Her konuda
olduğu gibi bu konular da tamamıyla istismara açık
olduğundan, birtakım insanlar (ki bunların çoğunluğu
cinlerle bile iletişimi olmayan sahtekarlardır),
anlamını bile bilmedikleri dinsel veya bilimsel verileri
ve tabirlerini yalan yanlış kullanmak ya da ilgili
gerçek, doğru yazıları örnek göstermek suretiyle tüm bu
olumlu ve temeli çağdaş bilimlere dayanan şeyleri
maalesef, halkı kandırmak ve maddiyatlarını sömürmek
amacıyla kendi şarlatanlıklarına temel
oluşturmaktadırlar. Farkında ya da değil, direkt
cinlerin etkisinde olan veya bu varlıkların çeşitli
düzeylerde etkilerini kendinde barındıran uzak doğu
felsefelerine sahip insanların ya da bunun batıda farklı
şekillerde açığa çıkmış şekli olan spritüalistlerin,
varlığın hakikâti ve boyutumuzdaki yansımaları konusunda
her şeyi enerjiye ve bu enerji dönüşümlerine
dayandırmaları, bazı doğru tespitleri olmasına karşın
eksik ve yanlış bilgileri, bulguları da içermesi
dolayısıyla bizim kastettiğimiz, anlattığımız şeylerle
gerçekte hiçbir ilgisi yoktur. Temelde onlar, evrenin
kısmi ve boyutumuza dönük olan yanını her şeyin sonu,
zirve noktası olduğunu gördükleri için bu düzeydeki
enerji yapıyı ve ondan meydana gelen enerjileri bir
Bütün halde Allah olarak görüp kabul ettiklerinden, tüm
kavramları da bu yanlış açıdan değerlendirmektedirler.
Tüm bunlar böyle
iken maalesef okumuş, belli bir akademik seviyeye gelmiş
kişiler de çıkarlarına uymadığı ya da gerçekten
cehaletlerinden dolayı sıradan insanlar gibi olayın
sadece dış yönüne bakarak sanki aynı şeyler
söyleniyormuşçasına değerlendirme yapmakta, tamamen
şarlatanlara bakarak ya da birtakım ışınsal varlıkların
etkisinde kalmış insanlara bakarak olayı sulandırmakta,
basite almakta, çağımızın iflas etmiş kendi yorumlarıyla
(düşünce sistemleriyle) gerçekleri tamamıyla
çarpıtmaktadırlar. “ Her şey enerjiden mi
ibaretmiş”, “ dinsel çalışmalar (uygulamalar) enerjiye
dayanmaz, dinde enerjiye yer yoktur ”, “ enerji olsa,
olsa sanayide, teknolojik cihazlarda olur” ya da
“(sadece hayallerinde olan) Tanrının görünmeyen,
bilinmeyen sistemleri enerjiler ötesindedir” gibi
hiçbir temele, mantıklı ve modern bilimsel anlayışa
uymayan görüşleriyle ilkokul temel bilgilerinden de
yoksun oldukları ortaya çıkmaktadır, ezberle yetişmiş
olduklarını onaylarcasına. Sanki Einstein’in (kuantum
fiziğine değinmiyorum bile) ünlü formülünce, her şeyin
aslının ve haliyle insanın somut olarak görünen
yapısının enerji olduğunu, tüm varlığın temel düzeydeki
bu bilinçli enerjinin yoğunlaşmış hali olduğunu hiç
söylememiş. Böyle düşünmelerinin nedeni ise, sistemi Tek
Bir Bütün olarak algılayamayıp bu Bütün sistemden
algılayabildikleriyle kayıtlandıkları ve bu yüzden
kayıtlandıkları sisteme göre, algılayamadıklarını,
göremediklerini değerlendirme yoluna gittiklerinden,
boşluğu buna göre doldurduklarından, sonuçta hayali
sistemler ve bu birbirinden kopuk sistemlere dışarıdan
yerleştirilmiş varlık tasavvurlarıyla gerçekten
sapmaktadırlar. Bununla birlikte bizler, doğu
felsefesiyle batı ilmi arasında ilişki kuranlara
bakarak, onları örnek alarak (ki içinde doğru bilgileri
barındırsa da) Kuran ve Resulullah açıklamalarını batı
ilmiyle karşılaştırma, kıyaslama yapmıyoruz. Zaten,
her iki görüşün dayandıkları temel noktaların farklı
oluşları nedeniyle de böyle bir şey doğru değildir.
