Din-Bilim Soru ve Cevapları

15. Bölüm

Fiz.Müh. Kenan Keskin
 

Her konuda olduğu gibi bu konular da tamamıyla istismara açık olduğundan, birtakım insanlar (ki bunların çoğunluğu cinlerle bile iletişimi olmayan sahtekarlardır), anlamını bile bilmedikleri dinsel veya bilimsel verileri ve tabirlerini yalan yanlış kullanmak ya da ilgili gerçek, doğru yazıları örnek göstermek suretiyle tüm bu olumlu ve temeli çağdaş bilimlere dayanan şeyleri maalesef, halkı kandırmak ve maddiyatlarını sömürmek amacıyla kendi şarlatanlıklarına temel oluşturmaktadırlar. Farkında ya da değil, direkt cinlerin etkisinde olan veya bu varlıkların çeşitli düzeylerde etkilerini kendinde barındıran uzak doğu felsefelerine sahip insanların ya da bunun batıda farklı şekillerde açığa çıkmış şekli olan spritüalistlerin, varlığın hakikâti ve boyutumuzdaki yansımaları konusunda her şeyi enerjiye ve bu enerji dönüşümlerine dayandırmaları, bazı doğru tespitleri olmasına karşın eksik ve yanlış bilgileri, bulguları da içermesi dolayısıyla bizim kastettiğimiz, anlattığımız şeylerle gerçekte hiçbir ilgisi yoktur. Temelde onlar, evrenin kısmi ve boyutumuza dönük olan yanını her şeyin sonu, zirve noktası olduğunu gördükleri için bu düzeydeki enerji yapıyı ve ondan meydana gelen enerjileri bir Bütün halde Allah olarak görüp kabul ettiklerinden, tüm kavramları da bu yanlış açıdan değerlendirmektedirler.

Tüm bunlar böyle iken maalesef okumuş, belli bir akademik seviyeye gelmiş kişiler de çıkarlarına uymadığı ya da gerçekten cehaletlerinden dolayı sıradan insanlar gibi olayın sadece dış yönüne bakarak sanki aynı şeyler söyleniyormuşçasına değerlendirme yapmakta, tamamen şarlatanlara bakarak ya da birtakım ışınsal varlıkların etkisinde kalmış insanlara bakarak olayı sulandırmakta, basite almakta, çağımızın iflas etmiş kendi yorumlarıyla (düşünce sistemleriyle) gerçekleri tamamıyla çarpıtmaktadırlar. “ Her şey enerjiden mi ibaretmiş”,   “ dinsel çalışmalar (uygulamalar) enerjiye dayanmaz, dinde enerjiye yer yoktur ”, “ enerji olsa, olsa sanayide, teknolojik cihazlarda olur” ya da “(sadece hayallerinde olan) Tanrının görünmeyen, bilinmeyen sistemleri enerjiler ötesindedir” gibi hiçbir temele, mantıklı ve modern bilimsel anlayışa uymayan görüşleriyle ilkokul temel bilgilerinden de yoksun oldukları ortaya çıkmaktadır, ezberle yetişmiş olduklarını onaylarcasına. Sanki Einstein’in (kuantum fiziğine değinmiyorum bile) ünlü formülünce, her şeyin aslının ve haliyle insanın somut olarak görünen yapısının enerji olduğunu, tüm varlığın temel düzeydeki bu bilinçli enerjinin yoğunlaşmış hali olduğunu hiç söylememiş. Böyle düşünmelerinin nedeni ise, sistemi Tek Bir Bütün olarak algılayamayıp bu Bütün sistemden algılayabildikleriyle kayıtlandıkları ve bu yüzden kayıtlandıkları sisteme göre, algılayamadıklarını, göremediklerini değerlendirme yoluna gittiklerinden, boşluğu buna göre doldurduklarından, sonuçta hayali sistemler ve bu birbirinden kopuk sistemlere dışarıdan yerleştirilmiş varlık tasavvurlarıyla gerçekten sapmaktadırlar. Bununla birlikte bizler, doğu felsefesiyle batı ilmi arasında ilişki kuranlara bakarak, onları örnek alarak (ki içinde doğru bilgileri barındırsa da) Kuran ve Resulullah açıklamalarını batı ilmiyle karşılaştırma, kıyaslama yapmıyoruz. Zaten, her iki görüşün dayandıkları temel noktaların farklı oluşları nedeniyle de böyle bir şey doğru değildir. Çünkü doğu felsefesi ve bunun batıda bürünmüş şekli olan spiritüalizm, görünen ve görünmeyen ama sınırlı boyutlardaki sistem ve onun toplamı olan bilinci, tanrı ve bu tanrıyı da o boyutça şuurlu enerji olarak kabul ederken, buna karşın bizim kastettiğimiz İslam Sufizmi ise, sınırlı olmayan, daha da alt düzeyden sistem ve düzen ve onun aslı olan sonsuz-sınırsız enerji yapının Allah’ın İlminde sadece bir ilimden ibaret olduğunu söyler. Nerede, sınırlı algılanan sistem ve düzenin tanrı olduğu inancı, nerede kaldı Sufizmin anlattığı Allah ve O’ nun sadece İlmindeki sistem ve düzen.

