Deizm: Bu 
						felsefe ilk olarak, dönem itibariyle Klasik fizik 
						(mekaniksel tabiat, evren) (1) anlayışı 
						içinde ortaya çıkmış, daha sonra Kuantum felsefesi 
						içinde değerlendirilmiştir. Bir yaratıcının varlığına 
						inanan bu felsefenin ana temel düşüncesi, ilk 
						neden olarak görülen Tanrı’nın, yarattığı şeylere hiçbir 
						şekilde karışmamasıdır. Kuantum 
						fiziğini de katarak bunu irdelediğimizde, Planck 
						üstü evrendeki enerji ve maddenin varlığı ve bundaki 
						mevcut muazzam sistem ve düzen ile Planck altı boyuttaki 
						“Sanal vakum” ve bundaki etkinlik nedeniyle, tüm 
						bunları ilk var eden, bunların ötesindeki bir 
						yaratıcının (akıllı bir tasarlayıcının) varlığı zorunlu 
						olmaktadır. İşte onlara göre bu Tanrı’dır. Ayrı bir 
						deyişle Tanrı, 
						yine Teizmdeki gibi, tamamen her şeyin ötesinde, “sanal 
						vakum” ve o boyuttaki “kuantum kütle çekim yasası” 
						dışında var olan ve o hiçlikte bizlerce bilinmeyen 
						yasaları da ortaya koyan aşkın bir varlıktır. Ancak 
						bu Tanrı, Teizmin aksine, o evrenin işleyişine 
						(yarattığı varlığa) kesinlikle 
						müdahalede bulunmamakta, dolayısıyla sistem bir makine 
						gibi yasalar vasıtasıyla 
						tıkır tıkır işlemektedir. 
						Bu durumun da, Tanrı’nın, varlıkla kayıtlı olmadığının 
						bir göstergesi olduğunu söylerler (oysa kayıtlı olmama 
						şartı sadece bu durumla sınırlı değil ki). O sadece, bilinçli 
						bir biçimde varlığın nasıl 
						olması gerektiğinin yasalarını baştan bizim hiçbir zaman 
						bilemeyeceğimiz şekilde belirlemiş (seçmiş), Varlığın 
						hammaddesini yaratmış ve böylece yaratılışın ilk startını vererek 
						algıladığımız şaşmaz sistem ve düzeni meydana getirmiş, 
						fakat yarattığı şeyleri kendi başına bırakmıştır. Bu 
						yüzden akılla hareket eden insanlar bulunduğu şartlar 
						içinde tamamıyla Hür iradeye sahiptirler. Yani 
						iradesinde, plan ve programlamada (tasarımında) 
						sınırları olan ve amacı bulunmayan bir Tanrı. (bu 
						felsefede kısmi bir Determinizm vardır) (2). Böylece 
						tıpkı Teizmdeki gibi, her şeyin haricindeki Tanrı, 
						ötelerden Süperpozisyon durumunun 
						çöküşünü, bilemediğimiz, bilemeyeceğimiz biçimde 
						sağlayarak aşama aşama varlığı 
						meydana getirmiştir.
						
						
						
						Deizmi, materyalizmi çağrıştıracak biçimde daha 
						yüzeysel olarak “kuantum belirsizlik ilkesi” temelinde 
						birleştirmeye çalışanlar 
						da vardır. Haliyle genel 
						felsefeden birazcık uzaklaşarak Tanrı, 
						çizginin gerisinden “Sanal Vakum” boyutunu yani maddeyi, 
						enerjiyi (hammaddeyi) ve yasalarını meydana getirmiş ve 
						bunları kendi haline bırakmıştır. Yani Tanrı, kuantum 
						vakum uzayındaki rastgele oluşumu izlemeye ve bunun 
						sonucunda hangi Planck kütleli taneciklerin açılarak 
						düzenli evrenlerin oluşacağını beklemeye başlayan, 
						yarattığı şeyden habersiz, yarattığı şeyde bir amacı 
						olmayan bir Tanrıya dönüşmüştür (tamamen indeterminist 
						bir görüş). Fakat Deizmin her iki yönünde de Teizm 
						ve materyalizmdeki gibi yine 
						kuantum fiziğinin, algılananların algılayıcılar 
						(gözlemciler) tarafından oluşturulduğunu (yani her şeyin 
						dışta olamayacağını), Maddenin gerçekte var olmayıp 
						temelinin Bilinç olduğunu, dolayısıyla varlığın 
						birbirinden ayırt edilemez Bütünselliğini, nihayetinde 
						ise “Kuantum Potansiyeli” boyutunu kabul etmez, yok farz 
						ederler. Bu yüzden, Kuantum 
						Fiziğini, Klasik Fizik yaslarına göre şekillendirerek 
						anlamaya çalışırlar (3).
						
