Bu ve daha
önceki yazılarımızda (işlevsel farklıklıları bir kenara
bırakırsak) “Kuantum Potansiyelinde” ve bunun
projeksiyonu olan tüm boyutlarda var olanın sadece ve
sadece “data/enerji” yada “anlam yüklü frekanslar”
olduğunu, frekansal farklılığın (bu frekansı, frekans
bloğu şeklinde de düşünebiliriz) ise, boyut dediğimiz
katmanları oluşturduğunu belirtmiştik. Bu yüzden
tanrısal anlayışın getirisi olan, bir “maddesel” alem,
bir de “manevi” boyut diye iki ayrı “alem” yoktur,
olamaz da. “Maddesel alem” aynıyla “manevi boyut”,
“manevi boyut da” aynıyla “maddesel boyuttur”. Çünkü
hangi boyutta olursa olsun fark etmez “maddesel
boyut” kavramı, algılayanın algılama kapasitesiyle
ilgili olan “Göresel, İzafi” bir durumdur. “Soyut”
olan boyutlar, algı sıkalası içine girdiğinde “somut
(maddesel)” boyutlar haline dönüşmektedirler. Algı
dışında kalanlar ise, “manevi” alem sıkalasına kayar.
Tıpkı ölüm ötesine geçilmesiyle o boyutun “somut”, bu
boyutun “soyut” hale dönüşmesi gibi. Demek ki bizler,
(4) bin ile (7) bin Angstrom dalga boyunda beden ve
beynimize göre “maddesel alemde” yaşarken, aynı anda
“ruh bedenimiz” ve “şuur (sema)” yapımız itibariyle de
“manevi boyutta” yer almaktayız. Sadece bizler bunu
fark edemiyoruz o kadar. Sistem ise her an otomatikman
çalışmaktadır.
Mesela, “Fetih” denilen özellik de, bir taraftan
“maddesel beden ve beyinle” dünyada (maddesel boyutta)
yaşanırken, diğer taraftan da aynı anda “ruh beden”
yapısı itibariyle ışınsal boyutta o boyutun
özellikleriyle (bedenle de kayıtlı olmaksızın) yaşanması
olayıydı. Yine aynı şekilde, ister “İzafi (Göresel)”
isterse de “Mutlak” olsun fark etmez “Gayb” kavramı
da birimin ötesinde, uzayda, uzayın da ötesinde bir
yerlerde, birimden kopuk halde değil, birimin boyutsal
uzantısında olan bir boyuttur. “Maddi” ve “manevi”
iki ayrı boyutun mevcut olmaması sebebiyle, ölümü tatmış
ancak “ruh (ışınsal) bedenen” veya “şuursal” olarak
serbest halde bulunan birimlerle, beynin ve ruhtaki
beyinin yaydığı çeşitli frekanslar yardımıyla “enerji”
ve “data” alış verişi yapılabilmektedir (ölümü tatmış
sıradan insanlarla olan enerji alış verişi her zaman
maddesel boyuttan o boyuta doğru olmaktadır ve o kişiler
bu enerjinin nereden geldiğini de bilmezler). Ancak
birim sıradan bir beyinse bu oluşumu fark etmeksizin
sadece dua ve zikirler yoluyla bu bağlantıyı
gerçekleştirirken, beyni çok hassas kişiler, algı
sıkalasına giren o birimlerle bizatihi görüşerek bu
işlevi gerçekleştirirler.
Bu durumu bugün bilim “ayna nöronlar” gerçeğiyle ortaya
koymuştur (internet sitelerinde bu konuda oldukça bilgi
bulunmaktadır). Böylece farkında olalım veya olmayalım
sadece ölüm ötesi boyutlar arası bir iletişiminin
varlığı söz konusu olmayıp, bizler, en yakın ailemiz,
arkadaşlarımız, hatta toplum tarafından her an “ayna
nöronlar” sistemiyle birbirimizi etkilemekte,
birbirlerimizi programlamaktayız.