Çünkü doğu felsefesi ve bunun batıda bürünmüş şekli olan
spiritüalizm, görünen ve görünmeyen ama sınırlı
boyutlardaki sistem ve onun toplamı olan bilinci, tanrı
ve bu tanrıyı da o boyutça şuurlu enerji olarak kabul
ederken, buna karşın bizim kastettiğimiz İslam Sufizmi
ise, sınırlı olmayan, daha da alt düzeyden sistem ve
düzen ve onun aslı olan sonsuz-sınırsız enerji yapının
Allah’ın İlminde sadece bir ilimden ibaret olduğunu
söyler. Nerede, sınırlı algılanan sistem ve
düzenin tanrı olduğu inancı, nerede kaldı Sufizmin
anlattığı Allah ve O’ nun sadece İlmindeki sistem ve
düzen.
Şimdi şöyle bir
düşünelim. Eksik ve yanlış bir algılamanın ürünü olan
bir anlayışla, bir başka eksik, sınırlı bir algılamanın
sonucu oluşan yanlış anlayışları değerlendirmek
suretiyle, hiç bunlarla ilgisi olmayan ve orijinal
metinlerin, farklı bir dille yani, çağdaş bilimsel dille
anlatımı olan açıklamalar hakkında görüşler ileri sürmek
ve bunları suçlarcasına eleştirmek, ne kadar doğruyu
yansıtmaktadır? Böyle bir şey ne kadar akılcı ve
isabetlidir? Daha doğrusu bu mantıklı mıdır? Böyle bir
şey olabilir mi? Başka bir deyişle, mekânsal evren
görüşünün bir ürünü olan ötelerdeki bir tanrı ve
sistemine dayalı anlayışlarla, mekaniksel boyuttan yola
çıkıp (ona bağlı bir biçimde) kuantum boyutlarından
sadece mekaniksel evren ve madde planına dönük boyutları
(ki cinni boyut da dahildir) değerlendirme yapan
anlayışlara bakarak, yine kuantum boyutlarından ancak,
sadece madde planlarına dönük değil, berzah boyutlarını
da içine alacak şekilde tüm boyutları ve bunların bilinç
boyutlarını açıklayan bilgileri eleştirmek, bunlar
hakkında yorum yapmak ne kadar gerçeği ve doğruyu
yansıtmaktadır? Kısacası, aralarında hiçbir ilişki
olmayan iki görüşten birinin, diğerine bakmak suretiyle
her iki görüşten tamamen farklı olan bir başka anlayışı
eleştirmenin hiçbir anlamı yoktur. Olması beklenen
ise, bir kişinin bir konu hakkında yorum ve eleştiri
yapabilmesi için o konu hakkında en az onu anlatan kişi
kadar ilme, üstelik de sadece bir yönüyle de değil,
bütünüyle vakıf olması gerekir. Oysa bu tür şeylere
yeltenenler maalesef, ne kendi düzeyleri, konumları ne
de eleştirdikleri konular ve seviyesi hakkında en ufak
bir bilgi sahibi bile değillerdir.
*
“Bir Günü, Bin Yıl Ya da Elli Bin Yıl olan” Süreçleri
Başka Nasıl Düşüne biliriz?
