Deizm: Bu
felsefe ilk olarak, dönem itibariyle Klasik fizik
(mekaniksel tabiat, evren) (1) anlayışı
içinde ortaya çıkmış, daha sonra Kuantum felsefesi
içinde değerlendirilmiştir. Bir yaratıcının varlığına
inanan bu felsefenin ana temel düşüncesi, ilk
neden olarak görülen Tanrı’nın, yarattığı şeylere hiçbir
şekilde karışmamasıdır. Kuantum
fiziğini de katarak bunu irdelediğimizde, Planck
üstü evrendeki enerji ve maddenin varlığı ve bundaki
mevcut muazzam sistem ve düzen ile Planck altı boyuttaki
“Sanal vakum” ve bundaki etkinlik nedeniyle, tüm
bunları ilk var eden, bunların ötesindeki bir
yaratıcının (akıllı bir tasarlayıcının) varlığı zorunlu
olmaktadır. İşte onlara göre bu Tanrı’dır. Ayrı bir
deyişle Tanrı,
yine Teizmdeki gibi, tamamen her şeyin ötesinde, “sanal
vakum” ve o boyuttaki “kuantum kütle çekim yasası”
dışında var olan ve o hiçlikte bizlerce bilinmeyen
yasaları da ortaya koyan aşkın bir varlıktır. Ancak
bu Tanrı, Teizmin aksine, o evrenin işleyişine
(yarattığı varlığa) kesinlikle
müdahalede bulunmamakta, dolayısıyla sistem bir makine
gibi yasalar vasıtasıyla
tıkır tıkır işlemektedir.
Bu durumun da, Tanrı’nın, varlıkla kayıtlı olmadığının
bir göstergesi olduğunu söylerler (oysa kayıtlı olmama
şartı sadece bu durumla sınırlı değil ki). O sadece, bilinçli
bir biçimde varlığın nasıl
olması gerektiğinin yasalarını baştan bizim hiçbir zaman
bilemeyeceğimiz şekilde belirlemiş (seçmiş), Varlığın
hammaddesini yaratmış ve böylece yaratılışın ilk startını vererek
algıladığımız şaşmaz sistem ve düzeni meydana getirmiş,
fakat yarattığı şeyleri kendi başına bırakmıştır. Bu
yüzden akılla hareket eden insanlar bulunduğu şartlar
içinde tamamıyla Hür iradeye sahiptirler. Yani
iradesinde, plan ve programlamada (tasarımında)
sınırları olan ve amacı bulunmayan bir Tanrı. (bu
felsefede kısmi bir Determinizm vardır) (2). Böylece
tıpkı Teizmdeki gibi, her şeyin haricindeki Tanrı,
ötelerden Süperpozisyon durumunun
çöküşünü, bilemediğimiz, bilemeyeceğimiz biçimde
sağlayarak aşama aşama varlığı
meydana getirmiştir.
Deizmi, materyalizmi çağrıştıracak biçimde daha
yüzeysel olarak “kuantum belirsizlik ilkesi” temelinde
birleştirmeye çalışanlar
da vardır. Haliyle genel
felsefeden birazcık uzaklaşarak Tanrı,
çizginin gerisinden “Sanal Vakum” boyutunu yani maddeyi,
enerjiyi (hammaddeyi) ve yasalarını meydana getirmiş ve
bunları kendi haline bırakmıştır. Yani Tanrı, kuantum
vakum uzayındaki rastgele oluşumu izlemeye ve bunun
sonucunda hangi Planck kütleli taneciklerin açılarak
düzenli evrenlerin oluşacağını beklemeye başlayan,
yarattığı şeyden habersiz, yarattığı şeyde bir amacı
olmayan bir Tanrıya dönüşmüştür (tamamen indeterminist
bir görüş). Fakat Deizmin her iki yönünde de Teizm
ve materyalizmdeki gibi yine
kuantum fiziğinin, algılananların algılayıcılar
(gözlemciler) tarafından oluşturulduğunu (yani her şeyin
dışta olamayacağını), Maddenin gerçekte var olmayıp
temelinin Bilinç olduğunu, dolayısıyla varlığın
birbirinden ayırt edilemez Bütünselliğini, nihayetinde
ise “Kuantum Potansiyeli” boyutunu kabul etmez, yok farz
ederler. Bu yüzden, Kuantum
Fiziğini, Klasik Fizik yaslarına göre şekillendirerek
anlamaya çalışırlar (3).
