Din-Bilim Soru ve Cevapları

7. Bölüm

Fiz.Müh. Kenan Keskin
 

* Hem Maddesel, Hem de Boyutsal anlamda Sonsuz evrenlerden sadece biri olan bizim Beş Duyu Evrenimiz ve Ona Bağlı Yakın Katmanlarını Nasıl Bir Son Beklemektedir?

Bugün gözlemleyebildiğimiz evrenin sonu, başlangıç durumundan daha net olarak bilinmektedir. Bu bilgiler ışığında ölçümleyebildiğimiz yanı ile evren, ısıl ölümle sona erecektir. Yani, termodinamiğin ikinci kanunu olan entropi ilkesine göre ısı, daima sıcak uçtan soğuk uca doğru tek yönlü aktığı için, evrendeki ısı da her noktasında eşit olduğunda, mutlak sıfır dediğimiz (0) kelvin ya da        (–273, 16) santigrad derecede artık hareket gözlenmeyecek, buna bağlı olarak evrenin yapısı da tamamen değişecektir. Bunun genel olarak safhalarına geçtiğimizde ise, önce yıldızlar sönecek. Güneş büyüklüğündeki yıldızların ömürleri ortalama on milyar yıl iken bundan daha küçük yıldızların ömürleri, 10-100 trilyon yıla ulaşmaktadır. Çünkü yıldızların yaşam süreleri kütleleriyle ters orantılıdır. Yani, tüm galaksilerdeki yıldızların tamamı 100 trilyon yıl sonra sönmüş olacak ve kütleleriyle doğru orantılı olarak birer beyaz cüceye, nötron yıldızına veya karadeliklere dönmüş olacaklardır. Böylece evren karanlığa bürünüp soğuk bir yer halini alacaktır. Elbette yıldızlar söndükten sonra tek tük de olsa yıldızların doğumu sürecek, ancak bunlar, evrenin karanlığını aydınlatamayan silik ışık noktaları olarak görünecekleridir. Bu da, yerel nebula ya da değişime uğrayan galaksi yapısından dolayı, kahverengi cücelerin(1) birleşerek yıldız reaksiyonlarını başlatacak kütlelere ulaşmalarıyla oluşacaktır.

En az trilyon kere milyon (10 üzeri 19) (2) yıl sonra, yıldızların yayımladıkları kütle çekim dalgaları nedeniyle enerji kaybedip birbirlerine yaklaşan yıldızlar, çekim ve hareket kanunlarına göre yörüngelerinden fırlayıp bir kısmı galaksilerden dış uzaya atılarak galaksiler arası boş uzaya akacak (ki galaksiler bu yolla biraz kütle kaybedeceklerdir) diğer bir kısmı da, galaksilerin beyni konumunda yer alan merkezlerindeki dev karadeliğe çekilerek yok olacaklardır. Öyle ki karadelikler, yuttukları bu kütlelerle şişerek dönüş hareketleri durma noktasına gelir. Yıkımdan kurtulan dışa atılan beyaz cüceler, nötron yıldızları, karadelikler ve bunların yanında gezegen, astroid, göktaşı ve nebulaların bir kısmı da böyle çözülmekte olan galaksilerin içine dalarak orada yok olular. Kimi yıldızlar ise, yerel düzensizlikler sebebiyle birbirlerine yaklaşan ve çarpışan galaksiler dolayısıyla, bu yıkıma erişeceklerdir (bu süreçlerde gerçekleşecek olan, normal ya da dev karadelik birleşimleri de aynı sebepten oluşacaktır). Kuran’ da “yıldızların düşmesi” şeklinde tasvir edilen olayın bir anlamı da, aynı aile içinde bulunan Andromeda galaksisinin bizim galaksimize yaklaşarak çarpışması sonucu oluşacak galaktik kıyametteki yıldızların, birbirleriyle çarpışması ya da yakınından geçmesiyle yörüngelerinden çıkarak dağılmalarının bizim bakış açımıza göre tanımlanmasıdır. Bu sırada güneşimiz çoktan ömrünü tamamlayarak hayat verdiği çocuklarının çoğunu içine almış vaziyette, siyah cüceye dönüşmüş ve üzerinden de onlarca trilyon yıl geçmiş durumdadır. Bu sırada evren başı boş gezen nesnelerle, parçalanmakta olan galaksilerden ibaret olacaktır. Ancak bu süreçte, galaksimizin de bir üyesi olduğu 10 milyon ışık yılı genişliğinde yer alan yerel galaksi kümesi dışındaki tüm galaksi kümeleri, birbirlerinden artan hızlarla oldukça uzaklaşmış, ufuk çizgisinde ışık hızı ve ötesi hızlara ulaşarak gözden kaybolmuş olacaklar. Genişlemenin galaksilerin bizatihi hareketinden değil, uzayın kendisinin genişlemesinden kaynaklandığından ışık hızı yasağı, bu durumda geçerli olmamaktadır. Bu uzaklaşma sırasında galaksilerden gelen ışınlar, kırmızı renk frekansına kaymış olacağından galaksiler, önce silik kızıl renginde görünecek sonra da ebediyen görüş alanımızdan çıkmış olacaklardır. Galaksiler, merkezlerindeki karadelikler tarafından yok olduktan sonra, karadeliklerin buharlaşma süreçleri yaşanacak, böylece karadeliklerde ışınım yayınımı başlayacak ve evren geçici bir süreliğine son kez tekrar ihtişamla aydınlanacaktır. Ancak bu karadelik buharlaşması, evrenin boşluk sıcaklığının karadeliklerin sıcaklığının altına düşmesiyle başlayacaktır. Çünkü evrende hareket olabilmesi için, ısı hareketi gerekir, bu da ısı dengesinin bozulmasıyla gerçekleşir.