						
						
						Tanrı, her şeyi kendi başına bıraktığı içindir ki, 
						insanlarla asla ilişkiye geçmez (ilk Deistler bunun 
						mümkün olabileceğini söyleseler de daha sonraları bu 
						durum reddedilmiştir). Bu nedenle de bu anlayışa göre 
						Tanrı, vahiy yoluyla insanlara bir din göndermemiştir. 
						Yani Deizmde din anlayışı yoktur. Dolayısıyla, 
						Peygamber, kutsal kitap, cennet, cehennem, şeytan, cin, 
						melek, din adamı, kilise, cami, …vb. gibi kavramlar yer 
						almaz, kesinlikle madde ötesi boyut ve varlıklarına 
						inanmazlar. Onlarda dua da geçersizdir. Bir anlamı 
						yoktur. Hal böyle olunca Tanrı 
						sadece ve sadece maddeyi ve onun boyutlarını meydana 
						getirmiştir, o kadar. Aynı 
						şekilde, mucizeler, olağanüstü olayların varlığı da söz 
						konusu değildir. Tıpkı Teizmdeki gibi insanda olağanüstü 
						yetenekler yoktur, olamaz da (Teizmde, 
						nadir olarak insanlarda görülebilen olağanüstü 
						yetenekler ise aslında bir yetenek değil, Tanrıya 
						yakınlığın bir işareti olarak dışarıdan Tanrı tarafından 
						meleklerince o işin yaptırılmasıdır. Dolayısıyla, 
						insanın bu işte bir dahliyoktur). 
						Dinler vardır, ancak bunların insan yapımı şeyler 
						olduğuna, kültürün bir gereği olduğuna inanırlar. Oysa 
						geçmişteki olaylar bir tarafa, günümüzde laboratuarlarda 
						bilimsel olarak yapılan birçok deneyle insandaki madde 
						ötesi yeteneklerin varlığı ispatlanmıştır ki, Kuantum 
						Felsefesi de tüm bunların mümkün olabileceğini zaten 
						bize göstermekteydi. Bu da bu felsefenin daha baştan 
						çökmesi demektir.Bilimi 
						temel esas almaktalar, ancak Kuantum Felsefesinin temel 
						birçok ilkesini reddetmekte, sonuçta anlayışları Newtonsal Fizik 
						ağırlıklı olmaktadır.
						
						
						
						Deizmde Tanrı, insanlara akıl, mantık ve bilimi vermiş, 
						böylece insanlar bu şekilde doğruyu, iyiliği, güzel 
						ahlakı ve Tanrıyı bu yetenekleriyle bulmaya 
						bırakılmıştır (insanın özünde bu özelliğin var olduğuna 
						inanırlar). Yani önemli olan iyi ahlaklı, topluma 
						faydalı insanlar olmaktır (aslında bu felsefede bunun da 
						bir anlamının olamayacağı açıkça görülmektedir). Bu 
						yüzden insanın yazılmış bir kaderi de yoktur, (ancak her 
						şeyi bilgisiyle bilmektedir). Yukarıda da belirttiğimiz 
						üzere İnsan, kararları ve yaptıklarıyla, kendi kaderini 
						kendi çizer. Böylece, bilim, doğa yasaları, iyi ahlak 
						anlayışı, dinin yerini almıştır. Tanrının insanlarla 
						ilişkiye girmemesi nedeniyle de kendisi, tamamen 
						bilinmez ve ulaşılmazdır. İnsan ona aklı ve başka 
						yetenekleriyle hiçbir biçimde ulaşamaz. Sadece 
						eserlerinden Onun varlığını bilebilir, o kadar. Bu 
						sebeple temel ilkelere bağlı kalacak şekilde her bir 
						Deistin kafasında kendince bir tanrı anlayışı 
						bulunmaktadır ki, bu da onlar açısından çok doğaldır. 
						Ancak Deizmin bir kolunda ise ölüm ötesi yaşama 
						inanılır. Dolayısıyla insanlar ölünce ruhlarıyla 
						yaşarlar. İyi olanlar, iyi ortamlarda, kötü huylu 
						olanlar da azap verici ortamlarda yer alacaklardır, 
						Tanrı tarafından mükâfatlandırılmak veya cezalandırılmak 
						üzere. Ancak bu, Teizmin öngördüğü ölüm ötesi 
						gerçeklerinden tamamen farklı olmakla birlikte, o 
						boyutun da tanımı yapılamamakta, bilinmezliğini her 
						zaman sürdürmektedir.
						
