Din-Bilim Soru ve Cevapları

3. Bölüm

Fiz.Müh. Kenan Keskin
 

* İnsan ruhu dalgalardan meydana gelmesine karşın nasıl oluyor da havada dağılmadan bir arada durmaktadır?

Bunun cevabını holografik açıdan vermeye çalışalım. Bildiğimiz gibi, bedenimizdeki hücreler beynin ürettiği bio-elektrik vasıtasıyla bir arada tutulmaktaydı. Bu özellik otomatikman beyin tarafından üretilen ışınsal bedende de aynıyla yansıdığından bu bilgi, dalgaların boşlukta dağılmadan  bir arada kalmasını sağlamaktadır. Anti parantez bu ışınsal beden, her ne kadar E-M dalgasal yapı olsa da bildiğimiz ışık, telsiz, radyo... dalgası da değildir. Tıpkı bizim, topraktaki atomlardan, minerallerden, maddelerden oluşmamıza rağmen bize toprak denmemesi gibi. Ayrıca, bu beden yapısı için mikrodalga terimi kullanılsa da, bu bizim sonsuz elektromanyetik spektrum bandının sadece küçük bir bölümünü teşkil eden ve dalga boyu 10 ile 10 üzeri (-4) m. arası dalgalar kast edilmemekte, sadece ruh bedenin elektromanyetik kökenli bir yapı olduğunun vurgulanması için söylenmektedir. Tekrar konumuza geri dönersek; zaten kuantum fiziğine göre, evrenin temel yapı taşı bilgi olup aslında, evrendeki tüm yasalar ilgili bilgi istikametinde hareket etmekteydi. Böylece, dünyada ve evrende, makro ve mikro planda açığa çıkmakta olan tüm kuvveler, büyük ya da küçük çekim güçleri, hareketler, oluşumlar, aslında ilgili bilgilerin o mahalden, mahallerden açığa çıkmalarıyla meydana gelmektedir. Benzer anlamla, holografik özellikli evrende, nesneler, varlıklar arasındaki güç, kudret etkileşmeleriyle ortaya çıkan oluşlar, hareketler, fiziksel bir etkinin nedeni olmak yerine, gerçekte ilgili bilgilerin birbirlerine aktarılması sonucu nesnelerin boyutsallığında bulunan verilerin (özelliklerin) o boyutta açığa çıkmasıyla meydana gelmektedir. Oysa biz bu durumu, hep fiziksel güçlerin etkileri olarak algılayıp değerlendirmekteyiz. Dolayısıyla, kendi boyutlarında yasalar değişmez olsa da, mutlak değildir. Daha üst boyutlardaki ilgili bilgi istikametinde bu yasalar farklı şekillere bürünebilir, farklı biçimlere de dönüştürülebilirdi. Fakat o zaman da o boyut ya da boyutlar var olmazdı. Bu yüzden insanlar, cehennem boyutuna yaptıkları her şeye rağmen dışarıdan biri tarafından gönderilmeyip dünya yaşantısındayken cehennem boyutuna ait (şartlanmalar, değer yargıları ve duygulardan oluşan) bilgileri yüklenmeleri nedeniyle, ruhun kendisindeki o özellikleri ihtiva eden o ortam, boyut ve şartlarına doğru çekilmesi ve o noktada kendisini bulması sonucudur. Aynı şekilde cennet denilen boyuta da ötedeki biri göndermeyip birimdeki bilgiler istikametinde cehennemden kaçarak Nur boyutuna dönüşmeleri (ki bu nedenle, mekansal bir yere girmek değildir) sonucu oluşmaktadır. Bildiğimiz gibi, gerçekte bir düşünceden ibaret olan insan, ışınsal ruh bedeniyle de cennete girememektedir.

* Ölüm anında, Azrail (as)’ in göründüğü doğru mudur?

