Din-Bilim Soru ve Cevapları

4. Bölüm

Fiz.Müh. Kenan Keskin
 

*Allah’ın “Ol” demesiyle oluşan nedir?Hangi boyutta ve nasıl oluştu?

Öncelikle Allah’ın “ol” emri, bizim nedensellik zinciri içerisinde belli bir süre sonra oluşan bir şey değildir. Çünkü biz bir şeye “ol” derken oluşum, en kısa süre içinde açığa çıksa bile bu, belli bir süreç alırken, zamanın, dolayısıyla neden-sonuç ilişkisinin var olmadığı zamansızlık boyutunda “ol” emri, zaten o şeyin o “an” da olup bitmesidir. Bu da, Allah’ın bölünmez-parçalanmaz bir bütün halindeki sonsuz özelliklerinin (manalarının), varlığın kaynağı olan mana terkiplerine dönüşmesi yani, yaratılışın (yoktan var oluşun) meydana gelmesidir. Yaratılmanın başı (“an” daki boyutsal önceliği göz önüne aldığımızda), enerji ve onun türleri değil, bu esma terkiplerine olan dönüşümdür. Bunun sonucu olarak mistisizmde genel anlamda madde olarak ifade edilen gerçekte ise, Ana Enerji ve bunun yoğunlaşmasıyla oluşan sonsuz boyut ve varlıklar meydana gelmiştir. Başka bir deyişle, zamanın olmadığı Allah ilmindeki hükmünün, yine zaman kavramının geçersiz olduğu varlık âlemi adı altında efal boyutunda bir Bütün olarak açığa çıkmasıdır. Çünkü zamansızlıkta boyutlar, bir “an”da oluşur. Zaman ise, efal boyutu içinde onu algılayan birime göre var olan bir kavramdır. Dolayısıyla, Ana Enerjinin yoğunlaşmasıyla enerji, parçacık, atom, molekül ve nihayetinde bildiğimiz evrenimizi meydana getiren big-bang değil, yine bu Ana Enerjiden sınırsız maddesel evrenleri oluşturan sonsuz big-bangler, tüm Nar ve Nur (meleki) boyutları ve bunların da ana cevheri olan mana terkipleri yani bütün yaratılmışlık boyutu, bu “ol” emriyle, bir “an”da oluşmuştur. Dolayısıyla, bu durumu sadece bizim maddesel evren ve ona bağlı boyutlarına bağlamak doğru olmaz. Ayrıca, zaman kavramının adının bile geçerli olmadığı bir “Nokta” da, tüm boyutların oluşumu ile bu boyutların yok oluşu da aynı “An” dadır.

* “Allah, kaderimizi bizimle beraber şu anda yazıyor” sözü, gerçekte hangi anlamda ifade edilmiş bir kavramdır?

Bu konunun anlaşılamamasının en büyük nedeni, her zaman üzerinde sıkça durduğumuz gibi, boyutsallık kavramının tamamen oturtulamamış olmasıdır. Üst boyut bakış açısını, yaşadığımız alt boyuttaki düşünce ve mantık yapısıyla değerlendirdiğimiz ve bunun da bize perde oluşturması nedeniyle, gerek Kuran ve gerekse de Resulullah açıklamalarının ne anlatmak istediğini bir türlü kavrayamamakta, sonucunda da olayları çelişkisiz bir biçimde açıklayamamaktayız. Bu perdeli anlayıştan kurtulmanın yegâne yolu ise, bulunduğumuz bakış açısını bir kenara bırakarak yorum yapmaksızın üst boyut bilgilerini, yine o boyutun bakış açısına göre objektif olarak değerlendirmektir.