Şimdi şöyle bir düşünelim. Eksik ve yanlış bir algılamanın ürünü olan bir anlayışla, bir başka eksik, sınırlı bir algılamanın sonucu oluşan yanlış anlayışları değerlendirmek suretiyle, hiç bunlarla ilgisi olmayan ve orijinal metinlerin, farklı bir dille yani, çağdaş bilimsel dille anlatımı olan açıklamalar hakkında görüşler ileri sürmek ve bunları suçlarcasına eleştirmek, ne kadar doğruyu yansıtmaktadır? Böyle bir şey ne kadar akılcı ve isabetlidir? Daha doğrusu bu mantıklı mıdır? Böyle bir şey olabilir mi? Başka bir deyişle, mekânsal evren görüşünün bir ürünü olan ötelerdeki bir tanrı ve sistemine dayalı anlayışlarla, mekaniksel boyuttan yola çıkıp (ona bağlı bir biçimde) kuantum boyutlarından sadece mekaniksel evren ve madde planına dönük boyutları (ki cinni boyut da dahildir) değerlendirme yapan anlayışlara bakarak, yine kuantum boyutlarından ancak, sadece madde planlarına dönük değil, berzah boyutlarını da içine alacak şekilde tüm boyutları ve bunların bilinç boyutlarını açıklayan bilgileri eleştirmek, bunlar hakkında yorum yapmak ne kadar gerçeği ve doğruyu yansıtmaktadır? Kısacası, aralarında hiçbir ilişki olmayan iki görüşten birinin, diğerine bakmak suretiyle her iki görüşten tamamen farklı olan  bir başka anlayışı eleştirmenin hiçbir anlamı yoktur. Olması beklenen ise, bir kişinin bir konu hakkında yorum ve eleştiri yapabilmesi için o konu hakkında en az onu anlatan kişi kadar ilme, üstelik de sadece bir yönüyle de değil, bütünüyle vakıf olması gerekir. Oysa bu tür şeylere yeltenenler maalesef, ne kendi düzeyleri, konumları ne de eleştirdikleri konular ve seviyesi hakkında en ufak bir bilgi sahibi bile değillerdir.

* “Bir Günü, Bin Yıl Ya da Elli Bin Yıl olan” Süreçleri Başka Nasıl Düşüne biliriz?

