* Hem Maddesel, Hem de
Boyutsal anlamda Sonsuz evrenlerden sadece biri olan
bizim Beş Duyu Evrenimiz ve Ona Bağlı Yakın Katmanlarını
Nasıl Bir Son Beklemektedir?
Bugün gözlemleyebildiğimiz evrenin sonu, başlangıç
durumundan daha net olarak bilinmektedir. Bu bilgiler
ışığında ölçümleyebildiğimiz yanı ile evren, ısıl ölümle
sona erecektir. Yani, termodinamiğin ikinci kanunu olan
entropi ilkesine göre ısı, daima sıcak uçtan soğuk uca
doğru tek yönlü aktığı için, evrendeki ısı da her
noktasında eşit olduğunda, mutlak sıfır dediğimiz (0)
kelvin ya da (–273, 16) santigrad derecede artık
hareket gözlenmeyecek, buna bağlı olarak evrenin yapısı
da tamamen değişecektir. Bunun genel olarak safhalarına
geçtiğimizde ise, önce yıldızlar sönecek. Güneş
büyüklüğündeki yıldızların ömürleri ortalama on milyar
yıl iken bundan daha küçük yıldızların ömürleri, 10-100
trilyon yıla ulaşmaktadır. Çünkü yıldızların yaşam
süreleri kütleleriyle ters orantılıdır. Yani, tüm
galaksilerdeki yıldızların tamamı 100 trilyon yıl sonra
sönmüş olacak ve kütleleriyle doğru orantılı olarak
birer beyaz cüceye, nötron yıldızına veya karadeliklere
dönmüş olacaklardır. Böylece evren karanlığa bürünüp
soğuk bir yer halini alacaktır. Elbette yıldızlar
söndükten sonra tek tük de olsa yıldızların doğumu
sürecek, ancak bunlar, evrenin karanlığını
aydınlatamayan silik ışık noktaları olarak
görünecekleridir. Bu da, yerel nebula ya da değişime
uğrayan galaksi yapısından dolayı, kahverengi cücelerin(1)
birleşerek yıldız reaksiyonlarını başlatacak kütlelere
ulaşmalarıyla oluşacaktır.
En az trilyon kere milyon (10 üzeri 19) (2) yıl
sonra, yıldızların yayımladıkları kütle çekim dalgaları
nedeniyle enerji kaybedip birbirlerine yaklaşan
yıldızlar, çekim ve hareket kanunlarına göre
yörüngelerinden fırlayıp bir kısmı galaksilerden dış
uzaya atılarak galaksiler arası boş uzaya akacak (ki
galaksiler bu yolla biraz kütle kaybedeceklerdir) diğer
bir kısmı da, galaksilerin beyni konumunda yer alan
merkezlerindeki dev karadeliğe çekilerek yok
olacaklardır. Öyle ki karadelikler, yuttukları bu
kütlelerle şişerek dönüş hareketleri durma noktasına
gelir. Yıkımdan kurtulan dışa atılan beyaz cüceler,
nötron yıldızları, karadelikler ve bunların yanında
gezegen, astroid, göktaşı ve nebulaların bir kısmı da
böyle çözülmekte olan galaksilerin içine dalarak orada
yok olular. Kimi yıldızlar ise, yerel düzensizlikler
sebebiyle birbirlerine yaklaşan ve çarpışan galaksiler
dolayısıyla, bu yıkıma erişeceklerdir (bu süreçlerde
gerçekleşecek olan, normal ya da dev karadelik
birleşimleri de aynı sebepten oluşacaktır). Kuran’ da
“yıldızların düşmesi” şeklinde tasvir edilen olayın bir
anlamı da, aynı aile içinde bulunan Andromeda
galaksisinin bizim galaksimize yaklaşarak çarpışması
sonucu oluşacak galaktik kıyametteki yıldızların,
birbirleriyle çarpışması ya da yakınından geçmesiyle
yörüngelerinden çıkarak dağılmalarının bizim bakış
açımıza göre tanımlanmasıdır. Bu sırada güneşimiz çoktan
ömrünü tamamlayarak hayat verdiği çocuklarının çoğunu
içine almış vaziyette, siyah cüceye dönüşmüş ve
üzerinden de onlarca trilyon yıl geçmiş durumdadır. Bu
sırada evren başı boş gezen nesnelerle, parçalanmakta
olan galaksilerden ibaret olacaktır. Ancak bu süreçte,
galaksimizin de bir üyesi olduğu 10 milyon ışık yılı