Bu esnada güneşin 10 katı büyüklüğünde olan karadeliklerin Hawking ışımasıyla buharlaşıp yok olma süreçleri, 10 üzeri 68 yıl iken, galaktik karadeliklerde bu süre 10 üzeri 93 yıldır. Bunlar bile en iyimser rakamlardır. Karadeliklerin ışınım yayımlayarak kütle kaybetmelerinde ışınımın büyük çoğunluğu fotonlardır. Kalan kısmının çoğunluğu ise, nötrino olup az bir kısmı da elektron, proton, nötron gibi daha ağır parçacıklardır. Uzay boşluğuna yayılarak başı boş dolaşan cisimler de, protonun bozunma süresi olan 10 üzeri 32 yıl (ya da başka bir hesaplamaya göre 10 üzeri 1000 yıldır ki, biz en muhtemel olan ilkini aldığımızda) sonra protonun, pozitron ve fotonlara dönüşmesiyle çözünüme uğrayacaklardır. Hiçbir şekilde kurtuluş yok. Daha doğrusu bir nötron, bir proton, bir elektron ve bir anti nötrinoya; protonlar da önce çok kararsız parçacık olan nötr pi mezonu ile pozitrona, nötr pi mezonu da hemen elektron-pozitron çiftine bozunarak onların da birbirlerine çarpmasıyla fotonlara dönüşeceklerdir. Çünkü evrende nesneler, parçacıklar daima daha düşük enerji seviyesine düşmeye çalışırlar. Yani en sonunda, kademe kademe daha çok pozitron üretilecek, evrendeki (+) ve (-) yük toplamı sıfır olmasından ötürü de bu pozitronlar, evrendeki elektronlarla birleşip yok olmasıyla fotonlara dönüşeceklerdir. Ancak bazı elektron-pozitron çiftleri hemen birbirlerini yok ederlerken bir kısım elektron-pozitron çiftleri, çok uzun süreler sonucunda bunu gerçekleştireceklerdir. Öyle ki, aralarında trilyonlarca ışık yılı bulunan elektron-pozitron çiftlerinin birbirlerine uyguladıkları elektriksel çekim kuvveti ile en az 10 üzeri 71 yılda yaklaşarak önce bu iki çiftin oluşturduğu pozitronyum atomunu meydana getireceklerdir. Birbirleri arasındaki 10 üzeri 116 yıl boyunca süren sarmal hareketleri sonucunda da birleşerek fotonlara dönüşürler. Oysa laboratuarlarda bir pozitronyum atomu saniyenin on binlerce...birini ifade eden bir zamanda oluşmakta ve hemen yok olmaktadırlar. Tüm bunlardan sonra evren, mutlak sıfır derecede birbirlerinden tamamen uzakta yoğunluğun nerdeyse sıfıra düştüğü bir değerde fotonlar, nötrinolar, çok çok az sayıda elektron, pozitrondan oluşmuş bir yapı olarak hiçliğe dönecektir.

