Din-Bilim Soru ve Cevapları

9. Bölüm

Fiz.Müh. Kenan Keskin
 

*  Âlemlerin aslının nasıl hayal olduğuna tekrar değinerek, bundan çıkan bazı sonuçlar ile sorulara açıklık getirebilir misiniz?

Kuantum fiziğinin bulgularına göre, evrendeki tüm madde, aslı olan enerji ile birlikte daha öz boyutlarda, bilinç titreşimlerine, enerji-bilgi paketlerine dönüşmekte idi. Biraz daha açarsak, derinliğine indiğimizde maddenin, atom, çekirdek, kuark...gibi çeşitli boyutlarını geçtikten sonra, aslında enerji bir yapı olduğu, madde katmanları ve madde görünümünün de, bu enerjinin daha yoğun bir enerji görünümünden başka bir şey olmadığı, daha öze indiğimizde ise, artık enerjinin daha da latif başka bir türüne değil, tamamıyla farklı bir biçimde “enerji-data ya da dalga-bilgi (bilinç) paketleri hareketliliği” diyebileceğimiz bir şekline dönüşmekte olduğunu ifade edebiliyorduk. Burada kastedilen bilgi, şartlandığımız şekildeki bilgi türü olmak yerine, tıpkı bilgisayarda görüntü ve sesin aslında, doğru akımla hareket eden elektrik akımları üzerindeki, 0 ve 1’ den kurulu bir dille kodlanmış veriler olması gibi (bu kodlar, doğru akımda olduğu gibi, elektromanyetik dalgalara da yüklenebilmektedir), Salt Data diyebileceğimiz Allah’ın 99 isminden kurulu bir dille oluşmuş enerji-data kodları (terkipleşmiş bütünlük) şeklinde olmaktadır. Şimdi yukarıdan aşağıya bakış açısıyla tekrardan aynı olaya bakacak olursak, gerçekte sonsuz-sınırsız enerji-data okyanusunda yer alan ve her an gelen bilgiyle yeni bir şan alan enerji-datalarının, tıpkı hologram plakasına yansıtılan lazer ışınlarının, dışta üç boyutlu durağan ya da hareketli görüntüler oluşturması gibi (ki bu ışın, enerji-data boyutunun dışından değil, yine enerji- data boyutu içinde olmaktadır) projeksiyonuyla var olan enerjinin, kademe- kademe yoğunlaşmasıyla algıladığımız ya da algılayamadığımız madde ve katmanları meydana gelmekte, bu nedenle gerek projeksiyon sonrası, yoğunlaşma ile katmanları oluşturan enerjiye, gerekse de projeksiyonu meydana getiren enerji-data boyutuna göre madde, tamamıyla bir hayalden ibarettir. Başka bir açıdan, madde ve katmanı olan enerji, onu yoktan meydana getiren ya da projekte eden enerji-data boyutuna göre bir yanılsama olarak sanal gerçeklikten başka bir şey değildir. Daha ayrı bir ifadeyle, evrenimizin tüm katmanları, “evren içre evrenler” ve “paralel evrenler” dediğimiz tüm âlem, her an hareket halinde olan bu enerji-data boyutundaki kodların birbirlerini deşifre etmesinden başka bir şey değildir. Ve dahi, enerji-data boyutundan madde olarak algıladığımız bu boyut bile aslında, yine kendince kodlardan, şifrelerden oluşmuş olup beynimiz duyu organları vasıtasıyla bunları deşifre etmektedir. Hologram plakası ve önünde oluşan görüntüleri düşünün. Suretli görüntüler birbirlerini ve kendilerini maddesel (somut) olarak algılarken, plakadaki kodlara göreyse tüm bunlar, bir sanal gerçeklik, bir hayaldir. Plakadaki dalgasal şifreler, açığa çıkmadıkları zamansa yani, bilgiler projekte edilmediği taktirde ise, bu suretler tamamen ortadan kaybolurlar. Böylece, madde-mana ikilemi ortadan kalkmakta, her şeyin varlığını oluşturan şeyin, manalar olduğu hatta terkibe girmemiş Salt Data dan ibaret olduğu görülür. Dolayısıyla, enerji- data boyutundaki projeksiyon tamamen kesilse, madde ve madde ötesi madde boyutları da tamamen ortadan kalkmış olur. Yaşadığımız boyutun bir hayalden oluştuğunu Hz. Resulullah “insanlar uykudadır, ölünce uyanırlar”, “ölmeden önce, ölünüz”, “dünya müminin rüyasıdır” veya

“ mümin rüya görmez, gördükleri rüyadır” derken Kuran ise, “bu dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir” (6/32) diyerek bunu açıkça ifade etmektedir.

