Değerli okurlarımız bilindiği gibi kuantum mekaniği,
felsefesi ve teorisi şu anda çok güncel. İlgi ile takip
edilen Sufizmveİnsan.com sayfasında da bu konu ile
ilgili pek çok değerli yayın var. Ancak, fizik bilgisi
çok elementer seviyede olan kişiler, özellikle mistisizm
ile kuantum dünyasının bağlantısını kurmakta zorlanıyor
olabilirler. Bu yüzden olayın daha iyi anlaşılabilmesi
için bu konuyu soru-cevap şeklinde düzenlenmiş olarak
sunuyoruz.
S. Klasik fizikten ibaret
dünyamıza göre fokurdayan bir çorbaya benzetilen, çılgın
olarak adlandırılan atom altı-kuantum boyutunun
prensipleri ile mistik felsefenin çakıştığı temel
noktalar nelerdir?
C.
Temel prensipler aslında oldukça fazladır ama
bunlardan birkaç noktaya değinebiliriz. Ancak bunun için
de kuantum fiziğinin en temel ilkesine bakmamız gerekir:
Bildiğimiz gibi mikroskopik uzayda, klasik fizikte
olduğu gibi taneciklerin ne belirli bir mekanı ne de
önceden tespit edilebilen bir hızı, momentumu (*),
enerjisi, …vs. özellikleri mevcuttur. Çünkü, bizim
bir parçacığı görmek için ona ışık tutmamız gerekir
sebebi de ondan bize ışık yansısın ve beynimiz
tarafından algılansın diye.
Ancak, gönderdiğimiz ışık, parçacıklarla aynı boyutta
olduğu için klasik fiziğin aksine
onlarla etkileşime geçerek o parçacığın hızını
(momentumunu), konumunu, doğrultusunu, enerjisini, …vs
gibi özelliklerini değiştirir. Eğer, o
parçacığın konumunu daha iyi görmek, tespit etmek
istiyorsak gönderdiğimiz ışığın frekansını
artırmamız gerekir. Ama, bu sefer de onu daha iyi
göreyim derken taneciğin hızını, hızındaki belirsizliği,
dolayısıyla momentumunu artırmış olurum. Bunun yerine
eğer hızını (momentumunu) daha iyi ölçmek istiyorsam
yani, hızındaki belirsizliği azaltmak istiyorsam bu
sefer de ışığın frekansını azaltmam (dalga boyunu
artırmam) gerekir. Ancak bu sefer de konumundaki
belirsizliği (hatayı) artırmış olurum. Bu yüzden asla,
bir elektron ya da taneciğin momentumu, konumu,
enerjisi, …vs. gibi özelliklerini değiştirilmeden
gözleyemem.
Bunun yanısıra yine Klasik fiziğin tersine, bir
taneciğin iki farklı özelliğini de aynı anda tespit
edemem. Ya da başka bir değişle, bir parçacığın
tek bir ya da birden fazla özelliğini Mutlak olarak
tespit etmem mümkün değildir. Tespit ettiğim özellik ya
da özellikler, o parçacığa ait özelliklerin belli bir
hata payı ile ihtimalli olarak ölçülen yaklaşık
değerleridir.
Sonuç olarak biz, her an ışık bombardımanına tuttuğumuz
taneciğin asıl olması gereken konumunu, momentumunu,
enerjisini, …vs. değil, her an etkilemiş
olduğum
konumunu, momentumunu, enerjisini, …vs. görmüş,
tespit etmiş olmaktayız.
Ne
şekilde olursa olsun benim ölçümlemem, olaya bakış
biçimim, bilinç durumum deneyden, deney aletlerinden ve
deneydeki parçacıklardan asla bağımsız değildir ve
ben de deneyin bir parçası olarak algıladığım
şeyi meydana getirmekteyim.
Gerçekten de çift yarıklı deneylerin de bize gösterdiği
üzere, parçacıkların, deneyi yapan kişinin zihninden
geçenleri bilir bir biçimde davranış sergilediği tek,
tek tespit edilmiştir!
Parçacıklara ait özelliklerin, gözlemlendiğinde belli
bir hata payı ile tespit edilmesi, gözlemlenmediğinde de
onun özellikleri hakkında hiçbir şey söylenememesi,
bu parçacıkların gözlemlenmeden önce ve sonra
olasılık dalgası diyebileceğimiz bir
yapıda hareket ettikleri ortaya çıkmaktadır.