Ancak şunu da belirtmek gerekir ki mistik alan göz önüne alındığında gezegenlerin, yıldızların, galaksilerin yok olmaları, onların ikiz boyutlarının yok olmaları demek değildir. Galaksi içindeki gezegen, yıldız, yıldız sistemleri, galaksi ve galaksi sistemleri, öz boyuttaki yapılarına birer örnekleme olması açısından bizim boyutumuzdaki işaretlerdir. Bu yüzden galaksi içindeki yıldızların cennetler olması ya da güneşimizin cehennem oluşu, o yıldızların gaz madde yapıları değildir. Bu yapıların alt boyutunda yer alan yapıları itibariyledir. Bildiğimiz gibi gezegen, yıldız ve galaksilerin bir, gördüğümüz katı, sıvı, gaz ve yüksek enerjili ışın, parçacık, çekirdekten oluşan plazma şeklinde bir kütlesel yapıları olduğu gibi, bir de onların ruhları olan ikiz (nar) boyutları mevcuttur. Ve bunun da altında Nur yapıları. Aslında evrendeki her nesnenin ruh (nar) ve Nur yapısı mevcuttur. Nur yapı, nar ve madde yapılarına hakim ve onları kapsayıp yönlendirmektedir. Maddesel yapı, kaynağı Nur olan Nari yapının yoğunlaşmasıyla meydana gelmiştir (insanın durumu biraz farklı idi). Bu ana üç boyutun sonsuz boyutlarında ise, sonsuz sayıda canlı varlıklar yaşamaktadır. Nasıl beş duyu araçlarıyla mesela güneşin, maddesel yapısını görüyorsak, ruhi algılamaya sahip olanlar güneşin ikiz yapısını, Nur boyutunu algılayanlar ise onun o boyut ve canlılarını müşahede etmektedirler. Bu Nur boyutta yaşayan, kendini bilen yapılar söz konusudur ki, bunlara Salt Akıl birimleri de diyebiliriz. Yaşadıkları bilinç-enerji boyutlarını hiçbir cihaz gözlemleyemez, ölçümleyemez. Çünkü bu yaşam boyutu, kütlesel ya da nar enerji boyutundaki madde ötesi enerji yapıları gibi olmasa da yine de enerji yığınları olarak tasavvur edebileceğimiz Salt Enerji boyutundaki kuantsal yapıdadırlar. Ancak beynin üst düzey alıcıları tarafından o boyutlara genişleyen bilinç haliyle algılanabilirler. Bu Salt Akıl birimlerinin bildiğimiz türde ne maddi ne de nar boyutundaki ışınsal, elektromanyetik kökenli bir bedenleri bulunmaktadır. Ama diledikleri an diledikleri boyutta bu ışınsal ya da madde suretlere bürünerek somutça açığa çıkabilir, o boyuttaki varlıklarla her türlü diyaloğa geçebilirler. Kendilerini tanıtmadıkları müddetçe (evliya hariç) hiç kimse ne olduklarını da bilemez. Ancak bu olayı bizim bir alt boyutumuzda yer alan şeytani vasıflı ışınsal varlıkların yaptıklarıyla kesinlikle karıştırmamamız gerekir ki, bunu da birçok yazımızda uzun uzadıya anlatmıştık.

* Kuantum Fiziğinin Sıra Dışı Özellikleri Nereden Kaynaklanmaktadır? Bunu Can Alıcı Örneklerle Açıklayabilir misiniz?

