir
varlığı yoksa aynı şekilde Adem (as)’ı, kendine ait
özelliklerden yine kendi varlığından oluşturduğunu ifade
ederken, biz bir dudağı olan tanrının, bizim gibi olan
ruhundan üflediğini düşünüyor bunun bile ne anlama
geldiğini düşünemiyoruz. Hemen belirteyim ki, bunlardan
sadece bir kısmı için, “bunların böyle olmadığını biz
de düşünüyoruz...vs” deseler de ya yine beş aşağı
beş yukarı benzer türden cevaplar verilmekte ya da
maalesef konulara hiç açıklama getirilememektedir. Bu
tür insanların sözleri hep lafta kalan, içi boş, ezberi,
klişeleşmiş ve bu yüzden insanı tatmin edemeyen, sorulan
sorularda tökezleyen cümlelerden ibarettir.
Bir taraftan Resulullah hiçbir gözün görmediği, hiçbir
kulağın işitmediği, insan hafsalasının bile alamayacağı,
düşünülebilenin de hep ötesinde, farklı bir cennetten,
cennet ortamından, boyutundan bahsederken ve beş duyu
ile hiçbir zaman kavrayamayacağımız bu boyutlar inkâr
edilmesin diye de cenneti, akıllar ölçüsünde belli
tasvirler şeklinde anlatırken bunun yerine, şartlanmalı
algılamalarla sonsuza dek sürecek dünyadan bilinen,
tadılmamış ya da dünyadayken tamamlanmamış ve hatta beli
bir yöre anlayışıyla sınırlandırılmış zevkler olan
cennetler düşünülmekte, bu kelimelerle bize neyin işaret
edildiği, ne anlatılmak istenildiği hiç idrak
edilmemektedir. Keza cehennem içinde mecazi ifadeler
kullanılmış olup gerçek boyutlarındaki yaşamı ise,
anlatılanlardan daha fazla maddi ve manevi olarak
arındırıcı, azap vericidir. Bunun yanında Allah’ın hep,
zaman ve mekândan münezzeh olduğunu, istisnasız her
yerde, her zerrede mevcut bulunduğunu söylerken ve bu
doğru iken, sanki bunu biz ifade etmemişiz gibi bir
taraftan da belli zaman dilimlerinde ya da ilerideki
belli bir süreçte huzurunda durulan veya durulacak ve
dahi miraçla yanına gidilen belli bir mekândaki
görünmeyen ancak karşılaşılınca görünebilen ya da sesi
işitilen bir tanrının varlığından bahsediyor, Kuran ve
Resulullah açıklamalarında Allah’ın Ahad ve Samed yani,
sonsuz sınırsız bir merkezi olmayan, dolayısıyla içinden
veya dışından bahsedilmesinin, içinin, dışının, tarif
edilmesinin bile düşünülemeyeceği bir varlık (ki, bu
dahi anlatım sadedinde bize göre olan bir tanımdır,
yoksa Allah varlık olmaktan da münezzehtir) olduğunu,
hangi boyuttan algılanırsa algılansın Kuran, “Evvel,
Ahir, Batın ve Zahir O’dur” diyerek algılanan ve
algılanamayanların ve algılanamayacak olan, öncesiz ve
sonrasız yani, tek bir “an” da olan her şeyin yalnızca O
olduğu belirtilirken, “hayalini, hevasını İlah
edineni gördün mü?” ayetince insanın şartlanma,
değer yargıları ve duygularından oluşmuş bu yüzden,
insan gibi düşünen, intikam alan, insan gibi davranışlar
ortaya koyan bir tanrının varlığından bahsetmekte ve
dahi, yine bu ilah edinmenin sonucu olarak bir yeri, bir
bölgesi, bulunma noktası, bir merkezi olmadığını,
tamamıyla insan tasavvuru ve varlığı ötesinde şekilsiz,
suretsiz, soyut...vs. olduğunu Kuran ve Resulullah
açıklamalarında açıkça belirtilmesine karşın, Allah’ın,
sadece insanda duyu organı olarak bulunan bir ağza, bir
kulağa sahip olup bizim gibi kelime ve cümleler kurarak
dile gelmesi ve bize tamamen soyut, beden ötesi, bizim
gibi maddi bir bedeni ve algılamaları olmayan
meleklerle, şeytanlarla konuşması ve onların da Ona,
aynı organlara sahip olarak duyup, cevap vererek
diyaloğa girdiğini düşünmek, tamamıyla Newton
kaynaklı Mekanik evren anlayışının bir ürünüdür.
