(Not: Konunun
hassaslığı nedeniyle eksik anlatımların yanlış
anlaşılmalara sebebiyet vereceğini düşündüğümden iki
bölümü, tek bölüm olarak sunuyorum)
Yaratıcı ve sistem konusunda yüzyıllar öncesinden ortaya
konan temel görüşler (felsefeler), günümüzde Kuantum
Felsefesi (Kuantum Potansiyeli) açısından tekrar gözden
geçirilmek zorundadır. Dünyada en yaygın olan bu temel
görüşler, Teizm, Deizm, Panteizm, Materyalizm,
Agnostisizmdir. Şimdi bunları tek tek incelemeye
çalışalım.
Teizm:
Öncelikle, önemli bir uyarı yapmak istiyorum, o da,
gerçek anlamıyla İslamiyet’ teki Hz. Muhammed’in (s.a.v)
açıkladığı Allah ve Onun İlminde yarattığı Sistem ve
Düzenin (dolayısıyla orijinal yönleriyle diğer iki
Dinin), şimdi anlatacağımız ve literatürde “semavi
dinler” olarak geçen, farklı bir ifadeyle Yahudilik,
Hıristiyanlık ve Müslümanlık din anlayışını temsil eden
“Teizm” felsefesiyle bir ilgisi bulunmamaktadır. Buna
birçok yazımda ayrı ayrı değinmiştim. Gerek
Kur’an’da gerekse Hadislerdeki ilgili ifadelerin, yine
bunlarca sembol ve mecaz olduğu vurgulanmasına karşın
(hatta, bugünkü İncillerde bile Hz İsa (a.s)’ın bu yönde
bir açıklaması vardır) maalesef ama maalesef, bu
sembolik anlatımlar gerçekten öyleymiş gibi ele
alınmakta, Kur’an’daki açıkça söylenmiş ifadeler es
geçilmekte ve insanlara anlatılmamakta, sonuçta tıpkı
Hıristiyan ve Yahudilikte olduğu gibi bilim, akıl ve
mantık dışı yorumlar, görünür sistem ve düzenle
uyuşmayan anlayışlar, günümüz insanına kabul ettirilmeye
çalışılmaktadır. Onların bu türden yorumlarını kabul
etmeyenler, neredeyse dinden çıkmakla suçlanmaktadır.
Bize düşen, bu sembol ve mecazların, günümüz ilmi ve
anlayışıyla, Sistemin ve Hakikatin (sistemin ve yaşamın)
hangi gerçeğine işaret ettiğini bulmaktır. Bu
yüzden, kabir âlemi, berzah, cennet ve cehennem, miraç,
melek, şeytan, …vs. ayet ve hadislerde anlatılan tüm
olay, varlık ve kavramlar hak ve gerçektir. Gerçek
olmayanlar bu ifadeler değil, bu ifadelerin olduğu gibi
kabul edilmesi ya da yapılıyorsa da sağduyumuza
(anlayışımıza, bulunduğumuz boyuta) göre yorum
getirilmesidir. Şimdi, inananlarının çoğunluğunca
kabul edilen “Teizm felsefesine” geçebiliriz.
Bildiğimiz üzere, Kuantum fiziği ile Klasik fizik adı
altında iki tür fizik anlayışı vardı. Çeşitli
yazılarımızda uzun uzadıya detaylarıyla anlattığımız bu
Kuantum felsefesinin (ki, Kuantum Altı Boyutunu da
(Kuantum Potansiyelini de) kapsamaktaydı) temel bazı
özeliklerini kısaca hatırlarsak;
Varlığın tüm boyutlarıyla ikinci bir varlık kabul
edilmeksizin sonsuz-sınırsız Som Tekil bir yapı olması,
her bir birimde bütünün yani, tüm mekân ve boyutların
mevcut olması, dolayısıyla her bir zerrede bile zaman ve
mekân dışı anlık bağlantıların bulunması (bu sebeple
gerçekte mesafe kavramı yoktur), algılananların
algılayıcılar tarafından oluşturulması (dolayısıyla dış,
öte diye kavramlar olamaz), âlemlerin aslının hayal
olması, madde ve bilinç ayrımının söz konusu olamayacağı
ve temelde her şeyin sadece Bilinçten (Bilgiden/
Data’dan) ibaret olması, uzay-zamanın bulunmadığı, ancak
bunun kaynağını teşkil eden ve ondan ayrık olmayan başka
boyutların bulunması ve burada geçen zamanın da “an”
olmasıydı.