Yani, o taneciğin yerini alan dalgasal yapı.
Böylece gözlemlenmediğinde o parçacık, bir bütün olarak
o dalganın her yerinde
aynı anda mevcut olmaktadır.
Klasik boyutlarda karşılaşamayacağımız türden, bir
taneciğin dalga/parçacık dualitesi, kuantum
boyutlarında olağan, sıradan bir durumdur. Mesela, o
dalga yapıyı yorumladığımızda, ancak tanecik şu
ihtimalle dalganın şu noktasında, bu nokta da şu
olasılıkla bu momentum ya da enerji değerine, …vs.
sahiptir diyebilmekteyiz.
Ölçümlediğim anda ise, bu ihtimalli durumdan sadece
birine indirgeyerek etkilemiş olduğum o tek bir sonucu
tespit etmekteyim.
Kuantum düzeylerinde bir parçacığın sahip olduğu
özelliklerin alabileceği tüm ihtimalli durumun bir arada
olma haline “Süperpozisyon” durumu, ölçümleme
anında bu olasılıklı değerlerden birine indirgenme
durumuna ise, “çökme, çökertme” tabiri kullanılır.
Mesela bir elektronun “Süperpozisyonu”, onun temsil
edildiği dalganın her yerinde aynı anda olması iken,
diyelim ki elektronun bir başka parçacıkla oluşturduğu
sistemin süper pozisyonu her ikisinin sahip
olduğu tüm özelliklerinin bir arada olmasıdır.
Böylece, bu durumu diğer parçacıkları da içine alacak
şekilde evrensel boyutlara genişletebilir,
bu durumu birbirinden ayrılmaz bir Bütün olarak
görebiliriz.
Demek
ki, parçacığı ölçümleme anından önce, bilinmeyen, soyut
bir halden, ölçümleme işlemimle onu somut bir hale
dönüştürmekte, ölçümlemem biter bitmez de parçacığı
tekrardan yine eski bilinmeyen, soyut dalgasal hale geri
göndermekteyim.
Ama
ölçümlediğim andaki özellikler de Mutlak olanlar değil,
Mutlak olana nispetle belli hata payları içinde
olanlardır.
S. Tam yeri gelmişken,
Kuantum boyutunun özellikleri olan zamansızlık,
mekansızlık, elektronların aynı anda birden fazla yerde
olabilmeleri ve benzeri konular mistisizmde nasıl açığa
çıkmaktadır?
C.
Şimdi yine dalga/parçacık ikilemine geri dönüp olayı
biraz daha detaylı incelersek, gözlemlenmediğinde
dalgasal özelliği sergileyen taneciğin, o dalganın
herhangi bir noktasında kesin olarak bulunmadığı gibi,
hangi zamanda hangi enerji düzeyinde olacağı da
belli değildir.
Bu
yüzden olasılık dalga yapıda zamansızlık ve mekansızlık
durumu söz konusudur.
Yani
bu soyut yapıda zaman ve mekan yoktur.
Kuantum Altı Boyut
itibariyle ise, haydi, haydi yoktur.
Dolayısıyla, ister birkaç parçacıktan oluşmuş sınırlı
bir olaya bakalım istersek de evrensel tüm olaya bakalım
fark etmez, evren ve kainat temelde zamansız ve mekansız
olan bir boyuttan meydana gelmiştir ki, bu durum şu anda
da mevcuttur. Zaten mistisizm de, evrenin ve kainatın
daha derin boyutlarında yer alan ve kendisini meydana
getiren, zamanın ve mekanın bulunmadığı boyutlardan
bahsetmektedir ki, bu özellikli boyutların en alt
düzeyinde olan boyutu ise, meleki boyut olarak
isimlendirmiş, her şeyin bu meleklerden meydana
geldiğini dile getirmiştir.
S.
Yani,
“Süperpozisyon” durumuna biz, “Meleki Boyut” diyebilir
miyiz?
C.
Evet diyebiliriz.
Meleki boyutlar içinde de zaman ve mekanın geçersiz
olduğu boyutlar bulunmaktadır ki, Süperpozisyon
durumundaki Enerji -Dalga yapı da bunların içindeki bir
meleki boyuttur.