						
						
						Bazı Hıristiyanlar eski 
						ve yeni Ahitteki, başta mucize ve olağanüstü haller 
						olmak üzere, bazı kavramları çıkartarak (yok ederek) 
						Hıristiyanlığı, Deizm yönüyle yorumlamaya çalışmışlardır 
						(İslam tarihinde böyle 
						bir akım yok, fakat 
						kişisel bazda nadiren 
						de olsa böylesi düşünceler çıkmıştır). Böylece İsa (as), 
						sadece insanlara iyiliği yaymaya çalışan bir insan 
						olarak lanse edilmektedir. Amerika’nın üçüncü başkanı 
						olan Thomas Jefferson tarafından da, şu anda var olan 
						İncil’de çıkartmalar, değişiklikler yapılarak böyle bir 
						İncil bile yazılmıştır (bu İncil’in, Thomas İnciliyle 
						bir ilgisi yoktur). Bu da, var olan dinlerin zamanla 
						nasıl yozlaştırıldığına, içlerinin nasıl ve ne 
						gerekçelerle boşaltıldığına, hayali dinlerin 
						yaratıldığına çok güzel bir örnek teşkil etmektedir. Özetle, sadece 
						beş duyusal Akla ve mantığa dayanması sebebiyle Deizm, 
						her şeyi bilinmezliğe itip sistemi bir Bütün olarak 
						gösteremediği ve çok fazla sayıda temel soruyu 
						cevaplandıramadığı gibi, deneylerle sabit olan yasaları 
						da kabul etmediğinden, içermediğinden bu felsefenin 
						eksik, yetersiz ve sonuçta yanlış olduğu, hayatın 
						gerçekleriyle bütünleşmekten çok hayali bir anlayışı 
						ifade ettiği görülmektedir.
						
						
						
						
						