Bu anlayışta, anlatımların mecaz ve semboller olduğu
düşünülmez, düşünülse de hep laftadır bunlar. Bu yüzden
gerçek hiçbir zaman ortaya çıkmaz. Müslümanların,
tamamıyla farklı olmasına rağmen düşünme, dine bakış
açısı, kavrama, yorumlama sistemi, günümüzdeki
Hıristiyan ve Yahudi anlayışından hiçbir farkı yok gibi.
Bazı şekilsel, yüzeysel değişiklikler dışında. Temel
kavram ise hep aynı.
Oysa kuantum ve altı fiziğinin bulgularına göreyse bir,
tüm varlığın bölünmez- parçalanmaz, birbirinden ayrılmaz
Tek bir yapı (süperpozisyon durumu) olduğu bu nedenle
tanrının, bu tek yapının ne içinde ne dışında var olduğu
(gerçekte bir değer ifade etmeyen insan yaratığı bir
tanrı bu sistem içi ve dışında yer bulabilir) iki, tüm
sonsuz varlığın, zaman ve mekânın geçerli olmadığı
enerji-data yapılanması diyebileceğimiz boyutun var
gösterdiği enerji ve onun madde görünümlü boyutlardan
meydana geldiğini, algılananın ise, algılayan tarafından
oluştuğunu, algılanmayanın da enerji-data boyutunda bir
bilgi birikimi olarak var olduğu ve ilgili varlıkça
algılanması durumunda, algılanana dönüştüğü, üç, her
şeyin aslının bu temel boyuta göre hayal olduğu, zaman
ve mekanın, kendince mekansal boyutların bu boyuttaki
kesintisiz bir biçimde her an süregelen bilgi
hareketliliğinin birbirini deşifresinden oluştuğunu,
dolayısıyla tüm sonsuz varlığın Tek Bir Boyuttan ibaret
olduğu, dört, varlık gerçekte Tek Bir Boyuttan ibaret
olması nedeniyle, bir insanın algıladığı sistem, bir de
Allah’ın zuhuru olan Öz Bilincin ya da Allah’ın kendi
sistemi diye iki ayrı sistemin olmadığı, beş, görünen ya
da görünmeyen tüm boyutların özde aynı kaynağın
projektesi olması ve bu boyutta holografik sistemin
geçerli olması nedeniyle, tüm anlatılan boyutların
insanın dışında değil, özünde mevcut olduğu, bu sebeple
bir boyuttan diğer boyut veya boyutlara geçildiğinde
aslında kendi dışındaki (afaki görüşle) boyutlara değil,
kendindeki bilgilerin bir başka projeksiyonuna yani,
kendinde mevcut olan boyutlara geçiş yaptığı, altı,
bulunduğumuz boyutun yasalarına karşın, kuantum
boyutlarında tamamen farklı yasaların işlediği (hatta
beş duyu boyutunun her bir katmanlarında bile aynı
yasalar değil, tamamen farklı yasalar işlemektedir), bu
nedenle her bir boyutta birbirinden farklı kanunların
işlev gördüğü böylece bu dünya boyutundan, ölüm ötesi
boyut veya boyutlara geçildiğinde (ki bu, ölmeden önce
ölme denilen, yaşarken aynı anda ruh boyutunun yaşamını
algılama durumunda da geçerlidir) bulunduğu boyutta,
ruh- beden denilen enerji bedenine kodladığı bilgilerin
o boyutların yapılanmasına (işleyen sistemlerine) göre
işlev gördüğü ve sistemde asla tekrar olmayıp hep
ileriye dönük boyutsal dönüşümlerin olduğu (bunu
bulunduğumuz sistemde de görmekteyiz) bu yüzden de ölüm
ötesi boyut şartlarının tamamen farklı olduğu, yedi,
aslında enerji-data boyutunda enerji-bilgi yığını olan
insanın (birimin), o boyuttaki deşifresiyle oluşturduğu
projeksiyon, aynı zamanda bu boyuttaki evrenimizin ya da
daha genel bakış açısıyla Kâinata ait bilincin, Kozmik
Bilincin (Ki, İnsanı Kamil olarak da bilinir)
projeksiyonu olduğunu ve gerek bu temeldeki insan
bilincinin oluşturduğu gerekse de tüm varlığa ait kendi
boyutlarına göre olan projeksiyonlar bu Kozmik Bilincin
her bir birimdeki açılımları kadar projeksiyonu olması
sebebiyle, evrenler, evren içre evrenler, paralel
evrenler...vs. hep bu Kozmik Bilincin kendindeki
özelliklerini bu projeksiyonlarla seyretmekte olduğunu
söylemektedir. Bugün, mekanik anlayışa göre çeşitli
şekillerde ve dahi din-bilim ışığında olduğu söylenen
yorumlamalara karşın, bünyesinde tüm boyutları içeren, o
boyutun kodlarını taşıyan Kuran’ın ve bu kodların
çözümlemesi olan Resulullah açıklamalarının en temel
noktadaki kuantum ve altı boyuta göre yorumlanması,
yazdığı eserlerle sahasında tek olan ve alternatifi de
bulunmayan araştırmacı yazar Üstad Ahmed Hulusi
dışında, ne ülkemizde yapılmıştır, yapılabilmiştir ne de
dünyada.