Ancak, hemen burada çok önemli can alıcı iki noktaya
değinmek istiyorum:-
a)Bunlardan ilki, herkesin anladığı ve yapmaya
çalıştığının aksine bizler temel olarak bilimi değil,
mistik verileri öncelikle ele aldığımızdan mistik
veriler eşliğinde Hakikatı ve Sistemi değerlendirip
bunun bilimsel dildeki karşılıklarını ifade ediyoruz.
Bilimden yola çıkarak sistem ve Hakikatı anlamaya ve
anlatmaya çalışmıyoruz.
b)İkinci olarak da, evrende işleyen klasik fizik
kapsamı içinde yer alan yasalar ‘’Determinist’’ yani,
nesnelerin tüm hareketlerinin, konumlarının, …vb.
özelliklerinin öncesi ve sonrası belliyken,
kuantum fiziğindeki belirsizlik ilkesi gereğince
parçacıkların öncesine ve sonrasına ait
özellikleri hiçbir zaman belirli değildir.
Ve hatta ölçümleme anında sahip olduğu özellikleri bile,
gerçek değerler değildir, tanımlanamaz. Bu yüzden de
kuantum düzeylerinde tüm oluşlar nedensiz ve
sonuçsuzdur.
Ancak, Mistik verilerin bize haber verdiği ve yine
Kuantum fiziği deneylerinin ve o boyuttaki
parçacıkların davranışlarının bize gösterdiği üzere,
Kuantum Altı Boyutu dediğimiz bir Boyutun
varlığı ortaya çıkmaktadır.
İşte,
bu boyut, “ Mutlak Yaratıcı zar atmaz” diyen Albert
Einstein’ın Birleşik Alanlar olarak gördüğü, onun
öğrencisi olan David Bohm’un da Hologram teorisiyle
açıklamaya çalıştığı ve şuanda da tüm bunları içerecek
şekilde 10 ya da 11 boyutlu Stringler/Sicimler
şeklinde tarif edilmeye çalışılan, Kuantum Altı
Boyutudur.
Bu
Kuantum Altı Boyutta her şey, ötedeki bir Tanrı
tarafından değil, Allah ismiyle işaret edilenin İlminin
yansıması olan Mutlak (Kozmik) Bilincin bir eseri olarak
yine
kendisindeki bir boyutta determine edilmiş yani
önceden belirlenmiş, planlanmış, programlanmış bir
biçimde, ancak bilinen maddesel yapılarıyla değil,
bir bilgi (data) şeklinde mevcuttur.
Dolayısıyla, Kuantum
Boyutlarında her şey nedensiz ve sonuçsuzdur ama Amaçsız
değildir. Kuantum Altı Boyuttaki bir amacın gereği
olarak Kuantum Boyutları indeterministtir (belirsizdir).
Algılanmadığı zaman bilgi (data) halindeki veriler,
algılandığı zaman maddesel boyutta canlı, cansız
varlıklar ve olaylar olarak açığa çıkmakta, algılanma
bırakıldığında da ilgili bilgiler, tekrardan data
boyutuna geri dönmektedir.
Yani
Kuantum Altı Boyutu, yine Kuantum fiziğinin birçok
özelliğini içermektedir.
Bu yüzden, “Allah’ın sünetullahında (Sistem ve
Düzeninde) asla bir değişiklik yoktur” ayeti Kuantum
Altı Boyuta işaret ederken, “Allah her an yeni bir
şandadır (yaratıştadır)” ayeti de Kuantum
boyutlarına ve dolayısıyla, Kuantum
boyutlarındaki Belirsizlik ve bu Kaosun içinden meydana
gelen evrene, kainattaki var oluşa işaret etmektedir.
Yoksa, biz Kuantum boyutunu, hep yapıla gelen bir
şekilde gördüklerimize kıyasla maddenin temeli
olarak en zirve kabul edip her şeyin kuantum boyutundaki
tesadüfi, amaçsız hareketlerden oluştuğu gibi yanlış bir
görüşü dile getirmiyoruz. Bu farklılığı çok iyi
görmek gerekir.
