Materyalizm:
Materyalizme
“Kuantum Ve Mistisizm - 6, 7, 8, 9”
başlıklı makalelerimizde epeyce değinmiş, bu felsefenin
doğru olamayacağını detaylarıyla açıklamıştık. Şimdi ise
başka yönleriyle beraber bu görüşü de tekrar
özetleyelim. Geçmişten yüzyılımızın başına kadar her
şeyin temelini “madde ve maddi yapıtaşları” biçiminde ve
haliyle boyutları çok çok sınırlı olarak gören bu
felsefeyi savunanlar, nedensellik ilkesi içinde
süper bir makine gibi tıkır tıkır işleyen bir evrenin
varlığını kabul etmelerine karşın, ilk nedeni pas
geçip açıklayamaksızın tüm bunların nedensiz,
amaçsız ve tesadüf olarak meydana geldiğini
söylemekteydiler. Şimdilerde kuantum diliyle konuşsalar
da sonuçta yine ana düşünceleri değişmeyip bu
sefer de sadece “Hysenberg’in Belirsizlik İlkesinin”
yani, “Olasılıkların” esas ve hakim olduğu ve
sonsuz-sınırsız, ezeli ve ebedi olan “Sanal Vakum
Potansiyelinin” tüm her şeyin temelini teşkil
ettiğini kabul etmektedirler, hem de ellerinde hiçbir
kanıt olmamasına karşın, Bilincin de temeli olarak.
Ayrıca bu boyuta, “ Temel Hiçlik” boyutu adını da
vermektedirler (“Temel” dedim, çünkü “Gerçek Vakum”
Boyutu da ayrıca yine “hiçlik” boyutudur)
(1).
Dolayısıyla, yine deneysel verilerin açıkça gösterdiği
Hiçlikteki “Kuantum Potansiyeli” Boyutu ile “Mutlak
Hiçlik” boyutunu inkar etmektedirler (onların
belirttiği “hiçlik” boyutu doğrudur, ancak bu,
anlaşılacağı üzere “Mutlak Hiçlik” olmadığı gibi,
“Kuantum Potansiyelindeki” “Hiçlik” de değildir).
Ayrı bir deyişle, onlara göre “Sanal Vakum” boyutunda
“Planck kütleli ve enerjili” parçacıklar ortaya çıkıp
yok olmakta ve bunlardan “ Belirsizlik İlkesince” uygun
olanlar patlayarak ya da açılıp genişleyerek sadece
maddesel evren ve evrenleri meydana getirmektedir.
Kuantum Alanlarınca olaya bakıldığında ise, “Sanal Vakum
Alanı” sadece bu “Planck kütle ve enerjili”
tanecikler adı altındaki yoğunlaşmaları
(parçacıkların aslı olan frekansal yapıları) meydana
getirmek için dalgalanmakta, bunlardan bazıları ise,
“Planck Boyutu” üzerine taşarak evrenleri ve bunlardan
biri olan evrenimizi (boyut - boyut evrenimizin temel
yapıtaşlarını ve haliyle atom, molekül, hücre, insan ve
evreni) oluşturmak üzere çeşitli biçimlerde dalgalanmaya
devam etmektedirler (Bkz.
“Kuantum Ve Mistisizm – 5”).
Bu söyledikleri elbette doğrudur, ancak yanlış olan,
“Belirsizliği temel yasa” olarak görmeleri ile Maddenin
(Maddesel Boyutun da) tek gerçeklik olduğunu varsayımsal
olarak kabul etmeleridir. Bu nedenle de madde boyutu
dışında hiçbir boyut ve varlıkların olamayacağını
belirtirler. Denklemler ve birtakım kesinleşmiş
deneyler, ucu açık olarak daha derinsel boyut ve
varlıkların varlığını işaret etse de keyfi
-inançlarının gereği- bunlara sınırlama
getirmektedirler. Sonuç olarak, Kuantum Fiziği açısından
olaya baksalar bile, deneysel olarak ispatlanmış kuantum
boyutunun bazı yasalarını kabul etmemelerinden veya
görmezden gelmelerinden ötürü, varlığa bakış açıları
yine değişmemekte, kabul ettikleri (kendilerine dayanak
aradıkları) bilimsel verilerin (mesela kuantum alanları
gibi) kendi aleyhlerinde sonuçlar verdiğini bile
görememekte, görseler bile üzerinde hiç durmamakta,
böylece bilimsel verilerin aksine tüm bu
oluşumların, rastgele, tesadüf olarak meydana geldiğine
ve haliyle her şeyin, amaçsız, nedensiz ve kaotik
biçimde maddenin dönüşümlerinden ibaret olduğuna
inanmaktadırlar. Bu öyle bir inanış ki, Varlığın
ilk nedenini, niçinini açıklayamadıkları ve
açıklayamayacakları halde, her şeyi açıkladıklarını, bu
anlamda sonuçlandırdıklarını varsaymakta ve insanlara da
bunu lanse etmektedirler.