Rabbin katında
ya da Ruh ve melaikenin Rabbin huzuruna çıkışlarının
(inmişler ki, tekrardan çıkıyorlar) veya işlerin ondan
inmesi ve ona yükselmesinin bir günü bin yıl ya da elli
bin yıl olmasının”
anlamını birkaç bakış açısından görmeden önce, Allah’ın
sonsuz özelliklerine işaret eden ve insana göre
isimlenen manalarının, terkipsel bir biçimde kuvveden
fiile açığa çıktığı ve Ruh adı altında yaratılmışlığın
başlangıcını oluşturan boyut Rububiyet boyutudur. Bu
boyut, sonsuz olan her şeyin terkipsel mana suretleri
şeklinde çokluk hükmüyle (varsayım olarak) mevcut olduğu
Teklik Boyutudur. Her birimin isimler bileşimi (terkibi)
o birimin Rabbi iken, tüm alemlerde hükmünü yürüten ise,
Alemlerin Rabbidir ki O ‘da Allah’tır. Yani Allah, bu
boyutta Rab ismini alır. Yaratılmışlık içinde her ne
boyut ve varlık varsa tüm bunlar, O Ruh ve Ondan meydana
gelen meleklerden başka bir şey değildir. Gerçekte,
varlıkta meleklerden başka bir şey yoktur.
Bunu
belirttikten sonra ilk bakış açısına göre, çok kısa bir
süre de çok, çok uzun zaman sürelerinin ifade edilmesi
dolayısıyla bu rakamlar, “an” anlamında olup meleklerin,
Rabbin mekansal ya da boyutsal ötede bir yerlerde
olmaması, meleklerin şuur boyutunda her “an” Rablerinin
yanında oluşu yani Rablerini seyirde olmalarından,
müşahede etmelerinden ötürü genel anlamda bu anlatımlar,
meleklerin “an” içindeki özden (enerji-data boyutundan)
gelen bir biçimde varlıkta (sistemde) açığa çıkışları ya
da öz boyutlara doğru dönüşümleri, uruçları
anlatılmaktadır. Yani, enerji-data boyutunda olmuş
bitmiş olayların, projekte edildiği boyutlarda “an”
içindeki boyutsal dönüşümleri. (Ancak, olmuş, yeni
oluşmakta olan ve olacak tüm oluşumlar da bu olmuş
bitmiş boyuttaki enerji-dataların her anki
projeksiyonlarıyla meydana gelmektedir). Yoksa
meleklerin bildiğimiz mekaniksel anlayıştaki gibi,
Rabbin yanında olup da verilen işleri görmesi için çok
uzak mekansallıkları aşması ve işleri bitince bir
sonraki işler için tekrar Rableri yanına dönmeleri
değildir olay. Çünkü, meleklerin kuantsal boyutun
varlıkları olması, bu boyutta (ve açığa çıktıları
boyutta da kendilerine göre) zaman ve mekanın geçerli
olmaması nedeniyle, öz boyutta bir olay başladığında
(onların varlığıyla oluşmaktaydı) o olayın sonucunu da
müşahede etmektedirler, o bütünsellik “an”ı içinde. Bu
yüzden onlar açısından, yansıdığı boyutları da içine
alacak şekilde bir bütün halde düşünürsek, önünde ve
arkasında bir kopukluk bir kesiklik olmaksızın her “an”
boyutsal iniş ve çıkışta olduklarından, meleklerin bir
yerden inmesi ve çıkması diye bir şeyden
bahsedilemeyeceğini görürüz. Zaten Rab nerededir ki,
Teklik dışında bir şeyin olmadığı boyutlarda melekler ve
Ruh onun yanına gitsin ya da O’ndan gelmiş olsun. Ancak,
gerek enerji-data boyutu gerekse de bu boyutun
projektesi olan boyutlarda açığa çıkan meleklerin bakış
açısına göre bu oluşlar, “an” içinde olup bitmesine
karşın, “an” ile ifade edilen boyut içindeki (zaman
açısından) oluşumlar ise, bize göre çok, çok uzun
süreleri alabilmektedir. Mesela, hayatın başlayabilmesi
için big-bang boyutundan günümüz boyutlarına en az 15
milyar yılın geçmesi gibi. Bu yüzden bu ifadeler bir
anlamda, ister birimsel isterse de evrensel planda olsun
fark etmez, varlığın öz boyutlardan boyut, boyut açığa
çıkışı ve gelinen boyut ve varlıktan tekrar öze doğru
olan ve bize göre sayılamayacak kadar çok
büyük zaman süreçlerini içine alan yolculuğun, onlar
açısından “an” içinde olduğunu da anlatmaktadır.
