Din-Bilim Soru ve Cevapları

6. Bölüm

Fiz.Müh. Kenan Keskin
 

* Bitkiler Dışında Nesnelerin de Bir Bilince sahip Olduğunu Belirtmiştiniz. Buna Örnek Verebilir misiniz?

Bildiğimiz üzere algıladığımız evren, yüz küsur atomun çeşitli oranlarda belli terkipler (gruplar) halinde bir araya gelmesiyle oluşmuş, moleküllerden meydana gelmiştir. Moleküller, katı, sıvı ve gaz halinde bulunurlar. Her bir molekül, az yada çok belli bir frekansta titreşim hareketi yapar ve bunun sonucunda da dışarı E-M dalgaları yayınlarlar. Aynı şekilde, dıştan E-M dalgalarıyla uyarıldığında da moleküllerin frekansı, o oranda artar. Gaz yapıdaki moleküller hem enerjik hem de aralarındaki mesafeler fazla olduğundan serbest hareket ederken, sıvı halindeki moleküllerin birbirlerine daha yakın ve enerjilerinin (titreşimlerinin) gaza nispetle daha az olması dolayısıyla belli bir çekim kuvvetiyle birbirlerine bağlanırlar. Ama çekimin çok güçlü olmaması nedeniyle de, tıpkı zincir gibi birbirleri üzerinden kayarlar. Katı nesneler arasındaki bağlantılar ise, sıvıya göre daha da güçlüdür. Hareket edemediklerinden, oldukları yerde belli frekansta titreşirler. Yediğimiz katı yiyeceklerdeki moleküller hemen eriyecek, kopacak güçte iken, kimi katı maddelerin molekül bağları ise, ancak çok güçlü aletlerle ya da lazer gibi ışınlarla koparılabilmektedir.

Bu kısa bilgiden sonra şimdi konumuza geçebiliriz. Hz Muhammed’in (sav) hayatına baktığımızda, bize göre anlamsız gelen birtakım şeyleri yaptığını görürüz. Mesela, hurma kütüğünün ağlaması ve Resulullah’ın onunla konuşması, başka bir zaman Uhud Dağıyla konuşması, ... vs. Bunlardaki amaç ise, elbette her şeyin canlı, şuurlu ve dolayısıyla çevresini algılayan bir yapı olduğunu bize anlatmasıdır. Zaten, evren holografik bir yapıda değil miydi?. Yani nesneler ile, ilişkide olduğu cisimler (varlıklar) ve olaylar, aslında bir bütünün ayrı ayrı görünümleri değil miydi?. Hz Muhammed’in (sav)1400 yıl önce ifade ettiği bu gerçekler, ancak bilim ve teknolojinin gelişmesiyle zamanımızda su yüzüne çıkmaktadır (Hz Muhammed’e (sav) çeşitli şekillerde dil uzatanlar, onun ortaya çıkmış bu ve benzeri mucizelerine karşı hiçbir şekilde cevap verememekte, bu da onun hakkında zanlarına göre oluşturdukları dayanaklarının tamamen yanlış olduğunu bize göstermektedir). Böyle bir olay, bilim adamlarınca su üzerinde yapılan çalışmalarla gösterilmiştir. Bunlardan Fransız bilim adamı Jacques Beneviste 90’ lı yıllardaki çalışmasıyla suyun, içinde eriyen moleküllere ait bilgiyi sakladığını yani, suyun hafızası olduğunu keşfetti. Daha da ilginci, suya zehrin kendisi yerine, sadece zehrin frekanslarını yüklediğinde bile, gerçekten suya zehir konmuşçasına içine konan sinekleri öldürdüğünü de göstermiştir. Bununla birlikte J. Beneviste, D.N.A moleküllerinin de belli frekansta E-M dalgaları (foton) yayınladığını bulmuştur. Bu nedenle bir velinin, bu hücre genetiğinden yayınlanan ışınları deşifre etmesi yoluyla kişinin genetiğini, genetiğindeki bilgileri okuması hiç de zor olmaz.

