Kuantum ve
Din – 2

Fiz.Müh. Kenan Keskin
 

 

Deizm: Bu felsefe ilk olarak, dönem itibariyle Klasik fizik (mekaniksel tabiat, evren) (1) anlayışı içinde ortaya çıkmış, daha sonra Kuantum felsefesi içinde değerlendirilmiştir. Bir yaratıcının varlığına inanan bu felsefenin ana temel düşüncesi, ilk neden olarak görülen Tanrı’nın, yarattığı şeylere hiçbir şekilde karışmamasıdır. Kuantum fiziğini de katarak bunu irdelediğimizde, Planck üstü evrendeki enerji ve maddenin varlığı ve bundaki mevcut muazzam sistem ve düzen ile Planck altı boyuttaki “Sanal vakum” ve bundaki etkinlik nedeniyle, tüm bunları ilk var eden, bunların ötesindeki bir yaratıcının (akıllı bir tasarlayıcının) varlığı zorunlu olmaktadır. İşte onlara göre bu Tanrı’dır. Ayrı bir deyişle Tanrı, yine Teizmdeki gibi, tamamen her şeyin ötesinde, “sanal vakum” ve o boyuttaki “kuantum kütle çekim yasası” dışında var olan ve o hiçlikte bizlerce bilinmeyen yasaları da ortaya koyan aşkın bir varlıktır. Ancak bu Tanrı, Teizmin aksine, o evrenin işleyişine (yarattığı varlığa) kesinlikle müdahalede bulunmamakta, dolayısıyla sistem bir makine gibi yasalar vasıtasıyla tıkır tıkır işlemektedir. Bu durumun da, Tanrı’nın, varlıkla kayıtlı olmadığının bir göstergesi olduğunu söylerler (oysa kayıtlı olmama şartı sadece bu durumla sınırlı değil ki). O sadece, bilinçli bir biçimde varlığın nasıl olması gerektiğinin yasalarını baştan bizim hiçbir zaman bilemeyeceğimiz şekilde belirlemiş (seçmiş), Varlığın hammaddesini yaratmış ve böylece yaratılışın ilk startını vererek algıladığımız şaşmaz sistem ve düzeni meydana getirmiş, fakat yarattığı şeyleri kendi başına bırakmıştır. Bu yüzden akılla hareket eden insanlar bulunduğu şartlar içinde tamamıyla Hür iradeye sahiptirler. Yani iradesinde, plan ve programlamada (tasarımında) sınırları olan ve amacı bulunmayan bir Tanrı. (bu felsefede kısmi bir Determinizm vardır) (2). Böylece tıpkı Teizmdeki gibi, her şeyin haricindeki Tanrı, ötelerden Süperpozisyon durumunun çöküşünü, bilemediğimiz, bilemeyeceğimiz biçimde sağlayarak aşama aşama varlığı meydana getirmiştir.

Deizmi, materyalizmi çağrıştıracak biçimde daha yüzeysel olarak “kuantum belirsizlik ilkesi” temelinde birleştirmeye çalışanlar da vardır. Haliyle genel felsefeden birazcık uzaklaşarak Tanrı, çizginin gerisinden “Sanal Vakum” boyutunu yani maddeyi, enerjiyi (hammaddeyi) ve yasalarını meydana getirmiş ve bunları kendi haline bırakmıştır. Yani Tanrı, kuantum vakum uzayındaki rastgele oluşumu izlemeye ve bunun sonucunda hangi Planck kütleli taneciklerin açılarak düzenli evrenlerin oluşacağını beklemeye başlayan, yarattığı şeyden habersiz, yarattığı şeyde bir amacı olmayan bir Tanrıya dönüşmüştür (tamamen indeterminist bir görüş). Fakat Deizmin her iki yönünde de Teizm ve materyalizmdeki gibi yine kuantum fiziğinin, algılananların algılayıcılar (gözlemciler) tarafından oluşturulduğunu (yani her şeyin dışta olamayacağını), Maddenin gerçekte var olmayıp temelinin Bilinç olduğunu, dolayısıyla varlığın birbirinden ayırt edilemez Bütünselliğini, nihayetinde ise “Kuantum Potansiyeli” boyutunu kabul etmez, yok farz ederler. Bu yüzden, Kuantum Fiziğini, Klasik Fizik yaslarına göre şekillendirerek anlamaya çalışırlar (3).