genişliğinde yer alan yerel galaksi kümesi dışındaki tüm
galaksi kümeleri, birbirlerinden artan hızlarla oldukça
uzaklaşmış, ufuk çizgisinde ışık hızı ve ötesi hızlara
ulaşarak gözden kaybolmuş olacaklar. Genişlemenin
galaksilerin bizatihi hareketinden değil, uzayın
kendisinin genişlemesinden kaynaklandığından ışık hızı
yasağı, bu durumda geçerli olmamaktadır. Bu uzaklaşma
sırasında galaksilerden gelen ışınlar, kırmızı renk
frekansına kaymış olacağından galaksiler, önce silik
kızıl renginde görünecek sonra da ebediyen görüş
alanımızdan çıkmış olacaklardır. Galaksiler,
merkezlerindeki karadelikler tarafından yok olduktan
sonra, karadeliklerin buharlaşma süreçleri yaşanacak,
böylece karadeliklerde ışınım yayınımı başlayacak ve
evren geçici bir süreliğine son kez tekrar ihtişamla
aydınlanacaktır. Ancak bu karadelik buharlaşması,
evrenin boşluk sıcaklığının karadeliklerin sıcaklığının
altına düşmesiyle başlayacaktır. Çünkü evrende hareket
olabilmesi için, ısı hareketi gerekir, bu da ısı
dengesinin bozulmasıyla gerçekleşir.
Bu esnada güneşin 10 katı büyüklüğünde olan
karadeliklerin Hawking ışımasıyla buharlaşıp yok olma
süreçleri, 10 üzeri 68 yıl iken, galaktik karadeliklerde
bu süre 10 üzeri 93 yıldır. Bunlar bile en iyimser
rakamlardır. Karadeliklerin ışınım yayımlayarak kütle
kaybetmelerinde ışınımın büyük çoğunluğu fotonlardır.
Kalan kısmının çoğunluğu ise, nötrino olup az bir kısmı
da elektron, proton, nötron gibi daha ağır
parçacıklardır. Uzay boşluğuna yayılarak başı boş
dolaşan cisimler de, protonun bozunma süresi olan 10
üzeri 32 yıl (ya da başka bir hesaplamaya göre 10 üzeri
1000 yıldır ki, biz en muhtemel olan ilkini aldığımızda)
sonra protonun, pozitron ve fotonlara dönüşmesiyle
çözünüme uğrayacaklardır. Hiçbir şekilde kurtuluş yok.
Daha doğrusu bir nötron, bir proton, bir elektron ve bir
anti nötrinoya; protonlar da önce çok kararsız parçacık
olan nötr pi mezonu ile pozitrona, nötr pi mezonu da
hemen elektron-pozitron çiftine bozunarak onların da
birbirlerine çarpmasıyla fotonlara dönüşeceklerdir.
Çünkü evrende nesneler, parçacıklar daima daha düşük
enerji seviyesine düşmeye çalışırlar. Yani en sonunda,
kademe kademe daha çok pozitron üretilecek, evrendeki
(+) ve (-) yük toplamı sıfır olmasından ötürü de bu
pozitronlar, evrendeki elektronlarla birleşip yok
olmasıyla fotonlara dönüşeceklerdir. Ancak bazı
elektron-pozitron çiftleri hemen birbirlerini yok
ederlerken bir kısım elektron-pozitron çiftleri, çok
uzun süreler sonucunda bunu gerçekleştireceklerdir. Öyle
ki, aralarında trilyonlarca ışık yılı bulunan
elektron-pozitron çiftlerinin birbirlerine uyguladıkları
elektriksel çekim kuvveti ile en az 10 üzeri 71 yılda
yaklaşarak önce bu iki çiftin oluşturduğu pozitronyum
atomunu meydana getireceklerdir. Birbirleri arasındaki
10 üzeri 116 yıl boyunca süren sarmal hareketleri
sonucunda da birleşerek fotonlara dönüşürler. Oysa
laboratuarlarda bir pozitronyum atomu saniyenin on
binlerce...birini ifade eden bir zamanda oluşmakta ve
hemen yok olmaktadırlar. Tüm bunlardan sonra evren,
mutlak sıfır derecede birbirlerinden tamamen uzakta
yoğunluğun nerdeyse sıfıra düştüğü bir değerde fotonlar,
nötrinolar, çok çok az sayıda elektron, pozitrondan
oluşmuş bir yapı olarak hiçliğe dönecektir.