Şimdi de Kuantum felsefesini bir bütün halinde göz önüne
alarak temelde mistisizmin verilerine nasıl açıklama
yaptığını birkaç örnekle bakmaya çalışalım:-
a)
Bunlardan ilki, süperpozisyon durumunun oluşturduğu
varlığın alt boyutlardaki birbirinden ayrılmaz
Bütünselliği yani, varlığın Tekliğidir. Her şey bu
Teklikten meydana gelmiş ve her bir varlık, boyutlarında
barındırdığı o Teke ait olanı kapasitesi nispetinde
yansıtmaktadır, mistisizmin açıkça vurguladığı gibi.
b)
İkincisi ise, başta da dediğimiz gibi algılananların
algılayıcılar tarafından oluşturulmasıdır.
Kuantum fiziği, Klasik fiziğin söylediği üzere
dışımızda, hariçte sabit, sert, katı ve gerçek bir evren
ile bu evren içinde gerçek olarak mevcut olan nesneler,
varlıklar ve bu nesneleri algılayan birimler yerine,
tüm bunların, birimlerin daha öz boyutlarında hareketli
dataların (bilgilerin), birim adı altındaki
projeksiyonuyla oluşmuş sanal bir gerçeklik olduğunu
söyler. Haliyle, her birim kendini oluşturan datalara
(bilgilere) sahiptir ki buda onun programıdır.
Bu
nedenle Klasik fiziğin ve dolayısıyla
sağduyumuzun bize gösterdiği gerçeklik
Kuantum altı boyutlarına göre bir hayalden
ibarettir.
Gerçek olan ise, Kuantum Altı Boyuttaki
Datalar (Bilgilerdir)!
Bu
yüzden gerek özümüzdeki bu gerçekleri bize
bildiren Resul ve Nebiler, gerek kutsal dediğimiz
Kitaplar gerekse de Melekler dışımızdan,
dıştan bize doğru gelen şeyler olmayıp gerçekte kendi
boyutlarımızdaki, hakikatler, bilgiler (datalardır).
Yani, Klasik boyutta Din adı altında anlatılan tüm
şeyler, aslında kişiye Kuantum ve Altı Boyutlarındaki
kendisini anlatan bu boyuttaki bilgi kaynağıdır.
c)
Üçüncüsü de, hiç bir şeyin bize dışarıdan gelmemesi
dolayısıyla, hiç kimsenin bir diğerinin
programını etkileyemediğini ancak kendinde olanı
açığa çıkartmaya vesile olduğunu anlatmaktadır.
d)
Dördüncü olarak da, yine aynı nedenlerden
ötürü kim, kime, neye, nasıl davranırsa davransın
aslında bütün bunları karşısındakine değil, kendine
yapmakta olduğunu vurgulamaktadır. Ayrıca, bu
düşünce ve eylemlerinin sonuçlarını da sistemden,
ya bu boyutta ya da kuantum bedenine
(ruhuna) yüklediği bu bilgiler dolayısıyla
kuantum dönüşümüyle (sıçramasıyla) bir sonraki geçeceği
boyutta alacağını belirtmektedir. Kısacası birim
kendinde olanı, yine kendinden projekte ederek
yaşamaktadır.
S. Bir evliyanın birden fazla bir
yerde aynı anda bulunabileceği veya duvar gibi katı
cisimlerin içinden geçebileceği (menkıbelere göre)
konusu nu kuantum dünyasındaki elektron davranışları ile
nasıl bağdaştırabiliriz?
C.
Kuantum boyutlarında her bir taneciğe bir dalganın
eşlik ettiğini ya da taneciğe o dalga yapı olarak
bakılabileceğini belirtmiştik.
Çünkü, dalga/parçacık ikilemi kuantum boyutlarının temel
özelliğiydi.
Dalgasal yönüyle her yerde olan tanecik, parçacık
özelliği sebebiyle belli bir uzay hacminde sıkışık
olarak açığa çıkmaktaydı.
Aynı
şekilde Kuantum fiziği, Klasik
boyutlardaki nesneleri de katı-sert
görünmelerine karşılık, parçacık boyutlarına kıyasla
dev yapıda ve hızlarının ise, çok, çok düşük olmaları
nedeniyle belli bir hacimde, uzay kesitinde
yoğunlaşmış çok kısa dalga boylu dalgalar olarak
görmekte bu durum ise, yine aynı dalgasal yapı olan
bizler tarafından algılanamamaktadır.
Biz,
“klasik boyutlardaki nesnelerde parçacık özelliği
ağır basarken, kuantum boyutlarındaki taneciklerde de
dalgasal özellik ağır basmaktadır” diyebiliriz.