Şimdilerde ise, Prf. Dr. Masaru Emoto adındaki bir Japon bilim adamının gerçekleştirdiği deney sonuçlarına göreyse, suyun canlı ve şuurlu olduğu, çevresinde olup bitenlere pozitif ve negatif olarak reaksiyon gösterdiği ortaya çıkmıştır. Yani su, müziğe, sözlere, kavramlara, duygulara ve şuur yapısına ve hatta seyrettirilen bir filme tepki verip bunları kaydetmektedir. Öyle ki suyun, içinde bulunduğu kabın üzerindeki yazılara dahi karşılık verdiği de ortaya çıkmıştır. Ve bu deneyler, tek bir defa oluşturulmuş olmayıp yüzlerce kez tekrarlanmıştır. Mesela, düzgün ve güzel bir müzik çalındığında ya da güzel sözler söylendiğinde veya olumlu, verici duygularla yaklaşıldığında, seslenildiğinde...vs su, düzgün, güzel kristal yapıları (moleküler bağlantılar) ortaya koyarken, sert müzik çalındığında, kötü, sert, küfürlü, hakaret edercesine konuşulduğunda veya şeytanın isimleri anıldığında, korkunç, şiddet içeren filmler seyrettirildiğinde de kötü, rast gele, düzensiz, bozuk kristal örgüleri oluşturduğu gözlemlenmiştir. Çocuklara ise, yine olumlu tepkiler vermektedir. Dağdaki suda pozitif etkiler gözlemlenirken, büyük şehirlerde şebekeden akan, piyasada satılan ya da yapay suda ise, negatif özellikler tespit edilmiştir. Hatta Prof. Emoto, suyun bu özelliği dolayısıyla depremden günler öncesinden haberdar olunabileceğini de söylemektedir. Bununla birlikte, olumlu ya da olumsuz düşüncelerle yapısı değiştirilen suyun, canlı hücrelerin gelişiminde farklılıklar meydana getirdiği ve canlı D.N.A’ sında yapısal değişiklikler oluşturduğu da çeşitli araştırmalarla gösterilmiştir.

Bildiğimiz gibi, aptes alırken, bir şeyler içerken, büyü ve nazara karşı ortaya konan suya okuma olayı vardı. Bunun ise iki nedeni bulunmaktadır. Bir; okuma ile su moleküllerinden elektron koparmak suretiyle vücuda biyoelektrik takviyesi için suyu iyonize etmek; iki, suyun düşüncelere göre moleküller örgü yapısında değişikliklere uğraması sonucu şekil alması (ve bunu hafızasında tutması) dolayısıyla, suya kodlama yapmak yani, bir yönüyle ilgili bilgi transferini yüklemek içindir. Aynı şekilde katı nesneleri yerken de okunmak suretiyle de okunan şey istikametinde beyin dalgalarının yiyecekte iyonize yanında moleküler yapıda karakteristik değişiklikler yaparak bilgi kodlamakta böylece vücuda alındığında bu kodlar tekrar okunarak değerlendirilmektedir. Zaten insanın % 80’ inin su olması dolayısıyla, karşı kişiye okuma yani, şifa dediğimiz olay ya da dışımızdaki menfi dalgaların bizde oluşturduğu negatif etkiler, bir yönüyle de bunun bir sonucu değil midir?. Burada enerji transferinin bir başka yönü daha ortaya çıkmış oluyor. Aynı şekilde pozitif veya negatif düşüncede oluşumuzla da bedenimizi olumlu ya da olumsuz etkilemiş oluyoruz. Sağ ya da sol elle yiyip içerken de bu nesneler, sağ elden yayınlanan pozitif, sol ellerden yayınlanan negatif türü enerjiyle kodlanarak (moleküler bağlantı şekilleri oluşturarak) vücuda alındığı içindir ki, sol elle yeme içme Resulullah tarafından günah olarak nitelendirilerek men edilmiştir.

* Gün kavramını, boyutsal anlamda başka nasıl düşünebiliriz?.