“Nokta” daki Esma mertebesinin (terkibe gelmemiş Salt Datanın) açılımı (projeksiyonu) olan ve dini tabirle her şeyin aslı, orijini (kaynağı) olan Ruh Adlı Meleğin (Kürsünün), projeksiyonu olduğu boyutun, tüm özellik ve vasıflarını, Zatı ile kaim olarak içermesi ve sahip olduğu bu vasıf ve özellikleri ile meydana getirdiği enerji-data boyutunun sonsuz-sınırsız olması, bu boyuttan meydana gelen tüm enerji ve madde boyutlarını da sonsuz, sınırsız kılmaktadır (bu arada, bir yönüyle projekte boyutunu, bu Ruh Adlı Meleğin bedeni, enerji data boyutunu da bu bedenin Bilinci olarak düşünebiliriz). Başka bir deyişle, gerek maddesel katmanımızı gerekse de algılayamadığımız sonsuz kendince maddesel olan katmanları meydana getiren enerji boyutunun da, bir başı ve sonu yoktur. Bu sonsuz enerji denizi ve bunun yoğunlaşmalarıyla meydana gelen tüm sonsuz evren içi evrenler, paralel evrenler bütünü olan âlem dahi, bölünmez-parçalanmaz enerji-data boyutunun bir “an” lık dalgalanmasıyla meydana gelmiştir. Böylece âlem ve âlemler,  bir “an” içinde var olup  tekrardan yok olan ve tekrardan başka bir “an” da görünen çok boyutlu Tek kare dalga- bilgi okyanusunun, tıpkı kendi Tek Kare Resim içinde de olduğu gibi, her an yeni bir şan alması, değişmesi sonucu yokluktan meydana gelmekte ve yine o “an” içinde yok olmaktadır. Yani, ister bir “an” ın projektesiyle oluşan tek bir âleme bakalım istersek “an” lardan oluşan projektelerle oluşmuş âlemlere bakalım fark etmez, tüm âlemler, yokluktan meydana gelmiştir. Ve bu iki “an” arası yoklukta, tamamen durulan enerji-data dolayısıyla da, projeksiyonu yani, sonsuz evren içre evrenler, paralel evrenler de, tamamıyla yok olurlar. Ve bu sonsuz “an” lar ise, bu “nokta” nın (Salt Datanın) tek bir nazarından (bakışından, projeksiyonundan) ibarettir. Gerçekte Tek Bir “An” daki “Nokta” olan bu “nokta” lar ise, sonsuz olup her bir “nokta” açılımı farklı farklı Kürsüleri dolayısıyla farklı, farklı evren içre evrenleri...vs. meydana getirmekte, fakat çok farklı bir yapı ile. “Nokta”nın batını ise “Ama”. “Dehr” kelimesi ile anlatılmak istenen boyut, bu sonsuz-sınırsız platformdaki “nokta” ların bulunduğu boyuttur. Tek bir “nokta” açılımının (projeksiyonunun), projeksiyonu olan sonsuz evren içre evrenler boyutu yani, bizim Hiper Uzay dediğimiz boyut değildir. Bu yüzden, tek bir “nokta” nın zuhuru ve dolayısıyla sonsuz “nokta” lar içinde tek bir “nokta” olan İnsan, Dehr’de gerçekten anılası bir şey değildir. “Nokta”, “nokta” nın projeksiyonuyla yokluktan oluşan enerji-data boyutu ve bu sefer bu enerji-data boyutunun projektesiyle yoktan var olan evren içre (boyut, boyut) evrenler gerçeği geçmişte, âlemlerin aslının hayal içinde hayal içinde hayal şekliyle özetlenmiştir (1).