“Arkadaşının
kim olduğunu söyle sana kim olduğunu söyleyeyim”
veya
“üzüm üzüme baka baka kararır”
sözleri de bu gerçeğe
dayanır. Bu yüzden arkadaş seçimlerimiz, uzun süre
beraber olacağımız eşlerimizin seçimi, kişinin hem bu
dünya hem de ölüm ötesi boyutlar için geleceğini olumlu
veya olumsuz programlaması yönüyle çok, çok önemlidir.
Bu yöndeki ayetler ve bilhassa hadisler de oldukça
fazladır.
Bizler demin de belirttiğimiz üzere sadece yakın
çevremizi değil, yayınladığımız dalgalarla içinde
yaşadığımız toplumu da “pozitif” veya “negatif” yönde
etkilemekteyiz. Toplumlarda açığa çıkan huzurun veya
kargaşanın, kaosun, …vs. kökeninde de bu vardır (bu
işlev sistemde, diğer faktörlerle entegre bir biçimde
bağlantılı olarak çalışır). Çok güçlü beyinlerin
bu konudaki etkileri de yine oldukça güçlüdür. Bu
sebeple bir toplumda (yerleşimde) bulunan, halen
hayatta veya ölüm ötesine geçmiş bazı Velilerin, zaman
zaman toplumsal arındırmalarla ilgili etkileri de
bulunmaktadır. Tüm dünya üzerinde yayımlanan ve
birbirleriyle girişim oluşturan beyin dalgaları
nedeniyle yine tüm insanlar, beyinlerinin açık
oldukları yönler itibariyle (ki, kişinin düşünce ve
fiilleri de bu açıklığı oluşturmaktadır) çeşitli
seviyeden birbirlerini o veya bu şekilde veri
tabanları istikametinde düşünce ve fiil düzeyinde de
yönlendirmektedirler. Aklımıza gelen düşünceler veya bu
düşüncelerin yoğunlaşmalarıyla ortaya çıkan fiillerin
bir kısmı da bu şekilde oluşmaktadır (bu olayı
tanrısallık kavramı yerine Allah’ın varlıktaki bir
sistemi, mekanizması, bir işlevi olarak düşünmek gerekir.
Ayrıca bu durumu, meleki tesirler ve kişinin veri
tabanıyla (programıyla) birlikte bir bütün halde
değerlendirmeliyiz. Bir aşağıdaki ayetler de bir yönüyle
bu duruma işaret etmektedir).
Sadece bunlar değil, maddenin aslının da “mana yüklü
enerji dalgaları” olması ve tüm dalgaların holografik
bir nitelikte bulunması sebebiyle, insanlar, nesnelerle
ve doğayla da bağlantılıdır. Bu yüzden toplumların
yaptıkları eylemler bir sonraki aşamada bela olarak
çeşitli “doğal afetler” şeklinde de karşılarına
çıkmaktadır. Ve burada o toplum içinde olan iyi
insanlar da aynı etkileri almaktadırlar. Tıpkı bir yere
dolu, fırtına yağdığında bunun iyi, kötü ayrımı
yapmaksızın istisnasız herkesi etkilemesi gibi.
Bunlar ise iki ayette şöyle anlatılmaktadır:
“Musa, tövbe etmeleri için kararlaştırılan yere gelmek
üzere, halkından yetmiş adam seçti... Ne zaman ki
orada onları şiddetli sarsıntı yakaladı,
(Musa şöyle)
dedi: "Rabbim... Eğer dileseydin onları da beni de
daha önce helâk ederdin! Aramızdaki anlayışı
kıtların yaptığı yüzünden bizi helâk mi edeceksin? O
ancak, senin bir fitnendir; kimi dilersen onunla
saptırır ve kimi dilersen hidâyet edersin... Sen
Veliyy'mizsin; bizi mağfiret et ve bize rahmet kıl...
Sen Ğâfir'lerin
(bağışlayanların)
en hayırlısısın" (7-155), “Sizden yalnızca
zulmedenlere isâbet etmekle kalmayan
(o toplumda bulunan iyileri de içine alan)
bir belâdan korunun...
