Din-Bilim Soru ve Cevapları

12. Bölüm

Fiz.Müh. Kenan Keskin
 

* Kâinatta Madde, Enerji Ve Enerji-Data’ nın varlığını düşündüğümüzde, “Din” adı altında adlandırdığımız şeyin ne olduğunu açıklayarak, büyük çoğunlukla bizlerin buna hangi boyuttan bakıp değerlendirme yaptığımızı söyleyebilir misiniz?

Gördüğümüz sistem ve düzen, Mutlak sistem ve düzenden ayrı, kopuk bir şekilde oluşturulmuş bir sistem değildir. Birbirlerine kıyas edilecek iki ayrı sistem yoktur. İçinde sonsuz boyutları barındıran Tek Kare Resim olarak, Tek Bir Sistem vardır. Görünür sistem ise, bu tek sistemin beş duyu algılama araçlarına göre tespit edilen, bu sınırlı duyularca algılanan kısmıdır. Biz, Tek Kare Resim olarak bu Sınırsız Bütünü algılayamadığımız için, görünür sistemin dışında ya başka bir sistem olmadığını ya da bu sistemden ayrı, kesik-kesik bambaşka bir sistem veya sistemlerin varlığına inanmaktayız ki, sistemin sonsuz ve sınırsız oluşunu düşündüğümüzde bunun doğru olmadığı görülmektedir. Burada şunu da belirtmem gerekir ki, Mutlak (Tek) Sistem içindeki sınırlı algılanan kısmının sahip olduğu yasaların, diğer boyut yasalarından farklı oluşu ile, birbirinden tamamen ayrı, başka bir deyişle, tek bir sistem dışında var olduğu düşünülen sistem ya da sistemlerin sahip olduğu yasaların farklı oluşlarını da birbiriyle karıştırmamak gerekir. Bunlar tamamen farklı şeylerdir. Çünkü birinde boyutsal dönüşüm ve bu dönüşümle birlikte yasaların dönüşümü varken, diğerinde tamamen birbirinden kopuk, ilgisiz, ayrı yasaların mevcudiyeti söz konusu olup böyle bir yapıda boyutsal geçişler, etkileşimler oluşamaz. Kuran da “Allah indinde Din İslam dır” derken yeryüzü üzerindeki bir bölgede ya da yeryüzünde  veya güneş sisteminde ya da galaksimizde,...vs demiyor. Bunun yerine, Evrensel planda geçerli olan bir dinden bahsediliyor. Yani dinin, bir mekâna, sınırlı bir mekâna, geçmişe ve geleceğe, bir boyuta ya da bulunduğumuz boyut ve anlayışına hitap eden bir şey olmadığını, tüm boyutları kapsayan ve evren içre evrenlerin, sonsuz paralel evrenlerin... her birinde ve nihayeti bütününde geçerli olan bir dinden, bir sistemden, mekanizmadan, düzenden bahsediyor. Bu yüzden din denildiğinde, bu sonsuz-sınırsız sistem ve düzen anlatılmaktadır. Görüldüğü üzere Kuran, nasıl bir Din tarifinde bulunup bunun bizimle, boyutumuzla, evrenle ne şekilde ilişkili olduğunu, boyutumuzda ne şekilde açığa çıkıp işlev gördüğünü anlatırken buna karşın bizler, dine nasıl bakıyor, nasıl anlıyoruz. Hangi boyutta olursa olsun varlık, Allah’ın Esmasının zuhuru olması nedeniyle gerek, tüm sistem ve düzenin gerekse de insanın bu isimler bileşiminden oluşması ve “zerre külün aynasıdır” hükmünce holografik esasa dayalı olarak da bu sistem ve düzenin insanda bir boyut olarak bulunması,  “Allah’ın sünnetinde (sisteminde, kanunlarında) bir değişiklik yoktur” hükmünce Resulullah’ın sünnetinin, Allah’ın sünneti olduğunu ve O’nun her bir söyleminin bir sisteme, sistemin bir işleyiş mekanizmasına dayandığını, buna, O’nun sünnetine uymakla Allah’ın sünnetine uymuş olduğumuzu belirtirken, bu durumun, hem dünya, hem ölüm ötesi boyutlarda bizi çeşitli azap verici şartlardan, ortamlardan, süreçlerden kurtaracağını ve en önemlisi bilincimizin tüm evrene, evrensel sisteme uzanarak bizi Allah’a yaklaştıracağını söyler. Allah, Kuran’da açıkça “ sünnetimde (sistemimde) asla değişme olmaz” derken, bizler kendi hayalimizdeki hayatın gerçeklerine, bilime uymayan, zanlarımızdan oluşmuş uydurma sistemimize göre, olayları düşünüp sihirli bir değnekle görünür sistemin aksine farklı yasaların, olayların ortaya çıktığını, çıkacağını düşünüyoruz. Sonuç olarak temeli zanlara dayalı olan bu düşünce sistemi, ele aldığımız her olayda karşımıza dikilmektedir.