Oysa Kuantum fiziği, birçok açıdan maddenin, dolayısıyla
ona ait olan yasaların gerçekte var olmadığını bize
kesin bir şekilde anlatmaktadır. Mesela bir taraftan,
çok kaba (yüzeysel) olarak madde dediğimiz şeyin
gerçekte çok yavaş titreşime sahip “Durağan Dalga”
olduğunu söylerken (bkz.
“Dalgalar Ve Özellikleri – 7”),
diğer taraftan da sisteme biraz daha zumlama
yapıldığında, maddenin daha alt boyutları itibariyle
enerji yapısına dönüşmesinin yanı sıra, madde
görünümünde bile aynıyla enerji olduğunu, yani
enerjinin o surete bürünmüş yine enerjisel bir hal
olduğunu belirtmektedir (6 veya 7 boyutu kapalı, 4
boyutu ise açılmış olarak işlevler gerçekleştiren
Stringler de bunu anlatmaktadır). Bunun yanında, farklı
bir açıdan bakacak olursak, Kuantum Fiziğinde bir
taneciği ölçümleme anının önemli olduğunu, ölçümleme (ya
da gözlemleme) anının öncesi ve sonrasında ise, o
taneciğin tüm özelliklerinin bir arada olduğu “ Olasılık
Dalga” yapısına döndüğünü kısacası, “Maddesel
Özelliğinin” ortadan kalktığını daha önceleri
söylemiştik. Bu ise, Maddenin, Soyut olan bir şeyin,
Somut görünen bir Özelliği olduğu anlamına gelmektedir.
Bunu genelleştirirsek, bildiğimiz uzay- zaman, madde-
enerji, ancak gözlemleme (algılama) anında Bilincimiz
tarafından var edilmekte ve maddesel yönlerinden (maddi
özelliklerinden) bahsedilebilmektedir. Ancak bu
durumda bile algılamalar sürekliymiş gibi görünse de
gerçekte böyle bir süreklilik de mevcut olmayıp Bilinç,
beyin adı altında, beynin kendi maddi yapısı da dahil
olmak üzere tüm uzay-zamanı, madde ve enerjiyi,
anlık film kareleri şeklinde kesikli olarak meydana
getirmekte, ayrı bir deyişle, birimsel
algılamalardaki süreklilik kesintiye uğramakta,
fakat yaşadığımız boyutun gereği (bir programın sonucu)
olarak beynin algılama hızı dolayısıyla, bu durum
görünmemekte ve her şey kesintisiz, hareketli olarak
algılanmaktadır (bu süreksizlik durumu, insan dışındaki
sonsuz boyutlardaki tüm algılayıcılar için de
geçerlidir). Ve bu ise, en kısa “an” olan “Planck
Zamanınca” yani, her “10 üssü (-43) sn” de bir
gerçekleşmektedir. Böylece her 10 üssü (-43) sn de bir
tüm evren, bir boyut itibariyle zaman ve mekanın
bulunmadığı “Olasılık Dalga Denizine”, daha alt boyutu
itibariyle de yine sonsuz olasılıkları içinde barındıran
“Kuantum Potansiyel Denizine” dönüp tekrar
en ince ayrıntısına kadar oluşmakta ya da projekte
edilmektedir.