Buna karşın, Klasik fizikte bunların hiçbiri yer
almamaktaydı. Klasik fizik, tamamen sağduyumuza ait
gerçekleri bize anlatırken, Kuantum Fiziği ise,
görüldüğü üzere sağduyumuza, algılamalarımıza hitap
etmez. Kuantum Fiziğin yasaları, Klasik fiziği
içermediği gibi, şartlanmalarımıza ters geldiği için de
herkes tarafından kolay kolay anlaşılamamaktadır.
Kuantum boyutu, bulunduğumuz boyut itibariyle klasik
fiziği ortadan kaldırmasa da, bu anlayışın ardında,
alışılmışın ötesinde bambaşka bir sistemin var olduğunu
bize söyler. Bu sebeple Klasik fizik anlayışında dinsel
anlatımlar, bilinen boyutların dışında tanımlanamayan,
hayali boyutlarda yer alırken, Kuantum Fiziğinde bu
boyutlar tanımlanabilmekte, bilinebilmekte, yerleri
tespit edilebilmektedir, tıpkı Sufistlerin belirttikleri
şekillerde. “Teizm”, yani “Tanrısallık anlayışı”
tamamıyla Klasik Fizik anlayışına dayanır. Bunun dışına
çıkmaz, çıkamaz. Dinsel verilerin tamamı bu Klasik
fiziğe göre yorumlandığından dolayı, madde ötesi
gerçekler, kavramlar hep maddeye, maddedeki anlayışlara
göre değerlendirilmektedir. Başka bir deyişle,
madde ötesine ait olay ve kavramlar bile, maddeye ait
özelliklerce tanımlanmaktadır. Hal böyle olunca da
Dinsel anlatımlarda, madde ötesi maddesel ortamlardan
maddenin içine ya da maddeden, madde ötesi maddesel
âlemlere doğru olan mekânsal hareketler, geçişler söz
konusu olmaktadır.
Bu durum, kuantum boyutuna ait gerçeklerin, klasik fizik
yasalarınca anlamaya, tarif etmeye benzemektedir ki,
bunun ne kadar yanlış bir anlayış olduğu açıkça
görülmektedir.
Kur’an, anlayabilmemiz için Klasik fizik anlayışına göre
dizayn edilmesine karşın nasıl ki, Kuantum fiziği,
Klasik fiziğin Özünde, onun bir uzantısı şeklinde
bulunuyorsa aynı şekilde Kur’an da derinliğinde
yani, boyutsal uzantısında kuantum fiziğine dayalı
gerçeklerin kodlarını barındırmaktadır. Geçmişte de,
Dinin Kuantum fiziğine dayalı gerçekleri Sufistler
tarafından dillendirilmekteydi. Fakat onlar bile çeşitli
nedenlerden ötürü, çoğu zaman Klasik fiziğin dilini
kullanmış, gerçekleri bu dile kodlamışlardır. Ancak,
Hakikatin her alanda tüm çıplaklığıyla açığa çıktığı ve
Kuantum Fiziğinin zirve yaptığı bu dönemde, Sufistlerin
bu kodları da bir bir çözümlenmiş olmaktadır
(Bkz. Din-Bilim Soru Ve Cevapları – 11, 12, 13).
Teizm anlayışı, diğerlerinin aksine, “Kuantum Vakum
Boyutunun” haricinde, ondan tamamen ayrı bir parça olan
“Mutlak Hiçliğin” varlığını kabul ettiğinden,
Tanrının bu “Mutlak Hiçlikte” bulunduğunu söyler.
Teizme göre Tanrı, evreni tüm bilinmezliğiyle kendine
ait olan özelliklerden değil, yoktan var etmiştir.
Yani var olan tüm yaratılmışlar, Tanrının
özelliklerini taşımaz. Dolayısıyla varlıklarıyla
kendisi arasında bir sınır, bir kopukluk bulunmaktadır.