Ancak şunu da belirtmek gerekir ki mistik alan göz önüne
alındığında gezegenlerin, yıldızların, galaksilerin yok
olmaları, onların ikiz boyutlarının yok olmaları demek
değildir. Galaksi içindeki gezegen, yıldız, yıldız
sistemleri, galaksi ve galaksi sistemleri, öz boyuttaki
yapılarına birer örnekleme olması açısından bizim
boyutumuzdaki işaretlerdir. Bu yüzden galaksi
içindeki yıldızların cennetler olması ya da güneşimizin
cehennem oluşu, o yıldızların gaz madde yapıları
değildir. Bu yapıların alt boyutunda yer alan yapıları
itibariyledir. Bildiğimiz gibi gezegen, yıldız ve
galaksilerin bir, gördüğümüz katı, sıvı, gaz ve yüksek
enerjili ışın, parçacık, çekirdekten oluşan plazma
şeklinde bir kütlesel yapıları olduğu gibi, bir de
onların ruhları olan ikiz (nar) boyutları mevcuttur. Ve
bunun da altında Nur yapıları. Aslında evrendeki her
nesnenin ruh (nar) ve Nur yapısı mevcuttur. Nur yapı,
nar ve madde yapılarına hakim ve onları kapsayıp
yönlendirmektedir. Maddesel yapı, kaynağı Nur olan Nari
yapının yoğunlaşmasıyla meydana gelmiştir (insanın
durumu biraz farklı idi). Bu ana üç boyutun sonsuz
boyutlarında ise, sonsuz sayıda canlı varlıklar
yaşamaktadır. Nasıl beş duyu araçlarıyla mesela güneşin,
maddesel yapısını görüyorsak, ruhi algılamaya sahip
olanlar güneşin ikiz yapısını, Nur boyutunu algılayanlar
ise onun o boyut ve canlılarını müşahede etmektedirler.
Bu Nur boyutta yaşayan, kendini bilen yapılar söz
konusudur ki, bunlara Salt Akıl birimleri de
diyebiliriz. Yaşadıkları bilinç-enerji boyutlarını
hiçbir cihaz gözlemleyemez, ölçümleyemez. Çünkü
bu yaşam boyutu, kütlesel ya da nar enerji boyutundaki
madde ötesi enerji yapıları gibi olmasa da yine de
enerji yığınları olarak tasavvur edebileceğimiz Salt
Enerji boyutundaki kuantsal yapıdadırlar. Ancak beynin
üst düzey alıcıları tarafından o boyutlara genişleyen
bilinç haliyle algılanabilirler. Bu Salt Akıl
birimlerinin bildiğimiz türde ne maddi ne de nar
boyutundaki ışınsal, elektromanyetik kökenli bir
bedenleri bulunmaktadır. Ama diledikleri an diledikleri
boyutta bu ışınsal ya da madde suretlere bürünerek
somutça açığa çıkabilir, o boyuttaki varlıklarla her
türlü diyaloğa geçebilirler. Kendilerini tanıtmadıkları
müddetçe (evliya hariç) hiç kimse ne olduklarını da
bilemez. Ancak bu olayı bizim bir alt boyutumuzda yer
alan şeytani vasıflı ışınsal varlıkların yaptıklarıyla
kesinlikle karıştırmamamız gerekir ki, bunu da birçok
yazımızda uzun uzadıya anlatmıştık.
* Kuantum Fiziğinin Sıra Dışı Özellikleri Nereden
Kaynaklanmaktadır? Bunu Can Alıcı Örneklerle
Açıklayabilir misiniz?
Algıladığımız gerçeklik, atom altı boyutta kaybolmakta,
tanecikler önceden bilinmeyen ancak incelemeye
kalktığımızda bile gerçeğine ancak o an tahmin yollu
yaklaşabileceğimiz garip ve belirsiz davranışlar
sergilemektedirler. Bu yüzden kuantum boyutunda geçerli
olan belirsizlik ve olasılıktır. Belirsizliktir çünkü,
Haysenberg’in matematiksel gösterimiyle bir taneciği
gözlemleme olayında ölçümleme (gözlemleme) işlemi,
(3) taneciğin hem momentumunu (hızını), hem de
konumunu değiştirmekte ve böylece ölçüm sonucu,
parçacığın momentumundaki belli bir hata payı ile
konumundaki beli bir hata payının çarpımı, en az Planck
sabitine eşit ya da ondan daha büyük olmaktadır. Bu
matematiksel eşitliğini biraz daha irdelersek, bir
taneciğin anlık konumunu tam olarak belirlediğimizde
taneciğin momentumundaki (hızındaki) belirsizlik sonsuza
ulaşacağından, parçacık tam o anda tüm sonsuz evrene
yayılır. Aynı şekilde, taneciğin momentumunu (hızını)
bir anda tam olarak ölçmeye çalıştığımızda ise, bu sefer
de taneciğin konumu tüm evrende bulunması dolayısıyla,
parçacığın momentumu (hızı) sonsuz belirsiz olmaktadır.