Din ve bilimin ayrı -ayrı yani, bir tanrının sistemi bir de yine o tanrı tarafından ayrı bir yerde yaratılan insanın algıladığı, keşfettiği farklı bir sistemi görüp bilimin, tanrıyı ve dolayısıyla algıladığı sistem dışındaki bir sistemin varlığını gösterdiğini söyleyenler ile yine bu ayrımı görüp biri diğerinden tamamen bağımsızdır, Allah’ın sisteminin ayrı, insanın sisteminin ise apayrı olup bunları birbirleriyle kıyaslamanın doğru olmadığını, olmayacağını dile getiren diğer düşünce sahiplerinin ortak noktası ise (bunu kabul etsin ya da inkâr etsinler fark etmez) temeli hep Newton’a dayanan mekaniksel evren anlayışıdır. İçinde bir ruh ve bir de Tek olan Tanrıyı barındıran parçasal bütünden oluşmuş, tıkır tıkır işleyen dev mekaniksel bir sistem anlayışı. Zamanın başlangıcında değişmeyen yasaları belirleyen, ama zaman-zaman işleyişteki aksaklıklar için sisteme müdahalelerde bulunan bir Tanrısal anlayış. Algılamalarımız, düşüncelerimiz, felsefelerimiz, dinsel verilere olan bakışımız ve orijinal metinleri yorumlayışımız hep bu mekanik işleyen bir dünya ve inanılsın ya da bu nedenle inanılmasın, bu mekanik işleyen dünyanın bir uzantısı olan görünmeyen bir âlemin varlığı üzerinedir. Yani, yine bu bulunduğumuz boyut yasalarının geçerli olduğu ölüm ötesi ya da farklı boyutlar. Oysa, insanın anlayabilmesi, gerçeğine bir yaklaşım sağlayabilmesi için yine algıladığı yasalara göre ancak, derinliği ihtiva eden kodlanmış bilgileri, ifadeleri içeren Kuran, “anlayasınız diye biz Kuran’ı Arapça olarak boyutunuza indirdik” yani, “zerre külün aynasıdır” ve “Kuran ve İnsan ikiz kardeştir” Resulullah hükmünce derinliği olan, derinliğe uzanan beyin yapınız dolayısıyla bunları çokluk boyutundan size açıklıyoruz, diyor ama, biz bunu hiç duymamışçasına, bunları hiç bilmiyormuşçasına materyalist (maddeci) anlayışla olaya yaklaşıp yine Kuran ve Resulullah açıklamalarına göre güneşin (cehennemin) sekiz  melek (ki, kendini bilen meleklerdir) ya da sistemimizde her an açığa çıkmakta olan bu Bilinçli Kuvveler tarafından çekilip getirilerek, onun tarafından anısının bile kalmayacağı ve üstelik “Arz başka bir Arz, Gökte başka bir Gökle yer değiştirir” ayeti hükmünce de bambaşka boyutta, daha önceki gibi, önceki şekil, yapı, algılama, anlayışta... olmayan dünyada, tekrardan bedenen topraktan kalkılacağını, “biz sizi sudan,... topraktan,... çamurdan,... meniden,... halk ettik” diyerek belli bir mutasyonu, dönüşümü anlatırken diğer taraftan biz, toprağı, insana ait uzuvları olan bir tanrının yine insana ait bir eylem olan iki eliyle kararak toprakta bir anda ya da belli bir zaman içinde Adem (a.s)’ı oluşturduğunu, “Ruhumdan üfledim” diyerek üflenen nefesin nasıl ki üfleyenin dışında bir varlığı yoksa aynı şekilde Adem (as)’ı, kendine ait özelliklerden yine kendi varlığından oluşturduğunu ifade ederken, biz bir dudağı olan tanrının, bizim gibi olan ruhundan üflediğini düşünüyor bunun bile ne anlama geldiğini düşünemiyoruz. Hemen belirteyim ki, bunlardan sadece bir kısmı için, “bunların böyle olmadığını biz de düşünüyoruz...vs” deseler de ya yine beş aşağı beş yukarı benzer türden cevaplar verilmekte ya da maalesef konulara hiç açıklama getirilememektedir. Bu tür insanların sözleri hep lafta kalan, içi boş, ezberi, klişeleşmiş ve bu yüzden insanı tatmin edemeyen, sorulan sorularda tökezleyen cümlelerden ibarettir.