Bu beş duyusal bakış açısına göre, bir tanrı ve bir de ondan ayrı, ama devamlı ondan geldiği söylenen kullar bulunmaktadır. Böylece bir tanrının, bir de kulun aralarında bir çizgiyle ayrılmış ayrı ayrı akıl ve iradeleri vardır, birbirlerine bağlı olarak. Bu akıl ve iradeler kimi zaman kesişirken, kimi zaman da birbirleriyle kesişmemekte, bağımsız hareket etmektedirler. Sonuçta kul, özgür aklı ile irade eder, dilediğini yapar. Tanrı ise bu sırada olaylara karışmaz, sadece kulun neler yapabileceğini bildiğinden, her birim kaderini kendi yazmakta ama kaderi, tanrı ezeli bilgisiyle sadece bildiğinden, indinde adının bile geçmediği kulun iradesine endeksli olarak, onunla kayıtlı olarak yaratımda bulunmaktadır. Ya da bir anlamda tanrı, kulu ile birlikte o kaderi o anda yazmaktadır. Eğer tanrı böyle olmasaymış, merhametli, adil, eşitlikli olamazmış. Oysa kendinde olmayan, kendisinin olmayan, kendisi dışındaki bir şeye, o şeyin iradesi istikametinde ya da o iradeye rağmen ters gelecek tasarrufta bulunması bu durumu oluşturur ki, zaten bu da imkânsızdır. Çünkü, varlık dediğimiz şey, onun esmasının, özelliklerinin belli terkipler halindeki manaları toplamı değil miydi? Her biri manalar toplamı olan terkiplere, belli isimler verilmesiyle varlık oluşmuştur ki, bu isimleri kaldırdığımızda ya da o isimleri görmediğimizde o varlık mevcut değildir. Şu haliyle de öyledir. Makrokozmos dan mikrokozmosa kadar tüm enerji türlerinde, parçacıklarda ve bunlardan oluşan tüm birimlerde açığa çıkan hareketler, tüm eylem ve düşünceler ve de varlıkları, yapıları o terkipteki manaların (ki bu onların takdiridir, kaderidir) açığa çıkmasıyla meydana gelmektedir. Zaten günümüzde de, gözlemlenen, gözlemleyen, yaratılan, yaratan olarak ayrı ayrı şeylerin mevcut olmadığını, birtakım deneysel verilerin sonuçlarına dayalı olarak kuantum fiziği bilimsel olarak kesinkes göstermiş durumdadır.

Ayrıca bir başka açıdan Kuran ve Resulullah açıklamalarına göre bu, Allah’ın Ahadiyetine, Vahidiyetine, Samediyetine aykırı bir durumdur. Çünkü Allah, Hayydır. Kul da Hayydır, canlı ve şuurludur. Allah Alimdir. Kul da Alimdir. (Kapasitesi oranında) akıl ve ilim sahibidir. Allah Müriddir. Kul da Müriddir. Belli bir irade sahibidir. Allah Kadirdir. Kul da kadirdir. Terkibi nispetinde, güç ve kudret sahibidir. Dolayısıyla, yaratılmışın, Allah yanı sıra bir hayatı, aklı, şuuru, iradesi ve gücü yoktur. Çünkü Allah indinde kul ile arasında bir sınır yoktur. Sınır olmayan bir yerde de kimin hayatından, şuurundan, ilminden, irade ve kudretinden bahsedilebilir. Olmayan bir şeyin böyle vasıflara sahip olması mümkün müdür? Yani, Kul yoktur, her boyutta var Olan Allah’ tır. Buna karşılık “kul vardır” diyorsan “kul” adı altında var olan zaten yine Allah’ tır. Bu nedenle cüzi akıl ya da cüzi irade, Mutlak Akıl, Mutlak İradenin zuhuru olan birimlerin (terkiplerin) birbirlerine olan bakışından dolayı bu ismi alır ki, bu cüzi akıl ve cüzi irade de tıpkı o birim gibi hayalden ibarettir. Gerçek varlığı yoktur. Ve şu an dahi öyledir. İşte mistisizmde, “Allah’ın kaderi kul ile birlikte yazması” denilen olay, zamansızlığın, zamanın her yerinde olması dolayısıyla ifade edilmiş bir kavramdır. Tüm zamanların bir arada bulunduğu “an” ın, aynı şekilde her bir zaman diliminde mevcut olması nedeniyle “An” boyutunda oluşturulan program, zaman içindeki şu anda meydana gelmektedir, bir anlamda. Yoksa, yukarıda anlatıldığı gibi tanrısal anlayışla söylenmiş bir söz değildir.

