“Karanlık
Madde” sahip olduğu çekim etkisiyle evrenin
genişlemesine engel teşkil ederken, “Karanlık Enerji”
ise bunun tam tersine, evrenin genişlemesini
sağlamaktadır (1). “Karanlık Enerjinin”, “Beşinci
Kuvvet” olarak adlandırdığımız “Boşluk Enerjisi” olduğu
düşünülmektedir. Bildiğimiz gibi, evrendeki
tanecikler, o tanecikleri temsil eden “alanların” belli
düğümler arasında yoğunlaşmış enerji bloklarıydı.
Mesela, pionlar, bir “Pi Mezonu Alanının”, fotonlar bir
“Elektromanyetik Alanın”, “pozitronlar” da bir “Pozitron
Alanının” Kuantlarıdır. Parçacıklara karşılık gelen
“Alanlar” farklı şekillerde de tanımlanmaktadır. Bu
arada bu Alanları, Tek bir “Alan” adı altında
birleştirme işlemine ise “Büyük Birleşik Alanlar
Teorisi” ya da “Her şeyin Teorisi” adı verilmektedir.
Haysenberg’in “Belirsizlik İlkesine” göre de “boşluğun
tamamen boş olmasının, boşluğun tanımlanması” anlamına
geldiğinden o boyutta “boşluk” un tamamen “Enerji
Alanları”, dolayısıyla taneciklerle dolu olması gerekir.
Bu yüzden “boşluk” olarak düşündüğümüz “gerçek vakum”
ortamı (boyutu) ilk bakışta bile, bir “Enerji Alanının”
ya da “Alanlarının” asla “Sıfır” olamadığı böylece,
“Sıfırın” üstünde, ancak en alt enerji seviyesinde (0,1
gibi) bir gitarın telleri gibi sonsuz olası
şekillerde titreşen dalgalar ve onların bir görünümü
olan parçacıklarla tıka basa doludur. Sıradan bir
hesaplamayla bile bu en alt enerji düzeyine denk düşen
“boşluk enerjisi”, çok düşük enerji seviyesine sahip
“Kuantum Alanlarını” barındırmış olsa da, sonsuz
sayıdaki titreşim biçimlerine karşılık gelen (çünkü
sonsuz sayıda enerji (dalga) olasıdır, yani
“Süperpozisyon” ilkesi) bu küçük enerji seviyelerini üst
üste koyduğumuzda sonsuz bir değer elde ederiz.
Dolayısıyla, evrenin her yerinde bulunması nedeniyle
çok küçük bir alandaki toplam “Vakum Enerji” miktarı,
evrenin bilinen tüm enerji miktarının toplamından (ya da
enerji kütle eşitliğinden ötürü, toplam kütlesinden) çok
daha fazla olmaktadır. Mesela, birtakım şeyleri
ihmal ederek bu toplamı yaptığımızda bile, bir
santimetreküpteki “Vakum Enerjisinin” ya da enerji,
kütle eşdeğerliliği formülünce kütlesinin, evrenin
bilinen 10 üzeri 50 ton olan ağırlığından, kıyasa
gelmeyecek ölçülerde çok daha yüksek olduğu
görülmektedir.
Bu
“Boşluktaki Alandan” yaratılan tanecik çiftleri, belli
bir süre titreştikten sonra tekrar birleşerek bu “Alana”
geri dönüp yok olurlar. Serbest hareket edememelerinin
nedeni ise gerçek (kararlı) parçacıklar arasında tanecik
türüne göre geçerli olan kuvvetlerin, bu “fermion türü”
sanal parçacıklar arasında da geçerli olmasıdır (“boson
çiftlerinin” bir araya gelmesi ise, fermionlardan farklı
olarak “belirsizlik ilkesinin” sonucu olarak oluşur). Bu
“Uzay Boşluğundaki” parçacıklar, maddesel dünyamızı
oluşturan parçacıklar gibi “Kararlı” olmadıklarından,
belli bir süre içinde var olmaları nedeniyle sanal,
edimsiz (kararsız) parçacıklar ismini alırlar.