Bir taraftan Resulullah hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, insan hafsalasının bile alamayacağı, düşünülebilenin de hep ötesinde, farklı bir cennetten, cennet ortamından, boyutundan bahsederken ve beş duyu ile hiçbir zaman kavrayamayacağımız bu boyutlar inkâr edilmesin diye de cenneti, akıllar ölçüsünde belli tasvirler şeklinde anlatırken bunun yerine, şartlanmalı algılamalarla sonsuza dek sürecek dünyadan bilinen, tadılmamış ya da dünyadayken tamamlanmamış ve hatta beli bir yöre anlayışıyla sınırlandırılmış zevkler olan cennetler düşünülmekte, bu kelimelerle bize neyin işaret edildiği, ne anlatılmak istenildiği hiç idrak edilmemektedir. Keza cehennem içinde mecazi ifadeler kullanılmış olup gerçek boyutlarındaki yaşamı ise, anlatılanlardan daha fazla maddi ve manevi olarak arındırıcı, azap vericidir. Bunun yanında Allah’ın hep, zaman ve mekândan münezzeh olduğunu, istisnasız her yerde, her zerrede mevcut bulunduğunu söylerken ve bu doğru iken, sanki bunu biz ifade etmemişiz gibi bir taraftan da belli zaman dilimlerinde ya da ilerideki belli bir süreçte huzurunda durulan veya durulacak ve dahi miraçla yanına gidilen belli bir mekândaki görünmeyen ancak karşılaşılınca görünebilen ya da sesi işitilen bir tanrının varlığından bahsediyor, Kuran ve Resulullah açıklamalarında Allah’ın Ahad ve Samed yani, sonsuz sınırsız bir merkezi olmayan, dolayısıyla içinden veya dışından bahsedilmesinin, içinin, dışının, tarif edilmesinin bile düşünülemeyeceği bir varlık (ki, bu dahi anlatım sadedinde bize göre olan bir tanımdır, yoksa Allah varlık olmaktan da münezzehtir) olduğunu, hangi boyuttan algılanırsa algılansın Kuran, “Evvel, Ahir, Batın ve Zahir O’dur” diyerek algılanan ve algılanamayanların ve algılanamayacak olan, öncesiz ve sonrasız yani, tek bir “an” da olan her şeyin yalnızca O olduğu belirtilirken, “hayalini, hevasını İlah edineni gördün mü?” ayetince insanın şartlanma, değer yargıları ve duygularından oluşmuş bu yüzden, insan gibi düşünen, intikam alan, insan gibi davranışlar ortaya koyan bir tanrının varlığından bahsetmekte ve dahi, yine bu ilah edinmenin sonucu olarak bir yeri, bir bölgesi, bulunma noktası, bir merkezi olmadığını, tamamıyla insan tasavvuru ve varlığı ötesinde şekilsiz, suretsiz, soyut...vs. olduğunu Kuran ve Resulullah açıklamalarında açıkça belirtilmesine karşın, Allah’ın, sadece insanda duyu organı olarak bulunan bir ağza, bir kulağa sahip olup bizim gibi kelime ve cümleler kurarak dile gelmesi ve bize tamamen soyut, beden ötesi, bizim gibi maddi bir bedeni ve algılamaları olmayan meleklerle, şeytanlarla konuşması ve onların da Ona, aynı organlara sahip olarak duyup, cevap vererek diyaloğa girdiğini düşünmek, tamamıyla Newton kaynaklı Mekanik evren anlayışının bir ürünüdür. Bu anlayışta, anlatımların mecaz ve semboller olduğu düşünülmez, düşünülse de hep laftadır bunlar. Bu yüzden gerçek hiçbir zaman ortaya çıkmaz. Müslümanların, tamamıyla farklı olmasına rağmen düşünme, dine bakış açısı, kavrama, yorumlama sistemi, günümüzdeki Hıristiyan ve Yahudi anlayışından hiçbir farkı yok gibi. Bazı şekilsel, yüzeysel değişiklikler dışında. Temel kavram ise hep aynı.