İyi bilin ki Allâh Şediyd ul 'Ikab'dır
(yapılanın sonucunu şiddetle yaşatandır).
(8-25).
Kendilerini açıkça uyaran uyarıcıları dinlemeyen
toplumların, o olayla “senkronize bir biçimde”
doğal afetlerle nasıl yok olduklarıyla ilgili olarak
Kur’an da çok sayıda olay anlatılmaktadır.
Bir kişi yine beyin dalgaları vasıtasıyla bir başka
kimseyle özel bağlantı da kurabilir ki bunun bir
türüne “Telepati” denir. Gerçek anlamdaki şeyh - mürid
ilişkisinde olan şeyler de, yine “ayna nöronlar”
vasıtasıyla Şeyh isimli birimin, o müridin beynini,
zaman içinde en ince kılcal damarlarına, snapslarına
kadar etkileyerek evrensel sistem ve hakikatına dönük
açılımı yapmak için programlamasıdır. “Zamanın
Yenileyicisi” de evliya adı altındaki güçlü beyinleri de
etkileyerek Kur’an ve Resulullah sırlarının açığa çıkışı
için başta “batı biliminin” gelişmesine hız vermesi de,
yine çok güçlü olan beyni tarafından yayınlanan
dalgalarla olmaktadır (bu işin sadece “Afaki”
boyutlardaki yönüdür. Bunu biz “Öz” yani, “Enfüsi”
boyutlardan, günümüz tabiriyle “Kuantum Potansiyeli”
yönüyle de düşünmemiz gerekir). Keza Kur’an, Allah’ın ve
Meleklerinin (tüm Kuvvelerin) “Nebisine” yönlendirmekte
olduğunu bu sebeple Allah’a İman edenlerin de ona
yönelmelerini, teslim olmalarını ve sonuçta “Selamet”
bulmalarını açıkça istemektedir. Başka ayet ve
hadislerde de, yine ona imanın Allah’a iman, ona itaatın
Allah’a itaat, onu sevmenin Allah’ı sevmek, ona uyanın
Allah’a uymak, ona eziyet veya isyanın etmenin Allaha
eziyet veya isyan olduğunu da açıkça söylemektedir.
Başka bir ayette de, Resulullah’ın
“Alemlere Rahmet olarak geldiğini”
belirtmiyor muydu?
Burada
“Alemlere Rahmet”
cümlesiyle, Kainatın, “Allah önce Benim Nurumu yarattı”
diyen Hz Muhammed’in (sav) Öz yapısı olan “ Hakikatı
Muhammediye Boyutuna” dayandığını, daha doğrusu, o
Boyuttan yaratıldığını anlatmaktadır.
Bunun yanında Kur’an,
“Allah yolunda ölülere ölü demeyin, onlar diridirler,
Allah katında rızıklandırılırlar”
diyerek,
“Allah Yolunda”
cümlesiyle sadece savaşta ölenleri kast etmediğini de
belirtmektedir. Yoksa, Hakikatını bilmeyen,
bilemeyen ancak Allah için sadece bedeninden geçen (bizler
için çok büyük bir mertebedir) diri olacak, buna
karşın Hakikatının İlim ve Kudretiyle hareket eden
(Kuantum Potansiyelinde Şuurlu bir biçimde yaşayan)
Resuller, Nebiler ve Veliler, hele hele Alemlerin
kendisi için yaratılmış olan (tüm bu ifadeleri Tanrısal
anlayışla düşünmemek gerekir) Hz Muhammed (sav) diri
olmayacak, üstelik bir de bazı Tanrıbilimcilerin dediği
gibi sıradan insanlar gibi, ölüm ötesinde olacak, öyle
mi? Bu nasıl bir mantık, anlayış ve Kur’an’ ı okuyuştur
ki bunun analizini de size bırakıyorum.