Tanrı, her şeyi kendi başına bıraktığı içindir ki,
insanlarla asla ilişkiye geçmez (ilk Deistler bunun
mümkün olabileceğini söyleseler de daha sonraları bu
durum reddedilmiştir). Bu nedenle de bu anlayışa göre
Tanrı, vahiy yoluyla insanlara bir din göndermemiştir.
Yani Deizmde din anlayışı yoktur. Dolayısıyla,
Peygamber, kutsal kitap, cennet, cehennem, şeytan, cin,
melek, din adamı, kilise, cami, …vb. gibi kavramlar yer
almaz, kesinlikle madde ötesi boyut ve varlıklarına
inanmazlar. Onlarda dua da geçersizdir. Bir anlamı
yoktur. Hal böyle olunca Tanrı
sadece ve sadece maddeyi ve onun boyutlarını meydana
getirmiştir, o kadar. Aynı
şekilde, mucizeler, olağanüstü olayların varlığı da söz
konusu değildir. Tıpkı Teizmdeki gibi insanda olağanüstü
yetenekler yoktur, olamaz da (Teizmde,
nadir olarak insanlarda görülebilen olağanüstü
yetenekler ise aslında bir yetenek değil, Tanrıya
yakınlığın bir işareti olarak dışarıdan Tanrı tarafından
meleklerince o işin yaptırılmasıdır. Dolayısıyla,
insanın bu işte bir dahliyoktur).
Dinler vardır, ancak bunların insan yapımı şeyler
olduğuna, kültürün bir gereği olduğuna inanırlar. Oysa
geçmişteki olaylar bir tarafa, günümüzde laboratuarlarda
bilimsel olarak yapılan birçok deneyle insandaki madde
ötesi yeteneklerin varlığı ispatlanmıştır ki, Kuantum
Felsefesi de tüm bunların mümkün olabileceğini zaten
bize göstermekteydi. Bu da bu felsefenin daha baştan
çökmesi demektir.Bilimi
temel esas almaktalar, ancak Kuantum Felsefesinin temel
birçok ilkesini reddetmekte, sonuçta anlayışları Newtonsal Fizik
ağırlıklı olmaktadır.
Deizmde Tanrı, insanlara akıl, mantık ve bilimi vermiş,
böylece insanlar bu şekilde doğruyu, iyiliği, güzel
ahlakı ve Tanrıyı bu yetenekleriyle bulmaya
bırakılmıştır (insanın özünde bu özelliğin var olduğuna
inanırlar). Yani önemli olan iyi ahlaklı, topluma
faydalı insanlar olmaktır (aslında bu felsefede bunun da
bir anlamının olamayacağı açıkça görülmektedir). Bu
yüzden insanın yazılmış bir kaderi de yoktur, (ancak her
şeyi bilgisiyle bilmektedir). Yukarıda da belirttiğimiz
üzere İnsan, kararları ve yaptıklarıyla, kendi kaderini
kendi çizer. Böylece, bilim, doğa yasaları, iyi ahlak
anlayışı, dinin yerini almıştır. Tanrının insanlarla
ilişkiye girmemesi nedeniyle de kendisi, tamamen
bilinmez ve ulaşılmazdır. İnsan ona aklı ve başka
yetenekleriyle hiçbir biçimde ulaşamaz. Sadece
eserlerinden Onun varlığını bilebilir, o kadar. Bu
sebeple temel ilkelere bağlı kalacak şekilde her bir
Deistin kafasında kendince bir tanrı anlayışı
bulunmaktadır ki, bu da onlar açısından çok doğaldır.
Ancak Deizmin bir kolunda ise ölüm ötesi yaşama
inanılır. Dolayısıyla insanlar ölünce ruhlarıyla
yaşarlar. İyi olanlar, iyi ortamlarda, kötü huylu
olanlar da azap verici ortamlarda yer alacaklardır,
Tanrı tarafından mükâfatlandırılmak veya cezalandırılmak
üzere. Ancak bu, Teizmin öngördüğü ölüm ötesi
gerçeklerinden tamamen farklı olmakla birlikte, o
boyutun da tanımı yapılamamakta, bilinmezliğini her
zaman sürdürmektedir.