Tanrı, her şeyi kendi başına bıraktığı içindir ki, insanlarla asla ilişkiye geçmez (ilk Deistler bunun mümkün olabileceğini söyleseler de daha sonraları bu durum reddedilmiştir). Bu nedenle de bu anlayışa göre Tanrı, vahiy yoluyla insanlara bir din göndermemiştir. Yani Deizmde din anlayışı yoktur. Dolayısıyla, Peygamber, kutsal kitap, cennet, cehennem, şeytan, cin, melek, din adamı, kilise, cami, …vb. gibi kavramlar yer almaz, kesinlikle madde ötesi boyut ve varlıklarına inanmazlar. Onlarda dua da geçersizdir. Bir anlamı yoktur. Hal böyle olunca Tanrı sadece ve sadece maddeyi ve onun boyutlarını meydana getirmiştir, o kadar. Aynı şekilde, mucizeler, olağanüstü olayların varlığı da söz konusu değildir. Tıpkı Teizmdeki gibi insanda olağanüstü yetenekler yoktur, olamaz da (Teizmde, nadir olarak insanlarda görülebilen olağanüstü yetenekler ise aslında bir yetenek değil, Tanrıya yakınlığın bir işareti olarak dışarıdan Tanrı tarafından meleklerince o işin yaptırılmasıdır. Dolayısıyla, insanın bu işte bir dahliyoktur). Dinler vardır, ancak bunların insan yapımı şeyler olduğuna, kültürün bir gereği olduğuna inanırlar. Oysa geçmişteki olaylar bir tarafa, günümüzde laboratuarlarda bilimsel olarak yapılan birçok deneyle insandaki madde ötesi yeteneklerin varlığı ispatlanmıştır ki, Kuantum Felsefesi de tüm bunların mümkün olabileceğini zaten bize göstermekteydi. Bu da bu felsefenin daha baştan çökmesi demektir.Bilimi temel esas almaktalar, ancak Kuantum Felsefesinin temel birçok ilkesini reddetmekte, sonuçta anlayışları Newtonsal Fizik ağırlıklı olmaktadır.

Deizmde Tanrı, insanlara akıl, mantık ve bilimi vermiş, böylece insanlar bu şekilde doğruyu, iyiliği, güzel ahlakı ve Tanrıyı bu yetenekleriyle bulmaya bırakılmıştır (insanın özünde bu özelliğin var olduğuna inanırlar). Yani önemli olan iyi ahlaklı, topluma faydalı insanlar olmaktır (aslında bu felsefede bunun da bir anlamının olamayacağı açıkça görülmektedir). Bu yüzden insanın yazılmış bir kaderi de yoktur, (ancak her şeyi bilgisiyle bilmektedir). Yukarıda da belirttiğimiz üzere İnsan, kararları ve yaptıklarıyla, kendi kaderini kendi çizer. Böylece, bilim, doğa yasaları, iyi ahlak anlayışı, dinin yerini almıştır. Tanrının insanlarla ilişkiye girmemesi nedeniyle de kendisi, tamamen bilinmez ve ulaşılmazdır. İnsan ona aklı ve başka yetenekleriyle hiçbir biçimde ulaşamaz. Sadece eserlerinden Onun varlığını bilebilir, o kadar. Bu sebeple temel ilkelere bağlı kalacak şekilde her bir Deistin kafasında kendince bir tanrı anlayışı bulunmaktadır ki, bu da onlar açısından çok doğaldır. Ancak Deizmin bir kolunda ise ölüm ötesi yaşama inanılır. Dolayısıyla insanlar ölünce ruhlarıyla yaşarlar. İyi olanlar, iyi ortamlarda, kötü huylu olanlar da azap verici ortamlarda yer alacaklardır, Tanrı tarafından mükâfatlandırılmak veya cezalandırılmak üzere. Ancak bu, Teizmin öngördüğü ölüm ötesi gerçeklerinden tamamen farklı olmakla birlikte, o boyutun da tanımı yapılamamakta, bilinmezliğini her zaman sürdürmektedir.