O, bu sınırın berisinde bilinmeyen bir yerde (?) tüm
yarattıklarını belli bir mesafeden izlemektedir. Yani
Tanrının bir mekânı bulunmaktadır. Zaten “Teistler”,
Tanrı Tektir derken, var olan varlıkların ötesindeki Bir
olan Tanrıyı kast ederler. Böylece, yaratılmanın öncesi
Tanrıya ait olan işler, bu tarafta olanlar ise varlığa
ait işler, işlevler olduğunu, bu iki şeyin tamamen bir
birinden ayrılmış durumda olduğunu söylerler. Yine
Teistlere göre, aslında Tanrı o kadar da uzakta olmayıp
tüm varlığı kuşatmış bir biçimde, varlığın etrafında,
yanı başında bulunmakta (konumlanmakta) ama yine ötede
olduğundan bir türlü varlığa ulaşamamaktadır (bir
Müslüman bunu söylediğinde Kur’an’daki birçok ayet güme
gitmektedir). Böylece Tanrının her yerde oluşu, varlığı
belli mesafeden kuşatmasıdır. Aynı şekilde Melekler,
evrensel ruh, cennet, cehennem, berzah, …vs. âlemler ve
varlıkları ise o Hiçlikte ya da yaratılmış maddi evrenin
bir mekânında yer almaktadırlar. Bu yüzden Hz İsa(as)
dışımızdaki mekânsal bir göğe yükselmiş, Hz. Resulullah
Miraçta (ki bu miraç hadisesi baştan aşağıya kadar
bütünüyle doğrudur) dışarıdan ta onun bulunduğu mekâna,
onun huzuruna gitmiştir. Yani mekânsal hareketle,
yolculukla yanına gidilebilecek bir Tanrı… Her yerde
olan bir Tanrıya her hangi bir noktadan ulaşmak yerine,
mekânsal bir yolculuk yapılabilmekte. Bilimsel anlayışa
göre de tamamen yanlış bir anlayış. Hıristiyanlıktaki
aynı mantık dolayısıyla, yakın gelecekte bu sefer, Tanrı
insanlar arasına gelecektir.
Arz ve katmanları: Yeryüzü ve maddesel katmanları,
“Semalar” veya “ Gökler” ise mekânsal olarak uzay
boşluğuna doğru uzanmaktadır. Ta ki, “Arş’ a” kadar.
Arşın ötesinde, üzerinde ise, Tanrı yer almaktadır.
Tanrının Kürsüsü ise, Arz ile Arş arasındaki gökte bir
yerlerde yer almakta olup ara sıra o kürsünün üzerine
çıkmakta ya da Arş’ın altına inerek Kürsü üzerinde
durmaktadır. Yine Tanrının bulunduğu mekânda ya da
indiği cennette belli sınırlı bir boyutu ve yapısı
olduğundan Tanrıyı, Hıristiyanlar yeryüzünde görmelerine
karşın, Yahudiler ve Müslümanlar dünyada göremezken,
ölüm sonrası veya cennette, Hıristiyanlar cennette yer
alan Babalarının (Tanrının) yanına giderek, Müslümanlar
da cennette, belli zamanlarda bineklerine binerek onu
ziyaret etmek suretiyle Tanrıyı göreceklerdir
(Yerler, Gökler Ve Kıyamet – 1, Boyutlar Ve
Maddeleşmeler – 1, Arz- Arş – 1)
(1).
Tanrı, kendi mekânından yağdırdığı emirlerle meleklerini
hareketlendirir ve böylece bu melekler aracılığıyla
zaman, zaman yarattığı düzene müdahalelerde bulunarak bu
sistemi baş aşağı ettirmekte, böylece başka başka
sistemleri, daha doğrusu sistemsizlikleri devreye
sokmaktadır. Mesela Mucizeler gibi. Dolayısıyla
mucizeler bilimle, akılla, mantıkla açıklanamaz.
Mucizeler (veya inanılıyorsa kerametler de) peygamberin
(veya Velilerin, Azizlerin) işi olmayıp dışarıdan
Tanrı’nın onlar için yapmış olduğu bir eylemdir
(2).