Azrail (as) da ruhunu aldığı anda birimlere bir suret olarak görünebilmektedir. Ve sistemin holografik yapısı dolayısıyla ruhunu kabz ettiği birim hakkında tüm her şeyi, özünden gelen bir biçimde, kendisinde mevcut olan bilgi ile bilir. Ya da “özündeki levhi mahfuzu okuyarak”. Bu suretsiz bir biçimde de, basit biçimde de olabilmektedir. Bu suretli oluşu da kişinin veri tabanına, bundaki bilgiler istikametinde kişiye göre farklı farklı şekillerde olur. Bu yüzden kimine tanıdığı ya da çok sevdiği bir insan suretinde görünürken, kimine de sevmediği, nefret ettiği, zulmettiği...vs kişi ya da çeşitli varlık suretlerinde görünür. Hatta bazı insanlara, Resulullah’ın suretinde gelir. Bazı insanlara ise mesela, sadece bir koku olarak gelir ve o kişi bu kokuyu duyar duymaz ruhu kabz olunur. Bu koku da kişinin veri tabanına göre güzel ya da iğrenç şekillerde olmaktadır. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, ruhun bedenden çıkması dahi bizim boyutumuza göredir. Ruh açısından, bedenden çıkma diye bir şey yoktur. O yine, tıpkı bedende olduğu gibi kendi ışınsal boyutundadır (o boyuttaki hareketliliği, o boyutun kendi içinde düşünmek gerekir). Sistemin holografik yapısı nedeniyle de bu holografik nitelikli ışınsal beden, karşılaştığı her şeyin hakikâtine yönelerek bir bütün halinde onu araştırmaya, algılamaya çalışır. Bunun yanında dünyada yaşarken başarabilenler, bedeninden, bedenin sınırlamalarından sıyrılarak çeşitli mekansal ve boyutsal seyahatler yapabilmektedirler. Bunu da düşündüğü an o ortamda, boyutta olmasıyla gerçekleştirebilir. Çünkü bilince, bilincin değerlerine bağlı olan ruh, ruhla kayıtlı olmayan bir bilinç tarafından dilenilen yere bir anda yer değiştirebilir.

Bununla birlikte Azrail (as)’in sadece ölüm anında işlev gördüğünü düşünmek de yanlıştır. Aslında meleklerin sonsuz boyutların her birinde sayısız işlevleri söz konusudur. Mesela, Azrail (as)’ in, bir olaya son vermesini ve ikinci bir yapının başlangıç ortamını sağlamasını, El Bais isimli meleğin, İsrafil (as)’in dönüşümü oluşturup bir sonraki hayatı, yaşamı başlatmasını, meydana getirmesini göz önüne aldığımızda bu özelliği, mikro kozmosta madde planına ait kararlı ya da kararsız parçacıkların, fotonların var oluş ve yok oluşlarında, hücrelerimizin her an yenilenmesinde, evrimin kendisinde, makro kozmosta yer alan yıldızların, galaksilerin, evrenlerin doğup büyüyüp tekrar dönüşüme uğramalarında, bir çocuğun her an yeni bir şeyler öğrenerek gelişimini sürdürmesinde...vs. görebiliriz. Bununla birlikte, Nur bilinç boyutundaki dört baş meleğin, yansıdığı her boyutta ayrı ayrı yapıları söz konusudur. Dolayısıyla, Nari boyutlarda da o boyutça hükmünü icra eden somut yapıları bulunmaktadır.

Bazı cinlerin, evliya ya da Resul ve Nebilerin, dolayısıyla Resulullah’ın kılığında görünmelerine gelince. Cinlerin şeytani vasıflı olanları, bu şahsiyetlerin suretlerine girerek bazı insanlara somutmuşçasına, gerçekmişçesine rüyalarda, sekaret halinde ya da bizatihi görünebilmekte ve onları akla hayale gelmedik şekilde kandırabilmektedirler. Oysa bu suretler, gerçekten de o birimlere ait değildir. Çünkü şeytanlar, onların gerçek suretlerine giremezler. Onları, zaten gören, tanıyan olmadığı için de şeytanlar, kişilerin kendi zanlarına göre o insanlarmış gibi görüntü vermektedirler. Bu birimlerin orijinal suretlerine ise, ancak melekler girer ve sisteme ve hakikate dayalı olarak gereken bilgileri, işlemleri yaparlar. Buna karşılık şeytanların görüntü verdiği güya kutsal şahsiyetler ise, her zaman Kuran ve sünnete, hakikate ve sisteme ters düşen bilgiler vermekte ve o doğrultuda davranışlar sergilemelerini temin etmektedirler.

* Ölüm ötesine geçen bir ruh, kabir aleminde, dünya görüş alanından kaybolmadan önce maddesel bedeni ve beyni devre dışı kaldığı için, tıpkı dünyadaki gibi görebilir mi, duyabilir mi, tat alabilir mi, koklayabilir mi, dokuna bilir mi, somut acı duyabilir mi?.