Biz bu durumu
“Din- Bilim Soru Ve Cevapları - 8”
adlı makalemizde Elektromanyetik Dalgaları açısından da
detayıyla açıklamıştık. Çünkü görüntü dediğimiz şey,
nesnelerden bize gelen ışığın (fotonun) o nesneye ait
olan bilgiyi (Data’yı) göz alıcılarına aktarması ve
buradan da sinirlerdeki iyonik elektrik akımı
vasıtasıyla beynin ilgili bölümünde değerlendirilmesi
sonucu oluşmaktadır. Yine bildiğimiz üzere fotonlar su
gibi sürekli bir yapıda olmayıp bilye (boncuk) gibi
kesikli bir yapıya sahip olduklarından, bu açıdan da,
her iki “Planck zamanı” arasında yani, her bir
süreksizlik noktasında bildiğimiz tüm uzay-zaman, madde
ve enerji, bu “Zamansız ve Mekansız Enerji-Bilgi
Denizine” geri dönüp yok olmakta ve yine o “an” içinde
bir öncekinin devamı olacak şekilde “Maddesel Dünya” ve
“İçindeki Maddesel Yapılı Bizler” olarak yepyeni bir
yapı halinde tekrar yaratılmaktadır. Sadece göz
(görme durumu) için değil, diğer duyularımızın da
temelde Elektromanyetik dalgalara dayanması sebebiyle,
aynı durum eşzamanlı bir biçimde tüm bu duyular için de
aynen gerçekleşmektedir. Sonuç olarak, nesneler
(Maddeler) temelde mevcut olmadıkları gibi, katı, sert,
sabit (durgun) görüntüleri bile gerçekte var değildir.
Çünkü her bir saniyede, yüz milyar kere, yüz milyar
kere, yüz milyar kere, on milyar kez tamamıyla yok
olup yeniden var olmalarından ötürü tüm Madde, madde
olmaktan çıkıp maddemsi bir yapı, soyut bir
gerçekliğin projektesi, hayali bir şey, …vs olarak
görüntü vermektedir.
Materyalistler, maddenin var olmayacağına ilişkin bu
kesin durumlara karşın bir cevap veremedikleri gibi,
cevap veremedikleri diğer can alıcı sorulardan birkaçı
da mesela, eğer “Mutlak Hiçlik” ve “Mutlak Bir
Bilinç” yoksa o zaman Neden ve Niçin, “Sanal Vakumdaki
Alanın” dalgalanmamışlık, yani “Alanın Saf hali olarak
Kendisi” mevcuttur? Bu “Alan” Nereden, Niçin ve Nasıl
yaratılmıştır? Sonuçta burada bir varlığın
mevcudiyeti söz konusu olduğundan, “öylece vardı”
gibisinden bir var kabul edişin, açıklamanın da bilimsel
ve mantıksal olarak bir değer ifade etmediği, soruyu
çözmediği açıktır. Temel olarak gördükleri Belirsizlik
ilkesi de, bu “Alanın” Niçin var olduğunu açıklayamaz.
Bu ve bazı şeyleri bir kenara bıraksak dahi, hiçbir etki
olmaksızın hiçbir şey hareket edemediğine, varlık
kazanmadığına göre, bu etki yine Neden (Niçin) ve
Nereden gelmekte, Neden Alanın “Hiçlik” yani
“Dalgalanmamışlık” yönü, varlığını her an koruyamıyor da
(dalgalanmaması gerekirken) her an dalgalanıp, bir
de üstelik aynı tür Planck parçacıklarını oluşturmakta
(evrensel anlamdaki “Süperpozisyon” durumu) ve bunlardan
bazıları evrenleri ve bir tanesi de bizim evrenimizi
meydana getirmektedir? Oysa evrenimizin, rastgele,
tesadüfi bir oluşumun sonucunda meydana gelemeyecek bir
biçimde, yani “ihtimalin, ihtimal olamayacak bir
şekilde” bir Bilincin eseri olarak ortaya çıktığını ve
davranış sergilediğini yine
“Kuantum Ve Mistisizm - 6, 7, 8, 9”
adlı makalemizde detaylarıyla anlatmıştık.