Bu yüzdendir ki, Allah indinde her şey olmuş bitmiş, kalem kurumuş ve tüm yaratılmışlar olanlar ile bizler, hiçbir şeyden haberdar olmaksızın o boyutta olan biteni, yaşamaktayız sanki yeni oluşmakta olan ya da oluşturduğumuz olaylarmış gibi. Ancak, kendi maddesel boyutumuzda ise, bizden açığa çıkan, görünen ilim ve irade ile dilediğimiz şekilde özgürce kararlar ve seçimlerimizi yaptığımız ve o doğrultuda kendi istek ve arzumuzla (dışarıdaki bir varlığın bize dayatması şeklinde değil) o fiilleri ortaya koyduğumuz için de bir sonraki adımda (bu boyutta ya da ahirette) yaptıklarımızın sonuçlarını iyi ya da kötü olarak yaşamaktayız. Mutlaka öyle ya da böyle bir şeyler yapacağız ve yapmaktayız da. Ama bu da Allah’a aittir. Tıpkı, “attığında sen atmadın, atan Allah idi” yada “siz isteyemezsiniz, sizdeki istek Allah’a aittir”...vb ayetlerinde olduğu gibi. Başka bir deyişle, zamansızlık var ise, zaman kavramı yoktur. Zaman kavramı varsa, bu seferde zamansızlık yoktur. Çünkü demin de dediğimiz gibi, zaman içinde çokluk boyutu adı altında o fiilleri ortaya koyan kul değil, yine Allah’ tır.

* Kuran ve Hadislerde çelişkiymiş gibi görünen ifadeleri çözümleme sistemimiz nasıl olmalıdır?

Her birinin, bir diğerini meydana getirdiği boyutların sadece birini temel alarak diğer boyutsal anlamları bunun üzerine bina etmek, tam anlamıyla gerçeği ne kadar yansıtır? Bu nedenle tüm boyutları ihtiva eden Kuran ve Resulullah açıklamalarını sadece bir boyut ya da aynı boyutun belli yönlerini baz alarak diğerlerini buna göre inşa etmek doğal olarak çelişkileri de beraberinde getirmektedir. Oysa yapılması gereken en içteki, en tepe noktadaki ya da en kapsamlı olan boyut veya anlam temel alınarak diğerlerini bunun ışığında, buna göre değerlendirmemiz gerekmektedir.

Bu nedenle Kuran, bir taraftan Allah’ın kendi bakış açısından Ahadiyetinden, Samediyetinden, doğmamış ve doğurmamış olmasından yani, herhangi bir merkez, sınır olmaksızın (dolayısıyla bir şeyin girmesi yada çıkması diye bir şeyden bahsedilemez) sonsuz sınırsız, Som Tekil bir yapı olduğundan ve bunun her bir boyut katmanında geçerli olduğundan bahsedip diğer taraftan da bize göre, bizim anlayabileceğimiz örneklemelere göre mesela, ötelerde bir varlıkmış gibi meleklerle, İblisle diyaloğa girmekte, Hz. Muhammed’e (s.a.v) sitemde bulunmakta, varlıklara hitap etmekte iken biz ikinci kısımda olanı göz önüne alarak tüm kavramları buna göre oluşturamaz, düşünemeyiz. Bu yüzden Kuran ve Resulullah açıklamaları birinci yerine, hep ikinci yani bize göre tanımlanan anlayışla insanlara anlatıldığı, yazılıp çizildiği için bu yorumlar gerçeği yansıtmamakta, günümüz bilimsel verileri ve anlayışıyla da çelişki oluşturmakta, sonucunda da kaos meydana gelmektedir. Böylece din, böylesi yorumlar nedeniyle günümüze hitap etmemektedir.

Aynı şekilde, bir taraftan Allah’ın Seriül Hisab olduğunu söylerken bunu bir tarafa bırakıp yine Kuran ve Resulullah açıklamalarına göre, olayın sadece bir yönünü ya da belli yönlerini ifade eden cümlelere bakarak belli bir zaman sonra hesaba çekileceğimizi düşünmek de yine yanlıştır. İkici ifadedeki, bir şeyin karşılığının görülmesi veya sonuçlarının yaşanmasıdır. Veya bir taraftan ayette, “din içinde zorlama yoktur “ denirken, diğer yandan bütünden kopuk değerlendirmeyle kendine, kendi çıkarlarına göre çeşitli mantık ve zeka oyunlarıyla zorla, baskıyla din uygulaması içine girilmesi, bu ayeti yok saymak, inkar etmek değil de nedir?