Bazı Hıristiyanlar eski ve yeni Ahitteki, başta mucize ve olağanüstü haller olmak üzere, bazı kavramları çıkartarak (yok ederek) Hıristiyanlığı, Deizm yönüyle yorumlamaya çalışmışlardır (İslam tarihinde böyle bir akım yok, fakat kişisel bazda nadiren de olsa böylesi düşünceler çıkmıştır). Böylece İsa (as), sadece insanlara iyiliği yaymaya çalışan bir insan olarak lanse edilmektedir. Amerika’nın üçüncü başkanı olan Thomas Jefferson tarafından da, şu anda var olan İncil’de çıkartmalar, değişiklikler yapılarak böyle bir İncil bile yazılmıştır (bu İncil’in, Thomas İnciliyle bir ilgisi yoktur). Bu da, var olan dinlerin zamanla nasıl yozlaştırıldığına, içlerinin nasıl ve ne gerekçelerle boşaltıldığına, hayali dinlerin yaratıldığına çok güzel bir örnek teşkil etmektedir. Özetle, sadece beş duyusal Akla ve mantığa dayanması sebebiyle Deizm, her şeyi bilinmezliğe itip sistemi bir Bütün olarak gösteremediği ve çok fazla sayıda temel soruyu cevaplandıramadığı gibi, deneylerle sabit olan yasaları da kabul etmediğinden, içermediğinden bu felsefenin eksik, yetersiz ve sonuçta yanlış olduğu, hayatın gerçekleriyle bütünleşmekten çok hayali bir anlayışı ifade ettiği görülmektedir.

Panteizm:  epeyce çok değindiğimiz bu görüşe farklı bir açıdan tekrardan değinmeye çalışalım. Suretler Boyutuna göre, “Sonsuz Sanal Vakum Boyutunu (Enerji Alanını)”, “Mutlak Hiçlik (Boşluk)” olarak kabul ederler (Kuantum Alanları Kuramınca bu “Alanın” dalgalanmışlık ve dalgalanmamışlık yönü vardı) (4). Dolayısıyla “Hiçlik”, bu ezeli ve ebedi bir biçimde var olandır. Ancak bu boyutu kendi içinde değerlendirirsek, bu sefer evrenleri meydana getirebilen ve her an hiçlikten var olup o hiçliğe geri dönen Planck kütleli parçacıklardan oluşan bu boyutun, dalgalanmamışlık yönü, o parçacıklara göre Zat (Hiçlik) olmaktadır. Aynı zamanda bu dalgalanmamışlık yönü yani Boşluk, “Mutlak Bilinçtir de”. Daha doğrusu bu, Bilinçli bir Ruh’tur. Madde ve madde ötesi boyut ve varlıklarını, bu Ruh yaratmıştır. Ancak her şeyin, sadece bundan ibaret olduğunu kabul etmekte, bunun dışında hiçbir şey yoktur demektedirler. Yalnız bu Bilinçli Ruh, yani yaratıcı olarak görünen bu yapı, bir boşluk kalmayacak şekilde yaratılmış olan (her biri bir evreni oluşturabilecek bu parçacıkların) bu parçasal bilinçlerin bir toplamı olarak ya da parçasal bilinçlere ayrılarak ortaya çıkmakta (Ruhu çok farklı tanımlamakla birlikte, Ruh Boyutunu da sınırlandırmaktadırlar), bilinçli evrenleri oluşturabilecek bu taneciklerin bu “Vakum Boyutunda” açığa çıkmaması diye bir şey ise, asla söz konusu olamamaktadır (“boşluğun” aslında “doluluk” olduğunu hatırlayalım).Başka bir deyişle, yaratıcı ve yaratılan ayrımı yoktur. Bu görüşe göreTanrı her şeydir (tabiat ve yasaları, insan, diğer varlıklar ve evren O’dur. Dolayısıyla varlıklarına muhtaç bir Tanrı). Her şey de Tanrı’dır, ne fazla, ne eksik. O, sadece varlıkla birlikte mevcuttur. Çünkü her bir parça aynı zamanda, o parçasal Bütünün kendisine sahip olacak şekilde ayrılmıştır. Dolayısıyla Panteizmde ibadetlerden amaç, o Bütünle özdeşleşme, parçadaki o Bütünü, o parçada ortaya koyabilmektir. Panteizmde Tanrının her bir parçadan öte oluşu, yarattıklarından farklı oluşu ise, Tanrı’nın, parçaların toplamı olmasından ileri gelmektedir, yoksa Teizm, Deizm anlamında ya da başka bir anlamda değil.