Rabbin katında ya da Ruh ve melaikenin Rabbin huzuruna çıkışlarının (inmişler ki, tekrardan çıkıyorlar) veya işlerin ondan inmesi ve ona yükselmesinin bir günü bin yıl ya da elli bin yıl olmasının” anlamını birkaç bakış açısından görmeden önce, Allah’ın sonsuz özelliklerine işaret eden ve insana göre isimlenen manalarının, terkipsel bir biçimde kuvveden fiile açığa çıktığı ve Ruh adı altında yaratılmışlığın başlangıcını oluşturan boyut Rububiyet boyutudur. Bu boyut, sonsuz olan  her şeyin terkipsel mana suretleri şeklinde çokluk hükmüyle (varsayım olarak) mevcut olduğu Teklik Boyutudur. Her birimin isimler bileşimi (terkibi) o birimin Rabbi iken, tüm alemlerde hükmünü yürüten ise, Alemlerin Rabbidir ki O ‘da Allah’tır. Yani Allah, bu boyutta Rab ismini alır. Yaratılmışlık içinde her ne boyut ve varlık varsa tüm bunlar, O Ruh ve Ondan meydana gelen meleklerden başka bir şey değildir. Gerçekte, varlıkta meleklerden başka bir şey yoktur.

Bunu belirttikten sonra ilk bakış açısına göre, çok kısa bir süre de çok, çok uzun zaman sürelerinin ifade edilmesi dolayısıyla bu rakamlar, “an” anlamında olup meleklerin, Rabbin mekansal ya da boyutsal ötede bir yerlerde olmaması, meleklerin şuur boyutunda her “an” Rablerinin yanında oluşu yani Rablerini seyirde olmalarından, müşahede etmelerinden ötürü genel anlamda bu anlatımlar, meleklerin “an” içindeki özden (enerji-data boyutundan) gelen bir biçimde varlıkta (sistemde) açığa çıkışları ya da öz boyutlara doğru dönüşümleri, uruçları anlatılmaktadır. Yani, enerji-data boyutunda olmuş bitmiş olayların, projekte edildiği boyutlarda “an” içindeki boyutsal dönüşümleri. (Ancak, olmuş, yeni oluşmakta olan ve olacak tüm oluşumlar da bu olmuş bitmiş boyuttaki enerji-dataların her anki projeksiyonlarıyla meydana gelmektedir). Yoksa meleklerin bildiğimiz mekaniksel anlayıştaki gibi, Rabbin yanında olup da verilen işleri görmesi için çok uzak mekansallıkları aşması ve işleri bitince bir sonraki işler için tekrar Rableri yanına dönmeleri değildir olay. Çünkü, meleklerin kuantsal boyutun varlıkları olması, bu boyutta (ve açığa çıktıları boyutta da kendilerine göre) zaman ve mekanın geçerli olmaması nedeniyle, öz boyutta bir olay başladığında (onların varlığıyla oluşmaktaydı) o olayın sonucunu da müşahede etmektedirler, o bütünsellik “an”ı içinde. Bu yüzden onlar açısından, yansıdığı boyutları da içine alacak şekilde bir bütün halde düşünürsek, önünde ve arkasında bir kopukluk bir kesiklik olmaksızın her “an” boyutsal iniş ve çıkışta olduklarından, meleklerin bir yerden inmesi ve çıkması diye bir şeyden bahsedilemeyeceğini görürüz. Zaten Rab nerededir ki, Teklik dışında bir şeyin olmadığı boyutlarda melekler ve Ruh onun yanına gitsin ya da O’ndan gelmiş olsun. Ancak, gerek enerji-data boyutu gerekse de bu boyutun projektesi olan boyutlarda açığa çıkan meleklerin bakış açısına göre bu oluşlar, “an” içinde olup bitmesine karşın, “an” ile ifade edilen boyut içindeki (zaman açısından) oluşumlar ise, bize göre çok, çok uzun süreleri alabilmektedir. Mesela, hayatın başlayabilmesi için big-bang boyutundan günümüz boyutlarına en az 15 milyar yılın geçmesi gibi. Bu yüzden bu ifadeler bir anlamda, ister birimsel isterse de evrensel planda olsun fark etmez, varlığın öz boyutlardan boyut, boyut açığa çıkışı ve gelinen boyut ve varlıktan tekrar öze doğru olan ve bize göre sayılamayacak kadar çok büyük zaman süreçlerini içine alan yolculuğun, onlar açısından “an” içinde olduğunu da anlatmaktadır. Yani meleklerin, bize göre çok uzun süren süreçlerdeki boyutlarda yer alsalar da bu durum onlar açısından “an” olarak algılanmaktadır.