						Panteizm:  epeyce çok 
						değindiğimiz bu görüşe farklı bir açıdan tekrardan 
						değinmeye çalışalım. Suretler Boyutuna göre, “Sonsuz 
						Sanal Vakum Boyutunu (Enerji Alanını)”, “Mutlak Hiçlik 
						(Boşluk)” olarak kabul ederler (Kuantum Alanları 
						Kuramınca bu 
						“Alanın” dalgalanmışlık ve dalgalanmamışlık yönü 
						vardı) (4). Dolayısıyla 
						“Hiçlik”, bu ezeli ve ebedi bir biçimde var olandır. 
						Ancak bu boyutu kendi içinde değerlendirirsek, bu sefer 
						evrenleri meydana getirebilen ve her an hiçlikten var 
						olup o hiçliğe geri dönen Planck kütleli parçacıklardan 
						oluşan bu boyutun, dalgalanmamışlık yönü, o parçacıklara 
						göre Zat (Hiçlik) olmaktadır. Aynı zamanda bu 
						dalgalanmamışlık yönü yani Boşluk, “Mutlak Bilinçtir 
						de”. Daha 
						doğrusu bu, Bilinçli bir Ruh’tur. Madde ve madde ötesi 
						boyut ve varlıklarını, bu Ruh yaratmıştır. Ancak her 
						şeyin, sadece bundan ibaret olduğunu kabul etmekte, 
						bunun dışında hiçbir şey yoktur demektedirler. Yalnız 
						bu Bilinçli Ruh, yani yaratıcı olarak görünen bu yapı, 
						bir boşluk kalmayacak şekilde yaratılmış olan (her biri 
						bir evreni oluşturabilecek bu parçacıkların) bu parçasal 
						bilinçlerin bir toplamı olarak ya da parçasal bilinçlere 
						ayrılarak ortaya çıkmakta (Ruhu çok farklı tanımlamakla 
						birlikte, Ruh Boyutunu da sınırlandırmaktadırlar), 
						bilinçli evrenleri oluşturabilecek bu taneciklerin bu 
						“Vakum Boyutunda” açığa çıkmaması diye bir şey ise, asla 
						söz konusu olamamaktadır (“boşluğun” aslında “doluluk” 
						olduğunu hatırlayalım).Başka bir deyişle, 
						yaratıcı ve yaratılan ayrımı yoktur. Bu görüşe göreTanrı 
						her şeydir (tabiat 
						ve yasaları, insan, diğer varlıklar ve evren O’dur. 
						Dolayısıyla varlıklarına muhtaç bir Tanrı). 
						Her şey de Tanrı’dır, ne fazla, ne eksik. O, 
						sadece varlıkla birlikte mevcuttur. Çünkü 
						her bir parça aynı zamanda, o parçasal Bütünün 
						kendisine sahip olacak şekilde ayrılmıştır. Dolayısıyla 
						Panteizmde ibadetlerden amaç, o Bütünle özdeşleşme, parçadaki 
						o Bütünü, o parçada ortaya koyabilmektir. Panteizmde 
						Tanrının her bir parçadan öte oluşu, yarattıklarından 
						farklı oluşu ise, Tanrı’nın, parçaların toplamı 
						olmasından ileri gelmektedir, yoksa Teizm, Deizm 
						anlamında ya da başka bir anlamda değil.
						
						
						