Maddenin de, onu meydana getiren enerji ile birlikte sonsuz ve sınırsız olması, mekânsal anlamda maddenin dışı diye bir şeyin olamayacağını, bunun yerine ancak onun katmanları ve Özünden, Hakikâtinden bahsedilebileceğini bize söyler. Maddenin mekânsal anlamda ötesi diye bir şey olmadığı, olamayacağı için de gerek bilimsel, gerekse de dinsel anlamdaki madde ötesi oluşumları maddenin özünde, onun boyutsal derinliğinde olarak anlamak zorundayız. Bu yüzden, ahiret, berzah, mahşer, cehennem, cennet boyutları, melekler, yedi kat yer ve semaları, Kürsü, Arş, Esma, Sıfat ve Zat boyutları yani, yaratılmış ve yaratılmamış tüm boyutlar, maddenin ya da madde olarak algılanan sınırlı enerjinin öz boyutlarında mevcut olup holografik sistem dolayısıyla da aynıyla yine bir enerji yığını olan insanın Hakikâtinde, boyutsallığında yer almaktadır. Bu yüzden de Hz Resulullah, “Allah’ım bana eşyanın (şeyin çoğuludur) Hakikâtini göster” diyor. Burada “Hakikâti” demek, şeylerin hakikâtinin ötelerde, ötede, ötesinde değil, o şeyin “zerre külün aynasıdır” hükmü dolayısıyla, sahip olduğu holografik özelliğiyle kendi Bilincinin, yapısının Özünde olduğunu açıkça belirtmektedir. Zaten daha önceki yazılarımızda da açıkça değindiğimiz üzere, kuantum fiziği bize, kuantum boyutunun nesnenin kendisinden farklı bir boyut olmak yerine görünen canlı, cansız tüm nesnelerin bir boyuttaki yapısı ve davranışını anlatmıyor muydu? Kuran’ın “B sırrı” denilen sırrı anlama, idrak etme ve bunu yaşama dönüştürme yolunda en genel, geniş anlamıyla Kuantum Fiziğini çok iyi değerlendirmemiz gerekir. Burada anlatılan “eşyanın (şeylerin) hakikâti” ise, algı sınırları içinde olsun ya da olmasın tüm sonsuz türden varlığı ve boyutu oluşturan, bu enerji- data veya enerji-mana boyutunu, dolayısıyla da Salt Data boyutunu kastetmektedir. Bu nedenle gerek Resulullah’ın gerekse de onun varisleri olan evliyanın, kendilerine yönelenleri bilmesi bu yönüyledir (beyinler arası dalgasal iletişim, bunun sonucu olarak zahir boyutta gerçekleşmektedir). Yine aynı şekilde, her şeyin Kur’an’da bulunması, onun Özünün (Ümmül Kitabın), eşyanın Özü ile aynı olması nedeniyledir. Yoksa her şeyin kelime kelime onda yazılı olması kastedilmemektedir.

Nasıl ki, enerjinin yoğunlaşmış hali olması sebebiyle maddeyi, enerjiden çekip alamıyorsak aynı şekilde madde-mana (bilinç) de aynı şeyin farklı yönleri (yüzleri) olmaları sebebiyle birini diğerinden ayıramayız. Çünkü şartlandığımız gibi madde, enerji, mana ayrı, ayrı şeyler olup da birbirlerini bu şekilde etkilememektedirler. Bu bilimsel temele dayanan gerçekleri hiçbir zaman aklımızdan çıkartmamalı, bu konuda okuduğumuz her şeyi bu temel esasa dayalı olarak inşa etmemiz gerekir. Yoksa kaos ve çelişkiler kaçınılmaz olur. Madde ve mana ayrımı, ancak tanrısal ve tanrısal gözle açıklanan din anlayışında geçerlidir ki, madde-mana ikileminin hiçbir zaman var olmadığının gösterilmesi sonucu, tanrı anlayışına dayalı olarak anlatılan tüm sistemler de çökmüş, iflas etmiş durumdadır. Her katmanı sonsuza uzanan sonsuz boyutlu evrende iki farklı sisteme yer olmadığını modern bilim bize açık seçik ispatlarken Kuran’ da ise bu, “ eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka İlahlar olsaydı, ikisi de fesada uğrardı. Arşın Rabbi olan Allah onların vasıflandırmalarından münezzehtir” (21/22), “ Allah’ın sünnetinde (sistem ve düzeninde) asla değişiklik yoktur” (42/43) diyerek birbirlerinin varlığına göre mevcut bulunan Tanrıların, Tanrının gerçekte yok olduğunu tek bir sistemde Tek Bir İlim ve Kudretin bulunduğunu açıkça söylemesine karşın, hele hele bir de bu verileri akademik düzeyde bilimsel olarak anlamaya çalışıp bundan ötürü de belli bilimsel akademik payeler alan din uzmanlarının (ki, hepsini kastetmiyorum) tüm bu bilimsel verileri görmezden gelerek bunları bir kenara bırakıp hâlâ bundan yüzlerce, binlerce yıl önceki insanlar gibi hatta, daha geçtiğimiz yüzyıla bile hitap etmeyen, günün bilimsel anlayışına ters gelen, uymayan çağ ötesi anlayışlarla yorumlama yapmaları ve sonuçta, bırakın insanı ikna, tatmin etmeyi bunlardan bir kısmının işi komediye dönüştürdüklerinin farkında bile olamamaları maalesef hayret vericidir.