Ya da Allah’ın, her an yeni bir şanda yani, hiçbir tekrarı olmaksızın yeni, bambaşka bir yaratışta bulunduğunu (ki bu, mikro-kozmostan, makro-kozmosa kadar her şeyi kapsadığından varlıkta yaratılan hiçbir şey bir diğerinin aynısı değildir, aksi şen’iyetine aykırı bir durumdur) yanı sıra bu konuyla ilgili Resulullah ifadelerini göz önüne almamız gerekirken, (hatta günün bilimsel verilerini hiç kaale almayarak) tabanda insan anlayışına göre ölüm ötesi yaşamın varlığını delil olarak o boyuttan ifade eden diğer ayet ve Resulullah açıklamalarını baz alarak, insan ruhlarının kabirlerinden tekrar yaratılacak olan aynı bedenlerine girip dirileceklerini düşünmek yine sistemi anlamamak demektir (bu konuya “Güneşin Siyah Cüceye Dönüşümü ve Kıyamet” başlıklı makalede değinmiştik). Kuran’ın her idrak seviyesindeki, anlayıştaki insana hitap ettiği için, dar görüşlü insanlara göre de bu türden ifadelerin olması gayet normaldir. Zaten ayette de bu durum, “Sizi (bedeninizi) benzerlerinizle değiştirmeye ve yeni bir yapıya kavuşturmaya Kadiriz...” şekliyle ifade edilmektedir. Buradaki benzeri olan yapı, kendi boyutunca somut olan, o anki beden suretindeki holografik nitelikli dalga bedendir. Bu da, yeni bir yapı olarak ifade edilmektedir. Geçmişte de, ölümü takip eden süreçlerde bedenin olmaması nedeniyle azabın da olamayacağını düşündükleri bedensel dirilme olayı, bilimsel açıdan bakıldığında da doğru değildir. Çünkü bizler gerçekte, şu anda bile madde boyutunda değil, ışınsal boyutta yaşamaktayız. Çünkü evrende ışınsal boyut dışında başka boyut yok. Dolayısıyla bizler ölümle birlikte, ışınsal bir boyuttan yine ayrı bir ışınsal boyuta geçiş yapmakta ve bulunduğumuz boyutu maddi (cismani) olarak, diğer boyutları da buna göre latif boyutlar olarak değerlendirmekteyiz. Bu nedenle geçmişte bazıları bedenen azap olunmayacağını olayın tamamen ruhsal, düşsel olduğunu belirterek zamanla azabı da kaldırdıkları için, buna karşın evliya cismani azap vardır demiştir ki bu da bir nevi doğrudur. Çünkü nasıl ki, rüyalarımızda bedenimize bıçak batırıldığında ya da benzeri şeylerden  bizatihi bedenimize yapılıyormuşçasına azap duyuyorsak aynı şekilde, kabir âleminde de böyle azapların görülmesi ya da cehennem ortamında, o ortam radyasyonunun ruh bedende oluşturacağı deformasyon dolayısıyla cisim olarak algılanan boyutta, fiziksel bir azabın varlığı söz konusu olacaktır. Zaten ölüm ötesi boyutlarda da ruh bedenin zamanla kendi içinde sayısız baasları, değişimleri söz konusudur.