Ayrıca asıl ve temel olan bu dalgalanmamışlık yönü itibariyle Bilinçsel Enerjisel Bütünlük olduğundan, yaratılan tüm varlık, bir illüzyon(hayal) olmaktadır. Dolayısıyla gerçekte yaratma eylemi de yoktur.Çünkü yaratılan da yaratanın bizatihi parçası, parçasal kendisi olduğu için, bu tür şeyler kendi içinde oluşan şeyler, yani illüzyonlar olmaktadır. “Kuantum Potansiyeli boyutunun” varlığı ortaya konunca bu sefer, Ruh olarak kabul ettikleri bu boyutu da yani, Holografik evren anlayışını da parça- bütün ilişkisi içindeki “Panteistik anlayışa” göre yorumlamışlardır. Oysa holografik özellikli “Kuantum Potansiyeli” boyutunda parça yok ki onun toplamından oluşan bir Teklik, Tekil bir varlık oluşsun. Hatırlarsak, bir hologram plakasını ne kadar parçalarsak parçalayalım hiçbir zaman parça elde edemezdik. Çünkü parça dediğimiz şey, Bütünü aynen yansıtır ya da parça gibi görünen şey, o Bütünün her yerindedir. Dolayısıyla o boyutta parça,gerçek bir yapı olarak değil, ancak bir var kabul edişin sonucu olarak mevcuttur ki, bunun da toplamından, daha doğrusu toplama kavramından bahsedilemez. Bu duruma farklı bir açıdan bakarsak, aslında Tek Bir Mana olan “Salt 99 Esma”, “Kuantum Potansiyelini” dalgalandırarak sonsuz sayıda bileşimler yani, boyut ve varlıklar oluşturur, yine dalgasal girişimler şeklinde. Ancak bu varlıkların, yani terkiplerin toplamı, “Salt Esma Manalarını” haliyle, O “Tek Manayı” oluşturmaz, oluşturamaz. Çünkü “terkipler,” hiçbir zaman, o “Ana Manaya” göre mevcut olamadıkları gibi, holografik özellikli girişim deseni de böylesi bir şeyi oluşturamaz (bir sonraki yazıda buna tekrardan değineceğim). Böylece Panteizmin varlığı söz konusu bile olamaz. Kısacası, Kuantum potansiyelinde her şey, ayrı bir deyişle tüm boyutlarıyla evrenler (ki, evrenler burada “datalar” şeklinde mevcut idi), bir varsayım olarak vardır, yani illüzyondur, genel anlamda bu doğrudur. Ancak ne şekilde illüzyon olduğu ve bu durumun, Sistemin Bütünündeki yeri ve Sistemdeki sonuçları itibariyle, Panteizm, Sufizmden tamamen ayrılmaktadır (bu durumu, diğer benzer görünen kavramlar için de aynen tek tek düşünebiliriz).Kaldı ki, parçalardan oluşmamasına rağmen bu “Kuantum Potansiyeli”, yine de Allah olamaz. Çünkü Zatından ayrı olmasa da Zat (Zatı) tarafından boyutsal anlamda yaratılmıştır. Farklı bir deyişle, hiç bir şey Zattan ayrı değildir. Her bir zerrenin Zatıyla, bir insanın, bir gezegenin, bir yıldızın, bir galaksinin, bir evrenin, dolayısıyla Kâinatın Zatı aynıdır. Farklılıklar ise, isimler (99 Esmanın farklı oranlardaki) bileşimlerinden, terkipsel yapılarından kaynaklanmaktadır. Bu arada, “Salt Data (Esma)”, yani “ Nokta Boyutu” Sonsuz Varlığın Zatıdır. “Mutlak Zat” değildir. Tüm Evrenlerin, dolayısıyla “Salt Datanın (Noktanın)” Zatı ise, “Mutlak Hiçlik” dediğimiz, “Mutlak Zattır”. Bu ikisini birbiriyle karıştırmamak gerekir.