Bazı Hıristiyanlar eski
ve yeni Ahitteki, başta mucize ve olağanüstü haller
olmak üzere, bazı kavramları çıkartarak (yok ederek)
Hıristiyanlığı, Deizm yönüyle yorumlamaya çalışmışlardır
(İslam tarihinde böyle
bir akım yok, fakat
kişisel bazda nadiren
de olsa böylesi düşünceler çıkmıştır). Böylece İsa (as),
sadece insanlara iyiliği yaymaya çalışan bir insan
olarak lanse edilmektedir. Amerika’nın üçüncü başkanı
olan Thomas Jefferson tarafından da, şu anda var olan
İncil’de çıkartmalar, değişiklikler yapılarak böyle bir
İncil bile yazılmıştır (bu İncil’in, Thomas İnciliyle
bir ilgisi yoktur). Bu da, var olan dinlerin zamanla
nasıl yozlaştırıldığına, içlerinin nasıl ve ne
gerekçelerle boşaltıldığına, hayali dinlerin
yaratıldığına çok güzel bir örnek teşkil etmektedir. Özetle, sadece
beş duyusal Akla ve mantığa dayanması sebebiyle Deizm,
her şeyi bilinmezliğe itip sistemi bir Bütün olarak
gösteremediği ve çok fazla sayıda temel soruyu
cevaplandıramadığı gibi, deneylerle sabit olan yasaları
da kabul etmediğinden, içermediğinden bu felsefenin
eksik, yetersiz ve sonuçta yanlış olduğu, hayatın
gerçekleriyle bütünleşmekten çok hayali bir anlayışı
ifade ettiği görülmektedir.
Panteizm: epeyce çok
değindiğimiz bu görüşe farklı bir açıdan tekrardan
değinmeye çalışalım. Suretler Boyutuna göre, “Sonsuz
Sanal Vakum Boyutunu (Enerji Alanını)”, “Mutlak Hiçlik
(Boşluk)” olarak kabul ederler (Kuantum Alanları
Kuramınca bu
“Alanın” dalgalanmışlık ve dalgalanmamışlık yönü
vardı) (4). Dolayısıyla
“Hiçlik”, bu ezeli ve ebedi bir biçimde var olandır.
Ancak bu boyutu kendi içinde değerlendirirsek, bu sefer
evrenleri meydana getirebilen ve her an hiçlikten var
olup o hiçliğe geri dönen Planck kütleli parçacıklardan
oluşan bu boyutun, dalgalanmamışlık yönü, o parçacıklara
göre Zat (Hiçlik) olmaktadır. Aynı zamanda bu
dalgalanmamışlık yönü yani Boşluk, “Mutlak Bilinçtir
de”. Daha
doğrusu bu, Bilinçli bir Ruh’tur. Madde ve madde ötesi
boyut ve varlıklarını, bu Ruh yaratmıştır. Ancak her
şeyin, sadece bundan ibaret olduğunu kabul etmekte,
bunun dışında hiçbir şey yoktur demektedirler. Yalnız
bu Bilinçli Ruh, yani yaratıcı olarak görünen bu yapı,
bir boşluk kalmayacak şekilde yaratılmış olan (her biri
bir evreni oluşturabilecek bu parçacıkların) bu parçasal
bilinçlerin bir toplamı olarak ya da parçasal bilinçlere
ayrılarak ortaya çıkmakta (Ruhu çok farklı tanımlamakla
birlikte, Ruh Boyutunu da sınırlandırmaktadırlar),
bilinçli evrenleri oluşturabilecek bu taneciklerin bu
“Vakum Boyutunda” açığa çıkmaması diye bir şey ise, asla
söz konusu olamamaktadır (“boşluğun” aslında “doluluk”
olduğunu hatırlayalım).Başka bir deyişle,
yaratıcı ve yaratılan ayrımı yoktur. Bu görüşe göreTanrı
her şeydir (tabiat
ve yasaları, insan, diğer varlıklar ve evren O’dur.
Dolayısıyla varlıklarına muhtaç bir Tanrı).
Her şey de Tanrı’dır, ne fazla, ne eksik. O,
sadece varlıkla birlikte mevcuttur. Çünkü
her bir parça aynı zamanda, o parçasal Bütünün
kendisine sahip olacak şekilde ayrılmıştır. Dolayısıyla
Panteizmde ibadetlerden amaç, o Bütünle özdeşleşme, parçadaki
o Bütünü, o parçada ortaya koyabilmektir. Panteizmde
Tanrının her bir parçadan öte oluşu, yarattıklarından
farklı oluşu ise, Tanrı’nın, parçaların toplamı
olmasından ileri gelmektedir, yoksa Teizm, Deizm
anlamında ya da başka bir anlamda değil.