Çünkü peygamberler bir kenara, ibadetlerle gözüne girmiş
böylesi insanların Tanrıya nazı vardır (sufizmi,
panteist anlayışıyla değerlendirenler olduğu gibi, Teizm
(Tanrı) anlayışıyla da sufizmi anlamaya çalışan insanlar
bulunmaktadır. Ancak orijinal Teizimde, sufizmde yer
almaz, hatta din dışı bile kabul edilir). Yapılan
ibadetlerin de sistemle, düzenle, mantıkla bir ilgisi
yoktur. Onlara göre, bunlarda bilimsellik aramak tamamen
yanlıştır. Tefekkür etme, ifadeleri idrak etmeye
çalışma, ne olduğunu bilme olayı yoktur (metinleri
ezberleme, bunları dillendirme, mecazsal ifadeleri,
diğer mecazsal ifadelerle birleştirme ya da mecazı,
mecazla açıklamaya çalışmak ilim olarak
adlandırılmaktadır). Sadece o “yap” dediği için
yapılmalıdır. O emreder, bizler tapınırız. İbadetler,
ona olan borcumuzu ödemek, onu yüceltmek, övmek,
tapınmak ve buna karşılık ondan bir şeyler ummak,
menfaat beklemek içindir (indinde hiç olan, bir değer
ifade etmeyen yaratıklarından medet uman, beslenen,
onlarla kayıtlı olan, birimsel ama dev bir egoya
sahip bir Tanrı). İbadet adı altındaki çalışmaların,
beyin ve işlevleriyle, beden ve işlevleriyle ve bunların
holografik sistemle olan ilişkileri bilimsel verilerle
apaçık ortadayken, bunlar yok sayılmakta, üzerinde
düşünme zahmetinde bile durulmamaktadır. Yani,
“Teistler de” zamanın anlayışına göre değerlendirme
yapılmaz.
Aynı şekilde Vahye bakışları da böyledir. Yani Vahiy,
uzayın bir yerlerinden gelmiş büyük bir meleğin
peygambere dikte ettirmesidir. Ve bunun sistemi onlarca,
asla bilinemez, anlaşılamaz. Halbuki bu, bir sistemle
oluşmakta ve en azından görünür sistemde ortaya
çıkmaktadır. Bu nedenle Vahyin de beyinsel
işlevlerle, daha derin boyuttan, boyutumuza doğru beynin
enerji yapısı ve bu enerji yapının da çeşitli boyutları
olan evrensel enerjilerle, enerji yapılarıyla
(meleklerle) bir ilişkisi bulunmakta, dolayısıyla
bunlar da hayali değil, anlaşılabilir, bilinilebilir
boyutlarla ilgilidir. Yine Teizme göre, hayali
mekânlarda yaratılan ve zamanının gelmesini bekleyen
ruhlar, melekler tarafından mekânlar aşılarak bedenin
içine girer, zamanı gelince de tekrardan bedenden çıkar,
yine nerede olduğu bilinmeyen Berzah adındaki bir yere
gider orada beklemeye başlarlar. En sonunda da mahşerde
tekrardan bedenlenecek olan insanın içine girmek için
yine meleklerce getirilirler. Oysa, ayet ve
hadislerde kesin olarak böyle bir şey söylenmediğini
insan ruhunun meleki tesirlerle 120. günde oluştuğunu,
ruhun madde mi enerji mi olduğu ikileminden holografik
bir enerji yapı olduğunu ve yine meleklerin güç, kudret
kısacası, bilinçli enerji anlamına geldiğini
düşündüğümüzde, evrende bulunan holografik olarak
düzenlemiş enerjisel yapılarla, yine holografik
özellikli olan beynin enerjisel yapısı arasındaki
etkileşimlerin var olduğunu görebilmekteyiz. Teistler,
Vahiyle gelen Kutsal Kitapların da sadece beş duyusal
okunacak ciltli bir kitap olduğunun altını çizerler.