Bu
nedenle de klasik fizik kuantum fiziğinin
bir uzantısıdır. Başka bir değişle, klasik
yasalar, çok, çok nadir ya da çok, çok uzun sürelerde
açığa çıkan kuantum yasalarıdır diyebiliriz.
Mesela, elinizdeki bir topu bir duvara trilyon kere
trilyon kere, …trilyon defa atarsanız ya da bu kadar
sayıdaki topu aynı anda gönderirseniz mutlaka bir tanesi
duvarla etkileşmeden karşı tarafa geçecektir. Oysa, bu
topu kuantum boyutlarına indirgemiş olsaydık, olasılık
dalgalarının az ya da çok ihtimalle her yerde
bulunabilme özelliğine sahip olduklarından bu topların
yarısının tıpkı elektronlar gibi dalga özelliğine
bürünerek engelin karşı tarafına geçtiğini görürdük.
Bizlerde maddi
yapı olarak yoğun dalgasal yapılar olmamamız sonucu
eğer bilincimizin özelliklerini daha derin
boyutlardan keşfedebilseydik hemen
dalgasal özelliğimize bürünüp her tür engeli ışık
hızıyla aştıktan sonra tekrardan yoğunlaştırmak
suretiyle bir anda iki uzay-zaman noktası arasında yer
değiştirmiş olabilirdik.
Üstelik, o
dalga yapıya büründüğümüzde, aynı zamanda o dalga
yapının her yerinde olduğumuzdan tıpkı elektronların
yaptığı gibi birden fazla uzay-zaman noktasında görünür
oradaki her bir nesne ve insanlarla ilişkiye, diyaloğa
geçebilirdik.
İnsanlar ise bunu asla fark edemezlerdi.
Bunun yanında hangi dataların sonucu oluştuğunu bilen
bir Bilinç, yine aynı şekilde nesneleri bir anda bir
yerden diğer bir yere nakledebilir, Belkıs’ın tahtının
bir anda Hz
Süleyman’ın (as) önüne getirilmesi gibi.
İşte,
Resul ve Nebilerin, onların varisleri olan evliyanın ya
da bunların tamamen dışında bir takım istidraç
sahiplerinin yaptığı bu yönlü olağanüstü olayların
sistemi budur.
S. Evrenin kıyameti ile
kuantum fiziği arasında nasıl bir ilişki vardır?
C.
Bunu anlamak için yine bazı temel ilkeleri bilmek
gerekiyor.
Bildiğimiz gibi bizler nesneleri, doğrudan o nesnenin
kendisinden gelen ya da ondan yansıyan ışık
dalgalarının, tanecik özelliğine bürünüp gözümüzdeki
retina tabakasına çarpması ve o konudaki bilgilerin
sinir sistemi vasıtasıyla beyinde değerlendirilmesi
sonucu görürüz. Dolayısıyla beynimizde görüntü yoktur.
Belli Datalar istikametinde hareket eden ya da belli
bilgileri taşıyan elektrik sinyallerinin yine beynin
içindeki bir bölgede görüntü olarak algılatması söz
konusu.
Diğer
duyularımızında algılama biçimini detaylı
incelediğimizde bunun kökeninin de yine fotonlara
dayandığını görürüz.
Bunun
yanında kuantum boyutlarında parçacıklar dalgasal
yönüyle süreklilik arz etseler de parçacık yönleriyle,
tıpkı akan bir nehirdeki gibi sürekli olmayıp kesintili,
kesikli bir yapı arz ederler.
Yani parçacıklar, dalgasal yönüyle, sürekli bir yapı arz
ederken, tanecik yapıya büründüğünde, sanki küresel
toplar gibi peş
peşe sıralanmaktadırlar.
Eğer bu tanecik fotonsa, aynı zamanda bu, uzay-zamanın
en küçük noktası, sınırıdır. Uzay-zaman dediğimiz şeyi
zaten bu fotonlar oluşturmaktadır.
Ayrıca şunu hemen belirtmem gerekir ki, fotonları
bizler, bir olasılık dalgası olarak tanımlayabileceğimiz
gibi aynı zamanda elektromanyetik dalgalar olarak da
görebiliriz.
Çünkü
elektromanyetik dalganın da parçacık yönü fotonlardır.