Bununla birlikte, ister enerji- data isterse de bu boyutun projeksiyonu sonucu uzay-zaman ya da uzay-zamanları meydana getirip her an zamansız olarak bu boyutlarda mevcut bulunan melekler, bize göre çok uzun zaman dilimlerindeki boyutları, “an” içinde algılamaları, oluşturmaları gibi, özden boyutumuza olan çıkışları bize göre de bir “an” içinde oluşturabilmektedirler. Kadir anında ya da miraç da olduğu gibi. Bunu daha iyi anlamak için, bir etkinin meleki boyuttan açığa çıkışı ve onun bizim bakış açımıza göre yansıması ile ilgili olarak Din-Bilim- 7. bölümdeki Kuantum deneyini hatırlayabiliriz. Başka bir anlamda da Ruh ve meleklerin gelip gitmesinden kasıt, çok uzun zaman süreçlerini içeren bu evrensel plandaki dönüşümler içinde, öz boyutlardaki bir bilginin melekler tarafından alt boyut ya da boyutlarda “an” içinde ortaya konuşları ve her bir bilgi için bu durumun yine özden gelen bir biçimde sistem ve düzende her “an” bir önceki bilgiyi şekillendirecek biçimde açığa çıkmakta olduğunun anlatılmasıdır, bize göre çok uzun süren süreçler şeklinde ya da “an” içinde olarak. Şunu da belirtmek gerekir ki, meleklerin, kendi boyutlarınca olayların sonucunu bilerek fiiller ortaya koymaları, her meleğin kendi hakikâtlerini bilmeleri anlamına da gelmemektedir (1). Aynı şekilde, ölmeden önce ölmüş olan birimler yani, kendi Hakikatlerindeki meleki boyut yaşamına geçenler de bu boyutları kapasiteleri oranında bir “an” içinde müşahede etmekte ve bu durumunu da her “an” sürdürmektedirler.

Bir başka anlamda ise bu ifadeler, Ruh’ un melekler adı altında gerçekleştirdiği projeksiyonla yansıdığı boyutlardaki ya da bize göre ışınsal boyut olan gerek ölüm ötesi boyutların, gerekse de diğer sayısız boyutların birinden diğerine olan bakıştaki (birbirine kıyasla) zaman akışının farklı oluşunu anlatmaktadır (2). Dolayısıyla bu boyutlar arası Rölativistik farklılıklar, Kabir aleminin bir gününün bin yıl olması ya da mahşer boyutunun bir gününün elli bin yıl sürmesi... şeklinde ifade edilmektedir. Sadece zamansal olarak değil, boyutlar arası algılananlardaki farklılıklar da anlatılmaktadır. Ayrıca bir başka açıdan, yine bu süreçleri tekrardan mecazi olarak ele aldığımız zaman bunun bir diğer anlamı da, o boyutlardaki süreçlerin çok uzun süreler boyunca süreceği ve o süreçlerin çok zahmetli, sıkıntılı... geçeceğini de bize bildirmektedir. Bunun yanında mahşerdeki ruhların dünya hayatını çok çok kısa süre olarak algıladığını tasvir eden ayetler ise, “O Gün (kıyamet günü), hepsini bir araya toplayacak. Sanki dünya da bir günün bir saati kalmışlar gibi olurlar.”  (Yunus-45) şekliyle anlatılmaktadır. Bu boyutlar arası Rölativistik bakış, ölüm ötesi her bir sürecin diğer bir süreç ya da süreçlere olan bakışlarda da belli şekillerde mevcuttur. Ayrıca, zamanın geçerli olduğu tüm boyutlardaki çok uzun süreçlerin, zamanın geçerli olmadığı Rab katında (boyutunda) çok çabuk, hızlı bir şekilde olup bitmekte olduğunu da, “Rabbin katındaki bir günün bin yıl olması” şeklinde anlatılmaktadır.