Panteistler, Bütünü, Parça- Bütün ilişkisinde gördükleri şeye göre kabul ettiklerinden, farklı bir deyişle, Kuantum Potansiyelindeki “birimsel data (terkipsellik)” istikametinde Bütünü gördüklerinden, daha derinlikli boyutları, haliyle “Kuantum Potansiyeli” boyutunu hakkıyla değerlendiremedikleri yani, “Meleki” boyut ile “Mutlak Hiçlik” boyutunu hiçbir şekilde göremedikleri, dolayısıyla Mutlak Hiçlikle Kuantum Potansiyeli arasındaki ilişkiyi bilemedikleri gibi, o boyutun en zirvesindekiler bile, tüm varlık boyutunu “Nari boyut” ve “Maddesel boyut” olarak kabul etmektedirler. Dinde anlatılan Melekleri de, Nari boyuttaki varlıkların bir türü olarak görmektedirler. Oysa “terkipsiz bir biçimde”, “Kuantum Potansiyelini” yani Bütünü görüp değerlendirmeleri gerekir. Bu nedenle Panteizmde bir şeyin “Hiçliği”, “Zatı” derken de, ya algıladıkları, var kabul ettikleri varlığa (suretler boyutuna) göre, o varlığın kaynağı olan “Sanal Vakum” veya (bir alt boyuttaki) “Kuantum Potansiyeli” boyutu kastedilir ya da bu “Sanal Vakum” veya “Kuantum Potansiyeli” içine zumlama yaparsak, bu seferde Bütündeki hareketliliğe karşın onun durgun hali kastedilir, yine o yapıdaki bir durum olarak. Oysa var kabul ettikleri boyutlar sınırlı olmadığı gibi, etkinliğin durgun yönü “Zat kavramının” sadece bir yönüdür. Oysa Sufizmin belirttiği “Mutlak Hiçlikte”, ne “Sanal Vakum” ne de “Kuantum Potansiyeli” Boyutu vardır. Çünkü “Mutlak Hiçlikte”, bırakın Panteistik “Kuantum Potansiyeli” kavramını,Sufizmde ifade edilen “Kuantum Potansiyeli” Boyutu dahi yer alamaz. Çünkü Hiçlik, Hiçtir.

Panteizmde kuantum çökme işlemi ise birimlerden oluşmuş Bütün tarafından o birimlerce yapılmaktadır. Bu arada şunu da belirtmek gerekir ki, algılananlar birer hayal olduğu gibi, algılayan birimler (gözlemcilerin kendisi de) birer hayaldir. Dolayısıyla algılayanların gerisinde en temel düzeyde asıl çökmeyi gerçekleştiren bir Bilincin varlığı zorunlu olarak ortaya çıkmaktadır ki, bu da herhangi bir birimsel bilinç değil, “Mutlak Bilinçtir”. Ancak bu Bilinç ise Teizm ve Deizmin söylediği üzere gözlemcilerin tamamen ötesinde, onlardan tamamen kopuk bir Bilinç (ve onun ortaya koyduğu yasalar) olamayacağı gibi (zaten Kuantum anlayışına göre böyle bir şey mümkün değildi), Panteizmin belirttiğinden farklı olarak da, parçası olması mümkün olamayan o birimler (gözlemciler) adı altında bu çökmeyi (çökmeleri) gerçekleştirmesine karşın, o birimlerle de kayıtlı değildir (bkz. Din- Bilim Soru Ve Cevapları - 16 ). Allah’ın Zat’ının çökmeyi gerçekleştirmesi diye bir şeyden ise, asla bahsedilemez. Onun Zatı için böyle bir şeyi düşünmek bile muhaldir.