Ayrıca asıl ve temel olan bu
dalgalanmamışlık yönü itibariyle Bilinçsel Enerjisel
Bütünlük olduğundan, yaratılan tüm varlık, bir illüzyon(hayal)
olmaktadır. Dolayısıyla gerçekte
yaratma eylemi de yoktur.Çünkü yaratılan da
yaratanın bizatihi parçası,
parçasal kendisi olduğu
için, bu tür şeyler kendi içinde oluşan şeyler, yani illüzyonlar
olmaktadır. “Kuantum Potansiyeli boyutunun” varlığı
ortaya konunca bu sefer, Ruh olarak kabul ettikleri bu
boyutu da yani, Holografik
evren anlayışını da parça- bütün ilişkisi içindeki “Panteistik anlayışa”
göre yorumlamışlardır. Oysa
holografik özellikli “Kuantum Potansiyeli” boyutunda parça
yok ki onun
toplamından oluşan bir Teklik, Tekil bir varlık oluşsun.
Hatırlarsak, bir hologram plakasını ne kadar parçalarsak
parçalayalım hiçbir zaman parça elde edemezdik. Çünkü
parça dediğimiz şey, Bütünü aynen yansıtır ya da parça
gibi görünen şey, o Bütünün her yerindedir.
Dolayısıyla o boyutta parça,gerçek
bir yapı olarak değil, ancak bir var kabul edişin sonucu
olarak mevcuttur ki,
bunun da toplamından, daha doğrusu toplama kavramından
bahsedilemez. Bu duruma farklı bir açıdan bakarsak,
aslında Tek Bir Mana olan “Salt 99 Esma”, “Kuantum
Potansiyelini” dalgalandırarak sonsuz
sayıda bileşimler yani, boyut ve varlıklar oluşturur,
yine dalgasal girişimler şeklinde. Ancak bu varlıkların,
yani
terkiplerin toplamı, “Salt Esma Manalarını” haliyle, O
“Tek Manayı” oluşturmaz, oluşturamaz. Çünkü
“terkipler,” hiçbir zaman, o “Ana Manaya” göre mevcut
olamadıkları gibi, holografik özellikli girişim deseni
de böylesi bir şeyi oluşturamaz (bir sonraki yazıda buna
tekrardan değineceğim). Böylece Panteizmin
varlığı söz konusu bile olamaz. Kısacası,
Kuantum potansiyelinde her şey, ayrı bir deyişle tüm
boyutlarıyla evrenler (ki, evrenler burada “datalar”
şeklinde mevcut idi), bir
varsayım olarak vardır, yani illüzyondur, genel
anlamda bu doğrudur. Ancak ne
şekilde illüzyon olduğu
ve bu durumun, Sistemin Bütünündeki yeri ve Sistemdeki
sonuçları itibariyle, Panteizm, Sufizmden tamamen
ayrılmaktadır (bu durumu, diğer benzer görünen kavramlar
için de aynen tek tek düşünebiliriz).Kaldı
ki, parçalardan oluşmamasına rağmen bu “Kuantum
Potansiyeli”, yine de Allah olamaz. Çünkü Zatından
ayrı olmasa da Zat (Zatı) tarafından boyutsal anlamda
yaratılmıştır. Farklı
bir deyişle, hiç bir şey Zattan ayrı değildir. Her bir
zerrenin Zatıyla, bir insanın, bir gezegenin, bir
yıldızın, bir galaksinin, bir evrenin, dolayısıyla
Kâinatın Zatı aynıdır. Farklılıklar ise, isimler (99
Esmanın farklı oranlardaki) bileşimlerinden, terkipsel
yapılarından kaynaklanmaktadır. Bu
arada, “Salt Data (Esma)”, yani “ Nokta Boyutu” Sonsuz
Varlığın Zatıdır. “Mutlak Zat” değildir. Tüm Evrenlerin,
dolayısıyla “Salt Datanın (Noktanın)” Zatı ise, “Mutlak
Hiçlik” dediğimiz, “Mutlak Zattır”. Bu ikisini
birbiriyle karıştırmamak gerekir.