“Boşluktaki” bu sanal parçacık çiftleri bir taraftan,
belli bir kütleye sahip olmalarından ötürü yığınsal
etkileri, “Kütle Çekim” etkisi yaratırken, diğer
taraftan da “boşluktan” yaratılmaları nedeniyle,
oluşturduğu “Kütle Çekim” etkisinin çok çok üzerinde
“Negatif” bir basınca sebep olarak “Kütle Çekimine”
karşı büyük bir güçle ters itim oluşturmaktadır.
Böylece “Vakum Enerjisi” yeni “Uzay - Zaman Alanı”
yaratarak evreni genişletmekte, evren hacmi genişledikçe
de “Boşluk Enerjinin” miktarı artmaya başlamaktadır.
Yani
kendisini besleyen bir sistemle evren sürekli
genişlemesini sürdürmektedir. Bununla birlikte bu
“Boşluk Enerjisinin” neden olduğu itici kuvvet,
değişiklik gösterdiği zaman da olmuştur. Öyle ki bu güç,
“Enflasyon Teorisi” olarak da bilinen yaratılışın 10
üzeri (-35) sn’ de bir an için evrenin 10 üzeri (50) kat
büyümesini sağlamıştır. Evreni çok hızlı genişletmesine
rağmen “boşluk enerjisi”, evrenin her yerini eşit
miktarda genişletmiş, evrenin homojen kalmasını
sağlamıştır. Ancak bu ani genişleme çok özel bir
durumdur. Genelde ve şu anda, “Karanlık Enerji”
evrenin her yerinde yine “uniform şeklinde” (eşit
düzeyde) yaratılmakta olup “kararlı” bir biçimde aynı
güçte evreni genişletmektedir. Ayrı bir deyişle bilinen
evrendeki madde ve enerji yani dev galaksiler, “Karanlık
Enerji Denizi” üzerinde tıpkı denizde oluşan (veya
yüzen) küçücük köpükler gibi birbirlerinden çok yüksek
hızlarla uzaklaşacak şekilde hareket etmektedirler.
Oluşumu ve yapısı gereği “Karanlık Enerji”, “Karanlık
Maddenin” galaksilerin etrafında olduğu gibi bir yerde
(bölgede) kümeleşmemektedir. Dolayısıyla “Karanlık
Enerji”, “Karanlık Maddeden” epeyce farklıdır. Eğer
“Karanlık Enerji” evreni eşit ve değişmez bir biçimde
genişletmeseydi, farklı deyişle, kontrolsüz olarak
davranış sergileseydi, bu Boşluktaki sonsuz Enerji
oluşumu, galaksileri, yani yıldızları, gezegenleri biz
canlıları, sıradan nesneleri, dolayısıyla evreni
atomlarına, temel yapıtaşlarına kadar çoktan ayrıştırıp
(parçalayıp) yok etmesi gerekirdi, ama olmadı. Evren
yine hassas bir değerde genişlemesini sürdürmektedir
(2). Bu da bize, Evrenin daha derin boyutta yer alan
“Mutlak Bir Bilinç” tarafından inceden inceye
hesaplanarak yaratıldığını açıkça göstermektedir.
“Boşluk Enerjisi”, evrenin genişlemesini açıkladığı
gibi, aynı zamanda evrenin ivmeli (artan bir hızla)
genişlemesine rağmen, “Hiperbolik Modeli” değil, “Düz
Evren Modelini” vermesini de bize açıklamaktadır. Çünkü
evrende bilinen madde miktarına “Karanlık Maddeyi"
eklediğimizde bile yine üçte ikilik büyük bir açıklık
giderilemiyordu. “Karanlık Enerjinin” bir üstte
ifade ettiğimiz üzere aynı zamanda bir kütleye sahip
olması dolayısıyla, evreni genişletmekle birlikte
evrenin yoğunluğunu kritik yoğunluğa getirmekte, böylece
evrenin “Düz Evren Modeli” şeklinde geometriye sahip
olmasını sağlamaktadır (3). Evren yoğunluğunun
kritik yoğunluğa yaklaşık eşit olması, ayrı bir değişle
birbirlerine olan oranın ‘bir’e eşit olması, String
Teorisinin öngördüğü “Plaka Evren Modelini” de
ispatlamış olmaktadır (4).