Yani meleklerin, bize göre çok uzun süren
süreçlerdeki boyutlarda yer alsalar da bu durum onlar
açısından “an” olarak algılanmaktadır.
Bununla
birlikte, ister enerji- data isterse de bu boyutun
projeksiyonu sonucu uzay-zaman ya da uzay-zamanları
meydana getirip her an zamansız olarak bu boyutlarda
mevcut bulunan melekler, bize göre çok uzun zaman
dilimlerindeki boyutları, “an” içinde algılamaları,
oluşturmaları gibi, özden boyutumuza olan çıkışları
bize göre de bir “an” içinde
oluşturabilmektedirler. Kadir anında ya da miraç da
olduğu gibi. Bunu daha iyi anlamak için, bir etkinin
meleki boyuttan açığa çıkışı ve onun bizim bakış açımıza
göre yansıması ile ilgili olarak Din-Bilim- 7. bölümdeki
Kuantum deneyini hatırlayabiliriz. Başka bir anlamda da
Ruh ve meleklerin gelip gitmesinden kasıt, çok uzun
zaman süreçlerini içeren bu evrensel plandaki
dönüşümler içinde, öz boyutlardaki bir bilginin
melekler tarafından alt boyut ya da boyutlarda “an”
içinde ortaya konuşları ve her bir bilgi için bu durumun
yine özden gelen bir biçimde sistem ve düzende her “an”
bir önceki bilgiyi şekillendirecek biçimde açığa
çıkmakta olduğunun anlatılmasıdır, bize göre çok
uzun süren süreçler şeklinde ya da “an” içinde olarak.
Şunu da belirtmek gerekir ki, meleklerin, kendi
boyutlarınca olayların sonucunu bilerek fiiller ortaya
koymaları, her meleğin kendi hakikâtlerini bilmeleri
anlamına da gelmemektedir (1). Aynı şekilde,
ölmeden önce ölmüş olan birimler yani, kendi
Hakikatlerindeki meleki boyut yaşamına geçenler de bu
boyutları kapasiteleri oranında bir “an” içinde müşahede
etmekte ve bu durumunu da her “an” sürdürmektedirler.
Bir başka anlamda ise bu ifadeler, Ruh’ un melekler adı
altında gerçekleştirdiği projeksiyonla yansıdığı
boyutlardaki ya da bize göre ışınsal boyut olan gerek
ölüm ötesi boyutların, gerekse de diğer sayısız
boyutların birinden diğerine olan bakıştaki (birbirine
kıyasla) zaman akışının farklı oluşunu anlatmaktadır
(2).
Dolayısıyla bu boyutlar arası Rölativistik farklılıklar,
Kabir aleminin bir gününün bin yıl olması ya da mahşer
boyutunun bir gününün elli bin yıl sürmesi... şeklinde
ifade edilmektedir. Sadece zamansal olarak değil,
boyutlar arası algılananlardaki farklılıklar da
anlatılmaktadır. Ayrıca bir başka açıdan, yine bu
süreçleri tekrardan mecazi olarak ele aldığımız zaman
bunun bir diğer anlamı da, o boyutlardaki süreçlerin çok
uzun süreler boyunca süreceği ve o süreçlerin çok
zahmetli, sıkıntılı... geçeceğini de bize
bildirmektedir. Bunun yanında mahşerdeki ruhların dünya
hayatını çok çok kısa süre olarak algıladığını tasvir
eden ayetler ise, “O Gün (kıyamet
günü), hepsini bir araya toplayacak. Sanki dünya da bir
günün bir saati kalmışlar gibi olurlar.” (Yunus-45)
şekliyle anlatılmaktadır. Bu boyutlar arası Rölativistik
bakış, ölüm ötesi her bir sürecin diğer bir süreç ya da
süreçlere olan bakışlarda da belli şekillerde mevcuttur.
Ayrıca, zamanın geçerli olduğu tüm boyutlardaki çok uzun
süreçlerin, zamanın geçerli olmadığı Rab katında
(boyutunda) çok çabuk, hızlı bir şekilde olup bitmekte
olduğunu da, “Rabbin katındaki
bir günün bin yıl olması”
şeklinde anlatılmaktadır.