Panteistler, Bütünü,
Parça- Bütün ilişkisinde gördükleri şeye göre kabul
ettiklerinden, farklı
bir deyişle, Kuantum Potansiyelindeki “birimsel data (terkipsellik)”
istikametinde Bütünü gördüklerinden, daha derinlikli
boyutları, haliyle “Kuantum Potansiyeli” boyutunu
hakkıyla değerlendiremedikleri yani, “Meleki”
boyut ile “Mutlak Hiçlik” boyutunu hiçbir şekilde
göremedikleri,
dolayısıyla Mutlak Hiçlikle Kuantum Potansiyeli
arasındaki ilişkiyi bilemedikleri gibi, o boyutun en
zirvesindekiler bile, tüm varlık boyutunu “Nari boyut”
ve “Maddesel boyut” olarak kabul etmektedirler. Dinde
anlatılan Melekleri
de, Nari
boyuttaki varlıkların bir türü olarak görmektedirler. Oysa
“terkipsiz bir
biçimde”, “Kuantum Potansiyelini” yani Bütünü görüp
değerlendirmeleri gerekir. Bu
nedenle Panteizmde
bir şeyin “Hiçliği”, “Zatı” derken de,
ya algıladıkları,
var kabul ettikleri varlığa (suretler boyutuna) göre, o
varlığın kaynağı olan “Sanal Vakum” veya (bir alt
boyuttaki) “Kuantum Potansiyeli” boyutu kastedilir ya da
bu “Sanal Vakum” veya “Kuantum Potansiyeli” içine zumlama yaparsak,
bu seferde Bütündeki hareketliliğe karşın onun durgun
hali kastedilir, yine o yapıdaki bir durum olarak. Oysa
var kabul ettikleri boyutlar sınırlı olmadığı gibi,
etkinliğin durgun yönü “Zat kavramının” sadece bir
yönüdür. Oysa Sufizmin belirttiği “Mutlak
Hiçlikte”, ne “Sanal Vakum” ne de “Kuantum Potansiyeli”
Boyutu vardır. Çünkü
“Mutlak Hiçlikte”, bırakın Panteistik “Kuantum
Potansiyeli” kavramını,Sufizmde ifade
edilen “Kuantum Potansiyeli” Boyutu dahi yer alamaz.
Çünkü Hiçlik, Hiçtir.
Panteizmde kuantum çökme işlemi ise birimlerden oluşmuş
Bütün tarafından o birimlerce yapılmaktadır. Bu arada
şunu da belirtmek gerekir ki, algılananlar birer hayal
olduğu gibi, algılayan birimler (gözlemcilerin kendisi
de) birer hayaldir. Dolayısıyla algılayanların gerisinde en
temel düzeyde asıl
çökmeyi gerçekleştiren bir Bilincin varlığı zorunlu
olarak ortaya çıkmaktadır ki, bu da herhangi bir
birimsel bilinç değil, “Mutlak Bilinçtir”. Ancak
bu Bilinç ise Teizm ve Deizmin söylediği üzere
gözlemcilerin tamamen ötesinde, onlardan tamamen kopuk
bir Bilinç (ve onun ortaya koyduğu yasalar) olamayacağı
gibi (zaten Kuantum anlayışına göre böyle bir şey mümkün
değildi), Panteizmin belirttiğinden farklı olarak da, parçası
olması mümkün olamayan o birimler (gözlemciler) adı
altında bu
çökmeyi (çökmeleri) gerçekleştirmesine karşın, o
birimlerle de kayıtlı değildir (bkz.
Din- Bilim Soru Ve Cevapları - 16 ). Allah’ın
Zat’ının çökmeyi gerçekleştirmesi diye bir şeyden ise,
asla bahsedilemez. Onun Zatı için böyle bir şeyi
düşünmek bile muhaldir.
İrade konusuna gelince, panteizmin bir bölümünde “Salt
Determinizm” vardır. Yani asıl olan Bütün olduğundan,
her şey o Bütün tarafından önceden belirlenmiş olup parçasal
boyuttaki parçaların, yaptıkları işlerde hiçbir
etkileri bulunmamaktadır. Bu nedenle insanlar da, tıpkı
evrendeki nesne ve hayvanlarda olduğu gibi, yaptıkları
eylemlerden (hatta düşüncelerinden bile) sorumlu
değildir (haliyle onlar açısından ölüm ötesi boyutlar da
yoktur). Panteizmin geri kalan bölümünde ise, bunun tam
aksine (Kuantumcular da buna dahildir) yine
parçasal boyutta, parça
olan insanın, Bütünü, Bütünün de parçayı etkilemesi söz
konusudur. Bu yüzden insan, özgür bir iradeye sahiptir.