Big-bang sonucu “Karanlık Maddeyle” birlikte yaratılan
“Karanlık Enerji”, bundan beş milyar yıl önceye kadar
“Karanlık Madde” karşısında etkinliğini gösteremiyordu.
Çünkü evren daha küçük, dolayısıyla yoğunluğu ve haliyle
çekim gücü daha fazla idi. Evrenin genişlemesiyle
birlikte yoğunluğunun da bununla ters orantılı olarak
azalması, yavaş yavaş öncelikle bu zıt kuvvetin
birbirleriyle eşitlenmesini, daha sonra da hâkimiyetin
“Karanlık Maddeden”, “Karanlık Enerjiye” geçmesini
sağlamıştır. Bundan on milyarlarca yıl sonra ise
galaksiler birbirlerinden öyle uzaklaşacaklardır ki,
birbirlerine en yakın galaksiler bile (bizim
araçlarımıza göre) milyarlarca ışık yılı olan gözlem
ufkuyla ayrılacaklardır. Ve nihayetinde de “Entropinin”
öngördüğü “ısıl ölümle” evren yok olacaktır
(bkz. Din – Bilim Soru Ve Cevapları – 7 /Arz- Arş
–(4)).
Şimdi de “Vakumdaki (Boşluktaki)” durumu, daha derinden
anlayabilmek için “Alan Kavramını” göz önüne almamız
gerekir. Bildiğimiz gibi, Newton fiziğinde “Madde” ve
“Boşluk” iki ayrı kavram olarak ele alınır. Ancak A.
Einstein’ın “Genel Rölativite Teorisiyle” birlikte
“Çekim” dediğimiz şeyin, “Newton Fiziğindeki” gibi “Boşlukta”
hareket eden parçacık etkileşmeleri değil, uzayın kendi
yapısındaki eğrilikten kaynaklanan bir durum olduğu
ortaya çıkmıştır. Yani, zaman boyutuna doğru
uzayın eğim alması (ya da zaman boyutunun, uzayın
eğrilmesini sağlaması), “Çekimin” kendisi oluyordu.
Bu yüzden cisimlerin çevresine uyguladıkları “Çekim
Etkisi”, bu kütlelerin çevresindeki uzayı eğmesinden
kaynaklanmaktadır. Tıpkı gerilmiş bir bez üzerine
konmuş ağır bir güllenin, etrafında oluşturduğu bezdeki
eğrilikte hareket eden bir bilyeyi kendine çekmesi gibi.
Daha da ilginci, aslında kütle dediğimiz şey bile, bu
eğrilikten ayrı bir yapısı olmayıp aynı uzaydaki eğimden
ibaret olmasıdır.
Dolayısıyla “Kütle” ve “Çekim” dediğimiz şey
gerçekte, “Tek Boş Bir Alandaki” çeşitli eğriliklerden
başka bir şey değildir. Böylece “Madde” ve “Alan”
kavramı da tek bir şeye indirgenmiş olmaktadır. Bu
“Gravitasyonel Kuvvet” (Kütle Çekimi) ile “Kütle”
arasındaki durum, “Kuantum Boyutlarında” parçacık ve
ilgili kuvvetler arası ilişkiler için de aynen
geçerlidir. Böylece atom altı boyutlarda her şey, sadece
“Alanlarla” ifade edilebilmekte mesela, yazının
başlarında da belirttiğimiz üzere bir fotona ait
“Elektromanyetik Alanı” ya da bir pozitron, bir
elektrona ait pozitron, elektron Alanı şekline bürünen,
“Tek Bir Alanın” varlığı söz konusu olmaktadır. “Bozon”
olarak ifade ettiğimiz “Elektromanyetik”,
“Gravitasyonel” (Kütle Çekimsel), “Güçlü” ve “Zayıf
Nükleer Kuvvet parçacıkları, o “Alan” üzerinde
hareket eden titreşimlerken, parçacıklar da yine aynı
titreşim özelliğindeki “Alanın” bölgesel yoğunlaşmaları
olmaktadır.