Tamamen boyutsal
bir olay olmasına karşın biz bunu, mekansal görünür
şekilde ele almış olsak dahi, yine bu durumun da
boyutsal olduğunu görürdük. Çünkü, Rububiyet
boyutunu, Esma boyutunun, Ef’al olarak Ruh Adlı Melek
adı altında açığa çıktığı boyut olduğunu göz önüne
alırsak, Ruh boyutunda olmuş-bitmiş tüm bilgilerin yani,
enerji-data boyutundaki bütün bilgilerin afaktaki
yansıması olan belli yıldız gruplarının ikiz
yapılarından yani, astrolojik sistem adı altındaki
meleki yapılardan yayınlanan elektromanyetik dalgaların
(bilgi-dalgalarının) farklı bir deyişle meleki
etkilerin, meleklerin, ulaşması imkansız mesafeleri, çok
büyük hızlarla hareket ederek belli süreler sonunda
yeryüzündeki canlı, cansız tüm varlığı o anlamlar
doğrultusunda her an etkilemeleri ve gelen bilgilerin,
bir önceki oluşumu etkileyecek biçimde açığa çıkışları
mecazi ifadelerle Ruh ve meleklerin iniş ve çıkışlarının
elli bin yıllık yolu bir günde kat ettikleri şeklinde
ifade edilmiştir ki, gerçektende bu bilinçli dalgalar
bize göre saniyede 300 bin km.’ lik muazzam hızlarla
hareket etmektedirler. Mekansal olarak görmüş olduğumuz
(üst madde) yapılarda, sistemlerde, her bir üst boyutun
bir alt ya da altlarındaki boyutların Rabbi hükmünde
olduğunu düşünürsek, Ruha ait olan bilgileri (Rabbani
bilgileri) taşıyan meleklerin, Rableri katından
(boyutundan) inmelerini ve O’nun huzuruna çıkmalarını,
ulaşmalarını da böylece anlamış oluruz. Burada şunu da
belirtmek gerekir ki, ışık hızında zaman ortadan kalkar,
zaman algılanmaz. Bu nedenle, ışık hızıyla hareket eden
bilinçli dalgalarda da yani meleklerde de zaman yoktur.
Bize göre algılanan zaman boyutunda, zamansızlık içinde
hareket etmektedirler. Onlar açısından zaman algılanmaz.
Dolayısıyla enfüsi boyutta olduğu gibi, afaki
boyutlarda da, yine melekler açısından olaylar bir
“an” da olup bitmekte, inme ve çıkma diye bir kavram söz
konusu olmamaktadır. Her katmandaki tüm sonsuz varlığa
bir açıdan baktığımızda, enerji dalgalarından ya da
meleklerden başka bir şey olmaması ya da enerji yapının
o boyutça surete bürünmüş görüntüsü olmasından ötürü her
şeyin gerçekte zamansızlık boyutunda yer aldığını, aynı
şekilde insanın varlığının da, aslen enerji (melek)
olması nedeniyle, varlığının zamansızlık boyutuna
dayandığını, daha iyi anlamış oluruz. Böylece İnsan,
yeryüzünde Halife olmasının gereği olarak bu zamansızlık
boyutuna geri dönebilmekte ya da her zaman bu
zamansızlık boyutunda olduğunun farkına varabilmektedir.
Sonuçta bu anlamda bile mekansallık, mekan içinde
hareket ediliyormuş izlenimi, bir algılanışı var görünse
de gerçekte bu, zaman içindeki birime göre olup melekler
açısından böyle bir şeyin olmadığı açıkça görülmektedir.