İnsan için önceden belirli bir kader yoktur. Kendi
kaderini kendi çizer. Yani, indeterminizm vardır
(bunların içinde ise yine ölüm ötesine inanmayanlar
olduğu gibi, o boyutu farklı şekillerde tanımlayan
inanlar da bulunmaktadır). Kuantum fiziğinin ortaya
çıkmasıyla özetle bu durum, şu şekilde ifade
edilmektedir. Kuantum boyutunda sonsuz olasılıklar
olduğundan Bütün, parça olarak, bu olasılıklardan ilgili
olanları çökertmektedir (Kuantumun Kophenag yorumu
ile kuantum fiziğinde sabit bir geçmiş ve geleceğin
olmadığını hatırlayın). Doğu Panteizminde de insanların,
ölümlerinin hemen akabinde Spatyom denen
ortamda bu bütünü
deneyimlediklerine ve
burada kendi kaderlerini kendilerinin belirleyerek
tekrar tekrar dünya
yaşamına geri geldiklerine yani Reenkarnasyona
inandıklarını (dolayısıyla bildiğimiz ahiret inancının
bulunmadığına) başta “Reenkarnasyon ve Hologram” adlı
makalemiz olmak üzere bazı yazılarımızda değinmiştik.
Bununla birlikte panteizmin bir bölümünde, sadece Madde
Boyutunun Bütünselliği kabul
edilirken, diğer bölümünde de Uzakdoğu felsefelerindeki
gibi, bir
Üst Boyut (Nar boyutu) ve Varlıkları buna
ilave edilmektedir. Bir
başka açıdan Panteizm,
sadece algıladıkları beş duyu verilerine göre ya da
sadece bilimsel verilerin yorumlanmasına dayalı olarak
inanılan bir düşünce sistemi olduğu gibi, aynı zamanda
doğu felsefelerindeki gibi belli deneyimlere,
yaşayışlara dayalı olarak inanılan bir inanç sistemidir
de (aralarında belli farklar olsa da genelde temel
düşünce aynıdır). Bu Panteist İnanç içinde yukarıda da
belirttiğimiz gibi, ölüm ötesine inanmayanlar yanında,
inanan ancak ölüm ötesi gerçekleri ayet
ve hadislerin işaret ettiği gerçeklerden,
dolayısıyla Sufizmin belirttiğinden çok
farklı şekillerde (mesela Reenkarnasyon gibi) tanımlayanlar
da bulunmaktadır. Bu durumu İslam’ı Panteist gözüyle
yorumlayanlarda da görmekteyiz. Ayrıca, doğu
panteizminde oldukça çok sembol ve mecaz kullanılmış
olsa da bunlar
Hakikati anlatan, Hakikate ulaştıracak şekilde
düzenlenmiş semboller değildir. Yani
bunlar, insana
Nefsin Hakikatini bildirmez, anlatamaz. Ayrı
bir deyişle, doğu felsefesindeki veriler, çalışmalar
insanın birimselliğini yok etmez. Bu felsefe insanı,
şartlanma değer yargıları ve duygulardan, yanı sıra da
bedenin istek ve arzularından arındırabilir ve bedenine
hükmetme sonucunda sistemin gereği otomatik oluşan bazı
olağanüstü olaylar ortaya koyabilir, ancak
kesin olarak Nefs perdesini
asla kaldıramaz (Hakikatin Şuur halini oluşturamaz). Üstelik
tam tersine, Bütünün, her bir parçada,parçanın
varlığıyla mevcut olması sebebiyle bu
çalışmalar, insanın birimsel benliğinin asla var
olmadığını idrak ettirecek yerde, o birimsel egosunu
artırmaktan (genişletmekten), benliğini (egosunu)
Tanrılaştırmaktan başka bir şeye de yaramaz. Bu
egonun zirvesi ise Deccal Lakaplı o kişide çıkacaktır.