Bu yüzden Resulullah, ölüm ötesine geçmiş olsa da tıpkı
hayattaymışçasına “Ruh (Işınsal) Bedeniyle” Şuurlu bir
biçimde yaşamına devam etmekte, kendisine yönelenlere
her an cevap verip onları çeşitli şekillerde
yönlendirmekte, programlamaktadır (bununla ilgili
tartışmasız birçok hadis yer almaktadır). Bu sebeple
Resulullaha ne kadar çok yönelirsek, Onu ne kadar çok
zikredersek (Salavat getirirsek), ayrı bir değişle
beynimizi onun frekansal alanına ayarlama yaparsak o
oranda (kapasitemiz nispetinde) Onun “Ruhu ve Bilinci”
ile bağlantıya geçer, ondan “enerji ve bilgi” transferi
yaparız. Buda sonuçta bizi selamete yönlendirir
(1) (bkz. “ Enerji Alanları Ve Biz – 17, 18”).
“Allah yolunda ölenleri ölü sanmayınız”
ayetindeki veya
“insanlar uykudadır, ölünce uyanırlar”
veya
“ölmeden önce ölünüz”
hadislerdeki,
“Allah yolunda ölenleri”,
“ölümle uyanan insanları”
yada
“ ölmeden önce ölmüş insanları”,
Şuursal (boyutsal) anlamda,
“beden boyutlarından sıyrılıp (maddesel anlayıştan ölüp)
şuur boyutunda dirilenler”
olarak düşünürsek, yaşayan böylesi birimlere ayrı bir
değişle Resulullahı kapasitelerince yansıtan bu Şuur
(enerji/data) birikimlerine yönelmekle de onlarla aynı
şekilde bağlantı kurabilmekte, yine “enerji ve ilim”
transferi yapılabilmektedir ki, “Rabıta” denilen bu
olayın aslı ve gerçeği budur (maalesef günümüzde bu da
oldukça çarpıtılarak ana noktasından saptırılmış,
tanrısal bir anlayışa, hatta açık şirke dönüştürülmüş
bulunmaktadır).
Yeri gelmişken burada geçmişte değindiğim çok önemli iki
noktaya farklı bir açıdan tekrardan değinmek istiyorum.
Bunlardan ilki, “bireysel ruhların ezelde
yaratılması” kavramı, diğeri de “ bireysel ruhun
maddi beyin tarafından üretilmesinin, yani maddesel bir
yapıdan oluşmasının, Materyalistlerin öne sürdükleri
gibi, ruhun maddeden kaynaklandığı, maddenin temel esas
olduğu fikriyle aynı şeyi mi kastettiği” sorusudur.
Bunlardan ilkiyle ilgili olan
“Rabbin Ademoğullarından, onarın bellerinden
zürriyetlerini almış ve onları kendilerine şahit
tutmuştu; Ben sizin Rabbiniz değimliyim (Elestü
birabbiküm) diye. Evet, şahidiz (Kalu Bela)! dediler…
Kıyamet günü - biz bundan habersizdik- demiyesiniz”
ayete bakacak olursak, bu konu hakkında üretilen ve
tamamıyla hayal mahsulü olan hikayenin (2)
aksine, burada ne ruhun, maddesel yapıdan önce var
olduğundan ne de kendisinden bahsedilmektedir.
Dolayısıyla ayet,
“bellerinden zürriyetlerini almış”
ifadesiyle “Sperm’e” işaret ederek, olayın moleküler,
yani maddesel boyutta gerçekleşen bir işlev olduğunu
mecazsal bir biçimde anlatmak suretiyle, yaratılışı
itibariyle istisnasız her insanın, genetiklerinde
mevcut olan “datalar” sayesinde “Rabbini Bilme”
potansiyeline sahip olduklarını belirtmektedir (bu
konuyu eski diyanet işleri başkanı Sayın Süleyman Ateşin
tefsirinde de bulabilirsiniz). Bir hadiste (3)
açıkça belirtildiği gibi anne karnında 120. günde
özden (boyutsal katmanlardan) gelen bir güçle beyin
tarafından üretilen bu “birimsel ışınsal ruha” ise,
beyindeki tüm bu özellikler aynıyla yüklenir (nesnelerin
ruhu ise, bildiğimiz üzere maddeden önce
yaratılmışlardır).