Zaman, göreceli olduğundan her boyutta farklı hızlarda işler. Buna “Rölativite Teorisi” başlıklı makalemizde detayıyla değinmiştik. Zamanın, maddeye bağlı boyutlarda farklı işlediği ve durduğu (donduğu) noktalar (boyutlar) olduğu gibi, madde ötesi boyutlarda da farklı işlediği ve durduğu aynı noktalar (boyutlar) mevcuttur. Nasıl ki şu anda yaşadığımız boyutta bir zaman akışı varsa, kabirde, mahşerde ve cehennem boyutunda da kendince bir zaman kavramı bulunmaktadır. Ama ölümün tadılmasıyla geçilen ahiret boyutunda zaman, dünya yaşamındaki gibi olmayıp, güneşin galaksi etrafında bizim zamanımıza göre 255 milyon yıllık bir zaman sürecidir. Yani, o boyutun bir yılı, bizim zamanımıza göre 255 milyon yıldır. O boyuttan bu boyuta baktığımızda zaman çok hızlı akarken, kendi boyutlarında zaman, adeta yokmuş gibi hissedilmektedir. Ancak o boyut bile, daha üst boyut bilinçlere göreyse, çok hızlı bir şekilde akmaktadır. Nasıl ki rüyadan uyandığımızda o ortam (boyut) gözümüzden silinip birkaç saniye olarak algılanıyorsa aynı şekilde, Berzah boyutunda da dünya hayatı böyle değerlendirilmektedir. Cennet boyutunda yani, Salt Bilinç boyutunda ise, madde kaydı olmadığından zaman da yoktur. Işık hızında zaman, dolayısıyla ona bağlı olan mekan ya da mekanlar kalktığından sadece kendi düzeylerince bütünsellik vardır ve olaylar bir bütün olarak algılanır. Yani, zamanın başı ile sonu aynı anda müşahede edilir ve zaman olmadığı için, burada sadece olaylar dizisinden bahsedilebilir. Ama bu zahire yansıyarak belli bir zaman süreciyle de yaşanır. Cennette herkesin 33 yaşında olmasından mana budur. Yani bu, mecazi olarak ifade edilmiş olup zamanın akmadığı, yaşlanmanın, yaş kavramının kendisinin olmadığını belirtmektedir. Yoksa fiziksel bir yaşlanmadan bahsedilmemektedir. Çünkü cennette ne bildiğimiz madde türünden, ne de bizim ikizimiz olan enerji dalga beden türünden bir ruh bedenimiz vardır. Ruh bedenle cennete girilmediği, girilemeyeceği için birim, cehennemden yani, güneşin çekim alanından gücü nispetinde kaçarak daha doğrusu boyutsal dönüşüme uğrayarak ruh bedenini de terk eder. Cennet boyutundaki bedenimiz ise, bildiğimiz türden bir beden değildir, ama Salt Bilincin, Salt Enerjiye yansıyarak oluşturduğu maddesel bedeni boyutları söz konusudur. Benzer anlamla, kendisini kuantsal boyutun bilincinde bulan bir birim bu bilinci, kapasitesi nispetinde yansıtarak kuantsal boyuttan kendince maddesel suretler ve o suretlere has zamanlar oluşturarak onlarda tasarrufta bulunur. Dolayısıyla, hayal ettiği an düşüncesini canlı olarak maddemsi ortam olarak yaşar. Bu nedenle cennette her şey düşseldir. Dolayısıyla oradaki beraberlikte düşsel güzelliklerin paylaşımıdır. Bu yüzden birimin idrak gücü, ilim gücü ne kadar güçlüyse cennet nimetleri, güzellikleri o kadar fazla yani, cennet yaşantısı o kadar güzel olur. Şems ve Mevlana arasındaki ilişki de bu kabilden olup bu birimler bilinçsel eşliliği yaşamakta idiler. Tıpkı, dünya hayatında iken kendini Salt Bilinç boyutunda bulanların, düşsel beraberlikleri gibi. Bu beraberlik öyle bir beraberliktir ki iki ayrı şey arasındaki kablosal iletişim gibi de değildir. Aralarına hiçbir şey giremez.