Halbuki gerçekte Kitap denilen şey, beyin aracılığıyla
kodları deşifre edilebilen ve beynin derinliğinde
bulunan Levhi Mahfuzdaki (ayrıca beyin levhi mahfuzun bu
boyuttaki bir minyatürüdür) Kainat Kitabına bilinçsel
dönüşümünü, haliyle o kitabın Okunmasını sağlayan,
holografik özellikli bir bilgi yumağıdır. Kur’an’ı
Okuma, yaşama denilen şey, Kuran’ı bir taraftan beş
duyusal olarak okurken, diğer taraftan da aynı anda
özünde “Kainatın Datalarını” Bilincinde, Şuurunda
seyretmektir. Bunu seyreden, her an da seyirdedir. Tüm
bunlara rağmen “Teistler”, bilimle dinin hiç
çatışmadığını, paralel olduklarını, birbirlerini
tamamladıklarını rahatlıkla söyleyebilmektedirler. Oysa,
bilimle paralellik olması için onun bilimsellikle de
açıklanması gerekir. Aksi takdirde bu türden
söylemler, ezberden başka bir şey değildir
(Enerji – Melek- 1).
Bu arada Tek olan İrade de parçalanarak, iradenin bir
kısmı Tanrıya, bir kısmı ise, kullarına bırakılmıştır
(bunu da ileride detaylı olarak irdeleyeceğiz). Yine
Tanrı,
“bir günü bin ya da elli bin yıl”
süren mesafeler kat eden melekler vasıtasıyla, insanlar
içinden seçtiği postacılar aracılığıyla emirler ve
buyruklarını iletmekte, emirlerine uyanlarını, ona
tapınanları ödüllendirmek için ebedi kalacakları ve
dünyadaki benzerinin kat be kat daha güzellerinin
bulunduğu maddesel cennetine, emirlerine uymayanları,
tapınmayanları ise cezalandırmak için yine ebedi
kalacakları ve maddesel cehennemine sokacaktır
(bkz. Din-Bilim Soru Ve Cevapları – 15).
Yani, indinde hiç olduğu bir evrende, o evrene göre hiç
olan (anlaşılan Tanrının evrenin büyüklüğü, boyut ve
yapısından haberi yok) insana kafayı takmış, onlarla
mücadele eden, intikam alan, alay eden, gütmeye çalışan
ya da onları doğru yola götürmeye çalışan (gayret eden)
eli maşalı bir Tanrı. Oysa böylesi ifadeleri,
Allah’ın Uluhiyetinin gereği olarak bizler için, bizim
özelliklerimize göre seçilmiş örneklemeler olduğunu
düşünmemiz gerekir. Ayrıca Tanrı, ezeli ve ebedi
olduğundan, ona eş koşulamayacağından ezeli ve ebedi
başka bir yaratılmış (varlık) boyutu da düşünülemez
(yine anlaşılan Tanrı, zamansızlık ve mekânsızlık
boyutlarından ve “an” kavramından habersizdir). Bu
yüzden sonsuz-sınırsız Kuantum Vakum Boyutu asla olamaz
(oluyor diyenler ise yukarıda dediğimiz gibi,
bilimsellik anlayışına ters bir biçimde Tanrıyı bundan
ayrı bir mekâna yerleştirmektedirler). Tanrı tek bir
evreni big-bang ile yarattı ve zamanı gelince onu da yok
ederek nerede olduğu bilinmez cenneti ve cehennemi
yaratacak ya da yaratmıştır.
Kimine göreyse cennet, cehennem, mahşer ortamları,
Resulullah’ın bu konuda belirttikleri es geçilerek,
bizim evrenimizin yanındaki maddesel paralel evrenlerde
yer almaktadırlar
(Bir defa daha tekrar edersek, bir, ölüm ötesi boyutları
mekânsal yerler olarak değil, boyutsal ortamlar olarak
ele alınması gerekmektedir. İki, bir boyutu o boyutun
kurallarına göre maddesel olarak algılamakla, orada
tıpkı dünyadaki gibi maddesel ortamlarda maddi bir
biçimde yer almak aynı şeyler değildir).
Görüldüğü üzere “Teizme” göre mesela, varlık hayal
değildir, bizatihi gerçektir. Bilinç ve Madde
birbirinden ayrıdır. Algılananlar algılayıcılar
tarafından yaratılmamıştır. Dolayısıyla, sağduyumuza ya
da Newtonsal (Klasik) Fiziğe göre nasıl ki evren
dışımızda bizatihi gerçekse, yine bu Klasik Fizik
anlayışına göre düşünülen Tanrıya göre de varlık onun
ötesinde, dışında gerçektir, …vs. Tanrının varlıktan
kopuk olması sebebiyle, anlık bağlantıların, varlığın,
Hakikatiyle bir Bütün olduğunu göstermesi Teizim
anlayışına ters geldiğinden bunun da üstünde pek
durmazlar. Dursalar bile Tanrının varlıklarla olan
bağlantısını açıklayamazlar. Bu nedenle bugün bile
Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlıkta anlatılan
“Tanrı ve Din” anlayışı Kuantum Fiziğini içermemekte,
içeremez de
(3).