İrade konusuna gelince, panteizmin bir bölümünde “Salt Determinizm” vardır. Yani asıl olan Bütün olduğundan, her şey o Bütün tarafından önceden belirlenmiş olup parçasal boyuttaki parçaların, yaptıkları işlerde hiçbir etkileri bulunmamaktadır. Bu nedenle insanlar da, tıpkı evrendeki nesne ve hayvanlarda olduğu gibi, yaptıkları eylemlerden (hatta düşüncelerinden bile) sorumlu değildir (haliyle onlar açısından ölüm ötesi boyutlar da yoktur). Panteizmin geri kalan bölümünde ise, bunun tam aksine (Kuantumcular da buna dahildir) yine parçasal boyutta, parça olan insanın, Bütünü, Bütünün de parçayı etkilemesi söz konusudur. Bu yüzden insan, özgür bir iradeye sahiptir. İnsan için önceden belirli bir kader yoktur. Kendi kaderini kendi çizer. Yani, indeterminizm vardır (bunların içinde ise yine ölüm ötesine inanmayanlar olduğu gibi, o boyutu farklı şekillerde tanımlayan inanlar da bulunmaktadır). Kuantum fiziğinin ortaya çıkmasıyla özetle bu durum, şu şekilde ifade edilmektedir. Kuantum boyutunda sonsuz olasılıklar olduğundan Bütün, parça olarak, bu olasılıklardan ilgili olanları çökertmektedir (Kuantumun Kophenag yorumu ile kuantum fiziğinde sabit bir geçmiş ve geleceğin olmadığını hatırlayın). Doğu Panteizminde de insanların, ölümlerinin hemen akabinde Spatyom denen ortamda bu bütünü deneyimlediklerine ve burada kendi kaderlerini kendilerinin belirleyerek tekrar tekrar dünya yaşamına geri geldiklerine yani Reenkarnasyona inandıklarını (dolayısıyla bildiğimiz ahiret inancının bulunmadığına) başta “Reenkarnasyon ve Hologram” adlı makalemiz olmak üzere bazı yazılarımızda değinmiştik.

Bununla birlikte panteizmin bir bölümünde, sadece Madde Boyutunun Bütünselliği kabul edilirken, diğer bölümünde de Uzakdoğu felsefelerindeki gibi, bir Üst Boyut (Nar boyutu) ve Varlıkları buna ilave edilmektedir. Bir başka açıdan Panteizm, sadece algıladıkları beş duyu verilerine göre ya da sadece bilimsel verilerin yorumlanmasına dayalı olarak inanılan bir düşünce sistemi olduğu gibi, aynı zamanda doğu felsefelerindeki gibi belli deneyimlere, yaşayışlara dayalı olarak inanılan bir inanç sistemidir de (aralarında belli farklar olsa da genelde temel düşünce aynıdır). Bu Panteist İnanç içinde yukarıda da belirttiğimiz gibi, ölüm ötesine inanmayanlar yanında, inanan ancak ölüm ötesi gerçekleri ayet ve hadislerin işaret ettiği gerçeklerden, dolayısıyla Sufizmin belirttiğinden çok farklı şekillerde (mesela Reenkarnasyon gibi) tanımlayanlar da bulunmaktadır. Bu durumu İslam’ı Panteist gözüyle yorumlayanlarda da görmekteyiz. Ayrıca, doğu panteizminde oldukça çok sembol ve mecaz kullanılmış olsa da bunlar Hakikati anlatan, Hakikate ulaştıracak şekilde düzenlenmiş semboller değildir. Yani bunlar, insana Nefsin Hakikatini bildirmez, anlatamaz. Ayrı bir deyişle, doğu felsefesindeki veriler, çalışmalar insanın birimselliğini yok etmez. Bu felsefe insanı, şartlanma değer yargıları ve duygulardan, yanı sıra da bedenin istek ve arzularından arındırabilir ve bedenine hükmetme sonucunda sistemin gereği otomatik oluşan bazı olağanüstü olaylar ortaya koyabilir, ancak kesin olarak Nefs perdesini asla kaldıramaz (Hakikatin Şuur halini oluşturamaz). Üstelik tam tersine, Bütünün, her bir parçada,parçanın varlığıyla mevcut olması sebebiyle bu çalışmalar, insanın birimsel benliğinin asla var olmadığını idrak ettirecek yerde, o birimsel egosunu artırmaktan (genişletmekten), benliğini (egosunu) Tanrılaştırmaktan başka bir şeye de yaramaz. Bu egonun zirvesi ise Deccal Lakaplı o kişide çıkacaktır. Bu nedenledir ki Deccal, her insanın anlayışına göre hitap edip bu anlayışları panteist anlayışa dönüştürmeye ve sonuçta insanları kendine tapındırmaya çalışacak ve bunda da bir süreliğine çok başarılı olacaktır (“yok (hiç) olma” ifadesi, parçaya dayalı bütün var ve bu parçalar o bütünün yanında mekansal (hacimsel) anlamda yoktur, hiçtir, anlamında değil, hiçbir zaman var olmadığını idrak etme anlamındadır, çünkü zaten yoktur. Bunun bir üst adımı ise, aslında Bütünün de, “Mutlak Hiçlik” indinde bir gölgeden, hayalden ibaret olduğunun idrakidir).