Şimdi haklı olarak şöyle bir soru sorulabilir: Eğer her şey hayalden ibaret ya da sanal gerçeklikse o zaman Resul ve Nebilerin bildirdikleri birer hayal mi? Kendisinin de açıkça dile getirmesine karşın, Hz Resulullah bize hayal mi anlattı? Önerdiği çalışmalar, kabir hayatı, berzah yaşamı, mahşer, cehennem ve cennet boyutları birer hayal mi? Gerçeklik dışımı? Evet, her şey hayalse tüm bunların, yaşamın anlamı ne? Bundan önceki yazılarımızda ve bilhassa kuantum fiziği ile ilgili açıklamalarımızdaki kesin bilimsel verilere göre, algıladığımız dünya gerçekten bir hayalden ibarettir. Ancak, bir boyutun hayal olması, o boyut itibariyle değildir. O boyut itibariyle her şey Hak ve gerçektir. O boyutun hayal olması bir üst boyut ya da boyutlar itibariyledir. Yani bir boyut, üst boyutlara nispetle bir rüya hükmündedir. Bu yüzden, insanların uykuda oldukları, ölünce uyanacakları ya da müminlerin (Müslüman demiyor, mümin diyor yani, daha derinlikli düşünebilen, görebilen anlamında) rüya görmediği, gördüklerinin rüya olduğu ifade edilerek ölmeden önce ölmek suretiyle gördüklerinin daha doğrusu, yaratılmış olan tüm boyutların rüya olduğunun farkında oldukları belirtilmektedir. Keza, ölüm ötesi boyuta geçmesi sırasında Resulullah’a, “Allah, sana ikinci bir ölümü tattırmaz” denerek, yine bu noktaya işaret edilmiştir. Ancak bu, sistemin bir yönü olduğu için, sistemin başka başka yönlerini de görüp tüm bunları bir bütün olarak değerlendirme yapmamız gerekir. Dolayısıyla sapma, olayı kavrayamama, yanlış anlama, anlaşılma...vs hep sistemin bir yönünü değil, tüm yönlerini açıklayan Kuran ve Resulullah açıklamalarını bir bütün olarak dikkâte almamaktan kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, sistemin bir yönünü ele alıp sistem bundan ibaretmiş gibi düşünemeyiz. Çünkü sistemde işleyen bir kural da, dünya yaşamı içinde de geçerli olan bir sonraki aşamada ya da geçilecek boyut, boyutlarda yaşanılacak olanların, bir öncekinin, bir önceki yapılan düşünce ve fiillerin sonuçlarının otomatikman yaşanması olayıdır. Yani, insan hangi boyuta geçerse geçsin her zaman bulunacağı boyutu gerçek, somut olarak algılayacak ve bir önceki aşamadakilerin sonuçlarını (karşılığını) orada somut olarak alacaktır. Bu yüzden, sistemde (velev ki bilmiş dahi olsak) gerekli önlemleri almayıp bir sonraki boyutun kurallarına göre gereken şekilde şu anda hazırlanmamış olursak, bir başka boyut göre hayal olan o boyut ve sonraki aşamalarda acı ve ızdırap kaçınılmaz olacaktır. Tıpkı şu anda da üst boyutlara göre sanal boyutta yaşamamıza rağmen acıyı, ızdırabı, sıkıntıyı yaşadığımız gibi. Dolayısıyla, varlığın aslının hayal olması başka bir şeydir, hem bulunduğu hem de geçiş yapacağı boyutlar için, birimin gereken çalışmaları yapması ayrı bir şeydir. Bunları asla birbirine karıştırmamak gerekir. Böylece, ölüm ötesi boyuta göre bu dünya yaşamı, hem de üç-beş saniyeye tekabül eden bir rüya hükmünde ise ve aynı şekilde mahşer yaşamına göre kabir hayatı, cehennem yaşamına göre mahşer ve o ana kadar olan tüm aşamalar birer yanılsamadan ibaret olsalar da bulunulan boyutun yaşamı dünya yaşamı gibi somut ve gerçekçidir, duyulan azap ve sevinçler de. Bu sebeple, Resul ve Nebiler, asla hayal olan bir şeyi değil, birimin, hem maddi hem de manevi azabın kaynağı olan, gerçekçi algılanan boyutlardan kendisini kurtarabilmesi için, bedensel ve dinsel (enerji ve ilmi) gerekli çalışmaları önererek, var olan tüm bu boyutların, birimin Hakikâtine ait özelliklerinin projeksiyonuyla oluştuğunu fark ettirmek, böylece birimin, gaybındaki Öz Bilincin meleki kuvveleriyle (ki bu gayb olmaktan çıkar) bu meleki boyuta kıyasla sanal olan boyutlar ve varlıklarından etkilenmemeyi, o boyutlar ve canlı türlerine yön vermeyi sağlamaktadırlar. Tıpkı ateş içindeki Hz. İbrahim (as)’ ın, o ortamdan etkilenmeyip üstelik bir de zevk içinde olması gibi. Azabın her türünden kurtulabilmek için, yaşanılan ve yaşanacak olan boyutların sanal (hayal) olduğunun bilinmesi değil, bizatihi şuurunda yaşanılması gerekir. Bilgi yaşantıya dönüşmediği sürece, boyutların sanal olduğunu bilmek, kurtulmayı sağlayıcı bir faktör olamamaktadır. Özetle, Resul ve Nebiler, Öz Bilincimizin bu boyutta kendisini yine kendisine, yani bizlere fark ettiren dilleridir.