Başka bir deyişle, taneciğin konumunu anlamaya
çalıştığımızda momentumunu belirsiz kılmakta,
momentumunu tanımlamaya kalktığımızda da konumunu
belirlemeyi zorlaştırmakta, imkansız hale getirmekteyiz.
Aynı ilişki zaman ile enerji, açısal momentumla, açısal
hız arasında da mevcuttur. Eğer bu matematiksel
ifadedeki çarpım, sıfır olsaydı o zaman hata payı ya da
belirsizlik olmayacağından tüm tanecikler, tıpkı Newton
fiziğindeki gibi tüm özellikleri aynı anda
belirlenebilecek, taneciklerin yapacakları ve sahip
olacakları tüm özellikler önceden bilinebilecekti. Bu
yüzdendir ki bir parçacığı, avucumuzun içindeki bir
noktada kıstırayım derken, bu hareketimizin taneciğin
konumunu belli kılacağı anlamına geldiğinden tanecik,
bir anda dalgasal özelliğini ortaya koyarak klasik boyut
kurallarına göre olmaması gereken yerde (tünel açarak),
ona engel gibi davranan tamamen kapalı olan avucumuzun
dışına çıkar ve böylece kendini kaybettirir.
Taneciklerin, herhangi bir noktada tüm özelliklerinin
aynı anda tespit edilememesi, kesin olarak bilinememesi
daha doğrusu, ölçümleme yapılmadığı zaman durumları
hakkında en ufak bir şey bilinememesi nedeniyle
parçacıklar, olasılık dalgası diyebileceğimiz bir enerji
dalgası şeklinde hareket etmektedirler. Çünkü, klasik
fizik yasaları, atom altı parçacık ve enerjilerin
davranışlarını belirleyememektedir. Nasıl ki klasik
fiziğin yasalarını Newton fiziği belirliyorsa, kuantum
boyutunun yasalarını da Shördinger dalga denklemi
belirler. Her bir parçacığa eşlik eden dalga denkleminin
frekansları, o taneciğin sahip olduğu enerji
seviyelerini verir.
Newton fiziğinde dalga ve parçacıklar birbirlerinden
ayrı şeyler olup bunlardan parçacık özelliği temel iken,
kuantum fiziğinde dalga ve parçacık özelliği eşdeğerdir,
aynıdır. Bu nedenle atom altı boyutta tanecikler, ne
dalgadır ne de parçacıktır. Bir olayın dalgasal olarak
tüm ihtimallerinin bir arada bulunduğu süperpozisyon
durumunda bir tanecik, her iki özelliğin muğlak karışımı
olan “dalga paketi” halindedir. Deneyin, gözlemin türüne
bağlı olarak ya tanecik ya da dalgacıktır. Bunu demin de
belirttiğimiz gibi, taneciğin her iki özelliğini
belirsizlik ilkesince aynı anda belirleyemediğimiz,
gözlemleyemediğimiz için, bir özelliğini tanımlamak
diğer özelliğini bilmeye engel teşkil etmektedir. Başka
bir deyişle parçacıklar, tanecik özelliğini ortaya
koyduğunda dalgasal özelliği yoktur, dalgasal özelliğini
ortaya koyduğunda da parçacık özelliği yoktur. “Dalga
paketi” ni daha iyi anlamak için çift yarıklı deneye
baktığımızda, gözlemcinin deneye yaklaşım tarzının
parçacığın tanecik özelliğini mi yoksa dalgasal
özelliğini mi bize göstereceğini belirlemekte idi. Eğer
taneciğe hiçbir şekilde bakmaz, deney gerçekleştirmezsek
o zaman tanecik, dalga paketi şeklinde mevcut olacaktır.