Buna karşılık, “ mahşerde 40 yıl gözleri semaya dikili vaziyette kalırlar” hadisi ise, bizim zaman birimimize göre değil, kavranılması açısından gerçeğine bir yaklaşım olarak anlatım sadedinde bir günü bin yıl ya da elli bin yıl olan zaman birimine göre ifade edilmiş 40 yıldır ki, güneşin dünyayı içine alıp onu buharlaştırmasıyla ruhların güneş platformunda bulunma evresi olan bu sürecin, ne kadar uzun ve dolayısıyla da bir o kadar da zahmetli olduğunu söylemektedir. Ölüm ötesi boyutun zaman biriminin, güneşin galaksi etrafında bir turu olan 255 milyon yıl olduğunu belirtmiştik.  Aslında, şu anda da o zaman birimine tabiyiz, ama sınırlı yapımız dolayısıyla bunu fark edememekteyiz. Bununla birlikte M. İbnül Arabi, Resulullah’ın üç bin sene olan cehennemden kaçıp cennete gidiş süresinin bin yılının cehennemden çıkış, bin yılının düz gidiş, bin yılının ise, cennete iniş olarak anlatmıştır ki, buda gene aynı şekilde bir yılı, 250 milyon yıl olan o boyutun zaman birimine göredir. Özetle, bir yılı, 255 milyon yıl olan ölüm ötesi boyuttaki kabir, mahşer, sırat süreci, o boyut zaman süresince binlerce yıl sürecektir. Bizim zaman birimize göreyse bu süreçler yüz milyonlarca, yüz milyarlarca yıl demektir. Ölüm ötesi boyuta göre, bizim ortalama 70 yıllık ömrümüz ise, yaklaşık 7-8 saniyeye tekabül ediyordu. Öyleyse, 7-8 saniyenin, bir yılın yanında yeri ne, elli, beş yüz, bin, on bin...yılın yanında yeri nedir? Başka bir deyişle, bizim 70-80 yıllık bir ömrün 255 milyon indinde yeri ne, iki buçuk milyarın, yirmi beş milyarın...yılın yanında yeri nedir? Kısaca hiç. Sonsuza dek cehennemde kalmalarına karşın, bir gün gelip Allah’ın Rahmetinin onları da bulması dolayısıyla azaplarının sona ermesi (yani o ortam şartlarına adapte olmaları) süresi ise, o boyutun zaman birimine göre trilyonlarca, trilyarlarca... yıldır.

Bilinç ya da Cennet boyutlarında veya o boyut varlıkları olan meleklerde Gün kavramı ise, bizim yaşamakta olduğumuz ya da ahiret boyutundaki süreçlerde yaşayacağımız rölativistik anlamda belli bir zaman dilimi gibi olmayıp, olayların sıralanışı için kullanıldığından, daha temel düzeyde (boyutlarda) “an” da ki bu durumun, bildiğimiz (ister maddi isterse de madde ötesi madde olan güneşin hareketine bağlı) zaman kavramıyla bir ilgisi yoktur. Bu nedenle, bin yıl ya da elli bin yılın, bir gün olduğu şeklindeki ifadeleri, başı ve sonunda belli dönüm noktaları bulunan olaylar dizisi anlamında düşünebiliriz. Bu nedenle ayetlerde bildirilen, “Bununla birlikte (senin) Rabb’inin yanında bir gün, sizin sayımınıza göre bin yıldır” (Hacc-47),

“Gökten yere kadar bütün dünya işlerini o yönetir. Sonra da o işlem sizin bin yıl tutarında saydığınıza eşdeğer olan bir günde ona yükselir.”  (Secde-5),

“Melekler ve Ruh, tutarı elli bin yıla eşdeğer o makamlara bir günde yükselirler” (Hakka-5),