Tamamen boyutsal bir olay olmasına karşın biz bunu, mekansal görünür şekilde ele almış olsak dahi, yine bu durumun da boyutsal olduğunu görürdük. Çünkü, Rububiyet boyutunu, Esma boyutunun, Ef’al olarak Ruh Adlı Melek adı altında açığa çıktığı boyut olduğunu göz önüne alırsak, Ruh boyutunda olmuş-bitmiş tüm bilgilerin yani, enerji-data boyutundaki bütün bilgilerin afaktaki yansıması olan belli yıldız gruplarının ikiz yapılarından yani, astrolojik sistem adı altındaki meleki yapılardan yayınlanan elektromanyetik dalgaların (bilgi-dalgalarının) farklı bir deyişle meleki etkilerin, meleklerin, ulaşması imkansız mesafeleri, çok büyük hızlarla hareket ederek belli süreler sonunda yeryüzündeki canlı, cansız tüm varlığı o anlamlar doğrultusunda her an etkilemeleri ve gelen bilgilerin, bir önceki oluşumu etkileyecek biçimde açığa çıkışları mecazi ifadelerle Ruh ve meleklerin iniş ve çıkışlarının elli bin yıllık yolu bir günde kat ettikleri şeklinde ifade edilmiştir ki, gerçektende bu bilinçli dalgalar bize göre saniyede 300 bin km.’ lik muazzam hızlarla hareket etmektedirler. Mekansal olarak görmüş olduğumuz (üst madde) yapılarda, sistemlerde, her bir üst boyutun bir alt ya da altlarındaki boyutların Rabbi hükmünde olduğunu düşünürsek, Ruha ait olan bilgileri (Rabbani bilgileri) taşıyan meleklerin, Rableri katından (boyutundan) inmelerini ve O’nun huzuruna çıkmalarını, ulaşmalarını da böylece anlamış oluruz. Burada şunu da belirtmek gerekir ki, ışık hızında zaman ortadan kalkar, zaman algılanmaz. Bu nedenle, ışık hızıyla hareket eden bilinçli dalgalarda da yani meleklerde de zaman yoktur. Bize göre algılanan zaman boyutunda, zamansızlık içinde hareket etmektedirler. Onlar açısından zaman algılanmaz. Dolayısıyla enfüsi boyutta olduğu gibi, afaki boyutlarda da, yine melekler açısından olaylar bir “an” da olup bitmekte, inme ve çıkma diye bir kavram söz konusu olmamaktadır. Her katmandaki tüm sonsuz varlığa bir açıdan baktığımızda, enerji dalgalarından ya da meleklerden başka bir şey olmaması ya da enerji yapının o boyutça surete bürünmüş görüntüsü olmasından ötürü her şeyin gerçekte zamansızlık boyutunda yer aldığını, aynı şekilde insanın varlığının da, aslen enerji (melek) olması nedeniyle, varlığının zamansızlık boyutuna dayandığını, daha iyi anlamış oluruz. Böylece İnsan, yeryüzünde Halife olmasının gereği olarak bu zamansızlık boyutuna geri dönebilmekte ya da her zaman bu zamansızlık boyutunda olduğunun farkına varabilmektedir. Sonuçta bu anlamda bile mekansallık, mekan içinde hareket ediliyormuş izlenimi, bir algılanışı var görünse de gerçekte bu, zaman içindeki birime göre olup melekler açısından böyle bir şeyin olmadığı açıkça görülmektedir.