Nesnelerin, klasik fizikteki gibi önceden belirlenebilen
tüm özelliklerine rağmen, kuantum boyutlarında,
taneciklerin süperpozisyonu dolayısıyla onlar hakkında
hiçbir şey söylenemez. Onların özellikleri hakkında bir
şeyler söyleyebilmek, haklarında bilgi sahibi olmak
için, gözlemleme ile onları, süper pozisyon durumundaki
hayaletimsi yapıdan, dünyamızda boyut kazandırmak
suretiyle onların varlıklarını oluşturmak,
maddeleşebilmek, gerekmektedir. Daha doğrusu tanecikler
bize, madde olmadıkları halde maddemsi olgusunu
duyumsatmaktadırlar. Bu yüzden gözlemlemediğimiz
müddetçe atom altı boyutta neden-sonuç ilişkisine bağlı
sıralı olaylar bulunmaz. Parçacıklar olması gereken tüm
olasılıkları barındıracak şekilde serbestçe, hiçbir
şeyle sınırlanmaksızın her yöne doğru özgürce hareket
edebilmektedirler. Bu hareketleri de, yolları
(doğrultuları) tıpkı bir çalı süpürgesine benzer şekilde
çatallanarak zamanda ileri doğru olasılıklı yollar
şeklinde olabildiği gibi, aynı biçimde zamanda geriye
doğruda olabilmektedir. Yani kuantum fiziğinde, klasik
fizikte olduğunun aksine, zamanın ileri doğru ya da
geriye akmasının bir önemi yoktur. Bir parçacık için,
zamanın geriye akışı da (yolculuğu da) söz konusudur ve
o boyutta bu durum normaldir. Böylece, shördinger dalga
denklemi gelecek için birçok olası ihtimalleri önceden
haber verdiği gibi, aynı şekilde sağduyumuza uymayacak
bir biçimde geçmiş zamana dönük olarak da birçok olası
geçmişi haber vermektedir.
Dolayısıyla, tek bir noktadan bu şekilde olası geleceğe
bakabileceğimiz gibi, geçmiş olarak yaşadığımız şey de,
aslında sonsuz sayıdaki sayısız olası geçmişlerin
birbirlerine nüfuz ederek bir girişimin ortaya
çıkarttığı en muhtemel geçmişin bir görüntüsü olduğunu
görebiliriz. Yani, kuantum fiziğinin belirsizlik
ilkesince evrenin tek bir geçmişi değil, dalgasal
biçimde tüm olası geçmişlere sahip paralel evrenler
şeklindeki geçmişleri mevcuttur ve her biri eşit
derecede şimdiki evrenimiz kadar gerçektir. Ve bu olası
geçmişlerin girişimi sonucu ortaya çıkan en muhtemel
geçmişi ise, bilinç belirlemektedir. Daha doğrusu bir
anlamda, onu araştırmaya kalktığımızda geçmişi de o anda
oluştururuz.
Özetle, klasik fizik ya da yaşadığımız boyutta olaylar
geri dönüşümsüz olarak hep tek yönlü ileriye doğru
akarken, kuantum fiziğinde zaman, dolayısıyla olaylar
hem ileri hem de geriye doğru gelişebilirler. Bu yüzden,
tanecikler arası mesafeler ne olursa olsun mekansal
anlamda ani etkileşimler mevcut olduğu gibi, farklı
zaman noktaları arasında da yani, geçmiş, şimdi ve
gelecek kavramı ortadan kalkarak bu ani etkileşimler
gerçekleşebilmektedir. Tıpkı çift yarıklı deneydeki
taneciklerin, karşılaştıkları (hesapta olmayan) yeni
duruma karşı geçmiş durumlarını etkilemeleriyle,
(geçmişe doğru zamanda yolculuk yapıp deneye uygun diğer
alternatif özelliği ile yola çıkarak)(4) hemen o
anda değişime uğramaları (ki bu esnada gözlemci sadece o
andaki değişimi görür), farklı özelliklerini, davranış
biçimlerini ortaya koymaları gibi. Detaylı olarak, “Düzensizliğin
Düzeni Ve Kuantum Bilinç” başlıklı makalemizde
değindiğimiz çift yarıklı deneyinde mesela, tanecikler
tek tek çift yarıktan dalgasal özelliğini kullanarak her
iki delikten aynı anda geçmesine karşın, perdeye
ulaşmadan deney türünü değiştirdiğimizde yani, perdedeki
dalga ölçer yerine, parçacık ölçeri (dedektörünü)
devreye soktuğumuzda, o anda yarıklardan parçacık
özelliğini kullanarak iki delikten sadece birinden
geçmiş olduğunu bize göstermekteydi.
Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, şu anki düşünce
biçimi ve davranışlarımızın, geçmişteki durumlarımızı
etkilemiş olsa da bu, yaşadığımız boyut açısından yine
de bizlerin ellerimizle yaptıklarımızın bir sonraki
aşamada bilfiil yaşayacak olmamızı değiştirmez, bilakis
bu durumu daha güçlü kılar. Deneylerle kanıtlanmış olan
bu kuantum olgusu, ayrı bir düşünce deneyiyle Prof. Fred
A. Wolf tarafından şöyle ifade edilmektedir:
Bildiğimiz üzere fotonlar, 15 milyar yıl önce big-bangle
başlayan çoğul evrenin bir, iki dakika sonrasında
yayımlanmaya başlamış ve fotonlar o andan itibaren bize
doğru yolculuk yapmaya devam etmektedir. Ancak ışık,
galaksilerin ya da dev karadeliklerin uzay-zaman
geometrisini bükmeleri dolayısıyla, çekimci mercek
etkisine uğrayarak yollarından saparlar (bu yüzden
olması gereken yerden farklı noktalardan görünürler) ve
böylece bir fotonun izlemesi gereken yollar oldukça
fazlalaşır. Kuantum fiziğini göz önüne aldığımızda, biz
bu olayı gözlemlemediğimiz müddetçe fotonun izlemesi
gereken bu olasılık uzayları (evrenleri) süperpozisyonda
iç içe geçmiş vaziyette bulunurlar. Yani biz bu durumu
incelemediğimiz müddetçe bir foton, tıpkı çift yarıklı
deneyde dalgasal hareket eden tek bir foton ya da
elektronun aynı anda iki delikten geçmesi gibi, dalgasal
özelliği ile hareket ederek tüm yolları aynı anda kat
etmektedir. Ancak biz, fotonun muhtemel geliş
güzergâhına kameralar yerleştirmeye karar verdiğimizde,
yine tıpkı çift yarıklı deneydeki olaya bakışımızın
parçacığın hangi özelliğini ortaya koyacağını
belirlediği gibi, foton dalgasal özelliğini bırakarak
parçacık özelliğini sergileyecek ve bu yollardan sadece
birini seçerek ilgili açıdaki kameralar tarafından
görüntülenecektir. Yani bir hafta önce verilen bir
karar, 15 milyar yıl önceki ortamı (durumu)
etkilemektedir. Demek ki bizler her an verdiğimiz bir
kararla geçmişimizi etkileyerek aynı zamanda bunun
günümüzde açığa çıkışını meydana getirmekteyiz.
Devam edecek...
(bkz. Evrensel Sırlar / Sistemin Seslenişi II /
Taoizm - Budizm - Totemizm – İslam – Ahmed Hulusi (www.ahmedhulusi.com
) / Mistik Düşünce Ve Yeni Fizik- Michael Talbot /
Karadelikler Ve Bebek Evrenler – Stephan Hawking /Son Üç
Dakika – Paul Davies / Kuantum Benlik - Danah Zohar/
Zamanda Yolculuk – J. H. Brennan / Kuantum Fiziği Ders
Kitabı – Prf. Dr. Erol Aygün (Ankara Fen Fakültesi) /
Tubitak Bilim Ve Teknik Dergisi – Ekim 2000 )
(1)
Eğer gaz ve toz bulutları Güneşin kütlesinin %8’ inden
daha az ise, kütle çekim kuvveti bir nükleer reaksiyonu
başlatacak ısı ve basıncı oluşturamayarak sınır değerin
altında kalır ki, bu tip yapılara da “Kahverengi Cüce”
adı verilir. Buna en iyi örnek Jüpiter gezegenidir. Eğer
Jüpiter, %8’ lik sınır değerin üstünde bir kütleye sahip
olsaydı, o zaman bir gaz gezegeni değil, Güneşin ortağı
olarak bir çift yıldızlı sistem oluşturmuş olurlardı.
(2)
Bunun anlamı 1 in yanına 19 sıfırı yazıp okuyun
demektir.
(3)
Klasik boyutlarda bir cismi görmemiz için cisme
doğrulttuğumuz ışınların maddeler üzerinde hiçbir etki
yokken aynı durumun kuantum boyutlarında etkisi çok
büyüktür.
(4)
Bu durumu takyonlarla da açıklayabiliriz. |