						Ayrıca asıl ve temel olan bu 
						dalgalanmamışlık yönü itibariyle Bilinçsel Enerjisel 
						Bütünlük olduğundan, yaratılan tüm varlık, bir illüzyon(hayal) 
						olmaktadır. Dolayısıyla gerçekte 
						yaratma eylemi de yoktur.Çünkü yaratılan da 
						yaratanın bizatihi parçası, 
						parçasal kendisi olduğu 
						için, bu tür şeyler kendi içinde oluşan şeyler, yani illüzyonlar 
						olmaktadır. “Kuantum Potansiyeli boyutunun” varlığı 
						ortaya konunca bu sefer, Ruh olarak kabul ettikleri bu 
						boyutu da yani, Holografik 
						evren anlayışını da parça- bütün ilişkisi içindeki “Panteistik anlayışa” 
						göre yorumlamışlardır. Oysa 
						holografik özellikli “Kuantum Potansiyeli” boyutunda parça 
						yok ki onun 
						toplamından oluşan bir Teklik, Tekil bir varlık oluşsun. 
						Hatırlarsak, bir hologram plakasını ne kadar parçalarsak 
						parçalayalım hiçbir zaman parça elde edemezdik. Çünkü 
						parça dediğimiz şey, Bütünü aynen yansıtır ya da parça 
						gibi görünen şey, o Bütünün her yerindedir. 
						Dolayısıyla o boyutta parça,gerçek 
						bir yapı olarak değil, ancak bir var kabul edişin sonucu 
						olarak mevcuttur ki, 
						bunun da toplamından, daha doğrusu toplama kavramından 
						bahsedilemez. Bu duruma farklı bir açıdan bakarsak, 
						aslında Tek Bir Mana olan “Salt 99 Esma”, “Kuantum 
						Potansiyelini” dalgalandırarak sonsuz 
						sayıda bileşimler yani, boyut ve varlıklar oluşturur, 
						yine dalgasal girişimler şeklinde. Ancak bu varlıkların, 
						yani 
						terkiplerin toplamı, “Salt Esma Manalarını” haliyle, O 
						“Tek Manayı” oluşturmaz, oluşturamaz. Çünkü 
						“terkipler,” hiçbir zaman, o “Ana Manaya” göre mevcut 
						olamadıkları gibi, holografik özellikli girişim deseni 
						de böylesi bir şeyi oluşturamaz (bir sonraki yazıda buna 
						tekrardan değineceğim). Böylece Panteizmin 
						varlığı söz konusu bile olamaz. Kısacası, 
						Kuantum potansiyelinde her şey, ayrı bir deyişle tüm 
						boyutlarıyla evrenler (ki, evrenler burada “datalar” 
						şeklinde mevcut idi), bir 
						varsayım olarak vardır, yani illüzyondur, genel 
						anlamda bu doğrudur. Ancak ne 
						şekilde illüzyon olduğu 
						ve bu durumun, Sistemin Bütünündeki yeri ve Sistemdeki 
						sonuçları itibariyle, Panteizm, Sufizmden tamamen 
						ayrılmaktadır (bu durumu, diğer benzer görünen kavramlar 
						için de aynen tek tek düşünebiliriz).Kaldı 
						ki, parçalardan oluşmamasına rağmen bu “Kuantum 
						Potansiyeli”, yine de Allah olamaz. Çünkü Zatından 
						ayrı olmasa da Zat (Zatı) tarafından boyutsal anlamda 
						yaratılmıştır. Farklı 
						bir deyişle, hiç bir şey Zattan ayrı değildir. Her bir 
						zerrenin Zatıyla, bir insanın, bir gezegenin, bir 
						yıldızın, bir galaksinin, bir evrenin, dolayısıyla 
						Kâinatın Zatı aynıdır. Farklılıklar ise, isimler (99 
						Esmanın farklı oranlardaki) bileşimlerinden, terkipsel 
						yapılarından kaynaklanmaktadır. Bu 
						arada, “Salt Data (Esma)”, yani “ Nokta Boyutu” Sonsuz 
						Varlığın Zatıdır. “Mutlak Zat” değildir. Tüm Evrenlerin, 
						dolayısıyla “Salt Datanın (Noktanın)” Zatı ise, “Mutlak 
						Hiçlik” dediğimiz, “Mutlak Zattır”. Bu ikisini 
						birbiriyle karıştırmamak gerekir.
						
						
						
						Panteistler, Bütünü, 
						Parça- Bütün ilişkisinde gördükleri şeye göre kabul 
						ettiklerinden, farklı 
						bir deyişle, Kuantum Potansiyelindeki “birimsel data (terkipsellik)” 
						istikametinde Bütünü gördüklerinden, daha derinlikli 
						boyutları, haliyle “Kuantum Potansiyeli” boyutunu 
						hakkıyla değerlendiremedikleri yani, “Meleki” 
						boyut ile “Mutlak Hiçlik” boyutunu hiçbir şekilde 
						göremedikleri, 
						dolayısıyla Mutlak Hiçlikle Kuantum Potansiyeli 
						arasındaki ilişkiyi bilemedikleri gibi, o boyutun en 
						zirvesindekiler bile, tüm varlık boyutunu “Nari boyut” 
						ve “Maddesel boyut” olarak kabul etmektedirler. Dinde 
						anlatılan Melekleri 
						de, Nari 
						boyuttaki varlıkların bir türü olarak görmektedirler. Oysa 
						“terkipsiz bir 
						biçimde”, “Kuantum Potansiyelini” yani Bütünü görüp 
						değerlendirmeleri gerekir. Bu 
						nedenle Panteizmde 
						bir şeyin “Hiçliği”, “Zatı” derken de, 
						ya algıladıkları, 
						var kabul ettikleri varlığa (suretler boyutuna) göre, o 
						varlığın kaynağı olan “Sanal Vakum” veya (bir alt 
						boyuttaki) “Kuantum Potansiyeli” boyutu kastedilir ya da 
						bu “Sanal Vakum” veya “Kuantum Potansiyeli” içine zumlama yaparsak, 
						bu seferde Bütündeki hareketliliğe karşın onun durgun 
						hali kastedilir, yine o yapıdaki bir durum olarak. Oysa 
						var kabul ettikleri boyutlar sınırlı olmadığı gibi, 
						etkinliğin durgun yönü “Zat kavramının” sadece bir 
						yönüdür. Oysa Sufizmin belirttiği “Mutlak 
						Hiçlikte”, ne “Sanal Vakum” ne de “Kuantum Potansiyeli” 
						Boyutu vardır. Çünkü 
						“Mutlak Hiçlikte”, bırakın Panteistik “Kuantum 
						Potansiyeli” kavramını,Sufizmde ifade 
						edilen “Kuantum Potansiyeli” Boyutu dahi yer alamaz. 
						Çünkü Hiçlik, Hiçtir.
						