Yani fotonları, dalgasal yönüyle hem olasılık dalgaları
biçiminde, hem de elektromanyetik
dalga yönüyle tanımlayabiliriz. Bu durumda da
elektromanyetik dalgaların iki düğüm arasında
yoğunlaşmış yapısı, parçacık olarak görünecektir.
Konuyu fazla dağıtmadan fotonların bir yönüyle süreksiz
küreler olması iki küre arasında uzay-zamanın olmadığı
anlamına gelir. Demek ki biz bir nesneye baktığımızda
aslında onu
sürekli olarak görmüyor, yaklaşık saniyenin trilyon kere
trilyon da biri anında devamlı kesintiye
uğrayarak görmekteyiz. Daha doğrusu uzay-zaman
devamlı kesintiye uğramakta ve bu nedenle de
her bir anda gördüğümüz, katı, sert olarak algıladığımız
dünya üzerindeki canlılar, gezegenler, yıldızlar,
galaksiler ve evren, …vs. tüm nesneler, her an yok
olmakta ve yine o anda tekrardan var olmakta yani,
yaratılmakta ve yine yok olmakta ve yeniden
yaratılmakta, …vs. ve bu yaratılış ve yok
oluş, her an devam etmektedir
(bizler olaya tanecikler değil de örneğin fotonu temsil
eden elektromanyetik alanlar açısından baksak bile
alanların sürekli olmasına karşılık alanların sıfır
olduğu yani, uzay-zamanın yine sıfırlandığı noktalar
bulunmaktadır ki, aslında bu yönüyle de durum değişmez.
Bilincimiz, klasik fizik
yasalarıyla kayıtlı olduğundan bizler bu durumu asla
fark edememekteyiz.
Oysa, vahiy ya da ilham
yoluyla olaya kuantum boyutlarındaki Bilinç yapısıyla
bakanlar, bize her an yaşadıkları bu müşahadelerini
çeşitli şekillerde dillendirmişlerdir.
Bildiğimiz gibi Allah’ın özelliklerini yansıtan Kainat,
Allah’ın özelliklerinin sonsuz ve sınırsız olması
nedeniyle o da sonsuz ve sınırsızdır. Kainat
bir bütün olarak, Allah’ın ilminde, Allah’ın “Ol”
demesiyle bir “an” da oluşmuş, varlık bulmuştur.
Dolayısıyla, onun varlık boyutuna çıkışı, yaratılışı
zamansal ve mekansal değil, boyutsal bir yaratılıştır.
Aynı
şekilde, Kainata bir bütün olarak baktığımızda bulunduğu
boyutun da, “an” içinde olması ve “an’ın” da tüm
zamanları içermesi nedeniyle, zamanla kayıtlı olmaması
sonucu bize göre ezeli ve ebedi olarak sonsuz öncede var
olduğu gibi yine sonsuz sonrada da mevcuttur.
Bu
yüzden kainatın kıyameti bu anlamda söz konusu
değildir. Kainatın yok olması, kainatın dayandığı
isimlerin yok olması, haliyle Allah’ın yok olması
anlamına gelir ki bu da muhaldir.
Ancak yine de kainatın kıyameti söz konusudur, hem de
her an. Çünkü kainatın hangi katman ve boyutunda olursa
olsun temel yapı taşının fotonlar olması dolayısıyla,
aslında kainat her an, yok edilmekte ve yine o anda
tekrardan yaratılmaktadır.
Oysa,
zaman ve mekan içinde yaşayan bizler
zamansız-mekansız olarak olaylara yaklaşım
sağlayamadığımız için, sınırlı bir evren hayal edip,
sınırsız olduğunu düşünsek de o evrenin toptan yok
olacağını, bir gün gelecek topyekün kainatın
kıyametinin kopacağını vehmediyor, dinsel metinleri de
bilimsel değil, bu vehim çerçevesinde değerlendiriyoruz.
Oysa, “Allah her an yeni bir yaratıştadır” hükmünce
kainatın bir sonraki “an” da ki yaratılışı için her an,
her gün kıyameti kopmaktadır.
Eğer
gerçekten bu konuları anlamak, Kuran ve Resulullah
açıklamalarına iyi yaklaşımlar yapmak istiyorsak
kesinlikle tabanda zamansız ve mekansızlığı çok iyi
idrak edip olaylara bu zamansız ve mekansız boyut
açısından ele almak durumundayız.
Devam Edecek |