“Alanın” kendi varlığını bir kenara bıraksak bile, Neden
“Sanal Vakum” Boyutu yani, tüm her şeyin Olasılığının
bir arada olduğu “Evrensel Sperpozisyon” durumu
dolayısıyla Belirsizlik İlkesi, dolayısıyla Fizik
Yasaları mevcuttur? Neden tüm bu yasalar böyledir? Ve
dahi, özden bir etki olmaksızın (ki, Teistler ve
Deistler bunu, Kuantum Fiziğinin tam tersi bir şekilde
ötedeki bir hiçlikteki Tanrının etkisi olarak görürler)
bu “Süperpozisyon” durumunun sonsuza dek öylece
varlığını sürdürmesi gerekirken ve Bilincin de her
şeyin öncesinden, yani özünde var olduğuna
inanmazlarken, evrenlerin oluşması için “Kuantum
Boyutundaki” bu “Olasılık Denizi”, Neden (Niçin), Nasıl
bir şekilde ve Kim tarafından “Kuantum Çöküntüye”
uğratılmaktadır, “tesadüf, şans, ihtimal”, … gibi
cümleler bir cevap olamayacağına göre. Halbuki
Kuantum Fiziğinde çift yarıklı deneyinin de defalarca
bize gösterdiği üzere, taneciklerin, onu gözlemleyen
Bilinçle bağlantılı olduğunu (Bilincin, deneyin ve
denklemlerin parçalanmaz bir elemanı olduğunu), bir
Bilincin eseri olarak (veya etkisiyle) Maddesel bir
şekilde görünüp özelliklerini sergilediğini, Bilincin
bakış açısı değiştikçe, taneciğin de davranışını ona
göre değiştirdiğini, kısacası bir Bilinç olmasa
algılanan şeyin olamayacağı, Temelde bir “Mutlak Bir
Bilinç” bulunmadığı takdirde ise, ne algılananın ne de
algılayanın mevcut olamayacağını açıkça söylemekteydi.
Ayrıca tarihi gelişimine baktığımızda Materyalist
Felsefedeki tutarsızlıklar, çelişkiler ve daha da
önemlisi Materyalistlerin kendi düşünceleriyle, bilimsel
verileri bir türlü oturtamamaları, birçok ana (hayati)
noktaları açıklayamamalarına rağmen, inançlarını
sarsılmadan sürdürdükleri açıkça görülmektedir. Çünkü
Materyalistler, önceleri her şeyin temelini beş duyuyla
tespit ettikleri “Somut Madde” olduğunu ve
hareketliliğin bu Maddenin kendi içindeki dönüşümleri
sonucu tesadüfler içinde meydana geldiğini
söylemekteydiler. Dolayısıyla onlara göre Madde,
(ellerinde bir delil olmaksızın) yaratılamaz ve yok
edilemez temel gerçeklik idi. Ancak yüzyılımızın başında
atomun parçalanmasıyla “Madde” iflas edince, bunun
üzerinde hiç durmayarak ve birçok soruyu da cevapsız
bırakarak bu sefer Maddenin temel yapı taşları olan
enerjisel parçacıkları temel almaya başladılar (bilimsel
anlayış ilerledikçe, var oluştaki tesadüflük de, daha da
imkansızı olan sayısız, sonsuz tesadüfler zincirine
dönüşmüştür).