Oysa kuantum ve altı fiziğinin bulgularına göreyse bir, tüm varlığın bölünmez- parçalanmaz, birbirinden ayrılmaz Tek bir yapı (süperpozisyon durumu) olduğu bu nedenle tanrının, bu tek yapının ne içinde ne dışında var olduğu (gerçekte bir değer ifade etmeyen insan yaratığı bir tanrı bu sistem içi ve dışında yer bulabilir) iki, tüm sonsuz varlığın, zaman ve mekânın geçerli olmadığı enerji-data yapılanması diyebileceğimiz boyutun var gösterdiği enerji ve onun madde görünümlü boyutlardan meydana geldiğini, algılananın ise, algılayan tarafından oluştuğunu, algılanmayanın da enerji-data boyutunda bir bilgi birikimi olarak var olduğu ve ilgili varlıkça algılanması durumunda, algılanana dönüştüğü, üç, her şeyin aslının bu temel boyuta göre hayal olduğu, zaman ve mekanın, kendince mekansal boyutların bu boyuttaki kesintisiz bir biçimde her an süregelen bilgi hareketliliğinin birbirini deşifresinden oluştuğunu, dolayısıyla tüm sonsuz varlığın Tek Bir Boyuttan ibaret olduğu, dört, varlık gerçekte Tek Bir Boyuttan ibaret olması nedeniyle, bir insanın algıladığı sistem, bir de Allah’ın zuhuru olan Öz Bilincin ya da Allah’ın kendi sistemi diye iki ayrı sistemin olmadığı, beş, görünen ya da görünmeyen tüm boyutların özde aynı kaynağın projektesi olması ve bu boyutta holografik sistemin geçerli olması nedeniyle, tüm anlatılan boyutların insanın dışında değil, özünde mevcut olduğu, bu sebeple bir boyuttan diğer boyut veya boyutlara geçildiğinde aslında kendi dışındaki (afaki görüşle) boyutlara değil, kendindeki bilgilerin bir başka projeksiyonuna yani, kendinde mevcut olan boyutlara geçiş yaptığı, altı, bulunduğumuz boyutun yasalarına karşın, kuantum boyutlarında tamamen farklı yasaların işlediği (hatta beş duyu boyutunun her bir katmanlarında bile aynı yasalar değil, tamamen farklı yasalar işlemektedir), bu nedenle her bir boyutta birbirinden farklı kanunların işlev gördüğü böylece bu dünya boyutundan, ölüm ötesi boyut veya boyutlara geçildiğinde (ki bu, ölmeden önce ölme denilen, yaşarken aynı anda ruh boyutunun yaşamını algılama durumunda da geçerlidir) bulunduğu boyutta, ruh- beden denilen enerji bedenine kodladığı bilgilerin o boyutların yapılanmasına (işleyen sistemlerine) göre işlev gördüğü ve sistemde asla tekrar olmayıp hep ileriye dönük boyutsal dönüşümlerin olduğu (bunu bulunduğumuz sistemde de görmekteyiz) bu yüzden de ölüm ötesi boyut şartlarının tamamen farklı olduğu, yedi, aslında enerji-data boyutunda enerji-bilgi yığını olan insanın (birimin), o boyuttaki deşifresiyle oluşturduğu projeksiyon, aynı zamanda bu boyuttaki evrenimizin ya da daha genel bakış açısıyla Kâinata ait bilincin, Kozmik Bilincin (Ki, İnsanı Kamil olarak da bilinir) projeksiyonu olduğunu ve gerek bu temeldeki insan bilincinin oluşturduğu gerekse de tüm varlığa ait kendi boyutlarına göre olan projeksiyonlar bu Kozmik Bilincin her bir birimdeki açılımları kadar projeksiyonu olması sebebiyle, evrenler, evren içre evrenler, paralel evrenler...vs. hep bu Kozmik Bilincin kendindeki özelliklerini bu projeksiyonlarla seyretmekte olduğunu söylemektedir. Bugün, mekanik  anlayışa göre çeşitli şekillerde ve dahi din-bilim ışığında olduğu söylenen yorumlamalara karşın, bünyesinde tüm boyutları içeren, o boyutun kodlarını taşıyan Kuran’ın ve bu kodların çözümlemesi olan Resulullah açıklamalarının en temel noktadaki kuantum ve altı boyuta göre yorumlanması, yazdığı eserlerle sahasında tek olan ve alternatifi de bulunmayan araştırmacı yazar Üstad Ahmed Hulusi dışında, ne ülkemizde yapılmıştır, yapılabilmiştir ne de dünyada.