Algıladığımız gerçeklik, atom altı boyutta kaybolmakta, tanecikler önceden bilinmeyen ancak incelemeye kalktığımızda bile gerçeğine ancak o an tahmin yollu yaklaşabileceğimiz garip ve belirsiz davranışlar sergilemektedirler. Bu yüzden kuantum boyutunda geçerli olan belirsizlik ve olasılıktır. Belirsizliktir çünkü, Haysenberg’in matematiksel gösterimiyle bir taneciği gözlemleme olayında ölçümleme (gözlemleme) işlemi, (3) taneciğin hem momentumunu (hızını), hem de konumunu değiştirmekte ve böylece ölçüm sonucu, parçacığın momentumundaki belli bir hata payı ile konumundaki beli bir hata payının çarpımı, en az Planck sabitine eşit ya da ondan daha büyük olmaktadır. Bu matematiksel eşitliğini biraz daha irdelersek, bir taneciğin anlık konumunu tam olarak belirlediğimizde taneciğin momentumundaki (hızındaki) belirsizlik sonsuza ulaşacağından, parçacık tam o anda tüm sonsuz evrene yayılır. Aynı şekilde, taneciğin momentumunu (hızını) bir anda tam olarak ölçmeye çalıştığımızda ise, bu sefer de taneciğin konumu tüm evrende bulunması dolayısıyla, parçacığın momentumu (hızı) sonsuz belirsiz olmaktadır. Başka bir deyişle, taneciğin konumunu anlamaya çalıştığımızda momentumunu belirsiz kılmakta, momentumunu tanımlamaya kalktığımızda da konumunu belirlemeyi zorlaştırmakta, imkansız hale getirmekteyiz. Aynı ilişki zaman ile enerji, açısal momentumla, açısal hız arasında da mevcuttur. Eğer bu matematiksel ifadedeki çarpım, sıfır olsaydı o zaman hata payı ya da belirsizlik olmayacağından tüm tanecikler, tıpkı Newton fiziğindeki gibi tüm özellikleri aynı anda belirlenebilecek, taneciklerin yapacakları ve sahip olacakları tüm özellikler önceden bilinebilecekti. Bu yüzdendir ki bir parçacığı, avucumuzun içindeki bir noktada kıstırayım derken, bu hareketimizin taneciğin konumunu belli kılacağı anlamına geldiğinden tanecik, bir anda dalgasal özelliğini ortaya koyarak klasik boyut kurallarına göre olmaması gereken yerde (tünel açarak), ona engel gibi davranan tamamen kapalı olan avucumuzun dışına çıkar ve böylece kendini kaybettirir. Taneciklerin, herhangi bir noktada tüm özelliklerinin aynı anda tespit edilememesi, kesin olarak bilinememesi daha doğrusu, ölçümleme yapılmadığı zaman durumları hakkında en ufak bir şey bilinememesi nedeniyle parçacıklar, olasılık dalgası diyebileceğimiz bir enerji dalgası şeklinde hareket etmektedirler. Çünkü, klasik fizik yasaları, atom altı parçacık ve enerjilerin davranışlarını belirleyememektedir. Nasıl ki klasik fiziğin yasalarını Newton fiziği belirliyorsa, kuantum boyutunun yasalarını da Shördinger dalga denklemi belirler. Her bir parçacığa eşlik eden dalga denkleminin frekansları, o taneciğin sahip olduğu enerji seviyelerini verir.

Newton fiziğinde dalga ve parçacıklar birbirlerinden ayrı şeyler olup bunlardan parçacık özelliği temel iken, kuantum fiziğinde dalga ve parçacık özelliği eşdeğerdir, aynıdır. Bu nedenle atom altı boyutta tanecikler, ne dalgadır ne de parçacıktır. Bir olayın dalgasal olarak tüm ihtimallerinin bir arada bulunduğu süperpozisyon durumunda bir tanecik, her iki özelliğin muğlak karışımı olan “dalga paketi” halindedir. Deneyin, gözlemin türüne bağlı olarak ya tanecik ya da dalgacıktır. Bunu demin de belirttiğimiz gibi, taneciğin her iki özelliğini belirsizlik ilkesince aynı anda belirleyemediğimiz, gözlemleyemediğimiz için, bir özelliğini tanımlamak diğer özelliğini bilmeye engel teşkil etmektedir. Başka bir deyişle parçacıklar, tanecik özelliğini ortaya koyduğunda dalgasal özelliği yoktur, dalgasal özelliğini ortaya koyduğunda da parçacık özelliği yoktur.  “Dalga paketi” ni daha iyi anlamak için çift yarıklı deneye baktığımızda, gözlemcinin deneye yaklaşım tarzının parçacığın tanecik özelliğini mi yoksa dalgasal özelliğini mi bize göstereceğini belirlemekte idi. Eğer taneciğe hiçbir şekilde bakmaz, deney gerçekleştirmezsek o zaman tanecik, dalga paketi şeklinde mevcut olacaktır.