Fakat Rölativite teorisine ve Kuantum Alanlar Kuramına
göre, “Somut Madde” dediğimiz şey, hatta parçacık
yönüyle foton dediğimiz tanecik bile tamamıyla, o
şekilde yoğunlaşan “Enerji Alanının” bizim tarafımızdan
isimlendirilmesinden ibaretti. Bu nedenle Madde,
maddesel tanecikler ve aralarında kuvvet taşıyan enerji
tanecikleri (bosonlar) toplamı, madde-enerji
bütünselliği olan bir şey değildir. Tüm bu bütünsel
yapının, gerçekte “Alan Dalgalanmalarının” bir
görünümü olmaları sebebiyle (yukarıda da
belirttiğimiz üzere) gerçekte tamamıyla “Enerji
Alanıdırlar”, ve dahi bu Enerjinin Dalgalanmamışlık
yönüyle o bile değildirler. Haliyle madde diye
bir şey yoktu. Bunu bir an için düşünmesek dahi,
yine yukarıda da belirttiğimiz gibi, farklı bir bakış
açısından Kuantum fiziğine göre “Somut Madde”, bir
Bilinç tarafından gözlemlenmediği sürece “Varlığın bir
Boyutu itibariyle” tamamıyla “Olasılık Dalgası” halinde
ya da daha alt boyuttaki “Kuantum Potansiyelindeki”
durumu itibariyle, bir “Soyutluluktan” hatta “hayali bir
oluşumdan” ibaret değil miydi? Dolayısıyla onların
hâlâ dillendirdikleri ve felsefelerinin ana dayanak
noktası olan “Temel Madde” diye bir şey yoktu ve hiçbir
zaman da mevcut olmamıştı. Yok olan sadece
Materyalizm değil, maddeyi temel alan ve maddeye göre
düşündükleri “mana” boyutunun varlığına inanan Tanrı
ve Tanrısal Sisteminde (Sistemlerinde) mevcut olmadığı,
olamayacağı da ortaya çıkmıştı (Elbette burada Allah ve
O’nun İlminde yarattığı Sistem ve Düzeni kastetmiyorum).
Maddenin temel yapıtaşları olan foton ve diğer üç bozon
da dahil istisnasız tüm parçacıkların, onların temel
düşüncesi olan “Somut Bir Şey” yerine, tamamen “Soyut
Şeyler” oldukları gerçeği açığa çıktıktan sonra, bu
sefer bilim, her şeyin temelinin aslında “madde ve
enerjinin de” ötesinde, “Soyutun da Soyutu” olan
“Simetrilere” dayandığını, “Enerji ve Maddenin” ve
haliyle onlara ait olan “Tüm Yasların” bile bu
Simetrilere göre şekil aldığını ortaya koymuş,
dolayısıyla yeni bilimsel keşifler, Varlığın Hakikatinin
Bir Bilinçsel yapı olduğunu daha da perçinlemiştir.
“Belirsizlik ilkesi de” bu Simetri yasalarına bağlı
olduğundan temel yasa olamamaktadır.
Ancak tüm bunlara rağmen Materyalistler, temel aldıkları
“Somutluluğun” iflas edip “Somutluluğun”, yani Maddi
olan bir şey (maddenin bir türü) yerine, tamamıyla “Soyutluluktan”,
“Soyut Olan Bir Şeyden” meydana geldiğini de
görmezden gelmiş ve gelmekte, maalesef bu konudaki
sorulara da cevap verememektedirler. Sadece bu
değil, bunların yanında, Eğer “Mutlak Bir Bilinç” yoksa,
“Alanın Dalgalanmamışlık” yönü Süpersimetrik bir yapıda
olmasına karşın, temel olarak gördükleri “Sanal Vakum”
Boyutundaki açığa çıkan Planck kütleli parçacıklarda,
Neden, Niçin bir Simetri kavramının (yasasının) mevcut
olduğu?, Süper Simetrik olarak gördükleri bu boyutta
yine Neden, Niçin Simetri kırılmaları meydana geldiği
(3)
(demek ki, açığa çıkan parçacıkların oluşturduğu o boyut
Süpersimetrik değilmiş) ve bu kırılmalar dolayısıyla
Neden ve Niçin daha karmaşık Sistemler ve Düzenler
oluştuğu ve bunların, Neden, Niçin Simetrilere uyduğu,
tüm bu Fizik Yasaların ve Simetri Yasalarının
kaynağının ne olduğu sorularına da cevap
verememektedirler. Veremeyeceklerdir de. Çünkü kendi
felsefeleri bunlara da cevap verecek türden değildir.
Oysa bu Simetrilerin varlığı ve Kırılmaları da,
Temeldeki “Mutlak Bir Bilincin” mevcudiyetini açıkça
göstermektedir (Simetri Kavramı için bkz.
“Kuantum Ve Mistisizm – 9”
).
Bu arada kuantum fiziği, maddenin var olamayacağını
açıkça belirtmesiyle birlikte, Materyalistlerin
inançlarının aksine, madde dışında boyut ve varlıkların
mevcut olduğunu da bize göstermektedir. Şöyle ki,
madde dediğimiz şeyin kendisi, gerçekte belli bir enerji
ve o enerjiye karşılık (denk) gelen frekansa (birim
zamandaki dalga sayısına) sahip bir enerji titreşimiydi.