						
						
						Panteizmde kuantum çökme işlemi ise birimlerden oluşmuş 
						Bütün tarafından o birimlerce yapılmaktadır. Bu arada 
						şunu da belirtmek gerekir ki, algılananlar birer hayal 
						olduğu gibi, algılayan birimler (gözlemcilerin kendisi 
						de) birer hayaldir. Dolayısıyla algılayanların gerisinde en 
						temel düzeyde asıl 
						çökmeyi gerçekleştiren bir Bilincin varlığı zorunlu 
						olarak ortaya çıkmaktadır ki, bu da herhangi bir 
						birimsel bilinç değil, “Mutlak Bilinçtir”. Ancak 
						bu Bilinç ise Teizm ve Deizmin söylediği üzere 
						gözlemcilerin tamamen ötesinde, onlardan tamamen kopuk 
						bir Bilinç (ve onun ortaya koyduğu yasalar) olamayacağı 
						gibi (zaten Kuantum anlayışına göre böyle bir şey mümkün 
						değildi), Panteizmin belirttiğinden farklı olarak da, parçası 
						olması mümkün olamayan o birimler (gözlemciler) adı 
						altında bu 
						çökmeyi (çökmeleri) gerçekleştirmesine karşın, o 
						birimlerle de kayıtlı değildir (bkz. 
						Din- Bilim Soru Ve Cevapları - 16 ). Allah’ın 
						Zat’ının çökmeyi gerçekleştirmesi diye bir şeyden ise, 
						asla bahsedilemez. Onun Zatı için böyle bir şeyi 
						düşünmek bile muhaldir.
						
						
						
						İrade konusuna gelince, panteizmin bir bölümünde “Salt 
						Determinizm” vardır. Yani asıl olan Bütün olduğundan, 
						her şey o Bütün tarafından önceden belirlenmiş olup parçasal 
						boyuttaki parçaların, yaptıkları işlerde hiçbir 
						etkileri bulunmamaktadır. Bu nedenle insanlar da, tıpkı 
						evrendeki nesne ve hayvanlarda olduğu gibi, yaptıkları 
						eylemlerden (hatta düşüncelerinden bile) sorumlu 
						değildir (haliyle onlar açısından ölüm ötesi boyutlar da 
						yoktur). Panteizmin geri kalan bölümünde ise, bunun tam 
						aksine (Kuantumcular da buna dahildir) yine 
						parçasal boyutta, parça 
						olan insanın, Bütünü, Bütünün de parçayı etkilemesi söz 
						konusudur. Bu yüzden insan, özgür bir iradeye sahiptir. 
						İnsan için önceden belirli bir kader yoktur. Kendi 
						kaderini kendi çizer. Yani, indeterminizm vardır 
						(bunların içinde ise yine ölüm ötesine inanmayanlar 
						olduğu gibi, o boyutu farklı şekillerde tanımlayan 
						inanlar da bulunmaktadır). Kuantum fiziğinin ortaya 
						çıkmasıyla özetle bu durum, şu şekilde ifade 
						edilmektedir. Kuantum boyutunda sonsuz olasılıklar 
						olduğundan Bütün, parça olarak, bu olasılıklardan ilgili 
						olanları çökertmektedir (Kuantumun Kophenag yorumu 
						ile kuantum fiziğinde sabit bir geçmiş ve geleceğin 
						olmadığını hatırlayın). Doğu Panteizminde de insanların, 
						ölümlerinin hemen akabinde Spatyom denen 
						ortamda bu bütünü 
						deneyimlediklerine ve 
						burada kendi kaderlerini kendilerinin belirleyerek 
						tekrar tekrar dünya 
						yaşamına geri geldiklerine yani Reenkarnasyona 
						inandıklarını (dolayısıyla bildiğimiz ahiret inancının 
						bulunmadığına) başta “Reenkarnasyon ve Hologram” adlı 
						makalemiz olmak üzere bazı yazılarımızda değinmiştik.
						