Tüm bunları göz önüne aldığımızda, şeylerin Hakikâtini bilende, şeylerin kendisi mevcut olabilir mi? Ayrıca, şeylerin Hakikâti ile insanın Hakikâti aynı ise bizler, Allah’ın melekleriyle birlikte Salat ettiği Resulullah’a, çok çok salavat getirmemizi, O’na uymamızın Allah’a uymak olduğunu, O’na uymamanın ise, Allah’a karşı gelmek olduğunu ve Ondan neden şefaat dilenilmesi gerektiğini, “Ben de misliniz olarak beşerim” diyerek, kendisinde var olan Hakikâtin İlim ve Kudretin aynıyla insanda da mevcut olduğunu, bu yüzden Ona yönelmemiz gerektiğini, yönelirken Onunla birebir muhatap olduğumuzu, “bana Kuran verildi bir misli de bende var” diyen Resulullah’ın, içinde olmadığı bir dinin olamayacağını ve Onsuz Kuran’la, hiçbir yol kat edemeyeceğimizi fark edebiliyor muyuz? Eşyanın Hakikâtini müşahede eden Hz. Muhammed’den (sav) ve O Hakikâtten kapasitelerince algılayan evliyaullahtan, aynı Hakikâte sahip birimlerin yardım dilerken acaba kimin, kimden ne dilediğini, nasıl dilediğini...vs anlayabiliyor muyuz?. “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın, onlar diridirler” ayetinin tecellileri olan ve Allah yolunda, Resulullah tarafından büyük cihat olarak adlandırılan nefsini (benlik bilincini) kurban etmek suretiyle O’ nun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olan evliyanın (gerçek olanlarını kastediyorum) dünyayı terk ettikten sonra da canlı, dipdiri bir şekilde gelenleri algılayıp onların veritabanlarına (programlarına) göre cevap verdiklerini idrak edebiliyor muyuz? Ve dahi, Özümüzün açığa çıkartamadığı kuvveleri olarak onları görüp şirksiz bir biçimde onlardan yardım talep edebiliyor muyuz? Eğer o kişi, gerçekte böyle biri değilse yine de oluşanın kendi kuvvelerimizin ürünü olduğunu anlayabiliyor muyuz?...

( Allah, Evrensel Sırlar, Okyanus Ötesi 1, Dua Ve Zikir, İnsan Ve Dİn, Yenilenin – Ahmed Hulusi )

(1) Bu konuya, dalgaların ana yapısı olan Stringler ile ilgili detaylı yazacağımız yazıda tekrar değineceğiz.

 

 
 
İstanbul - 26.09.2007
hologramk@yahoo.com
http://sufizmveinsan.com