Maddesel duyularımız çevreyi ve evreni, elektromanyetik dalgaları yanı sıra, ışınsal yapısıyla ilgisi olmayan madde dünyamıza ait mekanik dalgalar vasıtasıyla algılar. Bunlardan görme dediğimiz, cisimlerden gelen anlam yüklü elektromanyetik dalgaların gözler vasıtasıyla, koku dediğimiz, cisimlerden yayınlanan koku moleküllerinin burnumuz aracılığıyla, işitme dediğimiz, varlıklardan ya da nesnelerin havadaki molekülleri titreştirmeleri dolayısıyla kulaklar tarafından (ki, uzay boşluğunda yeterli düzeyde molekül, atom bulunmadığı için ses dalgaları yayılmadığından mesela, güneşteki patlamaların sesini duyamamaktayız), tat ve dokunma dediğimiz şey de dildeki, derideki alıcılar vasıtasıyla beyinde değerlendirilmesi sonucu algılanır. Buna karşın ölüm akabinde ruh (ışınsal) bedenin, elektromanyetik dalgalar aracılığıyla görebilmesi dışında diğer duyu organları olmadığından onları algılayamaması gerekir. Oysa mistik kaynaklarda bir ruhun, tıpkı madde bedeniyle olduğu gibi, hatta daha da iyi algıladığı, hissettiği, duyumsadığı belirtilmektedir. Bunun sistemine baktığımızda ise, gelen ışınlar, direkt ruh tarafından değerlendirilirken ruh maddi bir yapı olmadığı için, kesinlikle dokunamamakta bununla birlikte dil olmadığından tadamamakta, burun olmadığından koklayamamakta, kulak olmadığından işitememektedir. Fakat tadı, kokuyu, sesi yine de iki şekilde algılar ve hisseder. Bunlardan birincisi, bunları tadan, koklayan, işiten insanların beyinlerinden yayımlanan dalgalardan ikincisi ise, o şeylerin bilgisinin ruhunda kayıtlı olmasından ötürü, bizatihi algılar. Bu nedenle, gerek ölüm ve akabinde gerekse de kabirde, birim bedeniyle kayıtlı olduğu, bedeninden arınmadığı için bedenine yapılan ya da oluşan her türlü şeye karşı tıpkı kendisine yapılıyormuşçasına hissettiğinden, ortada fiziki bir etki olmamasına karşın sanki bu etki varmışçasına, hâlâ o bedende yaşıyormuşçasına aynen acıyı hisseder. Kabir azabının bir kısmını teşkil eden bu bölümde, bedenin çürümesi sürecinde, yılanlar, fareler, solucanlar, kurtlar, bakteriler...bedenini yok ederken birimin bire bir azap duymasının nedeni budur.

Ayrıca, bedenlerini ölümlerinden sonra incelenmesi için bilim uğruna ya da başka nedenlerden ötürü kadavra olarak veren insan ruhlarının, bedenleri kesilirken, bizatihi, gerçekten kesiliyormuşçasına acı duyması da bu sebeptendir. Ya da nasıl olsa ruhum tanrının huzuruna gidecek diye cesedini yaktırması da aynı şekilde korkunç azapları beraberinde getirecektir. Gömülme işleminin hemen ardından gidenlerin ayak seslerinin işitilmesinin bir nedeni de budur.

 

 

* Mistik alanda ifade edilen, “Kendiliğinden” kavramını açabilir misiniz?.

“Kendiliğinden kavramı”, materyalist felsefede maddenin, var olmasıyla sahip olduğu bilinç ile bir nedeni ve sonucu olmaksızın yoktan bir anda oluşmasıdır (?). Sadece maddeyi esas alan ve hayattaki birçok gerçekle de uyuşmayan bu görüşe göre, maddenin yani, evrenin ve içindekilerin bir amacı, belirlenmiş, nihai bir noktası yoktur. Amaçsız bir biçimde tesadüfen var olur yine, ihtimaller zinciri içerisinde yaşar ve tekrar yok olur. Bu açıdan olayların aslında bir nedeni de yoktur. Neden, niçin sorularını barındırmaz. Çünkü, cevabı da yoktur. Oysa cevabı olmayan, cevaplanmayacak hiçbir şey, hiçbir sistem, daha doğrusu böyle bir kavram olamaz. Sistem ve düzen varsa, bir şey bir şekilde meydana gelmişse, var olmuşsa, oluşumun cevabı da mutlaka vardır, olmalıdır. Aksi taktirde, akılcılık yapıyorum derken, akılcılığın tam tersi olan çelişkili durumlara saparız ki, bu da gerçekten hiçbir şey ifade etmez. Bilimin geldiği son nokta da, Kuantum fiziğinin temelini oluşturan hologram prensibine göre, algılanan ve algılanmayan tüm varlık, Allah’ın İlim Sıfatının zuhuru olan Kozmik Bilincin İndinde bir yanılsamadan ibaret olup her bir yanılsama da o birimin yapısına göre, görünenin bu Kozmik Bilinç olduğunu ifade etmektedir. Böylece algıladığımız evren, içinde kaosu da barındıracak bir şekilde, Mutlak bir Şuurun meydana getirdiği sistem ve düzenle vardır.