						
						
						Bununla birlikte panteizmin bir bölümünde, sadece Madde 
						Boyutunun Bütünselliği kabul 
						edilirken, diğer bölümünde de Uzakdoğu felsefelerindeki 
						gibi, bir 
						Üst Boyut (Nar boyutu) ve Varlıkları buna 
						ilave edilmektedir. Bir 
						başka açıdan Panteizm, 
						sadece algıladıkları beş duyu verilerine göre ya da 
						sadece bilimsel verilerin yorumlanmasına dayalı olarak 
						inanılan bir düşünce sistemi olduğu gibi, aynı zamanda 
						doğu felsefelerindeki gibi belli deneyimlere, 
						yaşayışlara dayalı olarak inanılan bir inanç sistemidir 
						de (aralarında belli farklar olsa da genelde temel 
						düşünce aynıdır). Bu Panteist İnanç içinde yukarıda da 
						belirttiğimiz gibi, ölüm ötesine inanmayanlar yanında, 
						inanan ancak ölüm ötesi gerçekleri ayet 
						ve hadislerin işaret ettiği gerçeklerden, 
						dolayısıyla Sufizmin belirttiğinden çok 
						farklı şekillerde (mesela Reenkarnasyon gibi) tanımlayanlar 
						da bulunmaktadır. Bu durumu İslam’ı Panteist gözüyle 
						yorumlayanlarda da görmekteyiz. Ayrıca, doğu 
						panteizminde oldukça çok sembol ve mecaz kullanılmış 
						olsa da bunlar 
						Hakikati anlatan, Hakikate ulaştıracak şekilde 
						düzenlenmiş semboller değildir. Yani 
						bunlar, insana 
						Nefsin Hakikatini bildirmez, anlatamaz. Ayrı 
						bir deyişle, doğu felsefesindeki veriler, çalışmalar 
						insanın birimselliğini yok etmez. Bu felsefe insanı, 
						şartlanma değer yargıları ve duygulardan, yanı sıra da 
						bedenin istek ve arzularından arındırabilir ve bedenine 
						hükmetme sonucunda sistemin gereği otomatik oluşan bazı 
						olağanüstü olaylar ortaya koyabilir, ancak 
						kesin olarak Nefs perdesini 
						asla kaldıramaz (Hakikatin Şuur halini oluşturamaz). Üstelik 
						tam tersine, Bütünün, her bir parçada,parçanın 
						varlığıyla mevcut olması sebebiyle bu 
						çalışmalar, insanın birimsel benliğinin asla var 
						olmadığını idrak ettirecek yerde, o birimsel egosunu 
						artırmaktan (genişletmekten), benliğini (egosunu) 
						Tanrılaştırmaktan başka bir şeye de yaramaz. Bu 
						egonun zirvesi ise Deccal Lakaplı o kişide çıkacaktır. 
						Bu nedenledir ki Deccal, her insanın anlayışına göre 
						hitap edip bu anlayışları panteist anlayışa dönüştürmeye 
						ve sonuçta insanları kendine tapındırmaya çalışacak ve 
						bunda da bir süreliğine çok başarılı olacaktır (“yok 
						(hiç) olma” ifadesi, parçaya dayalı bütün var ve bu 
						parçalar o bütünün yanında 
						mekansal (hacimsel) 
						anlamda yoktur, hiçtir, anlamında değil, hiçbir 
						zaman var olmadığını idrak etme anlamındadır, 
						çünkü zaten 
						yoktur. Bunun bir üst adımı ise, aslında Bütünün de, 
						“Mutlak Hiçlik” indinde bir gölgeden, hayalden ibaret 
						olduğunun idrakidir).
						