Bu nedenledir ki Deccal, her insanın anlayışına göre
hitap edip bu anlayışları panteist anlayışa dönüştürmeye
ve sonuçta insanları kendine tapındırmaya çalışacak ve
bunda da bir süreliğine çok başarılı olacaktır (“yok
(hiç) olma” ifadesi, parçaya dayalı bütün var ve bu
parçalar o bütünün yanında
mekansal (hacimsel)
anlamda yoktur, hiçtir, anlamında değil, hiçbir
zaman var olmadığını idrak etme anlamındadır,
çünkü zaten
yoktur. Bunun bir üst adımı ise, aslında Bütünün de,
“Mutlak Hiçlik” indinde bir gölgeden, hayalden ibaret
olduğunun idrakidir).
Özetle panteizm, temelde kuantum felsefesini en kapsamlı
bir biçimde içeriyor, hatta panteizmin verilerini
onaylıyor gibi görünmektedir. Ancak kuantum
felsefesinin bunun ötesinde birtakım gerçeklerin
varlığını da söylemesine karşın, “Mutlak Bilinci” sonsuz
olasılıkların toplamı yani, evrensel süperpozisyonu Tanrı
olarak göstermesi gibi,
Bütünselliği belli bir boyutla sınırlı tutması ve bu
yüzden daha üst boyutları yok sayması, bu
“Mutlak Bilincin” özelliklerini ve ondaki boyutları
eksik ve yanlış tanımlamasına yol açmıştır. Bununla
birlikte bu felsefe, Kuantum felsefesini her ne kadar
fazla içermiş olsa da tüm
felsefesini parça-bütün ilişkisine oturtması sebebiyle
panteizm, yine de varlıklara göre, yani Klasik fizik
anlayışına göre bir tanımlama yapmaktadır. Bunun
yanında Doğu
Panteizmini göz
önüne alırsak, (bu felsefedeki eksik ve yanlış
anlayışlar bir kenara) bu inançta her ne kadar sembol ve
mecazlar ağırlıklı olarak ifade edilmiş olsa da ortaya
konan ritüeller,
hareketler bu anlayışı paganizme (putperestliğe)
dönüştürmüş, din adamlarıyla birlikte mensuplarının
tamamına yakını tıpkı ilkel insanlar gibi putlara,
Tanrılara, hatta kiminde Tanrıların toplamından oluşan
Tek Tanrıya tapınmış ve halen de tapınmaktadırlar
(bunlar üzerinde bir üst boyutta yaşayan varlıkların
etkileri de bulunmaktadır ki bunlara birçok yazımızda
detaylarıyla değinmiştik).
Ayrıca yapılan
çok büyük bir hata daha vardır ki, O da Panteizmle
İslam’daki “Vahdeti Vücut” görüşünün aynı olduğunun
söylenmesidir…
(Yararlanılan Kaynaklar: Allah, Tek’in Seyri, Evrensel
Sırlar, Ney’i Okudu, Kendini Tanı, Akıl Ve İman /
Yenilen – AhmedHulusi
/ Kozmik Oyun – Stanislav Grof / Wikipedi, Wikipedia)
(1) O
dönemde evrenin nasıl meydana geldiği, evrenin mekânsal
büyüklüğü ve boyutsal yapısının ne olduğuna dair bir
bilgi mevcut değildi. Temelinin Beş
duyusal Akla ve buna göre tespit edilmiş bilime
dayanması nedeniyle, bilimin
verilerinin değişmesinin otomatikman Deist anlayışının
kökten değişmesi anlamına geldiğinden bu düşünce akımı
daha başından hatalı olmaktadır.
(2) Determinizm,
her şeyin önceden eksiksiz olarak tamı tamına
belirlendiğini söylerken, İndeterminizm de bunun tam
aksine hiçbir şeyin, hiçbir biçimde önceden belirli
olmadığını belirtir.
(3) Denklemlerin
ve deneylerin açıkça göstermesine, önde gelen bilim
adamlarınca kabul edilmesine karşın, maddesel
şartlanmadan kurtulamayan, bu yüzden de maddeyi esas
alan bazı Kuantum fizikçileri de, inançlarına ters
geldiği için, algılananların
algılayıcılar tarafından oluşturulduğunu ve bunun
sonucunda ortaya çıkan diğer verileri, ya görmezden
gelmekte ya da kabul etmemektedirler.
(4) Kuantum
Alanlar Kuramı, Tek Bir Enerji Alanının mevcut olduğunu,
parçacık ve enerji alanların, dolayısıyla tüm varlığın
ise, bu Enerji Alanın çeşitli biçimlerdeki
deformasyonları olduklarını söylemektedir.