Dolayısıyla, parçacıkların kuvvetler aracılığıyla
birbirleriyle etkileşimi, yine aynı “Alanda” ama farklı
yoğunlaşma ile kendini gösteren parçacıkların
birbirlerini aralarındaki aynı özellikli “Alan”
dalgalanmalarıyla etkilemeleri şeklinde meydana
gelmektedir. Parçacıkların hareketi ise, yine bu
bölgesel “Alan” yoğunlaşmalarının, “Alan” üzerindeki
hareketiyle oluşmaktadır. Bir parçacığın birden fazla
kuvvet alanına ve o alanın yoğunlaşmış şekline sahip
olması ise onun içsel özelliklerinin bir sonucudur.
Bununla birlikte, parçacıklar yok olabildikleri gibi,
“Vakumdaki” farklı parçacıklarla reaksiyonlara girerek
farklı “Alanların” parçası da olabilmektedirler. Özetle,
her ne kadar “Boşlukta” titreşen “Alanlardan” bahsetmiş
olsak da aslında tüm bu “Alanlar”, “Tek Bir Alanın”
farklı görünümlerinden, farklı eğim, şekil almalarından
başka bir şey değildir.
Bildiğimiz maddeyi oluşturan parçacık ve onların
“Alanları”, Kararlı Yapıda iken, “Boşluktaki” Sanal
Parçacıklar ve dolayısıyla “Alanları”, Kararsızdırlar.
Bu yüzden boşlukta oluşan Sanal Parçacıkların “Vakumda”
bir anda var olup yok olmaları, bu “Alandaki” parçacık
çifti, dolayısıyla “Alan Çifti” olarak belirip belli bir
süre sonra birleşerek yok olmalarıyla oluşur. Mesela bir
foton çifti yani, “Elektromanyetik Alan Çifti” böyledir.
Ya da bir gulon, graviton gibi “boson çiftleri” veya
proton, anti-proton gibi “fermion çiftleri”. Böylece bir
“fermion” olan elektron- pozitron çifti, bu “Alanı”
dalgalandırıp belli bir mesafe yol aldıktan sonra
aralarındaki “Elektromanyetik Çekim Kuvveti” nedeniyle
bir araya gelerek alanda yok olurlar. Daha doğrusu
“Alandaki” eğrilikleri yok olur. Uzayın her yerinde her
an, en hafifinden en ağırına kadar sayısız parçacık
türleri ya da Enerji Dalgaları (Alanları)” bu “Tek
Alanda” daima mevcutturlar. Aslında, uzay-zamandan
bağımsız, ama onu oluşturan bu “Tek Alan”,
bilebildiğimiz şeylerin de ötesinde, tüm fotonların da
özü olarak herhangi bir şeye bürünmemiş, yoğunlaşmamış,
başkalaşıma uğramamış yönüyle, sınırsız bir biçimde her
şeyi yapabilecek (gerçekleştirebilecek) Potansiyelle her
şeyin kaynağıdır. Bu bölünmez-parçalanmaz “Bütünsel
Alana”, çeşitli yönlerden yaklaşan ya da farklı bakış
açılarıyla aynı şeyi daha detaylı anlatmaya
çalışan başarılı teorilerden biri de David Bohm’un
“Hologram Teorisidir” (5).
Dolayısıyla “Hologram Teorisine” göre tüm “madde ve
enerji”, en temel düzeyde bulunan bir “Salt Enerji
Alanının” dalgalanması ve bu holografik özelliğe sahip
olan bu dalgalanmaların kendi içinde olaşan işlevin
neden olduğu Projeksiyon sonucu meydana gelmiştir.