Nesnelerin, klasik fizikteki gibi önceden belirlenebilen tüm özelliklerine rağmen, kuantum boyutlarında, taneciklerin süperpozisyonu dolayısıyla onlar hakkında hiçbir şey söylenemez. Onların özellikleri hakkında bir şeyler söyleyebilmek, haklarında bilgi sahibi olmak için, gözlemleme ile onları, süper pozisyon durumundaki hayaletimsi yapıdan, dünyamızda boyut kazandırmak suretiyle onların varlıklarını oluşturmak, maddeleşebilmek, gerekmektedir. Daha doğrusu tanecikler bize, madde olmadıkları halde maddemsi olgusunu duyumsatmaktadırlar. Bu yüzden gözlemlemediğimiz müddetçe atom altı boyutta neden-sonuç ilişkisine bağlı sıralı olaylar bulunmaz. Parçacıklar olması gereken tüm olasılıkları barındıracak şekilde serbestçe, hiçbir şeyle sınırlanmaksızın her yöne doğru özgürce hareket edebilmektedirler. Bu hareketleri de, yolları (doğrultuları) tıpkı bir çalı süpürgesine benzer şekilde çatallanarak zamanda ileri doğru olasılıklı yollar şeklinde olabildiği gibi, aynı biçimde zamanda geriye doğruda olabilmektedir. Yani kuantum fiziğinde, klasik fizikte olduğunun aksine, zamanın ileri doğru ya da geriye akmasının bir önemi yoktur. Bir parçacık için, zamanın geriye akışı da (yolculuğu da) söz konusudur ve o boyutta bu durum normaldir. Böylece, shördinger dalga denklemi gelecek için birçok olası ihtimalleri önceden haber verdiği gibi, aynı şekilde sağduyumuza uymayacak bir biçimde geçmiş zamana dönük olarak da birçok olası geçmişi haber vermektedir.

Dolayısıyla, tek bir noktadan bu şekilde olası geleceğe bakabileceğimiz gibi, geçmiş olarak yaşadığımız şey de, aslında sonsuz sayıdaki sayısız olası geçmişlerin birbirlerine nüfuz ederek bir girişimin ortaya çıkarttığı en muhtemel geçmişin bir görüntüsü olduğunu görebiliriz. Yani, kuantum fiziğinin belirsizlik ilkesince evrenin tek bir geçmişi değil, dalgasal biçimde tüm olası geçmişlere sahip paralel evrenler şeklindeki geçmişleri mevcuttur ve her biri eşit derecede şimdiki evrenimiz kadar gerçektir. Ve bu olası geçmişlerin girişimi sonucu ortaya çıkan en muhtemel geçmişi ise, bilinç belirlemektedir. Daha doğrusu bir anlamda, onu araştırmaya kalktığımızda geçmişi de o anda oluştururuz.

Özetle, klasik fizik ya da yaşadığımız boyutta olaylar geri dönüşümsüz olarak hep tek yönlü ileriye doğru akarken, kuantum fiziğinde zaman, dolayısıyla olaylar hem ileri hem de geriye doğru gelişebilirler. Bu yüzden, tanecikler arası mesafeler ne olursa olsun mekansal anlamda ani etkileşimler mevcut olduğu gibi, farklı zaman noktaları arasında da yani, geçmiş, şimdi ve gelecek kavramı ortadan kalkarak bu ani etkileşimler gerçekleşebilmektedir. Tıpkı çift yarıklı deneydeki taneciklerin, karşılaştıkları (hesapta olmayan) yeni duruma karşı geçmiş durumlarını etkilemeleriyle, (geçmişe doğru zamanda yolculuk yapıp deneye uygun diğer alternatif özelliği ile yola çıkarak)(4) hemen o anda değişime uğramaları (ki bu esnada gözlemci sadece o andaki değişimi görür), farklı özelliklerini, davranış biçimlerini ortaya koymaları gibi. Detaylı olarak, “Düzensizliğin Düzeni Ve Kuantum Bilinç” başlıklı makalemizde değindiğimiz çift yarıklı deneyinde mesela, tanecikler tek tek çift yarıktan dalgasal özelliğini kullanarak her iki delikten aynı anda geçmesine karşın, perdeye ulaşmadan deney türünü değiştirdiğimizde yani, perdedeki dalga ölçer yerine, parçacık ölçeri (dedektörünü) devreye soktuğumuzda, o anda yarıklardan parçacık özelliğini kullanarak iki delikten sadece birinden geçmiş olduğunu bize göstermekteydi.

Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, şu anki düşünce biçimi ve davranışlarımızın, geçmişteki durumlarımızı etkilemiş olsa da bu, yaşadığımız boyut açısından yine de bizlerin ellerimizle yaptıklarımızın bir sonraki aşamada bilfiil yaşayacak olmamızı değiştirmez, bilakis bu durumu daha güçlü kılar. Deneylerle kanıtlanmış olan bu kuantum olgusu, ayrı bir düşünce deneyiyle Prof. Fred A. Wolf tarafından şöyle ifade edilmektedir:

Bildiğimiz üzere fotonlar, 15 milyar yıl önce big-bangle başlayan çoğul evrenin bir, iki dakika sonrasında yayımlanmaya başlamış ve fotonlar o andan itibaren bize doğru yolculuk yapmaya devam etmektedir. Ancak ışık, galaksilerin ya da dev karadeliklerin uzay-zaman geometrisini bükmeleri dolayısıyla, çekimci mercek etkisine uğrayarak yollarından saparlar (bu yüzden olması gereken yerden farklı noktalardan görünürler) ve böylece bir fotonun izlemesi gereken yollar oldukça fazlalaşır. Kuantum fiziğini göz önüne aldığımızda, biz bu olayı gözlemlemediğimiz müddetçe fotonun izlemesi gereken bu olasılık uzayları (evrenleri) süperpozisyonda iç içe geçmiş vaziyette bulunurlar. Yani biz bu durumu incelemediğimiz müddetçe bir foton, tıpkı çift yarıklı deneyde dalgasal hareket eden tek bir foton ya da elektronun aynı anda iki delikten geçmesi gibi, dalgasal özelliği ile hareket ederek tüm yolları aynı anda kat etmektedir. Ancak biz, fotonun muhtemel geliş güzergâhına kameralar yerleştirmeye karar verdiğimizde, yine tıpkı çift yarıklı deneydeki olaya bakışımızın parçacığın hangi özelliğini ortaya koyacağını belirlediği gibi, foton dalgasal özelliğini bırakarak parçacık özelliğini sergileyecek ve bu yollardan sadece birini seçerek ilgili açıdaki kameralar tarafından görüntülenecektir. Yani bir hafta önce verilen bir karar, 15 milyar yıl önceki ortamı (durumu) etkilemektedir. Demek ki bizler her an verdiğimiz bir kararla geçmişimizi etkileyerek aynı zamanda bunun günümüzde açığa çıkışını meydana getirmekteyiz.

Devam edecek...

(bkz. Evrensel Sırlar / Sistemin Seslenişi II / Taoizm - Budizm - Totemizm – İslam – Ahmed Hulusi (www.ahmedhulusi.com ) / Mistik Düşünce Ve Yeni Fizik- Michael Talbot / Karadelikler Ve Bebek Evrenler – Stephan Hawking /Son Üç Dakika – Paul Davies / Kuantum Benlik - Danah Zohar/ Zamanda Yolculuk – J. H. Brennan / Kuantum Fiziği Ders Kitabı – Prf. Dr. Erol Aygün (Ankara Fen Fakültesi) / Tubitak Bilim Ve Teknik Dergisi – Ekim 2000 )

(1) Eğer gaz ve toz bulutları Güneşin kütlesinin %8’ inden daha az ise, kütle çekim kuvveti bir nükleer reaksiyonu başlatacak ısı ve basıncı oluşturamayarak sınır değerin altında kalır ki, bu tip yapılara da “Kahverengi Cüce” adı verilir. Buna en iyi örnek Jüpiter gezegenidir. Eğer Jüpiter, %8’ lik sınır değerin üstünde bir kütleye sahip olsaydı, o zaman bir gaz gezegeni değil, Güneşin ortağı olarak bir çift yıldızlı sistem oluşturmuş olurlardı.

(2) Bunun anlamı 1 in yanına 19 sıfırı yazıp okuyun demektir.

(3) Klasik boyutlarda bir cismi görmemiz için cisme doğrulttuğumuz ışınların maddeler üzerinde hiçbir etki yokken aynı durumun kuantum boyutlarında etkisi çok büyüktür.

(4) Bu durumu takyonlarla da açıklayabiliriz.

 

 
 
İstanbul - 26.12.2006
hologramk@yahoo.com
http://sufizmveinsan.com