“Melekler ve Ruh Ona, miktarı elli bin sene olan bir günde çıkar” (Mearic-4)”

işlemlerin (rakamlar, sembolik olsalar da en alt asgari düzeyi ifade etmektedirler) bin yılda ona yükselmesi ya da meleklerin elli bin yılda yükselişlerini (ki, yükselmenin anlamı uzay yolculuğu gibi olmayıp, o boyutun bakış açısı demektir) o boyutlara karşılık gelen zaman akışı, zaman boyutları olarak düşünebileceğimiz gibi, bunu, kuantsal boyutta, mekansallıkla ilgili olmanın ötesinde, zamansızlık içinde belli işaretler arası olaylar bütünü (bloğu) olarak da düşünebiliriz. Yani olay, tamamen boyutsaldır. Bu konuya Muhyiddin İbnül Arabi şöyle değinmektedir: “Yine bu feleklerin hareketiyle cennette günler oluşacaktır. Bunlar, yüce Allah’ın içinde gökleri ve yeri yarattı günlerdir. Cehennem ehlinin günleri ise, bilinen dünyevi günlerdir ve güneş aracılığıyla müşahede edilirler. Bu günler cennetlerde belli ölçülere dahil işaretlere sahiptirler. Bunlar aracılığıyla vakitler bilinir”.

* Zaman Dediğimiz Şeyin, Bilinçliliğini Nasıl Anlayabiliriz?.

Bildiğimiz üzere tüm uzay-zamanı meydana getiren temel enerji, Allah’ın özellikleri (esması) ile meydana geldiğinden, uzay-zaman bütünlüğü de aynı şekilde canlı ve şuurludur. Uzay-zaman bütünlüğünü, beş duyumuzla bir bütün olarak algılayamadığımızdan ayrı ayrı şeyler olarak gördüğümüz mekandaki yani, uzaydaki (nesnelerdeki) şuurluluğu müşahede edebilmemize karşın, zaman kavramındaki şuurluluğu, kolay kolay ya da hiç görememekteyiz. Oysa zaman dilimleri veya süreçleri de aynı şekilde bilinçlidir. Yani, “An” içinde bize göre var olan zaman dilimleri de tek bir bilinç olarak ayrı ayrı canlı ve şuurludur. Asr, Milenyum yada yirmi altı bin yıllık süreçler, varlık için her biri ayrı birer dönüm noktalarıdır. Boş yere yemin etmeyen Allah’ın, “ And olsun Asr’a...” diyerek yeminde bulunması, biri yönüyle de bu duruma işaret etmektedir. Dünyanın genel şartlarının her yüzyılda bir değişmesi ve bu değişen anlayışlara, toplumsal gelişmelerine bağlı olarak dini o günün şartlarına, ilim seviyesine göre yeniden yorumlayan, yenileyen müceddidin her yüzyılın başında gelmesi de bunun göstergesidir. Bununla birlikte mesela, her bir ayın, batini anlamı ile, belli özelliklerin potansiyel gücünü, kudretini, enerjisini taşıdığı içindir ki Resulullah (as), bunları bir bir tespit edip bu durumu çeşitli anlatım tarzlarıyla dile getirmiştir. Ayrıca bu ana süreçler içindeki zaman blokları da aynı şekilde, birimsel ve toplumsal olarak birbirlerine bağlı bir biçimde kendi içinde de çeşitli dönüşüm noktalarına sahiptir. Bu sadece dünyayla sınırlı olmayıp iman esasları yani, Amentü’de de belirtildiği üzere, “vel yevmil ahiri” denerek de bu durumun ölüm ötesi boyutlardaki “an” lar da da aynen geçerli olduğu vurgulanmaktadır.

Devam edecek...

 

(bkz. Cuma Notları /Okyanus Ötesinden 1 / Sistemin Seslenişi 1 / Evrensel Sırlar /Yaşamın Gerçeği / Hz Muhammed’in Mucizevi Tespiti – Ahmed Hulusi www.ahmedhulusi.com / Su – Ahmed Fevzi Yüksel -Cuma Notları, Suyun Hafızası Var – Yaşam, Suda Üçüncü Göz Var Ama Ne? – Fizik / Hz Muhammed’in Mucizesi- www.internethaber.com )

 

 

 
 
İstanbul - 12.12.2006
hologramk@yahoo.com
http://sufizmveinsan.com