Bilebildiğimiz, bilemediğimiz, tüm varlıkların meydana
geldiği bu “Tek Enerji Alanı”, tüm holografik özellikli
girişim dalgalarının da özü olarak bir terkip haline
gelmemiş yönüyle, sınırsız bir biçimde düşünebildiğimiz,
düşünemeyeceğimiz sonsuz Potansiyeli ortaya
çıkartabilecek “Salt Enerji” halinde iken, bu “Enerji
Denizi”, tıpkı su üzerindeki dalgalanmalar gibi, sadece
bir “an”lık dalgalanmasıyla, sonsuzluğa uzanan varlığı
meydana getirmekte ve sonra bu dalgalar yine o “an”
içinde aslına rücu etmesi sonucu “Salt Enerji”
Okyanusunda yok olmaktadırlar. Bu “Salt Enerjinin
Bilinci” olan ve “Nokta’ya (Hu’ya)” ait tüm özelliklere
ve vasıflara sahip olan “Kozmik Bilinç”, hayalinde bir
şey yarattığı anda, hayal âleminde bu şey “Enerji
Dalgası” olarak açığa çıkmaktadır. “Allah’ın
Özelliklerinin” sonu olmadığı için açığa çıkanların,
ortaya konanların da hiçbir sonu yoktur.
Bu
yüzden bu “Bilinçli Salt Enerji”, sonsuz “an’lardan”
sadece bir “an”lık dalgalanmanın sonucu olarak, tüm
boyutlarıyla (içinde bizim de yer aldığımız) sonsuz
evrenler dediğimiz “Kuantum Köpüğünü” ve bundan açığa
çıkan somut evrenleri meydana getirdiği gibi, bunun
yanında, farklı “an’lardan” her biri diğerinden farklı
dalgalanmalarla da “her an yeni bir yaratışla”
diğer sayısız ama yine sonsuz âlemleri, evrenleri
oluşturmaktadır. Ve bu farklı “an’lardan” oluşan
dalgalanmalar ise, durmaksızın sonsuza dek devam edip
gitmektedir. Ayrıca, bu dalgalanmaların her birinin
de kendi içinde bir başka şekilde “an”
içere“an’lardan” oluşan sonsuz, ayrı ayrı dalgalanmaları
ve bunların yok olması da söz konusudur ki, bu yönüyle
de Allah, “her an yeni bir yaratışta”
bulunmaktadır. “Kuantum Potansiyeli” itibariyle tüm
varlık, gerçekte farklı frekanslara karşılık gelen bu
“dalgalardan” ya da “bilinç (enerji) titreşimlerinden”,
“bilgi paketlerinden” ibarettir.
Ve her şey o boyutta, yani “Kuantum Potansiyelinde” olup
bitmesine karşın bizler, dünyayı, evreni, maddesel bir
biçimde gerçekten varmışçasına algılamakta, yaşamaktayız.
Başka bir deyişle, bildiğimiz ya da farklı boyutları
algılama aracımız olan maddesel beynimiz de dahil olmak
üzere şu anda bile o boyutta (holografik özellik
dolayısıyla sonsuzluğa açılabilecek) bir “bilinç
titreşimi” olarak yer almakta olup yine o boyutta
bizlerin (biz bilinç dalgalarının) uzantısı olan (aynı
“Potansiyel Alanda” yer alan) “an’sal” hareketli
frekansları çözebildiğimiz, deşifre edebildiğimiz ölçüde
bu dalgaları, (maddesel beynimizin kendisi de dahil)
maddi evrene dönüştürmekteyiz. Bu sistem, ölüm
ötesi boyutlar ile farklı boyutlarda yer alan diğer
varlık ve algılamaları için de aynen geçerlidir.
Varlığın ve ondaki tüm hareketliliğin, oluşumun kaynağı
olan, bir “an” lık açılımdaki “Sonsuz Enerji
Okyanusundaki” frekansların, her an değişmesi, dönüşüme
uğraması dolayısıyla da
“Allah her an yeni bir Şandadır”.
“Allah Esmasının”, yani “Soyut Özelliklerinin”, “Somut”
olarak açığa çıktığı ya da bir diğer ifadeyle “Çokluk
Boyutu” adı altında “Enerji Yapıya” dönüştüğü sınır olan
“Arş’ın”, “Su” üzerinde bulunmasının bir anlamı da bu
“Arş” boyutunun “Salt Enerji Okyanusu” üzerindeki bir
boyutta yer almasıdır.
Aynı
şekilde, “Yer ve Gök (Sema) bitişikken biz ayırdık
onları ve her canlı şeyi sudan halk ettik” ayetinin
bir anlamı da yine bu “Enerji Okyanusuna” işaret
etmektedir.