Çünkü bu anlayış “Teizm anlayışını” ortadan
kaldırmıştır. Altını çizerek tekrar söylüyorum, Kuantum
Felsefesi Dinin kendisini değil, Dine olan bakış
açısını değiştirmiştir.
Böylece Teistler, “Tanrı ve Sistemi hakkındaki tüm
bilgiyi ancak peygamberin ve Kur’an’ın söylediği kadar
biliriz” derler. Bu doğrudur. Ancak bu kaynak bilgilere,
tamamıyla Newtonsal Fizik anlayışıyla baktıklarından,
Allah ve Onun ilminde yoktan var ettiği Sistem ve Düzeni
tamamen bilinemezliğe atarak sınırlandırmakta, her şeyi
kendi anlayışlarıyla sınırlı olarak gördüklerinden de
“dahası yoktur, olamaz, hepsi bu kadardır”
demektedirler. Buna karşın, ayet ve hadislerde
belirtilen Allah’ın ne olup ne olmadığına, görünen ve
görünmeyen sistem ve düzenin ne olduğuna, nasıl
işlediğine ilişkin veriler, günümüz bilimi ve Kuantum
Fiziğiyle değerlendirmeye tabi tutulduğunda ise,
karşımıza yüzyıllar öncesinden Sufistlerin de dediği
gibi, bambaşka bir din anlayışı (dinin değişmesi değil),
gerçeklik algısı ortaya çıkmaktadır (bu ibadetlerin
değişmesi, İslam’ın temel ilkelerinin oynanması
anlamında değildir). Yani böylesi bir değerlendirme,
Dinin daha derinlikli (Batın) anlamlarının, boyutlarının
bize açılmasını sağlamaktadır. Çünkü bu sembol ve
mecazlar bize, öyle derinlikli, öyle muazzam gerçekleri
bildirmektedir ki, bunları görmek (Okumak) için bakış
açımızı kökten değiştirmeli, tüm verileri “Teklik”
anlayışı içinde tekrardan değerlendirmemiz
gerekmektedir.
Teistler ise, varlığın her boyuttaki Bütünsel Tekliği
(4)
ile Allah’ın, insan ve tüm varlığın ötesinde değil,
boyutsal uzantısında (Nefsinde) olduğunu
görememekte, bunu kabul etmemekte, insanlarla, tüm
varlığı ve tüm bunları da Allah’tan ayırmakta, aralarına
geçilmez hayali sınırlar koymakta sonuç olarak Allah’ı
kavramsal olarak Tanrı mertebesine indirmektedirler.
Oysa bir Tanrı ve sistemi, bir de bize ait bir sistem
var olmayıp sistem ve düzenin tüm boyutlarıyla Tek Bir
Bütün olduğu, ölüm ötesi boyut, varlık ve tüm
gerçeklerin de bu Tek sistem ve düzenin göremediğimiz
boyutlarında yer aldığını ve tüm bunların da Allah’ın
İlminde, İlmi suretler biçiminde ve hayal hükmünde
bulunduğunu daha da ilerlersek, Allah’ın Zat’ının
(Mutlak Hiçliğin) ise, İlmi suretler ve bu suretlerin
kaynağı olan “Salt Data’nın” (Esmanın) Özü olduğunu
görmekteyiz. Dolayısıyla bu, “Vakum Boyutuyla”,
Mutlak Hiçlik arasındaki ilişkiyi açıklamakla birlikte,
bu iki boyut arasında zaman ve mekânın olmadığı
Boyutların da var olduğunu bize söylemektedir
(bkz. Din- Bilim – 10).