Dolayısıyla, “ And olsun ki biz bu Kuran’ da her çeşit misalden (sembolden) insanlar için sayıp döktük” /“İnsanlar için misalleri saydık...bilenlerden başka, nerede akıl eden” / “And olsun ki zikir için Kuran’ı kolaylaştırdık...nerede anlayan?”/ “Muhakkak ki, bu ayetlerde akıl, öz akıl sahipleri için alınacak ibretler vardır” / “ Bu mübarek kitabı ancak şunun için inzal ettik; ayetler üzerinde derin düşünsünler diye ve de öz akıl sahipleri tezekkür etsinler diye...”, “Sağırdırlar, kördürler, laldırlar, dolayısıyla akıl etmezler...”...vb.

açık ayetlere, günümüz biliminin anlamayı kolaylaştırdığı boyutsallık kavramına rağmen hâlâ boyutumuza, insanca düşüncelere göre ifade edilmiş söylemleri mesela, (yukarıda ifade ettiklerimizle beraber) mahşerde kurulacak olan bildiğimiz gibi terazilerden, Allah’ın elinden (uzuvlarından), insan omuzlarında kalemle yazı, not tutan meleklerden, cennette kurulacak köşklerden, içilecek şaraplardan, beraber olunacak hurilerden, gılmanlardan, altından ırmaklar akan mekânlardan ...vb bire bir gerçekmiş gibi bahsetmek, hep papağan gibi, her devrin kitabı olduğunu söylediğimiz Kuran’ın zamanımıza hitap eden deşifresini yansıtamamakta, bu yüzden de dinsel anlatımlar günümüze hitap etmemekte, insanları tatmin etmemektedir. Maddenin bir üst boyutu olan atomik boyutta bile bilinen tüm kavramların geçersiz olduğunu bilmemize rağmen, bundan tamamen farklı olan boyutlarda, bulunduğumuz beş duyu boyut yapısının, şartlarının ve yasalarının devam ettiğini düşünmek ham hayalden başka bir şey değildir. Dikkât edilirse, ayetlerde sıradan bir akıl sahibini değil, geniş, detaylı ve derinlikli tefekkür, düşünce ve sorgulama gücüne sahip birimlerden bahsetmektedir. Yoksa Allah var mıdır, yok mudur diye düşünüp var’da karar kılan bir akıldan bahsedilmiyor. Kuran ve Sünnette anlatılmakta olan Allah’ın ne olduğunu, nasıl bir varlık olduğunu, sistemle ve insanla ne şekilde bir ilişkisi, bağlantısının olduğunu anlayıp, hissedip, yaşayabilecek bir Akıldan bahsediyor. Zaten böyle sıradan bir akıl için ne Kurana, ne de Müslümanlığa gerek var. Pekala Müslümanlık dışında da bir insan, mutlak bir gücün varlığına inanabilmekte, kabul edebilmektedir. Ama o gücün, kudretin ne olduğunu hangi vasıf ve özelliklere sahip olarak kendisinde mevcut bulunduğunu bilememektedir. Tıpkı, sisteme ve Hakikâte ait gelmiş ve gelecek içerisinde en pik noktada bilgiler verilmesine rağmen, bunu değerlendiremeyen Müslümanlar gibi.

Diğer taraftan şunu da belirtmek gerekir ki, bu mecazi ifadeler, söylemler, tamamen farklı şeyleri anlatmış olsalar da bu kelimeler, o bambaşka gerçeklere götüren işaretler, anahtar olmaları dolayısıyla da asla alelade cümleler olmayıp aynı zamanda bu gerçekleri anlayabilmeyi, idrak edebilmeyi sağlayacak belli potansiyelleri, enerjileri de ihtiva etmektedirler. İkinci olarak da, bu mecazları, sembolleri gerçekmiş gibi kabul etmek, her ne kadar tabanda kişinin imanına zarar vermese de Sistemin ve Hakikâtin yaşantısını elde etmek için bunların çözümlenmesi zorunludur, Hz Resulullah’ın söylediği Bühl yani, ahmaklar, yani, anlamadığını anlayamayanların cennetinde yer almak istemiyorsak. Çünkü cennette, yani, Nur bilinç boyutunda kendi boyutlarında yaşam iki sınıftır. Dünya hayatındayken Allah’a irfan sahibi olanlarla, Allah’a B sırrıyla iman etmemiş, ama tabanda iman sahibi olan insanlar, yani ahmaklar sınıfı.

(Kendini Tanı / Cuma Sohbetleri / Sistemin Seslenişi I, II / Okyanus Ötesinden I / Akıl Ve İman / İnsan Ve Din – Ahmed Hulusi)

 

 
 
İstanbul - 14.11.2006
hologramk@yahoo.com
http://sufizmveinsan.com