Varlığını
zamansızlık boyutundan alan İnsanın her bir zerresinin
(noktasının) holografik özellikli dalga-bilgi boyutunu
barındırması, ondan oluşması nedeniyle o boyuta uzanan
beyninin (bilincinin), bu enerji-data boyutundaki
dalgaların dönüşümleri ile boyut boyut özden gelen
biçimde ilgili bilgileri bu boyutça ortaya koyması, her
an o boyut ve boyutlarla bağlantılı olarak hareket
etmesi, zaman içeren boyutları zamansızlık boyutundan
müşahede edebileceği anlamına gelir. Zaten rölativite
teorisinin de söylediği üzere çok çok kısa sürelere, çok
uzun zaman sürelerinin sığması sebebiyledir ki (Sufistlerin
de ifade ettiği gibi) bir “an” içinde günler, yıllar,
asırlar, milenyumlar, milyonlarca,
milyarlarca,...yıllar, kısaca hangi boyutta olursa olsun
zamana ait tüm sonsuz süreçler müşahede edilip yine o
“an” da bulunduğu boyuta geri dönebilmektedirler. Daha
doğrusu, zaman süresi içindeki her “an” ında tüm “an”ı
ve “an” içere boyutları kesintisiz bir biçimde müşahede
edebilmektedir. Çünkü, tüm zamanlar, zamansızlık
boyutu içinde sadece bir noktadan ibarettir.
İnsanlara, bu tür şeylerin (ki elbette kolay
değildir, ama buna iman bile bizlere çok şey kazandırır)
imkansızlıkla eşdeğer olduğu fikrini ilka ederek, beş
duyudan ibaret bir varlık zannını oluşturan şeytanlara
rağmen, her insanda potansiyel olarak mevcut bulunan tüm
bu olağanüstü özellikleri ve mekanizmasını, günümüz
çağdaş bilimsel verileri sayesinde çok rahat bir biçimde
anlayabiliyoruz. İlmin kapısı olarak bilinen Hz Ali
(r.a) de, “sen kendini küçük zannedersin. Oysa sende
bütün kâinat gizli” sözüyle bizi açıkça uyarmıyor
muydu?, bin dört yüz küsur önce. Yeri gelmişken, zamanın
geçerli olmadığı Salt Enerji Okyanusundan Enerji-Data
okyanusu adı altında sonsuz “an” lar dan oluşan sonsuz
dalga-bilgi okyanusları da, tek bir “an” a
sığışmaktadır. Yani, sonsuz “an” lar, tek bir “an”
olarak ve bu “an” lar da, yine bir “an” olarak tek bir
“an” halinde algılanabilmektedir, ehli tarafından.
Zaman ve
zamansızlık ilişkisini göz önüne aldığımızda, özel
anlamda Kadir “an”ında nüzul eden Ruh ve melekler, artık
anlattığımız üzere mekansal bir yerlerden değil, birimin
Özünden gelen bir biçimde bilincinde açığa çıkmasıyla
birim, Hakikâtini müşahede ederek zamansızlık boyutu
içinde Öz boyuttan, tüm varlık boyutlarına kadar
idrakince kendi özelliklerinin suretleri olan bu sonsuz
varlığı seyreder. Keza, Resulullah’ın Kudüs’ten, gerek
Berzaha ait, gerekse de Öz Bilince ait tüm boyutların
müşahedesi olan miracı da bir “an” içinde olmuş ve
bitmiştir. Öyle ki, bir tür tayyı mekanla bedenen
Kudüs’e gelmesi, orada Resul ve Nebilerin Ruhlarıyla
birlikte olması ve ardından bir “an” içinde yaşadığı
miraç olayının hemen sonrasında tekrar aynı şekilde
evine, yatağına geri dönmesi bile o kadar kısa sürmüştür
ki, geldiğinde bıraktığı yatağı hala sıcacıktı.
(1). Enerji-Melek
yazı dizimizde daha detaylı bilgi
bulabilirsiniz.
(2). Karadelikler, Metafiziksel Yanılgılar - 23,
Din-Bilim-6, Rölativite Teorisi, Zamanın Doğası,
Dalgalar Ve Özelikleri –7
yazılarımızda bu bakış
açılarını detaylarıyla açıklamıştık.
Kaynakça:
Allah, İnsan ve Sırları I, II, Evrensel Sırlar, Kendini
Tanı, Akıl Ve İman, Yenilen – Ahmed Hulusi / Esma
Terkibi, Kadir, Melekler Ve Kadir Gecesi, Descent Of
Angels (Meleklerin İnişi) – Ahmed Fevzi Yüksel /
www.sufizmveinsan.com / tasavvuf)
|