Nasıl ki, moleküler boyut, hücresel boyuttan, atomik
boyut da moleküler boyuttan, …vs. ayrılamadığı, içinden
çekip alınamadığı gibi, var olan tüm bu boyutlar da
parçası olmayan, parçalanamayan (istense de olamaz)
Tekil bir yapı olarak, birbirinden ayrılamaz durumdadır.
Dolayısıyla Mutlak Hiçliğe (Zat’ına) göre hayal
hükmünde olan tüm bu boyutları da Zatından çekip
ayıramaz, Zat’ını bunların ötesinde, sınırın bir
tarafındaki bir yerdeymişçesine düşünemeyiz. Zati
boyut tamamen farklıdır, önceleri de dediğimiz gibi her
şey ona dayanır, ondan açığa çıkar ama onda yer etmez
(suretler âleminin, ilmi boyutta bir karşılığı olup o
boyutta da yaşanmaktayken, aynı durum Zati boyut için
geçerli değildir). Ancak bu da, Mutlak Hiçliğin her
şeyden parçasal olarak ayrı, mekânsal anlamda uzaktır
anlamına gelmez. Başka bir deyişle, bize göre yaratılmış
ve yaratılmamış (somut ve soyut) her şeyin kaynağı olan
“Salt Data (nokta, esma)” boyutu bir yerde, Allah’ın
Zat’ı ayrı bir yerde değildir. Allah’ın Zatı, bütünün
boyutsal bir parçası değildir. Boyutsal anlamda
parçalanma asla olamaz. Her şeyin (tüm Kâinatın),
indinde hayal olduğu Esma Boyutu, yani Allahın
özellikleri, Onu kapsayamasa da O’nun Zatına
işaret eder. Bu yönüyle Ondan ayrı değildir. Ama Zat
isimlere işaret etmez. Bu yönüyle de Zat, Esmasıyla
(Data ile) kayıtlı değildir. Bu ince ayrımların üstünde
çok, çok düşünmemiz gerekir.
Eğer, deneylerle de bizatihi kanıtlanan Kuantum Fiziği
hesaba katılmaksızın düşünürsek, ölüm ötesi boyutlar,
berzah, cehennem, cennet, melek, levhi mahfuz, Kürsü,
Arş, …vb. boyutlar Klasik Fizik bakış açısına göre ya
“Mutlak Hiçlik” boyutu içinde yer alacak (böyle bir şey
düşünülemez bile, çünkü Hiç, Hiç idi) veya maddesel ya
da değil, bugün bilimsel olarak bilinen, tespit edilen
boyutları içermeyen, o boyutlardan bağımsız, apayrı,
ötesinde hayali boyutların varlığı ortaya konarak o
boyutların içindeki bir mekâna yerleştirilmesi
gerekmektedir ki, bu da dini tamamen gerçek olmayan,
hayali bir şekle sokmaktadır. Peki! O halde geçmişte
ve şimdi, Müslümanların ya da peygamberler zamanındaki
insanların hemen hemen tamamına yakını bu “Teist”
anlayışına sahip olduklarına göre ve böyle bir anlayış
gerçekte olamayacağına göre yapılan ibadetler boşa mı
gitmiştir? Elbette hayır. Çünkü Allah, bir Tanrı olmasa
da, Tanrı anlayışının ardında da, gerçekte Allah’ın
olması ve yapılan çalışmaların gerçek amacının, Tanrı
kavramından geçerek Hakikati olan Allah’ın bilinmesi,
bulunması ve yaşanması iken ibadetlerin sadece enerji
yönünü kullanmaları, hak edenleri yaptıklarının
karşılığı olan cennete mutlaka ulaştıracaktır. Ancak
Allah’ı tanımaktan mahrum kalacaklardır (bununla ilgili
ayet ve hadislerde bulunmaktadır). Bugün Kuran
ayetlerini farkında olmaksızın neredeyse inkar
edercesine,
“ibadetlerimi yaparım gerisine karışmam”, “düşünüp de
aklımı ziyan mı edeyim”, …vs.
gibisinden düşünenlerin yaptıkları çok büyük hata da bu
nokta itibariyledir.
