*
Bitkiler Dışında Nesnelerin de Bir Bilince sahip
Olduğunu Belirtmiştiniz. Buna Örnek Verebilir misiniz?
Bildiğimiz üzere
algıladığımız evren, yüz küsur atomun çeşitli oranlarda
belli terkipler (gruplar) halinde bir araya gelmesiyle
oluşmuş, moleküllerden meydana gelmiştir. Moleküller,
katı, sıvı ve gaz halinde bulunurlar. Her bir molekül,
az yada çok belli bir frekansta titreşim hareketi yapar
ve bunun sonucunda da dışarı E-M dalgaları yayınlarlar.
Aynı şekilde, dıştan E-M dalgalarıyla uyarıldığında da
moleküllerin frekansı, o oranda artar. Gaz yapıdaki
moleküller hem enerjik hem de aralarındaki mesafeler
fazla olduğundan serbest hareket ederken, sıvı halindeki
moleküllerin birbirlerine daha yakın ve enerjilerinin
(titreşimlerinin) gaza nispetle daha az olması
dolayısıyla belli bir çekim kuvvetiyle birbirlerine
bağlanırlar. Ama çekimin çok güçlü olmaması nedeniyle
de, tıpkı zincir gibi birbirleri üzerinden kayarlar.
Katı nesneler arasındaki bağlantılar ise, sıvıya göre
daha da güçlüdür. Hareket edemediklerinden, oldukları
yerde belli frekansta titreşirler. Yediğimiz katı
yiyeceklerdeki moleküller hemen eriyecek, kopacak güçte
iken, kimi katı maddelerin molekül bağları ise, ancak
çok güçlü aletlerle ya da lazer gibi ışınlarla
koparılabilmektedir.
Bu kısa bilgiden
sonra şimdi konumuza geçebiliriz. Hz Muhammed’in (sav)
hayatına baktığımızda, bize göre anlamsız gelen birtakım
şeyleri yaptığını görürüz. Mesela, hurma kütüğünün
ağlaması ve Resulullah’ın onunla konuşması, başka bir
zaman Uhud Dağıyla konuşması, ... vs. Bunlardaki amaç
ise, elbette her şeyin canlı, şuurlu ve dolayısıyla
çevresini algılayan bir yapı olduğunu bize anlatmasıdır.
Zaten, evren holografik bir yapıda değil miydi?. Yani
nesneler ile, ilişkide olduğu cisimler (varlıklar) ve
olaylar, aslında bir bütünün ayrı ayrı görünümleri değil
miydi?. Hz Muhammed’in (sav)1400 yıl önce ifade ettiği
bu gerçekler, ancak bilim ve teknolojinin gelişmesiyle
zamanımızda su yüzüne çıkmaktadır (Hz Muhammed’e (sav)
çeşitli şekillerde dil uzatanlar, onun ortaya çıkmış bu
ve benzeri mucizelerine karşı hiçbir şekilde cevap
verememekte, bu da onun hakkında zanlarına göre
oluşturdukları dayanaklarının tamamen yanlış olduğunu
bize göstermektedir). Böyle bir olay, bilim adamlarınca
su üzerinde yapılan çalışmalarla gösterilmiştir.
Bunlardan Fransız bilim adamı Jacques Beneviste 90’ lı
yıllardaki çalışmasıyla suyun, içinde eriyen moleküllere
ait bilgiyi sakladığını yani, suyun hafızası olduğunu
keşfetti. Daha da ilginci, suya zehrin kendisi yerine,
sadece zehrin frekanslarını yüklediğinde bile, gerçekten
suya zehir konmuşçasına içine konan sinekleri
öldürdüğünü de göstermiştir. Bununla birlikte J.
Beneviste, D.N.A moleküllerinin de belli frekansta E-M
dalgaları (foton) yayınladığını bulmuştur. Bu nedenle
bir velinin, bu hücre genetiğinden yayınlanan ışınları
deşifre etmesi yoluyla kişinin genetiğini, genetiğindeki
bilgileri okuması hiç de zor olmaz.