Sonuç olarak, maddenin boyutsal uzantısında, madde ötesi
maddesel boyutların ve tüm bunların kaynağı olan “Enerji
Yapının”
varlığı, “Karanlık Madde ve Karanlık Enerji” kavramını
bilinenin ötesine taşımaktadır.
(Yararlanılan Kaynaklar: Yenilen / Evrensel
Sırlar / Tekin Seyri / Sistemin Seslenişi II – Ahmed
Hulusi / Evrenin Kısa Tarihi - Joseph Silk / Evrenin
Evrimi Ve Yıldızların Oluşumu - W. J. Kauffman /
Fiziğin Taosu - Fridjof Capra / Son Üç Dakika - Paul
Davies / Evren Ve Yaratılış – Prf. Cengiz Yalçın /
Tubitak Bilim Ve Teknik- Temmuz 99 / Ocak 2004 /
National Channel – Bilinen Evren)
Not:
Konunun
daha iyi anlaşılması açısından Birinci Bölümdeki
“Bu da, şu anda görünen evrende, kritik hızın biraz
üzerinde genişlemesini sağlayacak düzeyde
fazladan bir maddenin, yani görünmeyen Karanlık Madde ve
Enerjinin var olduğunu bize göstermektedir” ifadesi,
“Bu
da, şu anda görünen evrende, kritik hızın biraz üzerinde
evreni parçalanmadan genişlemesini sağlayacak düzeyde
fazladan bir Maddenin, yani görünmeyen “Karanlık Madde
ve Enerjinin” var olduğunu, üstelik bu Maddenin de,
genişleyen evren hacmini her an dolduracak şekilde
yaratıldığını bize göstermektedir”
şeklinde olacaktır.
(1) Bazı ifadelerde “Karanlık Enerji” ve “Karanlık
Madde”, “Karanlık Madde” adı altında ortak da ifade
edilebilmektedir.
(2) “Karanlık Enerji” bilinen sabit genişleme ivmesinden
çok daha büyük olsaydı o zaman evrenimiz “ısıl ölüme”
uğramaksızın beklenenden çok, çok kısa süreler içinde
parçalanırdı. Ayrı bir deyişle, maddi temel
yapıtaşlarına ayrışarak yok olurdu. Ancak yapılan
hesaplamalar evrenin böylesine bir yok olmak yerine
çok daha uzun sürede ve daha yumuşak bir şekilde
yavaş yavaş donarak “Karadelikler” tarafından yok
edileceğini göstermektedir (bkz. Din – Bilim Soru Ve
Cevapları – 7). “Alan” Kuramınca (ya da Stringler
açısından) bu durum, dalgalanan evrenin tekrardan
durulması şeklinde ortaya çıkacaktır.
(3)
http://www.lsst.org/files/img/Universe_fate.jpg
(4)
Stringlere göre evrenin
yapısı 7 boyutu, “Planck Boyutlarında” kıvrılmış, 4
boyutunun ise, açılmış olarak toplamda 11 boyutlu “Alan
(Plaka)” şeklindedir. Big- bang dediğimiz şey ise, Hiper
Uzayda birbirlerine çok yakın olarak duran ve hafif ve
düzensiz yalpalanan iki evren plaka yüzeyinin bir
noktada birbirleriyle çarpışması sonucu bunun
oluşturduğu enerjiyle (ki bu da Planck enerjisine
karşılık gelmektedir) “Alanı” dalgalandırması ve
nihayetinde dalgaların çeşitli frekanslara karşılık
gelen madde ve enerjiyi meydana getirmesi şeklinde
açıklamaktadırlar. Evrenin sonun ise, bu enerjinin plaka
yüzeyine dağılarak tekrardan eski haline dönmesi
biçiminde olmaktadır.
http://img268.imageshack.us/img268/3133/
plakaarpmasi.jpg
(5)
“Hologram Teorisi” fizik dışında tıptan, psikolojiye,
sosyolojiye kadar birçok bilinmeze de açıklık
getirmektedir.
Bu yazı “Evrenin Geometrisi, Karanlık Madde ve Boşluk
Enerjisi” makalesinin yeniden düzenlenmesiyle elde
edilmiştir. |