Geçmişte bazı evliyanın (uydurma olan hikayenin değil)
“ruhun ezelde” yaratılmasıyla ilgili bazı açıklamalarda
bulunmaları, bu işi hiç bilmeyenlerin
dillendirdiklerinden tamamen farklıdır.
Onların açıklamaları kendi çağların ötesine geçerek
zamanımıza hitap eder biçimde, “boyutsallık kavramı”
içinde olmuştur. Yani kısaca, “ezel” ifadesini, zaman
kavramı içinde belli bir süre önce olarak değil de,
“Boyutsal Öncelik” olarak düşünürsek, farklı bir
deyişle, “Klasik Fizik” yerine, “Kuantum Fiziği”
açısından olaya bakarsak, “ruhun ezelde yaratılışı”
ifadesinin “ruhun fiziksel yapısını” değil,
zamansızlık ve mekansızlık boyutundaki “anlam”, “mana”,
“mana bileşimi” olarak mevcut oluşunu bize anlattığını
görürüz.
Keza,
“
Ruhlar sınıf, sınıf toplanmış cemaatlardır. Bundan ötürü
içlerinden birbiriyle tanışanlar, sevişip
anlaşmışlardır. Birbirleriyle birleşemeyenler ise,
ihtilafa düşmüşlerdir, anlaşamamışlardır”
hadisi de Uzakdoğu felsefelerindeki Reenkarnasyon
inancında olduğu gibi “insanın birimsel ruhunun”
bedeninden önce var olduğunu değil, yine bir anlamda,
“mana terkipleri” biçiminde “Kuantum Potansiyelindeki”
mevcudiyeti ile bu “esma bileşimlerindeki” programa
işaret etmektedir. O boyuttaki bu programın sonucu
olarak, anne karnında 120. günde meleki (astrolojik)
tesirler ile beyin, kendi “birimsel ruhunu” oluşturmuş
ve tüm özelliklerini ona yüklemiştir. Böylece
ürettiği ruh ile her an alış veriş içinde olan beyin,
yaydığı dalgalarla, uyumlu olan diğer beyinlerle bir
araya gelmekte, uyumsuz olanlarla ise, anlaşamamakta,
uzaklaşmaktadır.
Aynı şekilde,
“Allah ruhları, cesetleri yaratmadan iki bin yıl önce
yaratmıştır”
hadisi de, “insan ruhunu” kast etmediğini bunun yerine
dünyanın, gezegenlerin, güneşin, yıldızların,
galaksimizin ve diğer sonsuz galaktik yapıların, …vs.
bir anlamda boyutlarındaki “ikiz” yapılarını, diğer bir
anlamda da, “Kuantum Potansiyelindeki” “enerji /
data” halinde var oluşlarını belirtmektedir (başta
İmam Gazali olmak üzere diğer evliyanın görüşü de bu
şekildedir). Biri fiziksel yapıların “somut” ruhudur,
diğeri ise, “soyut” anlamdaki ruhudur. Çünkü ruh
kavramının iki anlamı vardır ki, bunu da bir sonraki
yazımda değineceğim. Görüldüğü üzere, tamamıyla ancak
yüzyılımızda anlaşılabilen “Boyut kavramı”, ayet ve
hadislerde “iki bin veya elli bin yıl önce” ifadeleri
şeklinde de sembolleştirilmiştir. Dolayısıyla bu
ifadeler, zamansal önceliği değil, “boyutsal önceliği
yada bakış açısına göre “alt veya üst boyutları”
anlatmak için kullanılmışlardır. Mesela“Allah,
mahlukatın kaderini gökleri ve yeri yaratmazdan elli bin
sene evvel yazmıştır (takdir etmiştir)”
hadisinde olduğu gibi.