Şimdilerde ise,
Prf. Dr. Masaru Emoto adındaki bir Japon bilim adamının
gerçekleştirdiği deney sonuçlarına göreyse, suyun canlı
ve şuurlu olduğu, çevresinde olup bitenlere pozitif ve
negatif olarak reaksiyon gösterdiği ortaya çıkmıştır.
Yani su, müziğe, sözlere, kavramlara, duygulara ve şuur
yapısına ve hatta seyrettirilen bir filme tepki verip
bunları kaydetmektedir. Öyle ki suyun, içinde bulunduğu
kabın üzerindeki yazılara dahi karşılık verdiği de
ortaya çıkmıştır. Ve bu deneyler, tek bir defa
oluşturulmuş olmayıp yüzlerce kez tekrarlanmıştır.
Mesela, düzgün ve güzel bir müzik çalındığında ya da
güzel sözler söylendiğinde veya olumlu, verici
duygularla yaklaşıldığında, seslenildiğinde...vs su,
düzgün, güzel kristal yapıları (moleküler bağlantılar)
ortaya koyarken, sert müzik çalındığında, kötü, sert,
küfürlü, hakaret edercesine konuşulduğunda veya şeytanın
isimleri anıldığında, korkunç, şiddet içeren filmler
seyrettirildiğinde de kötü, rast gele, düzensiz, bozuk
kristal örgüleri oluşturduğu gözlemlenmiştir. Çocuklara
ise, yine olumlu tepkiler vermektedir. Dağdaki suda
pozitif etkiler gözlemlenirken, büyük şehirlerde
şebekeden akan, piyasada satılan ya da yapay suda ise,
negatif özellikler tespit edilmiştir. Hatta Prof. Emoto,
suyun bu özelliği dolayısıyla depremden günler
öncesinden haberdar olunabileceğini de söylemektedir.
Bununla birlikte, olumlu ya da olumsuz düşüncelerle
yapısı değiştirilen suyun, canlı hücrelerin gelişiminde
farklılıklar meydana getirdiği ve canlı D.N.A’ sında
yapısal değişiklikler oluşturduğu da çeşitli
araştırmalarla gösterilmiştir.
Bildiğimiz gibi,
aptes alırken, bir şeyler içerken, büyü ve nazara karşı
ortaya konan suya okuma olayı vardı. Bunun ise iki
nedeni bulunmaktadır. Bir; okuma ile su moleküllerinden
elektron koparmak suretiyle vücuda biyoelektrik
takviyesi için suyu iyonize etmek; iki, suyun
düşüncelere göre moleküller örgü yapısında
değişikliklere uğraması sonucu şekil alması (ve bunu
hafızasında tutması) dolayısıyla, suya kodlama yapmak
yani, bir yönüyle ilgili bilgi transferini yüklemek
içindir. Aynı şekilde katı nesneleri yerken de okunmak
suretiyle de okunan şey istikametinde beyin dalgalarının
yiyecekte iyonize yanında moleküler yapıda karakteristik
değişiklikler yaparak bilgi kodlamakta böylece vücuda
alındığında bu kodlar tekrar okunarak
değerlendirilmektedir. Zaten insanın % 80’ inin su
olması dolayısıyla, karşı kişiye okuma yani, şifa
dediğimiz olay ya da dışımızdaki menfi dalgaların bizde
oluşturduğu negatif etkiler, bir yönüyle de bunun bir
sonucu değil midir?. Burada enerji transferinin bir
başka yönü daha ortaya çıkmış oluyor. Aynı şekilde
pozitif veya negatif düşüncede oluşumuzla da bedenimizi
olumlu ya da olumsuz etkilemiş oluyoruz. Sağ ya da sol
elle yiyip içerken de bu nesneler, sağ elden yayınlanan
pozitif, sol ellerden yayınlanan negatif türü enerjiyle
kodlanarak (moleküler bağlantı şekilleri oluşturarak)
vücuda alındığı içindir ki, sol elle yeme içme
Resulullah tarafından günah olarak nitelendirilerek men
edilmiştir.
* Gün kavramını, boyutsal anlamda başka nasıl
düşünebiliriz?.