Özetle, ta ilk çağlardan beri insanlar güç yetiremediği
olaylar karşısındaki yetersizlikleri, güçsüzlükleri
nedeniyle birtakım şeylere sığınma ihtiyacı duymuş,
dolayısıyla dışarıda gördükleri bazı nesnelere,
varlıklara güç, kudret vehmederek onlardan istek ve
arzularının karşılanması için medet ummaya başlamış,
sonuçta bunlara, belli ritüeller eşliğinde
tapınmışlardır. Böylece ilkin, çeşitli maden, nebat
hayvanlara tapınırlarken daha sonra, bilginin,
anlayışların biraz daha gelişmesiyle bu sefer,
yeryüzünden gökyüzüne yönelerek gezegen ve yıldızlara
tapınmaya geçmişlerdir. Tanrı isminin değil, Tanrılık
kavramının var olamayacağını dillendiren Resul ve
Nebilerin günün şartları ve anlayışları istikametindeki
ilgili açıklamaları sonucunda ise Tanrıyı, bu sefer
yıldızların, günümüzde ise, galaksilerden oluşmuş
evrenin, evrenlerin, …vs. ötesine yerleştirmiş ve ona
tapınmış ve tapınmaya da devam etmektedirler. Ya da
inanmayan materyalistler ise, neyi reddettiklerini
bilmeden sadece onu reddetmiş ve etmektedirler. Sonuç
olarak, Tanrı kavramının boyutları, kapsamı, gücü,
işlevleri değişmiş, gelişmiş, ama asıl temel düşünce
asla değişmemiş, yine insan gibi düşünen, huyları olan,
davranış sergileyen Tanrı ve Sistemi geçerliliğini
korumuştur (bu nedenle, Teistler arasında fraksiyonlar
bulunmaktadır, ancak temel mantık yine aynıdır). Ayrı
bir deyişle Teistler, bilinen Tanrı anlayışına, yeni
dinsel veriler (bilgiler), motifler eklenilmesiyle,
sanki daha farklı bir anlayış ortaya çıkmış gibi
değerlendirmekte, daha basit, az ve farklı motiflerle
süslenmiş eski Tanrıya ait anlayışları ise, ilkellikle
suçlamaktadırlar.
(Kaynaklar: Allah, Ney’i Okudu, Tek’in Seyri, İnsan Ve
Din – Ahmed Hulusi / “Nokta” – Ahmed Fevzi Yüksel (www.sufizmveinsan.com
)
(1)
İnsanlar cennette Allah’ı değil, Rablerini
göreceklerdir. Allah ile Rab bir yönüyle aynı şeyken bir
yönüyle de ayrı şeylerdir (bkz. İnsan Ve Sırları –s.1).
(2)
İnsandaki telepati, duru görü, telekinezi, …vs. gibi
yeteneklerin insanın her an kendi kontrolünde olmasına,
bu yeteneklerini diledikleri an ortaya koyabilmelerine
de pek sıcak bakmazlar, çünkü bu Tanrının iradesine,
işlerine de aykırıdır.
(3)
Kimi Teistler ise, evrensel süperpozisyon durumundan ilk
çökertmeyi yapanın yani, tüm olası durumlardan
dilediklerini ortaya koyanın her şeyin ötesindeki
Tanrının kendisi olduğunu söylemektedirler. Oysa Kuantum
Fiziğine göre öte, parça, dolayısıyla Tanrı kavramı
olamayacağından, Tanrının, kendisine ait özelliklerini
içermeyen evrende böyle bir şeyi yapması söz konusu bile
olamaz. Teizmde Kuantum felsefesi yer almadığından
(kavramları bulunmadığından) böyle bir şeyden
bahsedilemez.
(4)
Yani parçalardan oluşmuş bir boyut (boyutlar) var da,
bunun ötesindeki bir boyutta, yerde Tekil bir yapı var
değil, her boyutta yapı tektir. Bu nedenle, birbirinden
kopuk ayrıymış gibi görünen bu maddesel boyutumuz da beş
duyumuza göre mevcut olup gerçekte ise, tıpkı okyanus
içindeki buzdan heykellerin sudan ayrı birer yapıları
olamayacağı gibi, enerji yapısının yoğunlaşmasıyla
oluşmuş varlıklar arasındaki boşluklarda da yine o
enerjisel bağlantı ağları bulunmakta, dolayısıyla parça
yine söz konusu olamamaktadır. |