Frekanslar ise sınırlı sayıda bir şey olmayıp sonsuzluğa
uzanan bir yapıda olabilmektedir. Bu nedenle maddesel
dünyamızdaki (evrenimizdeki) tüm varlık adı altındaki
frekanslarla, bu varlık içinde tespit edebildiğimiz
ışınsal frekanslar (dalga boyları) belli bir değere
sahip olup sonsuz dalga boyları içinde yok hükmündedir.
Bu da, maddesel boyutumuzu oluşturan frekansların
ötesindeki frekanslardan (frekans aralıklarından) oluşan
Alemlerin (Boyutların) ve o Boyutlardaki Canlıların
varlığını otomatikman göstermektedir ki, bu aynı zamanda
“sadece madde vardır”, “her şey maddeden ibarettir”
görüşünü esas alan Materyalizmin de bilimsel anlamda
ayrı bir açıdan iflası olmaktadır.
Bir sonraki yazımızda değinmek üzere bu durumu,
Elektromanyetik dalgalar (E-M) ve Beyin arasındaki
ilişki açısından da açıklayabiliriz. Ayrıca çok önemli
bir noktaya daha değinmek istiyorum o da, Maddeye
-dolayısıyla taneciklere- Enerji Alanları açısından
bakmayı bir an için bir kenara bırakırsak bile,
Maddenin sonsuz ve sınırsız olmasının, bir üstte
anlattığımız gerçekler dolayısıyla, Varlığın,
tamamıyla ondan ibaret olduğu anlamına gelmemektedir,
gelemez de. Çünkü bu boyut, çokluk boyutu içindeki
boyutlardan sadece bir boyuttur. Aynı şekilde
(“Suretler” ya da bunun kaynağı olan “Sanal Vakum
Boyutu” itibariyle) maddesel boyutun ezeli ve ebedi
oluşu yani, daima mevcut olması da, Zamansızlık ve
Mekansızlık Boyutlarının mevcut olması nedeniyle bu
“Maddesel Boyutun” yaratılmadığı, yaratılamayacağı
anlamına gelmemektedir. Maddesel boyut da, Çokluk (Efal)
boyutu gibi, Zamansızlık ve Mekansızlık Boyutundan
(Kuantum ya da bir alt boyutu olan Kuantum
Potansiyelinden) Boyutsal Olarak Yaratılmıştır.
Çünkü Madde, “Mutlak Bilincin” dışa vurumudur.
Dolayısıyla Madde sadece ve sadece, Mutlak Bilincin
indinde Hükmi (var kabul edilmiş) olarak mevcut
olabilmektedir, o kadar.(Bkz.
“Kuantum Teorisi – 2”, “ Kuantum Ve Mistisizm – 4”).
(Yararlanılan Kaynaklar: Tek’n Seyri, Yenilen – Ahmed
Hulusi / Fiziğin Taosu – Prf. Fridjof Kapra / Yanılmışım
Tanrı Varmış – Antony Flew)
(1)
Sanal Vakum,
Planck boyutlu taneciklerin oluşturduğu boyuttur.
Gerçek Vakum ise, Planck boyutu üzerine çıkıp
patlayarak veya genişleyerek oluşan uzay-zaman içindeki
elektron, proton, kuark, …vs. gibi parçacıklar ile anti
parçacıkların var olup yok olduğu, ayrı bir deyişle
Sanal Parçacıkların meydana getirdiği boyuttur.
(2)
TV
ve Sinema makinesi gibi cihazlar da, anlık görüntülerin
belli hızlarda hareketlendirilmesi esasına göre
çalışmaktadır.
(3)
Evrenin, evrenlerin oluşumundan, her defasında kendisini aynı
şekilde kopyalayan Hücrelerin Mutasyona uğramasına
kadar, görünen Sistem ve Düzenin oluşması hep
Simetrinin, Simetrilerin kırılmasına bağlıdır (mutasyon
öncesi kopyalanan hücreler, simetrik durumdadır). |