Bugün Yahudi ve Hıristiyan anlayışı dahi, mekaniksel anlayışı dışında değildir. Tanrısal anlayışı dışlayan ve ötelerdeki bir tanrının var olamayacağını söyleyenler ise, Allah kavramını çözemedikleri için Kuantum anlayışını, materyalist ya da en iyisiyle panteist anlayış olarak yorumlamaktadırlar. Allah kavramına dayalı İslam Sufizmi de, bizim bilimsel açıklamalarımız da hep bu panteist anlayış istikametinde değerlendirilmektedir, en aşağıdan en üst düzeydeki uzmanlara göre. Dolayısıyla kuantum ve altı boyutu, tam anlamıyla en temel seviyeden yine algılanmamış olmaktadır. İslam sufizmini kabul edenlerin pek çoğu ise, sufistlerin söylediklerini anlamaktan çok, terkibiyetlerine hoş geldiği için, bu sufistlerin Hakikâtlerinde müşahede ettikleri batini gerçeklere, zahiri yönüyle yaklaşım sağlamaktadırlar (bunun sonucunda ise, bu hakikâtlari idraklerince ya yaşarlar ya da hiç yaşamazlar). Bugün, ötelerde tanrı anlayışı dışında, Teklik anlayışına dayalı olarak yorumlanan Yahudi ve Hıristiyan kaynakları da aynı şekilde, biçimsel farklılıklar olsa da hep panteist anlayış sınırları içerisindedir. Sufizmi inceliyoruz diyen, bırakın batı şarkiyatçılarını, birçok Müslüman ya da sufist dahi bu panteist anlayışın ötesine geçememektedir. Budizm, Taoizm, Hinduizm..vs gibi uzak doğu Asya dinleri ise, zaten temelde panteist anlayışa dayalı felsefelerdir.

Derinliğinde, “Ümmül Kitap” adı altında tüm boyutları ihtiva eden Kuran’ı sadece beş duyu veri tabanına yani, mekanik anlayışla anlayıp O’ nun bundan ibaret olduğunu düşünen bir kısım insanın, Kuran’ın derinliğine sırları olmadığını bir kısmının ise Kuran’ın, önünde duran derin bilimsel boyut verilerini değerlendirmeyip tamamen bunlardan başka, daha doğrusu hayallerine göre ama, kendilerinin de bilmediği sırlara, boyutlara sahip olduğunu söylemeleri ve sonucunda da kuantum ve altı boyut gerçeğine dayalı anlatılan din verilerini, eksik, kısıtlı bakış açılarından değerlendirmeleri, tamamen yanlış, akıl ve çağdışı yorumların doğmasına neden olmaktadırlar. Yani, “din akılcıdır” deyip mekanik anlayışa göre uyum bulurken, kuantum fiziğine dayalı anlatımları akılcı bulmayıp (mekanik evren anlayışına uymadığı için) bunları ya direkt reddetmekte ya da “bunlar akılla anlaşılmaz” deyip tüm bunları bilinmezliğe iterek ilk söylediğiyle çelişki içine girmektedirler. Temeli Kuran ve Resulullah’ın bildirdiği Allah kavramına dayalı kuantum ve altı boyuta göre yapılan açıklamaları da hemen panteist anlayışla değerlendirerek (ki, hiç alakası yoktur) bilemedikleri, kavrayamadıkları, idrak edemedikleri tüm bu konuları reddetmektedirler. Böylece kimi, biraz cehaletinden, kimi de cehaletleri yanı sıra bunu anlatanlara karşı giriştikleri çekememezlik, kıskançlık...gibi birtakım davranışlar dolayısıyla, Kuran’ın derinliğine giden yolu tıkayarak Hz Muhammed’in(sav) batıdan yükselen ilimle, gerçek değerinin ortaya çıkışını engellemekte ve altından kalkamayacakları bir vebalin içine girmektedirler. Geçmiş dönemlerde bilimin seviyesi dolayısıyla bu mazur görülse de günümüzde bu mazuriyet ortadan kalkmıştır. Ayrıca, Allah kavramına dayalı bu bakış açısına karşı çıkanların, mekanik anlayışla hareket etmeleri nedeniyle, neye dayanarak, niçin ve neye karşı çıktıklarının farkında bile değillerdir. Bu yüzdendir ki, bu yüzyılda ve bilhassa son dönemde ancak anlayabildiğimiz bilgiler ile bu verilere, geçmişte keşfen bizatihi deneyimleyerek elde eden evliyaullahın sembol ve mecaz anlatımları yanında, sızdırdıkları, kaçamak yaptıkları konuların, bilgilerin (onlara inananlarca, onların felsefesini inceleyenlerce bile) bir kısmıyla ya da tamamıyla reddedilmesinin nedeni de bir yönüyle budur. Kuran ve Resulullah açıklamalarını tamamıyla reddedenler de yine, mekanik  evren anlayışıyla olaya baktıkları için bunu yapmaktadırlar.