						
						
						Özetle panteizm, temelde kuantum felsefesini en kapsamlı 
						bir biçimde içeriyor, hatta panteizmin verilerini 
						onaylıyor gibi görünmektedir. Ancak kuantum 
						felsefesinin bunun ötesinde birtakım gerçeklerin 
						varlığını da söylemesine karşın, “Mutlak Bilinci” sonsuz 
						olasılıkların toplamı yani, evrensel süperpozisyonu Tanrı 
						olarak göstermesi gibi, 
						Bütünselliği belli bir boyutla sınırlı tutması ve bu 
						yüzden daha üst boyutları yok sayması, bu 
						“Mutlak Bilincin” özelliklerini ve ondaki boyutları 
						eksik ve yanlış tanımlamasına yol açmıştır. Bununla 
						birlikte bu felsefe, Kuantum felsefesini her ne kadar 
						fazla içermiş olsa da tüm 
						felsefesini parça-bütün ilişkisine oturtması sebebiyle 
						panteizm, yine de varlıklara göre, yani Klasik fizik 
						anlayışına göre bir tanımlama yapmaktadır. Bunun 
						yanında Doğu 
						Panteizmini göz 
						önüne alırsak, (bu felsefedeki eksik ve yanlış 
						anlayışlar bir kenara) bu inançta her ne kadar sembol ve 
						mecazlar ağırlıklı olarak ifade edilmiş olsa da ortaya 
						konan ritüeller, 
						hareketler bu anlayışı paganizme (putperestliğe) 
						dönüştürmüş, din adamlarıyla birlikte mensuplarının 
						tamamına yakını tıpkı ilkel insanlar gibi putlara, 
						Tanrılara, hatta kiminde Tanrıların toplamından oluşan 
						Tek Tanrıya tapınmış ve halen de tapınmaktadırlar 
						(bunlar üzerinde bir üst boyutta yaşayan varlıkların 
						etkileri de bulunmaktadır ki bunlara birçok yazımızda 
						detaylarıyla değinmiştik).
						
						
						
						Ayrıca yapılan 
						çok büyük bir hata daha vardır ki, O da Panteizmle 
						İslam’daki “Vahdeti Vücut” görüşünün aynı olduğunun 
						söylenmesidir…
						
						
						
						(Yararlanılan Kaynaklar: Allah, Tek’in Seyri, Evrensel 
						Sırlar, Ney’i Okudu, Kendini Tanı, Akıl Ve İman / 
						Yenilen – AhmedHulusi 
						/ Kozmik Oyun – Stanislav Grof / Wikipedi, Wikipedia)
						
						
						
						(1) O 
						dönemde evrenin nasıl meydana geldiği, evrenin mekânsal 
						büyüklüğü ve boyutsal yapısının ne olduğuna dair bir 
						bilgi mevcut değildi. Temelinin Beş 
						duyusal Akla ve buna göre tespit edilmiş bilime 
						dayanması nedeniyle, bilimin 
						verilerinin değişmesinin otomatikman Deist anlayışının 
						kökten değişmesi anlamına geldiğinden bu düşünce akımı 
						daha başından hatalı olmaktadır.
						
						
						
						(2) Determinizm, 
						her şeyin önceden eksiksiz olarak tamı tamına 
						belirlendiğini söylerken, İndeterminizm de bunun tam 
						aksine hiçbir şeyin, hiçbir biçimde önceden belirli 
						olmadığını belirtir.
						
						
						
						(3) Denklemlerin 
						ve deneylerin açıkça göstermesine, önde gelen bilim 
						adamlarınca kabul edilmesine karşın, maddesel 
						şartlanmadan kurtulamayan, bu yüzden de maddeyi esas 
						alan bazı Kuantum fizikçileri de, inançlarına ters 
						geldiği için, algılananların 
						algılayıcılar tarafından oluşturulduğunu ve bunun 
						sonucunda ortaya çıkan diğer verileri, ya görmezden 
						gelmekte ya da kabul etmemektedirler.
						
						
						
						(4) Kuantum 
						Alanlar Kuramı, Tek Bir Enerji Alanının mevcut olduğunu, 
						parçacık ve enerji alanların, dolayısıyla tüm varlığın 
						ise, bu Enerji Alanın çeşitli biçimlerdeki 
						deformasyonları olduklarını söylemektedir.