Varlığını zamansızlık boyutundan alan İnsanın her bir zerresinin (noktasının) holografik özellikli dalga-bilgi boyutunu barındırması, ondan oluşması nedeniyle o boyuta uzanan beyninin (bilincinin), bu enerji-data boyutundaki dalgaların dönüşümleri ile boyut boyut özden gelen biçimde ilgili bilgileri bu boyutça ortaya koyması, her an o boyut ve boyutlarla bağlantılı olarak hareket etmesi, zaman içeren boyutları zamansızlık boyutundan müşahede edebileceği anlamına gelir. Zaten rölativite teorisinin de söylediği üzere çok çok kısa sürelere, çok uzun zaman sürelerinin sığması sebebiyledir ki (Sufistlerin de ifade ettiği gibi) bir “an” içinde günler, yıllar, asırlar, milenyumlar, milyonlarca, milyarlarca,...yıllar, kısaca hangi boyutta olursa olsun zamana ait tüm sonsuz süreçler müşahede edilip yine o “an” da bulunduğu boyuta geri dönebilmektedirler. Daha doğrusu, zaman süresi içindeki her “an” ında tüm “an”ı ve “an” içere boyutları kesintisiz bir biçimde müşahede edebilmektedir. Çünkü, tüm zamanlar, zamansızlık boyutu içinde sadece bir noktadan ibarettir. İnsanlara, bu tür şeylerin (ki elbette kolay değildir, ama buna iman bile bizlere çok şey kazandırır) imkansızlıkla eşdeğer olduğu fikrini ilka ederek, beş duyudan ibaret bir varlık zannını oluşturan şeytanlara rağmen, her insanda potansiyel olarak mevcut bulunan tüm bu olağanüstü özellikleri ve mekanizmasını, günümüz çağdaş bilimsel verileri sayesinde çok rahat bir biçimde anlayabiliyoruz. İlmin kapısı olarak bilinen Hz Ali (r.a) de, “sen kendini küçük zannedersin. Oysa sende bütün kâinat gizli” sözüyle bizi açıkça uyarmıyor muydu?, bin dört yüz küsur önce. Yeri gelmişken, zamanın geçerli olmadığı Salt Enerji Okyanusundan Enerji-Data okyanusu adı altında sonsuz “an” lar dan oluşan sonsuz dalga-bilgi okyanusları da, tek bir “an” a sığışmaktadır. Yani, sonsuz “an” lar, tek bir “an” olarak ve bu “an” lar da, yine bir “an” olarak tek bir “an” halinde algılanabilmektedir, ehli tarafından.

Zaman ve zamansızlık ilişkisini göz önüne aldığımızda, özel anlamda Kadir “an”ında nüzul eden Ruh ve melekler, artık anlattığımız üzere mekansal bir yerlerden değil, birimin Özünden gelen bir biçimde bilincinde açığa çıkmasıyla birim, Hakikâtini müşahede ederek zamansızlık boyutu içinde Öz boyuttan, tüm varlık boyutlarına kadar idrakince kendi özelliklerinin suretleri olan bu sonsuz varlığı seyreder. Keza, Resulullah’ın Kudüs’ten, gerek Berzaha ait, gerekse de Öz Bilince ait tüm boyutların müşahedesi olan miracı da bir “an” içinde olmuş ve bitmiştir. Öyle ki, bir tür tayyı mekanla bedenen Kudüs’e gelmesi, orada Resul ve Nebilerin Ruhlarıyla birlikte olması ve ardından bir “an” içinde yaşadığı miraç olayının hemen sonrasında tekrar aynı şekilde evine, yatağına geri dönmesi bile o kadar kısa sürmüştür ki, geldiğinde bıraktığı yatağı hala sıcacıktı.

(1). Enerji-Melek yazı dizimizde daha detaylı bilgi bulabilirsiniz.

(2). Karadelikler, Metafiziksel Yanılgılar - 23, Din-Bilim-6, Rölativite Teorisi, Zamanın Doğası, Dalgalar Ve Özelikleri –7 yazılarımızda bu bakış açılarını detaylarıyla açıklamıştık.

Kaynakça: Allah, İnsan ve Sırları I, II, Evrensel Sırlar, Kendini Tanı, Akıl Ve İman, Yenilen – Ahmed Hulusi / Esma Terkibi, Kadir, Melekler Ve Kadir Gecesi, Descent Of Angels (Meleklerin İnişi) – Ahmed Fevzi Yüksel / www.sufizmveinsan.com / tasavvuf)

 

 
 
İstanbul -08.01.2008
hologramk@yahoo.com
http://sufizmveinsan.com