Zaman, göreceli olduğundan her boyutta farklı hızlarda
işler. Buna “Rölativite Teorisi” başlıklı makalemizde
detayıyla değinmiştik. Zamanın, maddeye bağlı boyutlarda
farklı işlediği ve durduğu (donduğu) noktalar (boyutlar)
olduğu gibi, madde ötesi boyutlarda da farklı işlediği
ve durduğu aynı noktalar (boyutlar) mevcuttur. Nasıl ki
şu anda yaşadığımız boyutta bir zaman akışı varsa,
kabirde, mahşerde ve cehennem boyutunda da kendince bir
zaman kavramı bulunmaktadır. Ama ölümün tadılmasıyla
geçilen ahiret boyutunda zaman, dünya yaşamındaki gibi
olmayıp, güneşin galaksi etrafında bizim zamanımıza göre
255 milyon yıllık bir zaman sürecidir. Yani, o boyutun
bir yılı, bizim zamanımıza göre 255 milyon yıldır. O
boyuttan bu boyuta baktığımızda zaman çok hızlı akarken,
kendi boyutlarında zaman, adeta yokmuş gibi
hissedilmektedir. Ancak o boyut bile, daha üst boyut
bilinçlere göreyse, çok hızlı bir şekilde akmaktadır.
Nasıl ki rüyadan uyandığımızda o ortam (boyut)
gözümüzden silinip birkaç saniye olarak algılanıyorsa
aynı şekilde, Berzah boyutunda da dünya hayatı böyle
değerlendirilmektedir. Cennet boyutunda yani, Salt
Bilinç boyutunda ise, madde kaydı olmadığından zaman da
yoktur. Işık hızında zaman, dolayısıyla ona bağlı olan
mekan ya da mekanlar kalktığından sadece kendi
düzeylerince bütünsellik vardır ve olaylar bir bütün
olarak algılanır. Yani, zamanın başı ile sonu aynı anda
müşahede edilir ve zaman olmadığı için, burada sadece
olaylar dizisinden bahsedilebilir. Ama bu zahire
yansıyarak belli bir zaman süreciyle de yaşanır.
Cennette herkesin 33 yaşında olmasından mana budur. Yani
bu, mecazi olarak ifade edilmiş olup zamanın akmadığı,
yaşlanmanın, yaş kavramının kendisinin olmadığını
belirtmektedir. Yoksa fiziksel bir yaşlanmadan
bahsedilmemektedir. Çünkü cennette ne bildiğimiz madde
türünden, ne de bizim ikizimiz olan enerji dalga beden
türünden bir ruh bedenimiz vardır. Ruh bedenle cennete
girilmediği, girilemeyeceği için birim, cehennemden
yani, güneşin çekim alanından gücü nispetinde kaçarak
daha doğrusu boyutsal dönüşüme uğrayarak ruh bedenini de
terk eder. Cennet boyutundaki bedenimiz ise, bildiğimiz
türden bir beden değildir, ama Salt Bilincin, Salt
Enerjiye yansıyarak oluşturduğu maddesel bedeni
boyutları söz konusudur. Benzer anlamla, kendisini
kuantsal boyutun bilincinde bulan bir birim bu bilinci,
kapasitesi nispetinde yansıtarak kuantsal boyuttan
kendince maddesel suretler ve o suretlere has zamanlar
oluşturarak onlarda tasarrufta bulunur. Dolayısıyla,
hayal ettiği an düşüncesini canlı olarak maddemsi ortam
olarak yaşar. Bu nedenle cennette her şey düşseldir.
Dolayısıyla oradaki beraberlikte düşsel güzelliklerin
paylaşımıdır. Bu yüzden birimin idrak gücü, ilim gücü ne
kadar güçlüyse cennet nimetleri, güzellikleri o kadar
fazla yani, cennet yaşantısı o kadar güzel olur. Şems ve
Mevlana arasındaki ilişki de bu kabilden olup bu
birimler bilinçsel eşliliği yaşamakta idiler. Tıpkı,
dünya hayatında iken kendini Salt Bilinç boyutunda
bulanların, düşsel beraberlikleri gibi. Bu beraberlik
öyle bir beraberliktir ki iki ayrı şey arasındaki
kablosal iletişim gibi de değildir. Aralarına hiçbir şey
giremez.