 Oysa bugün Amerika ve İngiltere... gibi birinci dünya ülkelerinde en tepede, üst düzeyde akademik çevrelerde konuşulan evrenin kuantum ve altı boyutuna ait gerçekleri henüz tabana, genele inmiş değil. O boyuta ait gerçekler tabana indiği, genele yayıldığı zaman tanrı tabanlı dinsel anlayışların nasıl etkileneceği, bilhassa Tanrısal anlayışlı Müslüman aydınlarının, din adamlarının bunu nasıl karşılayacağını, nasıl açmazlara düşeceklerini, sendeleneceklerini zamanımız varsa hep beraber yaşayarak göreceğiz. Evrenin sadece yüzeysel katmanına ait algılamanın ürünü olan tanrı ve tanrısal sistemlerin ve daha sonra panteist sistemlerin nasıl çöküşe uğrayacağını yaşarsak bir bir gözlemleyeceğiz (bunu, İslam dininin çökmesi anlamında değil, ona olan bakışımızdaki anlayışların çökmesi şeklinde düşünmeliyiz). Aynı sistemi daha derin boyuttan incelemeye, okumaya çalışan çağdaş bilimlerin ışığında bizler, anlayışlarda yenilenmek, Kuran sırları derinliğine inebilmek ve Kuranın yeni yeni sırlarını deşifre edebilmek için tüm bilgi birikimimizi bir kenara bırakıp, onu ilk defa elimize alıyormuşçasına tekrar, tekrar okumamız, yüksek tefekkür gücüyle, gerek Resulullah’tan gelen, gerekse çağdaş bilimlerin ortaya koyduğu, tüm bu veriler arasında bağlantılar kurmamız ve böylece kendimizi Kuran’a uydurmamız gerekirken, maalesef olay  bunun tam tersine olarak şartlanmalı, biraz eksik, biraz yanlış, biraz da demode olmuş bölük pörçük bilgi birikimimizle tekrar tekrar Kuran’ı Okumaya kalkışıyor, sonuçta çelişkili bir bilgi birikimlerinden bir başka çelişkili bilgilerin, anlayışların içine girerek Kuran’ı kendimize uydurmaya çalışıyoruz. Bu arada bugün bazı din adamlarının, “biz bilimle hareket ediyoruz”, “din, bilime karşı değil, her zaman paraleldir”, “bilimin kabul etmediği şeyi biz kabul etmeyiz...” gibisinden sözlerden kastettikleri bilim de tamamıyla mekanik fiziğinin ya da daha da yüzeysel algılanan şekli olan materyalist anlayışa göre dile getirilen, yorumlanan bilimsel anlayışlardır. Oysa bizim kastettiğimiz bilim, anlaşılmadığı ya da orijinaline değil, sağduyumuza, şartlanmalarımıza ve bunlara dayalı oluşturduğumuz inançlarımıza ters geldiği için bugün pek dile getirilmeyen kuantum ve altı boyutun gerçeklerine dayanan bilimdir ki, tüm boyutlar, bu temel boyut bakış açısından değerlendirilmektedir. Böylece bu bilimsel bakış açısı bize, geçmişte sembol ve mecazlarla da anlatılan, bir taraftan insan ve evrenin en alt düzeyde birbirlerinden ayrılmaz yapısının görünür boyutlardaki ilişkisini anlatırken, diğer taraftan da insan ve evrenin özünde mevcut Mutlak varlıkla olan bağlantısının nasıl ve ne şekilde olduğunun ip uçlarını bize vermektedir.

(Kaynakça: İnsan Ve Din, Yenilen, Allah, Akıl Ve İman – Ahmed Hulusi / (Din), (Madde), Gerçek-Mecaz, Mecaz Ve Semboller, Din-Bilim-İnanç, Bilim Dini Etkiliyor – Ahmed Fevzi Yüksel/ Fiziğin Taosu- Fridjrof Kapra)

 

 
 
İstanbul -13.11.2007
hologramk@yahoo.com
http://sufizmveinsan.com