Bugün Yahudi ve
Hıristiyan anlayışı dahi, mekaniksel anlayışı dışında
değildir. Tanrısal anlayışı dışlayan ve ötelerdeki bir
tanrının var olamayacağını söyleyenler ise, Allah
kavramını çözemedikleri için Kuantum anlayışını,
materyalist ya da en iyisiyle panteist anlayış olarak
yorumlamaktadırlar. Allah kavramına dayalı İslam Sufizmi
de, bizim bilimsel açıklamalarımız da hep bu panteist
anlayış istikametinde değerlendirilmektedir, en aşağıdan
en üst düzeydeki uzmanlara göre. Dolayısıyla kuantum ve
altı boyutu, tam anlamıyla en temel seviyeden yine
algılanmamış olmaktadır. İslam sufizmini kabul edenlerin
pek çoğu ise, sufistlerin söylediklerini anlamaktan çok,
terkibiyetlerine hoş geldiği için, bu sufistlerin
Hakikâtlerinde müşahede ettikleri batini gerçeklere,
zahiri yönüyle yaklaşım sağlamaktadırlar (bunun
sonucunda ise, bu hakikâtlari idraklerince ya yaşarlar
ya da hiç yaşamazlar). Bugün, ötelerde tanrı anlayışı
dışında, Teklik anlayışına dayalı olarak yorumlanan
Yahudi ve Hıristiyan kaynakları da aynı şekilde,
biçimsel farklılıklar olsa da hep panteist anlayış
sınırları içerisindedir. Sufizmi inceliyoruz diyen,
bırakın batı şarkiyatçılarını, birçok Müslüman ya da
sufist dahi bu panteist anlayışın ötesine
geçememektedir. Budizm, Taoizm, Hinduizm..vs gibi uzak
doğu Asya dinleri ise, zaten temelde panteist anlayışa
dayalı felsefelerdir.
Derinliğinde,
“Ümmül Kitap” adı altında tüm boyutları ihtiva eden
Kuran’ı sadece beş duyu veri tabanına yani, mekanik
anlayışla anlayıp O’ nun bundan ibaret olduğunu düşünen
bir kısım insanın, Kuran’ın derinliğine sırları
olmadığını bir kısmının ise Kuran’ın, önünde duran derin
bilimsel boyut verilerini değerlendirmeyip tamamen
bunlardan başka, daha doğrusu hayallerine göre ama,
kendilerinin de bilmediği sırlara, boyutlara sahip
olduğunu söylemeleri ve sonucunda da kuantum ve altı
boyut gerçeğine dayalı anlatılan din verilerini, eksik,
kısıtlı bakış açılarından değerlendirmeleri, tamamen
yanlış, akıl ve çağdışı yorumların doğmasına neden
olmaktadırlar. Yani, “din akılcıdır” deyip
mekanik anlayışa göre uyum bulurken, kuantum fiziğine
dayalı anlatımları akılcı bulmayıp (mekanik evren
anlayışına uymadığı için) bunları ya direkt reddetmekte
ya da “bunlar akılla anlaşılmaz” deyip tüm
bunları bilinmezliğe iterek ilk söylediğiyle çelişki
içine girmektedirler. Temeli Kuran ve Resulullah’ın
bildirdiği Allah kavramına dayalı kuantum ve altı boyuta
göre yapılan açıklamaları da hemen panteist anlayışla
değerlendirerek (ki, hiç alakası yoktur) bilemedikleri,
kavrayamadıkları, idrak edemedikleri tüm bu konuları
reddetmektedirler. Böylece kimi, biraz cehaletinden,
kimi de cehaletleri yanı sıra bunu anlatanlara karşı
giriştikleri çekememezlik, kıskançlık...gibi birtakım
davranışlar dolayısıyla, Kuran’ın derinliğine giden yolu
tıkayarak Hz Muhammed’in(sav) batıdan yükselen ilimle,
gerçek değerinin ortaya çıkışını engellemekte ve
altından kalkamayacakları bir vebalin içine
girmektedirler. Geçmiş dönemlerde bilimin seviyesi
dolayısıyla bu mazur görülse de günümüzde bu mazuriyet
ortadan kalkmıştır. Ayrıca, Allah kavramına dayalı bu
bakış açısına karşı çıkanların, mekanik anlayışla
hareket etmeleri nedeniyle, neye dayanarak, niçin ve
neye karşı çıktıklarının farkında bile değillerdir. Bu
yüzdendir ki, bu yüzyılda ve bilhassa son dönemde ancak
anlayabildiğimiz bilgiler ile bu verilere, geçmişte
keşfen bizatihi deneyimleyerek elde eden evliyaullahın
sembol ve mecaz anlatımları yanında, sızdırdıkları,
kaçamak yaptıkları konuların, bilgilerin (onlara
inananlarca, onların felsefesini inceleyenlerce bile)
bir kısmıyla ya da tamamıyla reddedilmesinin nedeni de
bir yönüyle budur. Kuran ve Resulullah açıklamalarını
tamamıyla reddedenler de yine, mekanik evren
anlayışıyla olaya baktıkları için bunu yapmaktadırlar.