Buna karşılık, “ mahşerde 40 yıl gözleri semaya
dikili vaziyette kalırlar” hadisi ise, bizim zaman
birimimize göre değil, kavranılması açısından gerçeğine
bir yaklaşım olarak anlatım sadedinde bir günü bin yıl
ya da elli bin yıl olan zaman birimine göre ifade
edilmiş 40 yıldır ki, güneşin dünyayı içine alıp onu
buharlaştırmasıyla ruhların güneş platformunda bulunma
evresi olan bu sürecin, ne kadar uzun ve dolayısıyla da
bir o kadar da zahmetli olduğunu söylemektedir. Ölüm
ötesi boyutun zaman biriminin, güneşin galaksi etrafında
bir turu olan 255 milyon yıl olduğunu belirtmiştik.
Aslında, şu anda da o zaman birimine tabiyiz, ama
sınırlı yapımız dolayısıyla bunu fark edememekteyiz.
Bununla birlikte M. İbnül Arabi, Resulullah’ın üç bin
sene olan cehennemden kaçıp cennete gidiş süresinin bin
yılının cehennemden çıkış, bin yılının düz gidiş, bin
yılının ise, cennete iniş olarak anlatmıştır ki, buda
gene aynı şekilde bir yılı, 250 milyon yıl olan o
boyutun zaman birimine göredir. Özetle, bir yılı, 255
milyon yıl olan ölüm ötesi boyuttaki kabir, mahşer,
sırat süreci, o boyut zaman süresince binlerce yıl
sürecektir. Bizim zaman birimize göreyse bu süreçler yüz
milyonlarca, yüz milyarlarca yıl demektir. Ölüm ötesi
boyuta göre, bizim ortalama 70 yıllık ömrümüz ise,
yaklaşık 7-8 saniyeye tekabül ediyordu. Öyleyse, 7-8
saniyenin, bir yılın yanında yeri ne, elli, beş yüz,
bin, on bin...yılın yanında yeri nedir? Başka bir
deyişle, bizim 70-80 yıllık bir ömrün 255 milyon indinde
yeri ne, iki buçuk milyarın, yirmi beş milyarın...yılın
yanında yeri nedir? Kısaca hiç. Sonsuza dek cehennemde
kalmalarına karşın, bir gün gelip Allah’ın Rahmetinin
onları da bulması dolayısıyla azaplarının sona ermesi
(yani o ortam şartlarına adapte olmaları) süresi ise, o
boyutun zaman birimine göre trilyonlarca,
trilyarlarca... yıldır.
Bilinç ya da Cennet boyutlarında veya o boyut varlıkları
olan meleklerde Gün kavramı ise, bizim yaşamakta
olduğumuz ya da ahiret boyutundaki süreçlerde
yaşayacağımız rölativistik anlamda belli bir zaman
dilimi gibi olmayıp, olayların sıralanışı için
kullanıldığından, daha temel düzeyde (boyutlarda)
“an” da ki bu durumun, bildiğimiz (ister maddi isterse
de madde ötesi madde olan güneşin hareketine bağlı)
zaman kavramıyla bir ilgisi yoktur. Bu nedenle, bin yıl
ya da elli bin yılın, bir gün olduğu şeklindeki
ifadeleri, başı ve sonunda belli dönüm noktaları bulunan
olaylar dizisi anlamında düşünebiliriz. Bu nedenle
ayetlerde bildirilen, “Bununla
birlikte (senin) Rabb’inin yanında bir gün, sizin
sayımınıza göre bin yıldır” (Hacc-47),
“Gökten yere kadar bütün dünya işlerini o yönetir. Sonra
da o işlem sizin bin yıl tutarında saydığınıza eşdeğer
olan bir günde ona yükselir.” (Secde-5),
“Melekler ve Ruh, tutarı elli bin yıla eşdeğer o
makamlara bir günde yükselirler” (Hakka-5),
“Melekler ve Ruh Ona, miktarı elli bin sene olan bir
günde çıkar” (Mearic-4)”
işlemlerin (rakamlar, sembolik olsalar da en alt asgari
düzeyi ifade etmektedirler) bin yılda ona yükselmesi ya
da meleklerin elli bin yılda yükselişlerini (ki,
yükselmenin anlamı uzay yolculuğu gibi olmayıp, o
boyutun bakış açısı demektir) o boyutlara karşılık gelen
zaman akışı, zaman boyutları olarak düşünebileceğimiz
gibi, bunu, kuantsal boyutta, mekansallıkla ilgili
olmanın ötesinde, zamansızlık içinde belli işaretler
arası olaylar bütünü (bloğu) olarak da düşünebiliriz.