Bu nedenle, Mistik alanda ifade edilen “kendiliğinden kavramı”, materyalist felsefeden tamamen farklıdır. Çünkü sonsuz- sınırsız tüm boyutlarıyla varlık, onu meydana getiren Tek’ in ilmine göre, bir hayaldir. Gerçekte, kendi başına müstakil, hiç bir varlığı yoktur. Hiçbir zamanda, “an”da da var olmamıştır. Her bir hayalin, tümü içermesi, Tek’ in o boyutta da yine kendisi olması dolayısıyla da bu hayal suretleri, dışarıdan gelen bir biçimde değil (çünkü iç ya da dış diye bir şey yoktur), özden dışa doğru boyutsal olarak ve nedenini ile niçinini barındıracak şekilde, birbirleriyle de bağlantılı olup yüklendikleri belli bir tasarım, plan ve programla “kendiliğinden” açığa çıkmakta, var görünmektedir. Bu nedenle Tek’ ten bakış açısına göre ister boyutsal, isterse de mekansal her şey, belli bir amaca dönük olarak belli bir sistem ve düzenle kendinden kendine, kendiliğinden var olmakta, kendiliğinden hareket etmekte, kendiliğinden dönüşüme uğramakta...vs. Dolayısıyla kim, kimden ne görüyorsa, kim neyi yapıyorsa, hangi olaylarla karşılaşıyorsa (ki bilgide bizler için kolay olsa da yaşamı oldukça zordur) aslında kendisinde olanla karşılaşmakta, kendi kendisini yaşamaktadır. Daha doğrusu, var olan her şey,Tek’ in tüm boyutlarda, çokluk boyutunda kendini seyrinden, kendini yaşamasından ibarettir, hayal suretleri şeklinde.

Ünlü sufist Şeyhül Ekber M. İbnül Arabi, bu çokluk boyutu açısından değil, sadece Teklik açısından (yukarıdan aşağıya bakış açısına göre) olaya bakarak Mirat’ül İrfan adlı eserinde şu gerçeği dile getirdi,  “O’nun Peygamberi O’dur, yani Kendisi, Onun Risaleti O’ dur...Yani Elçisi O’ dur. Yani, Kendisi. Keza Kelamı da O’ dur, yani Kendisi. O bir Elçi gönderdi; Kendisinden; Kendisiyle, Kendisine. Ne sebep, ne vasıta. Bunlar yok, çıkar bunları aklından. Elçiyi gönderen, Elçinin getirdikleri, Elçinin  Kendisi ve Elçinin geldiği Kimse. Bunların Hepsi Aynı Varlıktır, TEK Şeydir. Aralarında hiçbir fark, değişiklik ve ayrılık yoktur. Onun gayrı için bir vücud düşünülemez. Hatta yokluğu da; yani Fenası da. Hatta, ne ismi, ne de müsemması düşünülebilir. Sakın ha, çok sakın. Bu manâları inkâra kalkmayasın, sonra yanarsın. Çünkü delilimiz kesindir; sağlamdır. Çünkü Resulullah şöyle buyurdu: “Bir kimse ki Nefsini bildi, gerçekten Rabb’ını bilen O oldu” ve Resulullah yine şöyle buyurdu: “Rabbımı, Rabbımla bildim”.

Her iki (enfüs ve afaki) boyutsal bakış açısını ise, İbrahim El Cili hazretleri İnsanı Kamil adlı eserinde şöyle dillendirmektedir: Dünyadan, Ahirete...Mutlak Fezadan...Zerrelere...Arştan, Refrefe...Sidrei Müntehadan; Salsala-ı Cerese...Parlak yıldızlardan, kalplerin direği olan; Adn cennetine...Mülkten, Melakuta olan; Her Şey Benim...Ancak dikkât et!.. Bütün bunlara rağmen; Mevlasına tevbe ederek dönen; Aciz kul da yine benim; Fakirim, bakirim; eğilenim...Zillet sahibiyim ve günahların eseriyim”.

Geçmişte bazı mistiklerin sadece enfüsi açıdan dile getirdikleri söylemleri, onu algılayanlarca bir bütün olarak değerlendirilememesi yüzünden anlaşılamamış ve bu yüzden de tepki görmüşlerdir. Her zaman söylediğimiz gibi bu ifadeler, çokluk (efal) boyutu ve kurallarını ortadan kaldırmamaktadır. O boyutlar nasıl Hak ise, bu boyut yasaları, kuralları, ibadet adı altındaki tüm çalışmalar da aynı şekilde Haktır. Zaten bu tür söylemlerde bulunan evliyanın hayatlarına baktığımızda, zahiri kurallara herkesten çok riayet ettikleri, ibadet adı altındaki çalışmalarının da, onları anlayamayan insanların en az 10-50 katı kadar fazla olduğu görülmektedir.

(Sistemin Seslenişi I / İnsan Ve Sırları I, II / Akıl Ve İman / Okyanus Ötesinden (3) – Ahmed Hulusi / İnsanı Kamil- A. K. B. İbrahim El Cili / Miratül İrfan- M. İ. Arabi)

 

 
 
İstanbul - 31.10.2006
hologramk@yahoo.com
http://sufizmveinsan.com