Oysa
bugün Amerika ve İngiltere... gibi birinci dünya
ülkelerinde en tepede, üst düzeyde akademik çevrelerde
konuşulan evrenin kuantum ve altı boyutuna ait
gerçekleri henüz tabana, genele inmiş değil. O boyuta
ait gerçekler tabana indiği, genele yayıldığı zaman
tanrı tabanlı dinsel anlayışların nasıl etkileneceği,
bilhassa Tanrısal anlayışlı Müslüman aydınlarının, din
adamlarının bunu nasıl karşılayacağını, nasıl açmazlara
düşeceklerini, sendeleneceklerini zamanımız varsa hep
beraber yaşayarak göreceğiz. Evrenin sadece yüzeysel
katmanına ait algılamanın ürünü olan tanrı ve tanrısal
sistemlerin ve daha sonra panteist sistemlerin nasıl
çöküşe uğrayacağını yaşarsak bir bir gözlemleyeceğiz
(bunu, İslam dininin çökmesi anlamında değil, ona olan
bakışımızdaki anlayışların çökmesi şeklinde
düşünmeliyiz). Aynı sistemi daha derin boyuttan
incelemeye, okumaya çalışan çağdaş bilimlerin ışığında
bizler, anlayışlarda yenilenmek, Kuran sırları
derinliğine inebilmek ve Kuranın yeni yeni sırlarını
deşifre edebilmek için tüm bilgi birikimimizi bir kenara
bırakıp, onu ilk defa elimize alıyormuşçasına tekrar,
tekrar okumamız, yüksek tefekkür gücüyle, gerek
Resulullah’tan gelen, gerekse çağdaş bilimlerin ortaya
koyduğu, tüm bu veriler arasında bağlantılar kurmamız ve
böylece kendimizi Kuran’a uydurmamız gerekirken,
maalesef olay bunun tam tersine olarak şartlanmalı,
biraz eksik, biraz yanlış, biraz da demode olmuş bölük
pörçük bilgi birikimimizle tekrar tekrar Kuran’ı Okumaya
kalkışıyor, sonuçta çelişkili bir bilgi birikimlerinden
bir başka çelişkili bilgilerin, anlayışların içine
girerek Kuran’ı kendimize uydurmaya çalışıyoruz. Bu
arada bugün bazı din adamlarının, “biz bilimle
hareket ediyoruz”, “din, bilime karşı değil, her
zaman paraleldir”, “bilimin kabul etmediği şeyi
biz kabul etmeyiz...” gibisinden sözlerden
kastettikleri bilim de tamamıyla mekanik fiziğinin ya da
daha da yüzeysel algılanan şekli olan materyalist
anlayışa göre dile getirilen, yorumlanan bilimsel
anlayışlardır. Oysa bizim kastettiğimiz bilim,
anlaşılmadığı ya da orijinaline değil, sağduyumuza,
şartlanmalarımıza ve bunlara dayalı oluşturduğumuz
inançlarımıza ters geldiği için bugün pek dile
getirilmeyen kuantum ve altı boyutun gerçeklerine
dayanan bilimdir ki, tüm boyutlar, bu temel boyut bakış
açısından değerlendirilmektedir. Böylece bu bilimsel
bakış açısı bize, geçmişte sembol ve mecazlarla da
anlatılan, bir taraftan insan ve evrenin en alt düzeyde
birbirlerinden ayrılmaz yapısının görünür boyutlardaki
ilişkisini anlatırken, diğer taraftan da insan ve
evrenin özünde mevcut Mutlak varlıkla olan bağlantısının
nasıl ve ne şekilde olduğunun ip uçlarını bize
vermektedir.
(Kaynakça: İnsan Ve Din, Yenilen, Allah,
Akıl Ve İman – Ahmed Hulusi / (Din), (Madde),
Gerçek-Mecaz, Mecaz Ve Semboller, Din-Bilim-İnanç, Bilim
Dini Etkiliyor – Ahmed Fevzi Yüksel/ Fiziğin Taosu-
Fridjrof Kapra) |