Yani olay, tamamen boyutsaldır. Bu konuya Muhyiddin
İbnül Arabi şöyle değinmektedir: “Yine
bu feleklerin hareketiyle cennette günler oluşacaktır.
Bunlar, yüce Allah’ın içinde gökleri ve yeri yarattı
günlerdir. Cehennem ehlinin günleri ise, bilinen dünyevi
günlerdir ve güneş aracılığıyla müşahede edilirler. Bu
günler cennetlerde belli ölçülere dahil işaretlere
sahiptirler. Bunlar aracılığıyla vakitler bilinir”.
* Zaman Dediğimiz Şeyin, Bilinçliliğini Nasıl
Anlayabiliriz?.
Bildiğimiz üzere tüm uzay-zamanı meydana getiren temel
enerji, Allah’ın özellikleri (esması) ile meydana
geldiğinden, uzay-zaman bütünlüğü de aynı şekilde canlı
ve şuurludur. Uzay-zaman bütünlüğünü, beş duyumuzla bir
bütün olarak algılayamadığımızdan ayrı ayrı şeyler
olarak gördüğümüz mekandaki yani, uzaydaki
(nesnelerdeki) şuurluluğu müşahede edebilmemize karşın,
zaman kavramındaki şuurluluğu, kolay kolay ya da hiç
görememekteyiz. Oysa zaman dilimleri veya süreçleri de
aynı şekilde bilinçlidir. Yani, “An” içinde bize göre
var olan zaman dilimleri de tek bir bilinç olarak ayrı
ayrı canlı ve şuurludur. Asr, Milenyum yada yirmi altı
bin yıllık süreçler, varlık için her biri ayrı birer
dönüm noktalarıdır. Boş yere yemin etmeyen Allah’ın,
“ And olsun Asr’a...” diyerek yeminde bulunması,
biri yönüyle de bu duruma işaret etmektedir. Dünyanın
genel şartlarının her yüzyılda bir değişmesi ve bu
değişen anlayışlara, toplumsal gelişmelerine bağlı
olarak dini o günün şartlarına, ilim seviyesine göre
yeniden yorumlayan, yenileyen müceddidin her yüzyılın
başında gelmesi de bunun göstergesidir. Bununla birlikte
mesela, her bir ayın, batini anlamı ile, belli
özelliklerin potansiyel gücünü, kudretini, enerjisini
taşıdığı içindir ki Resulullah (as), bunları bir bir
tespit edip bu durumu çeşitli anlatım tarzlarıyla dile
getirmiştir. Ayrıca bu ana süreçler içindeki zaman
blokları da aynı şekilde, birimsel ve toplumsal olarak
birbirlerine bağlı bir biçimde kendi içinde de çeşitli
dönüşüm noktalarına sahiptir. Bu sadece dünyayla sınırlı
olmayıp iman esasları yani, Amentü’de de belirtildiği
üzere, “vel yevmil ahiri” denerek de bu durumun ölüm
ötesi boyutlardaki “an” lar da da aynen geçerli olduğu
vurgulanmaktadır.
Devam edecek...
(bkz. Cuma Notları /Okyanus Ötesinden 1 /
Sistemin Seslenişi 1 / Evrensel Sırlar /Yaşamın Gerçeği
/ Hz Muhammed’in Mucizevi Tespiti – Ahmed Hulusi
www.ahmedhulusi.com / Su – Ahmed Fevzi Yüksel -Cuma
Notları, Suyun Hafızası Var – Yaşam, Suda Üçüncü Göz Var
Ama Ne? – Fizik / Hz Muhammed’in Mucizesi-
www.internethaber.com )
|