Özetle panteizm, temelde kuantum felsefesini en kapsamlı bir biçimde içeriyor, hatta panteizmin verilerini onaylıyor gibi görünmektedir. Ancak kuantum felsefesinin bunun ötesinde birtakım gerçeklerin varlığını da söylemesine karşın, “Mutlak Bilinci” sonsuz olasılıkların toplamı yani, evrensel süperpozisyonu Tanrı olarak göstermesi gibi, Bütünselliği belli bir boyutla sınırlı tutması ve bu yüzden daha üst boyutları yok sayması, bu “Mutlak Bilincin” özelliklerini ve ondaki boyutları eksik ve yanlış tanımlamasına yol açmıştır. Bununla birlikte bu felsefe, Kuantum felsefesini her ne kadar fazla içermiş olsa da tüm felsefesini parça-bütün ilişkisine oturtması sebebiyle panteizm, yine de varlıklara göre, yani Klasik fizik anlayışına göre bir tanımlama yapmaktadır. Bunun yanında Doğu Panteizmini göz önüne alırsak, (bu felsefedeki eksik ve yanlış anlayışlar bir kenara) bu inançta her ne kadar sembol ve mecazlar ağırlıklı olarak ifade edilmiş olsa da ortaya konan ritüeller, hareketler bu anlayışı paganizme (putperestliğe) dönüştürmüş, din adamlarıyla birlikte mensuplarının tamamına yakını tıpkı ilkel insanlar gibi putlara, Tanrılara, hatta kiminde Tanrıların toplamından oluşan Tek Tanrıya tapınmış ve halen de tapınmaktadırlar (bunlar üzerinde bir üst boyutta yaşayan varlıkların etkileri de bulunmaktadır ki bunlara birçok yazımızda detaylarıyla değinmiştik).

Ayrıca yapılan çok büyük bir hata daha vardır ki, O da Panteizmle İslam’daki “Vahdeti Vücut” görüşünün aynı olduğunun söylenmesidir…

(Yararlanılan Kaynaklar: Allah, Tek’in Seyri, Evrensel Sırlar, Ney’i Okudu, Kendini Tanı, Akıl Ve İman / Yenilen – AhmedHulusi / Kozmik Oyun – Stanislav Grof / Wikipedi, Wikipedia)

(1) O dönemde evrenin nasıl meydana geldiği, evrenin mekânsal büyüklüğü ve boyutsal yapısının ne olduğuna dair bir bilgi mevcut değildi. Temelinin Beş duyusal Akla ve buna göre tespit edilmiş bilime dayanması nedeniyle, bilimin verilerinin değişmesinin otomatikman Deist anlayışının kökten değişmesi anlamına geldiğinden bu düşünce akımı daha başından hatalı olmaktadır.

(2) Determinizm, her şeyin önceden eksiksiz olarak tamı tamına belirlendiğini söylerken, İndeterminizm de bunun tam aksine hiçbir şeyin, hiçbir biçimde önceden belirli olmadığını belirtir.

(3) Denklemlerin ve deneylerin açıkça göstermesine, önde gelen bilim adamlarınca kabul edilmesine karşın, maddesel şartlanmadan kurtulamayan, bu yüzden de maddeyi esas alan bazı Kuantum fizikçileri de, inançlarına ters geldiği için, algılananların algılayıcılar tarafından oluşturulduğunu ve bunun sonucunda ortaya çıkan diğer verileri, ya görmezden gelmekte ya da kabul etmemektedirler.

(4) Kuantum Alanlar Kuramı, Tek Bir Enerji Alanının mevcut olduğunu, parçacık ve enerji alanların, dolayısıyla tüm varlığın ise, bu Enerji Alanın çeşitli biçimlerdeki deformasyonları olduklarını söylemektedir.

 

 
 

Kenan Keskin
İstanbul - 21.09.2010
hologramk@yahoo.com
http://sufizmveinsan.com