İkincisine gelince, böyle bir soru veya düşünce
tamamıyla muhaldir. Çünkü gerçekte her şey her boyutu
itibariyle bilinç ve enerjiden başka bir şey değil
miydi? Dolayısıyla madde hiçbir zaman mevcut olmamıştır
(kaldı ki, boyutsal derinliği olan maddesel beyin, o
boyut itibariyle temel bir yapı da olmayıp “birimsel
ruhun” oluşumu için aracı bir katmandır). Böylece
“maddesel beynin” şu anda dahi “ışınsal (dalga)/ bilinç”
yapıda olması sebebiyle birimin “ışınsal ruhu”, yine
farklı bir yapı ve frekanstaki ışınsal beyin tarafından
oluşturulmuş bir yapıdan başka bir şey değildir.
(Yararlanılan Kaynaklar: Yenilen, Mesajlar,
Kendini Tanı, Ruh- İnsan- Cin, İnsan Ve Sırları – 1, 2,
Tek’in Seyri, Sohbetler, Dua ve Zikir, Allah İlminden
Yansımalarla Kur’anı Kerim Çözümü (B Meali) – Ahmed
Hulusi)
(1)
Mesela, dualarımızda Salavat okumakla, bizden sisteme
yayınlanan dalgaları daha da güçlendirmiş olmakta veya
zor bir durumdayken o duruma karşı potansiyel güç
oluşturmakta yada ilimsel ilerlemede, konuları anlayıp
idrak etmede fayda temin etmekte, …vs.
(2)
Bu uydurma hikayeye göre, güya Allah, ruhları, ruhlar
aleminde meydana getirmiş ve tüm bu ruhları huzuruna
alarak onlara
“ben sizin rabbiniz değimliyim”
diye sormuş, onlar da, o “kalu belada”
“evet sen bizim rabbimizsin”
diyip Allah’a söz vermişler. Allah da onları sınamak
için her şeyi unutturup yeryüzüne bedenlerine göndermiş
ve hala da göndermeye devam etmektedir (gelecekte
bedenleriyle buluşacak olanlar ise, hala ruhlar aleminde
beklemektedirler). Öldükten belli bir süre sonra da
Allah ruhları bu seferde tekrardan yeniden yaratacağı
maddesel bedenlerinin içine sokarak verdikleri sözleri
ne kadar tutup tutmadıklarına bakacak, hesap soracak
bunun sonucuna göre de onları cennete veya cehenneme
gönderecek. “Elest Bezmi” diye bir şey de uydurarak o
alemde anlaşanlar burada anlaşmakta, anlaşamayanlar da
burada yan yana gelememektedirler. Eğer siz bu
örnekte olduğu gibi, modern bilimi kale almazsanız,
Resulullahın (bir aşağıda yazdığım) ancak günümüzde
doğrulu kanıtlanan anne karnındaki safhaları ve 120.
günde ruhunu üretmesini anlatan ve yanı sıra cehennemin
güneş olduğuyla ilgili hadisleri ve bunla bağlantılı
ayetlerin tümünü göz önüne getirmezseniz, dini, farklı
noktalara kaydırarak onu sisteme uymayan hayali
hikayelere dönüştürmüş olursunuz (tekrardan
topraktan bedenlenmeyle ilgili olarak bkz. “Yerler,
Gökler Ve Kıyamet – 6, 7”, “Kuantum Ve Din – 1”, “Din –
Bilim – 12” ).
(3) “Sizin birinizin ana - baba maddeleri 40 gün
anasının karnında toplanır. Sonra o maddeler o kadar
zaman içinde (ikinci kırk, yani 80) katı bir kan pıhtısı
halini alır. Sonra yine o kadar zaman (üçüncü kırk)
içinde mudge yâni bir çiğnem ete tahavvül eder. (120
böylece tamam olduğunda) Allah bir melek gönderir. Ve
tekâmül eden mudgeye dört kelime emrolunur ki; Onun
işini, rızkını, ecelini, sâid veya şakî olduğunu yaz!..
denilir”.
Not:
“Kuantum Ve Din – 9” başlıklı yazı daha açıklayıcı
olması açısından, yayınlandıktan 3 gün sonra
ekleme ve düzenlemelerle tekrardan yayınlanmıştır. |